5 Eylül 2022 Pazartesi

TÜRK BUDUR: Abdullah Çağrı ELGÜN

TÜRK BUDUR:

Abdullah Çağrı ELGÜN

Türk’ü ve Türkçeyi Koruyan Hülâgü Han:

Hülâgü, (1217-1265) senesinde Karakorum’da dünyaya geldi. Dedesi Cengiz Han, babası ise Cengiz Han’ın oğlu: Toluy Han’dır.

Annesi: Kerayit Hükümdarı Ong Han’ın Yeğeni Sorgoktani Hatun’dur!.. 

Babası Toluy Han’ın henüz kırk (40) yaşında ölmesi üzerine bölgenin idaresini, annesi Sorgoktani Hatuna verildi…

Hıristiyan olan Sorgoktani Hatun, oğullarının eğitimini, Budist ve Uygur Türk’ü: Sevinç Tuğrul, Bulat Kaya, Mungsuz ve Töre Kaya …vb. gibi Kayınbabası Cengiz Han’ın en güçlü ve yakın adamlarına bırakmıştı… Hülâgü bu bilgin ve savaşçı bahadırlar tarafından çok iyi yetiştirilir.

Hülâgü Han, atalarının dini olan “Tek Tanrı” inancına sahipti; ancak annesi Sorgoktani Hatun’un Hıristiyan dinine mensup olması, onu az da olsa etkilemiş olmalıdır!.. Cengiz Han’ın en küçük oğlu Toluy Han’ın oğlu olan Hülâgü Han, Meraga’da kırk sekiz (48) yaşında ölmüştür (8 Şubat 1265).Öldüğünde, Urmiye Gölü’ndeki bir adaya, yanına atı ve Cariyeleri de kurban edilerek gömülür. Cenazesi, Şamanist usullere göre yapılmış son hükümdardır…

 

Hülâgü Han: Matematik, Astronomi, Kimya ve Geometri bilimlerine vakıf, cesur, kararlı, savaş taktiklerini çok iyi bilmektedir. Cömert; bilginleri ve ulemaya koruyan, bir devlet adamıdır. Mevcut din ve inanışlarına karşı, hoşgörülü olduğu, bütün tarihçilerce de onaylanmıştır.

 

Hülâgü Han: “Changüşa”nın yazarı Alâddin Ata Melik Cüveynî’yi yanına almış; Nasirettin i Tûsî’yi, “Rasatane” kurmak için görevlendirmiştir.

Rusafe Şehri’nde bulunan Halife Mezarlarını, Halife Camiini ve bugün Irak’ın Kazımeyn Şehrinde bulunan Şiî Müslümanların Hz. Ali Silsilesinden  gelen yedinci (7.) İmamı olan Musa Kazım’ın Türbesini, yıkılan ve hasar gören diğer mabet ve kutsal yerleri onarttırıp tamir ettirerek, bölgeden ayrılmıştır.

 

Kendi adına bastırdığı paralara, İslâm geleneğine uygun olarak (1254-1256), “Allah’ın Birliği”ni ifade eden (Kelime i Tevhit) yazısını koydurmuştur. Hülâgü Han için söylenen:

İslâm Medeniyetini katlettiği, taş üstünde taş bırakmadığı, tarafgir tarihçilerin bir yalanından ibarettir…  Böyle bir adam, Allah’ın birliğini ifade eden: “Allah Birdir!..” yazısını, kendi adına bastırdığı paralara kazdırtıp; Sahabelerin ve Mezhep İmamlarının Mezar ve Türbelerini tamir ettirir mi?..

Yalancı, tarih yazarları ve "Arap Sevicilir"  utansın!..

 

Hülâgü Han:

Emevî ve Abbasilerin işgal ettiği ve büyük kıyım yaptığı Türk Topraklarını, geri aldı…

Lur Atabeyliğini hakimiyeti altına aldı.

Haşhaşi Tarikatını ortadan kaldırdı.

Arap Abbasi Halifeliğini tarihten sildi!..

Eyyübiler’in işgali altında tutulan Suriye topraklarını geri aldı…

Mısır’daki Memlük devletini ortadan kaldırdı!..

İran Tarihi incelendiğinde, Hülâgü Han’ın, Türk ve Türkçülüğüne ve Türk Dili Türkçeyi şiddetle savunmuş olduğuna şahit oluyoruz… Hülâgü Han, fethettiği yerlerde, Türkçe konuşmayı zorunlu kılmış, buna uymayanları cezalandırmıştır!..

Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan bir Hükümdar, niçin Türkçe konuşmayı mecburî kılsın ve kendi dili olmadığı söylenen Türkçeyi konuşmayanları, şiddetle cezalandırsın?.. Bu tavır, hangi akla ve mantığa sığabilir?.. Cengiz de Hülâgü de Türk’tür!..

“Türk değil!” sözü: Türklere “Mevâlî” diyerek kendilerini diğer millet ve ırklardan üstün gören: Haccac8 661-714) Ebu Muhammed el b.Yûsuf b.El Hakem es Sekâfî; Emevî Komutanı Ebu Hafs Kuteybe Bin Müslüm (670-715) :“Türk kanı içmek helâldir!..” diyen Arap’ın uydurmasıdır.  

Soyu Göktürkler’e kadar dayanan Hülâgü Han, Şair Nedim’in mısralarına da konu olmuştur:

 

“Tahammül mülkünü yıkdın Hülâgû Han mısın kâfir?

Aman dünyâyı yakdın, âteş-i sûzan mısın kâfir?”

 

Hülâgü Han, İlhanlı Devleti’nin Hanı olup tam anlamıyla Türk ve Türkçüdür… Hülâgü Han, bu uygulamaları ile Ümmetçilerin tepkisini çekmiş, Arap ve Acemler’in, Türk ve Moğol Halklarına yaptıkları gibi aynı şekilde sert ve acımasız davranmıştır. Arap ve Acemler, zorla ele geçirdikleri Türk Ülkeleri ve Halklarının Tek Tanrılı Dinlerini değiştirmekle kalmadılar, “Kök Türkçe, Uygurca, Soğutça” Yazı ve Konuşma Dilleri Türkçeyi de değiştirip; “Müslümanlık” adına yaptıkları katliamlarla, korku salıp uyguladıkları zorbalıklarla, bu ülkelerin çoğunun, her şeylerini değiştirip say kırımı yapıp asimile ettiler…

Arap ve Farslar Türkler’e İslâmiyeti kabul ettirmek için dört yüz (400) yıl boyunca Türk Topraklarına akınlar düzenlemişler ve katliam yapmışlardır!.. Bu değişim ve dönüştürmede Türk Moğol Halklarına uyguladıkları din, dil, kültür; örf, âdet, töre, giyim kuşam tarzı, kız ve erkek adlarının Arap ve Acemleşmesi, Türklerin görüş, düşünüş, duyuş, yaşayış biçimi ve hayatı anlamlandırma anlayışı; tavır ve uygulamalarına, davranışlarına Arap ve Fars Kültürü yansımıştır!.. Bu zorlama ve  asimilasyonun etkileri, bugün dahi devam etmektedir… Araplar, Türkler’e hiç bir şüphe yoktur ki soy kırımı yapmıştır!..

Hülâgü Han bu duruma dur demiş Arap ve Acemler’in bu hareketine karşı çıktığı için “Müslümanlığı” Ümmetçilik olarak anlayanlar"Arap Seviciler"tarafından sevilmemiştir. Hatta Hülâgü Han kötülenip, “İslâm düşmanı” ilan edilmiştir… Halbuki Türkler, İslâmiyet’in serveri; “El etrak u Cindullah!.. (Allah’ın süvarileri Türklerdir!..) sözüne mashar olmuş, asil bir millettir!.. Ümmetçiler ise Türk’ün ve Türkçülüğün düşmanıdır!..

 

Hülâgü Han:

1258 yılında: Luristan Atabeyliğini;

Haşhaşîler Tarikatı’nı ortadan kaldırmış, Nizariler’in (Haşhaşîler) elinde bulunduğu Alamut Kalesini:

(Defalarca yapılan akınlarda, hiçbir ordunun uzun süren muhasarasında dahi alamadığı, hiçbir orduya geçit vermeyen ve daha yüzlerce yıl da kimseye geçit vermeyeceği ve alınamayacağı söylenen, bu efsanevî, sarp ve geçit vermez Alamut Kalesi’ni, Nizariler’in İmamı: Rükneddin Hürşah’tan, büyük bir mühendislik dehâsı gösterilerek almıştır.

Hülâgü Han, Alamut Kalesi’nin altından kazdırdığı tünelleri, “Petrol ve Barutla” doldurarak, bu kanalları, devâsa bir bombaya dönüştürüp, patlatmıştı… Surlardan açılan gediklerden içeri dalarak Alamut Kalesi’ni çok kısa bir sürede ele geçirmesi, etraftaki şehirler ve bu olayı duyanlara da korku salmış ve bazı kaleler tek insan ölmeden, savaşsız, Hülâgü Han’a, teslim olmuşlardır!..)

Maymundüz Kalesini;

Lemeser Kalesi (1259);

Girduh Kalesi (1270);

Bağdat’ı, Abasiler’den (Halife Mustasım Billah) (13 Şubat 1258)

Haşhaşiler’den ise yüzün (100) üzerinde Kale başarıyla alınmıştır.

Hülâgü Han, savaş sırasında kendisine direnen ve karşı koyanların tamamına yakınını, şiddetle cezalandırılmıştır…

Ağabeyi Mengü Han tarafından, Ortadoğu’da fethedilmemiş yerleri, fethetmek üzere görevlendirilmişti. Ağabeyinin emri gereğince, genel olarak Arap ve Farslar ile savaşmış, karşı çıkmadan şehri ve kaleyi teslim edenler bağışlamış, çok iyi davranılmış, şiddet gösteren ve direnenler ise öldürülmüştür!..

Hülâgü Han’ın, Fransız IX. Luis’e gönderdiği bir mektupta, Araplar'dan iki yüz (200) bin kişi öldürdüğünü belirtmektedir… Demek ki yalancı tarihçilerin anlattıkları ise yalandan ibaretmiş…

 

Türk Boy ve Oymaklarının kendi istekleri ile grup grup veya toptan, Müslümanlığı kabul ettikleri sahte tarihçilerin ve Arap Sevicilerin yalanından ibarettir…

Türkler Türkistan’da bulunduklarında Ceyhun Nehri, Araplar ile sınırdı. Araplar, bu nehri geçmeye asla cesaret edemezlerdi… Bu yıllardan öncesi ise Anadolu, Rumeli, Türklerin binlerce yıllık Akad, Sümer, Eti, TRK (Türk) Trakya olmak üzere ata yurtlarıdır…Türkler Anadolu’ya ne 1040 yılındaki Dandanakan Savaşı ile ne de Alpaslan ile 1071 Romen Diyojen ile yaptığı Malazgirt ile geldiği yine tarih bilmezliklerinden yalancı tarihçiliklerinden ibarettir… Bugün Urfa Harbetsuvan Tepeleri: 9 bin,  Nevali Çöri 10 bin yıl , Göbekli Tepe de bunun 12 bin yıllık, Hayvan figürleri, yılan, Aslan ve Koç figürleridir. Hitit Uygarlığının Merkezi Çatalhöyük ve Mısır Hiyeroğlifleriyle de ay figürleri taşımaktadır…  Bu koç, koç başları Orhun Abidelerin’nin giriş kapısına dizilmiş koç ve aslan heykelleri ile de aynı figürlerdir!.. Atatürk’ün Anıt Kabiri’ne giden “Aslanlı Yol” boşuna yapılmamıştır!.. 

Göbeklitepe’den sonra, Şanlıurfa’da yer alan Karahan Tepelerinin daha eski 13-14 bin yıl öncesi Türk uygarlıklarıdır!.. Ana kayaya oyulmuş heykel başı ve insan figürleriyle, ritüel alanları ve bu Damgalar en eski Türk tarihinin 13-14 bin yıldan daha öncesine ait kanıtlarıdır!.. 

Türkler, Türkistan’da altın, gümüş, demiri işliyorlar; deri ve pamuk imal ediyor, pamuktan kâğıt üretiyorlardı. Bugün Özbekistan Müzesinde bulunan 5.yy. kalma Altın Elbiseli Tiğin Zırhı, önemli bir belgedir. Hatta Halife Hz. Osman Döneminde, Muhammed Bin Cerir Komutasındaki 2.700 kişilik donanımlı Arap Ordusu, Türk şehri Fergana’ya kadar girmiş; fakat ordudan tek kişi kalmamazcasına Türkler tarafından yok edilmişlerdi!..

Ondan 70 yıl sonra, Muaviye’nin Arap Ordusu, Horasan’ı tamamıyla işgal etmiş ve buraları İslâmlaştırmaya başlamıştı.Bu bölgeleri Müslümanlaştırılması 100 yıl süren Arap-Türk Savaşlarıyladır.

Bundan cesaret bulan Araplar, Muaviye’nin Horasan Valisi Ubeydullah bin Ziad, 673 yılında, eskisinden daha da büyük bir orduyla (24.000 kişilik) Ceyhun Nehri’ni geçerek Türk Kıbaç Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşattı. Kıbaç Hatun, diğer Türk Beyliklerinden yardım istedi; fakat bu yardım gelmemişti. Buna rağmen direnen ve Araplara büyük kayıplar verdirerek şehri işgal edilmekten kurtaran Kıbaç Hatun; buna rağmen Buhara ve çevre yerleri, Arap Yağmacıların, talanından kurtaramamıştır!..

Daha sonra, Muaviye’inin işgal ettiği, ikinci Horasan Valisi Said, Semerkant’a saldırır. Binlerce Türk genci, kadın ve kız köle olarak alınır ve satılır. Daha sonra Salim Bin Ziyad Horasan Valisi olmuştur. Bu bölge Muaviye’nin oğlu Yezit’e bağlıdır… Ziyad 680 yılında Türk Topraklarına tekrar saldırır. Bu saldırıda da Türkler’in altın, gümüş; kürk, deri, halı ve kilim…vb. zenginlikleri yağmalanır.

 

685 yılında Türkler, Halife Abdülmelik ile tam bir asimileye uğrar. Arapça yazılı altın ve gümüş paralar bastırılır. Arapça, resmi dil olarak kabul ettirilir… Türklerin Dilleri Türkçe değiştirilip Arapça konuşmaya zorlanır. Her tür yazışmanın Arapça yapılması, hesapların Arapça tutulması ve çarşıda, pazarda ve evlerde Arapça konuşulması mecbur tutulur!..(695) Bunu uymayanlar şiddetle cezalandırılır.

Zalim Haccac’ın Irak Valiliğine atanmasıyla birlikte, Türk Dillerinin konuşulması tamamen yasaklanır. Sonra Kuteybe denilen bir zat peydah olur. Bütün Türk şehirlerini yıkar yakar. Türk erkeklerin boyunlarına kızgın damga vurdurur… Türkler onlar için artık bir “Mevâlî” köledir!.. İkinci sınıf bir topluluk, ırkî üstünlük farkları ile birlikte giderek derinleşen bir kırılma noktasına uğrarlar… Türkler ise Araplar'a (Kavm-i Necip) üstün ırk diye htap ederler...

Emeviler (Araplar) döneminde siyasî, askerî, idarî görevlerin tamamı Araplar’ın elindedir. Emeviler “Mevâlî” diye aşağıladıkları Müslüman ve Müslüman olmayan Araplar’ın dışındaki her ırka "Köle" gözüyle bakmışlardır…  Özellikle Muaviye, “Halifeliği” saltanata çevirmiştir.

Yezit Kerbelâ’da katliam yapmış; Harre Vakası’nda Medine Şehri yağmalanmış, halkın can ve mal güvenliği ortadan kalmıştı. Bazı Halifeler ise İslâm ve ahlâk dışı olarak: Can, mal ve ırza tecavüzü adeta meşrulaştırdılar…

Liderlik Araplar’da olmakla birlikte İslâm’a Daveti organize eden on iki (12) Nakibden dördü Mevâli’dendi. Arap Müslümanlar ile Arap olmayanlar Mevâlîler Müslümanlar arasında derin bir uçurum yaratmıştır. Araplar kendilerini diğer Müslümanlardan daha üstün görüyorlardı. Buna bağlı olarak Araplar:

Araplar, Arap olmayanlarla yolda aynı hizada yürümüyorlar,

Araplar, Alaylarda önlerine geçilmesine asla izin vermiyorlar,

Araplar, Arap olmayanlarla birlikte sofraya oturmuyorlar,

Araplar, Mevâlîler ile Camilerini ayırıyorlar,

Arap olmayanların mesleklerine aşağılayıcı gözle bakıyorlar,

Fethettikleri ülkelerde aldıkları köleleri Müslümanlaştırıp onları serbest bıraksalar dahi boyunlarındaki kızgın damga sebebiyle köle muamelesi yapıyorlardı.

Kızlarını Mevâlîler’in erkeklerine vermiyorlar.

Kızlarını almıyorlar, Mevâlî’den bir kadınla evlenmiyorlar.

Arkalarında Namaza durmuyorlar.

Arap olmayan aile fertlerinin Halifeliği’ne asla rıza göstermezlerdi!.. İş bu sebeplerle Emevi Arap Devletini Hülâgü Han, tamamen yıkıp ortadan kaldırmıştır…

 

Türkler, Araplar ile üç yüz elli, dört yüz (350-400) yıldan fazla mücadele etmiştir. Sonrasında zorla Müslümanlaştırıldılar. Hatta Türklerin Müslümanlaşıp Müslümanlaşmadıklarını kontrol etmek ve uygulamaları yerinde izlemek üzere, her Türk ailenin evine bir Arap sokulmuştur. Bu çok etkin bir asimilasyon olmuş ve Türkler’in bu şekilde Müslümanlaşıp asimilasyonu kolaymıştır…

Bugün Çinliler de aynı asimilasyon taktiğini, Uygur Türkleri’ne uygulamaktadırlar… Bu durum “Açık bir Soy kırımdır!..” Müslümanlaştırdıkları ülkelerin ve Türkistan Halkının adları, şehir isimleri örf ve âdetleri değiştirilmiş ve unutturulmuştur:

Libya (Berberi- Türk)

Kartacalılar (Barboroslar, Türk)

Trakyalılar (TRK, Türk) 

Mısır (Kölemenler, Türk)

Mısır (Kıbtiler, Türk)

Cezayir (Tuarengler) Türk

Kıbcak, Kazak, Özbek ataları Türkistan kökenli Türklerdir.

Filistinliler (Türk)

Giritliler (Türk)

İlk Yunan (TRK, “Türk”)

Persler (Pars) Türk

Lübnanlılar (Türk)

Suriye (Suryani, Türk)

 

O Dönemde Türkler’in Yaşadıkları Yerler:

Türkler Türkistan’da: İdil, Ural, Yenisey, Orhun, Seyhun, Ceyhun; Aral, Baykal, Hazar, Urumiye), yerleşik olarak yaşamaktaydılar. Dağınık Beylikler, Boy ve Oymaklar halindeydiler… Bunlar kendileri arasında bir birlik sağlayamamış oldukları gibi, kimi Beylik, Boy ve Oymaklar arasında da kavgalar ve husumetler vardı.

 

Hülâgü Han, buraları fetetmemiş (almamış) olsaydı, Türkistan’dan eser kalmayacak, Türkler, ya İsmailî (Haşhaşî) olacak veya Araplaşarak yok olacaktı!.. Hülâgü Han, Sayesinde buralar yeniden, Türkistan (Türkler’in Evi), Turan olmuştur!..

O dönemlerde: Rey, Selçuklular’ın; İsfahan, Şah İsmail’in yani Safevîler’in (Afşar Türkmenleri); Tarhan, Kaçar Türkmenleri’nin baş şehri, “Ceyhun Nehri’nin doğusu tamamen Türk’tü. Mâverâünnehir Bölgelerinde Türkler yaşamakta olup 1221-1368 yılına kadar Uygur ve Moğolların Resmî Yazı Dilleri Türkçe’yi İmparatorluk Yazı Dili olarak kullanıyorlardı!..

1211’de Uygur Hakan Barçuk İdil Kurt, Cengiz Han’ın kızı Al Hatun ile evli idi…Türgiş Devleti de bu bölgede bulunmaktaydı.

Buradaki devlet Yönetimi iki bölgeye ayrılmıştı: 1212-1241 yıllarında Körgöz Uygur’un yönettiği, İran Merkezli Ceyhun Havzası Tarafı: Uyguristan, Hoten, Kaşgar, Aksu, Kuçar, Kazakistan, Almatı, Kırgızistan: Kayalık, Özbekistan: Semerkant, Buhara yer alıyordu.

Diğeri İse Ceyhun Nehri Batı Tarafı Olan: Urfa, Kars, Iğdır, Şırnak, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep ve Hatay Bölgeleri ile İran, Irak, Suriye, Diyarbakır, Van, Rum hudutlarında Türkler yaşıyordu.

 

Türklerin dağınıklığı ve organize güç Araplar karşısında, yedi ay süren mücadelesi, çetin ve amansız direnişi dikkatlere şayandır. Canını kurtarma savaş veren bir topluluğun uzun bir direnişi sonrasında, Türk şehri Curcan düşer. Araplar, Curcan’a girerler. Müthiş bir katliam başlar. Arap Komutanı Yezit, Allah’a verdiği söz üzerine, esir aldığı binlerce masum Türk’ün, kanlarını nehre akıtır. Nehir günlerce kıpkızıl kan akar. Arap Yezit: “Curcanlı Türkleri yendiğinde, yapacağım dediği, Allah’a verdiği sözü yerine getirir!..”

Katliamdan geriye kalan kız ve kadınların beşte birini, Cariye olarak Halife’ye ayrıldıktan sonra, bir kısmını kendisine seçer… Geriye kalanları, Arap Askerleri arasında ganimet olarak paylaşılır, en sondakiler de köle pazarlarında köle olarak satılırlar…

 

Araplar, Türkler ile karşılaştıklarında ülkelerinin ve zengin topraklarının yağmalanması gerektiğini anladılar. Aksu, Baykent, Buhara, Curcan, Fergana, Kaşgar, Karahag, Karluk, Talas, Talkan, Vilat, Semarkant (Zenginliği dillere destan şehirlerdi), öteden beri talancı Yağmacı Bedevi Araplar’ın gözlerini kamaştırıyordu…

Araplar, Türkleri Müslümanlaştırmak için bütün Türkistan şehirlerini yakmış yıkmış; taş üstünde taş bırakmamışlar, buralara Arap Valilerini tayin etmişlerdi. Buralarda yaptıkları katliamlarla Türklere, tam anlamıyla “Soy Kırım” uygulamışlardır… Özellikle kendilerine çokça direnmiş olan şu üç Türk şehrinde: Vilat, Talkan ve Curcan’da, Araplar’ın Türk-Moğol Halklarına yaptıkları, insan aklının almayacağı işkenceler ve acımasız katliamlar için Hülâgü Han: “Araplardan, Türk ve Moğol Halklarının öcünü aldığı!..” nı söylemiştir…

 

Müslüman Araplar ve Türk Savaşları:

Araplar, Türkler’e Müslümanlığı kabul ettirmek için öyle acımasız, canice davranmışlardı ki: Talkan Yolu, yirmi dört (24) kilometre boyunca, öldürülen ve ağaçlara asılan, kırk (40) bin Türk’ün cesetleri ile doldurulmuştur!.. Bundan başka iki yüz (200) bin Türk’ü katlettikleri ve elli (50) bin Türk erkeğinin boyunlarını kızgın demirle damgalayıp köle pazarlarında sattıklarını, bir o kadar Türk kadını ve kızını, kendilerine ve askerlerine Cariye yapmak için götürürler. Bu zavallı, masumlar öyle hırpalanmışlardı ki küçücük çocuklar bile, at sırtında duramıyor, bir et yığını, bir ceset gibi at üzerinden düşüyor olduklarını, Cüveyni tarihinde ve diğer tarihçiler kaydetmiştir…

Müslüman Araplar: [Bu katliamları “Allah’ın Dini” Müslümanlık adına yapıyorlardı (!..)] Oysa Müslümanlıkta: “Haksız yere bir insanı katletmek, bütün insanlığı katletmekti!..”

Türk kadın ve kızları, Araplar’a utanç verici bir şekilde Cariye yapılmışlardı!..

Harzemli Ünlü Türk Bilgini Birûnî: Araplar’dan Haccac’ın “Haccac-ı Zalim”, askeri faaliyetleri esnasında, çeşitli katliamlar gerçekleştirdiği, halka zulmettiği, şehirleri yakıp-yıktığı, sahtekâr, hilekâr ve güvenilmez bir kişi olduğu söylenmektedir…

Emevi Kuteybe Bin Müslim’in: tamamen Türk şehirleri olan: Harzem, Semerkant, Buhara, Taşkent, Fergâna; Kaşgar, Horasan; Vilat, Talkan, Curcan; Suman, Faryap; Kes, Nesef, Bazgis, ve Dağistan’da sert bir direnişle karşılaştığından, çok acımasız ve vahşice davranmışlardır!..

Haccac, Kuteyb: “Türk kanı dökmenin helâl olduğunu…” söyleyerek kendi yurtlarında sakin yaşayan dört yüz (400) binden fazla Türk’ün yaşlı, hasta, coluk çocuk, kadın kız demeden katledildiğinden bahseder…

Köktürkçe, Uygur Türkçeleri yok edildi, yasaklandı. O güne kadar yazılmış ne kadar Türkçe, Uygurca, Soğutça yazma ve matbaa baskılı eserler varsa, yakılıp yok edildi. Türklerin kökleri, örf adet ve gelenkleri, Türkistan bölgesi ve diğer bölgelerle olan bağı tamamen koparıldı… Türkler din adına verdikleri eserleri ya Arapça; veya Farsça yazmağa başladılar. Türkçe bıraktırılıp Arap Dili dayatıldı. Türk Adları bıraktırılıp Arap önde gelenlerinin Adları Türk çocuklarına konuldu…

 “Ümmetçilik”, Türk ve Milliyetçilik kimliğinin üstüne çıkarıldı. Din (İslâmiyet) ile birlikte kimliğimiz, elbisemiz, kılık ve kıyafetimiz de değişti… Halbuki insanlar kavim kavim yaratılmışlardı; fakat Araplar asimile ve yok etmede kararlıydılar… Her şey gibi bunu da kabul ettirdiler. Bundan daha iyi bir soykırım yapılamazdı. Bu, Türk Milleti için en büyük soykırımdı!..

 

Araplardan Yezit: Allah’a verdiği yemini yerine getirmek için; Türkler’in oluk oluk kanını akıtarak, akan kanı ile değirmen döndürüp, buğdaydan un yapmış, hamurunu da ateşte pişirip ekmek yaparak yediği konusunda, bütün tarihçiler ittifak içerisindedirler!..

Şimdi bu işi yapan bağnaz ve zorba adamın, Allah ile Müslümanlık ile zerre bir ilişkisi olduğunu düşünmek kadar akıl yoksunluğu, bilgisizlik olabilir mi?.. İnsan kanı, Türk kanı içen ve bu derece vahşi, acımasız, katil ruhlu, yobaz canavarların ve katliamların yapıldığı bir toplulukta huzur bulunur mu?..

Bu bağnaz softanın, İslâm Dini ve Allah’a İnanmak ile bir ilgisi olabilir mi?.. Bu düpedüz cahil bir toplumun, bağnaz, anlayış ve bulanık düşünüşünün kirli bir ürünü, katliam ve soykırımıdır…

 

İşte Size Arap Kavmi!..

Hz. Ali, daha on yaşında iken ilk Müslümanlardan birisi olmuş, Peygambere en yakın insan ve onun her savaş ve barışta yanında, en uzun kalan, yaşayan insan ve Kuran ile Sünneti daha on (10) yaşında Kayınbabası ve Peygamberin amcasının oğlu, Allah’ın Resulü Peygamberimizden öğrenen ve bunu en iyi bilen ve uygulayan kimsedir.

Peygamberimiz, Hz. Muhammed’in damadı ve aynı zamanda amcasının oğlu olan Hz. Ali, “Kadir Hum” denilen yerde kendisine Peygamber’den sonra, “İlk Halifelik” işaret edilen kişidir. 

Hz. Muhammed vefat edince, Peygamberin cenazesi henüz kaldırılmamış, ortada dururken, Hz. Ali ve yanındakiler de defin işleri ile uğraşırlar iken Hz. Peygamber’in damadı ve yanındakiler olmadan, Hz. Ebubekir Halife seçiliyor…

Peygamber’in ölümünden hemen sonra Müslüman Arapların birbiri ile savaşları başlar 717 yılında Ömer İbn i Abdülaziz Halife olur…İki yıl sonra hastalanır yerine 719 yılında Yezid İbn i Abdülmelik geçer. Yezid İbn i Abdülmelik ile Yezid ibni Mehlep’in arası iyi değildir… Halifeliğe Yezid İbn i Mehlep’in oğlu olan Muaviye geçer.                                           

Araplar, Hz.Muamed’in Kadir Hum denilen yerde 125 bin kişilik bir topluluk huzurunda Hz. Ali’nin Halifeliğini işaret etmiştir. Araplar makam itibar görme hırsı sebebiye Hz. Ali’nin Halifeliğini kabul etmediler. Yani Peygamber’e uymadılar ve sadakat göstermediler. Hz.Peygâmberin ölümünden sonra yanındakilere karşı, sürekli baskı uyguladılar. Bunun yanında “Sıffın Savaşı” başladı. Muaviye taraftarları mızrakların ucuna Kuran sayfaları geçirdiler. Hz. Ali ve taraftarlar bu şekilde savaşmayacaklarını bildirdiler. Halifeyi "Halkın" seçmesine  karar verilir. Bunun üzerine, önce Ali'nin hakemi kürsüye çıkarak: "Ali ve Muaviye'yi görevden aldım." der. Muaviye’nin hakemi kürsüye çıkarak: Gördünüz Ali görevden alındı... Ben de (Parmağındaki yüzüğü gösterip): “Şu yüzüğü parmağıma taktığım gibi Muaviye’yi de Halife tayin ettim!..” demesiyle olaylar çığırından çıkar. Dindeki Meshep Ayrılıklarının ilk temeli burada atılmış olur. Küfe Mescidi’nde Hz. Ali’ye suikast düzenlenir. Olay sonrası şehit olur!..

 

Türk’ü: Arap ve Fars’a Feda Etme:

Türk’ü: Arap ve Fars’a feda etme alışkanlığı, Sultan Murat Han’ın oğlu Fatih ile başlamış (Fatih’in kendisinin de saygı duyup sevdiği) Türk Fazıl Tebriziyi, veziri Mahmut Paşa’nın kıskanması sonucu, Fars Mevlânâ Fahrettin Acemî ile anlaşıp, tuzak kurdurmuş ve onu “Din Düşmanı, Sapık Fikirli” ilan ederek, odun yığdırarak, halkın gözleri önünde alevlerin içinde yakmıştır! (Bu bağnaz, güya Müslümandır ve Allah dostudur…)

İşte bu olay, Müslüman Ehli Beyit Türkler, için sonun bir başlangıcı olmuştur!..

 

Sünnilik, Hz. Muhammed’dîn vefatından seksen yıl sonra ortaya çıkmıştır… Arap Aristokrasisi temelli iktidarın; Şiilik ise Arap olmayan muhalif Müslüman kesimin temsilcisi olmuştur. Şiilik, Arap olmayan milletlerin eski dinlerinden özellikle Türklerin “Tek Tengri” inancı ve uygulamasından daha çok etkilenmiştir. Hz. Muhammed’den 200 sene sonra Hadisler derlenmiştir.

Şii Mezhebi: 765 yılında, altıncı İmam Cafer es-Sadık'ın ölümünden sonra, yeni İmamın belirlenmesinde iki kola ayrılmıştır. Birinci (1.) Grup, ana akım Şiî Gruplar: İmam Cafer es-Sadık'ın küçük oğlu Musa Kazım'ı, yedinci İmam olarak tanımışlardır. Bu grup günümüzün On İki (12) İmamcılık koludur.

İkinci (2.) gruplar ise İmam Câʿfer-i Sâdık'in büyük oğlu İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek'i yedinci imam olarak tanımışlardır. İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek'i tuttukları için de İsmâililer olarak adlandırılmışlardır.

“İsmaililik”, Yeni Platonculuk felsefesinden etkilenen, ezoterik bir mezheptir. Öğreti açısından İslâm'daki en zengin, sistematik ve Felsefî Mezhep olarak görülür.

 HurûfilikBatınilik ve Ezoterizm üzerinde uzmanlaşmış Aytunç Altındal'a göre ise Tapınak Şövalyeleri ile Haşhaşiler arasında, kendilerine has Ezoterik ve Batınî İtikatların paylaşımında, pek çok ortak husus mevcuttu.

 

Ehli Beyit Türk düşmanlığı, Fatih ile başlamış; Oğlu II. Beyazıt ile yayılmış; onun oğlu Yavuz Sultan Selim ile kine ve kana bulanarak keskinleşmiş; onun da oğlu Sultan Süleyman’a (Kânûnî) gelindiğinde, artık: “Türk” Sarayın Yönetiminden ve Devlet Kadrolarından tamamen temizlenmiştir!.. Budan sonraki 350- hatta 400 yıl “Türk!..” sözünden nefret edilir olunmuştur…

 

Türkler’in, Devlet ve Saray’ın Yönetim Kadrosundan temizlenme işi tâ ki Enderun Akademisi’ne Devşirmelerden: Bulgar, Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavutlar ile birlikte; ancak ve nice yüz yıllar sonra, Türk öğrencilerin de alınmağa başlandığı ve bu öğrencilerin mezun olduktan sonra Devlet ve Saray Kadrolarında görev almalarına kadar devam etmiştir!.. Arap, Fars ve Devşirme Kadroları Osmanlı Türkiye’sinde dört yüz (400) yıl Türkler’i aşağılayarak ve ikinci sınıf vatandaş olarak görüp, yönetmişlerdir!.. 

Türkler’e uygulanan bu politika, Türkistan Türkleri’nin büyük bölümünün dağıtılarak Araplaştırılması, örf, adet gelenek göreneklerini yitirmesine yol açtı… Kadınların değişik renklerde çarşafa girmeleri, yüzlerine peçe örtmeleri ve simsiyah elbiseler içinde bir ucubeye dönüşümü bu devrede başlamıştır. Hatta Ali, Abdullah, Ahmet, Mehmet, Mahmut, Muhammed, …vb. Esma, Fatima, Aişe, Amine, Eslem, Gülendam, Hatice, …vb. isimler almaları veya koyma kendi benliklerini unutturma, asimile etme, Arap Komutanı Yezit’ın “Türkler’in kanını içme ve Kanının helâl olması fikri!..”, Türkistan Politikasının,  Osmanlı Türkiyesinde değiştirilmiş versiyonudur!..

Osmanlı Türkiyesinde ise durum sırasıyla Fatih, II.Beyazıt, Yavuz Selim, Kanunî, bu politika ve uygulamayı bilerek ve isteyerek yapmamışlardır. Acem ve Arap Molalarca kandırılmışlardır. Allah korkusuyla aldatan ve Hakanların etrafına kümelenmiş bu Acem ve Arap Mollalardan Fatih bile korkmuş, Yavuz Sultan Selim döneminde, Halifelik ile birlikte: “Bugünün Suriyelilerinin Türkiye’ye getirilmesi gibi” 2000 Molla ve Ulema Osmanlı Türkiyesi yurduna davet edilerek getirilmiştir!.. 

Her istedikleri verilerek şımartılan; Acem ve Arap Mollalar, Şeyhülislâmlık Makamını elinde bulundurmak veya ona en yakın mevkilerde bulunmak imtiyazıyla, çağın çok çok ötesindeki geri kalmış düşünceleri: Bağnaz, tutucu, softa görüşlülük ile hareket ederek, Padişahlık makamına gelen her idareciyi yönlendirmişlerdir. 

Yenilikçilere de “Gavur Padişah” ismini yakıştırmışlardır. Böylece asıl teb’a “Türk’e”, Türk Milletine, her istediklerini yaptırmışlardır… Bu durum bilhassa Yavuz Sultan Selim döneminde hız kazanarak, Türk ve Türklük yerini Acem, Arap ve diğer (Bulgar, Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut) Hıristiyanların Enderun’dan mezun, iyi eğitim almış Müslümanlaştırılmış Devşirme çocukları Türk Paşa, Vezir, Vezirazam ve Bürokratların yerlerini alarak, Saray, Devletin ve üst derecedeki bürokrasi ve memuriyet görevlerinden Türkler’e el çektirilmiştir. Türkler cahilliğe terk edilmiştir!

Kanunî devrinde ise ne Sarayın ne de Devletin yönetiminde Türk’ten eser yoktur!..

 

Nice yüz yıllar (400 yıl) sonra; ancak Islahat Hareketlerinin başlamasıyla birlikte, Türk öğrenciler de Enderun Akademisine girebilmiştir. Buradan mezun olup, devlet kadrolarında yer alıncaya kadar, Türkler’in aydınları, Jön Türkler (Yeni Osmanlılar, Yeni Türkler) grubunu oluşturabildiler… Siyasî Teşekkülleri ise “İttihat ve Taraki Partisi”’dir… İşte bunlar Son Osmanlılardır!..

(Namık Kemal, Şinasi, Ali Suavi, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet, Prens Sebahattin, Yusuf Akçura, Doktor Nazım, Ağah Efendi, Ziya Paşa, Mustafa Fazıl Paşa, Mithat Paşa, Padişah V. Murat, Padişah Genç Osman, Sadrazam Talat Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Bahriye Nazırı Ahmet Cemal Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa, İsmet İnönü, Fevziçakmak, Kazım Karabekir, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Vefik Paşa, Yahya Kemal, Mehmet Âkif, Ziya Paşa, Şinasî…vb.)

 

Arap ve Fars ulemalar, Türk halkına, Osmanlılık, Ümmetçiliği benimsetmek için gereğinden fazla cebir, baskı ve yaptırımlar uygulamıştır. “Türküm” demek yasaklanmıştır. Türk’e, Türk Milletine “İslâm Ümmetinden”, “Osmanlı Milletinden”, “Padişahın Kullarından” olması dayatılmış, Allah’ın kulluğu yerine “Kula Kulluk” yapması istenilmiştir…

“Türk” olduğu ise unutturulmuştur. “Türk’üm” demek suç sayılmıştır. Türk’e sen “Ümmetsin!..” denilmişti. Fars ve Araplar’ın asıl amaçları da buydu. Müslümanlık adı altında, tarihî hadiselerde de görüldüğü gibi milletleri katletmek ve asimile ederek Araplaştırmaktı… Kendileri Arap, Fars’tı; fakat “Türk”, Türk değil Ümmetti!.. Hepimiz Osmanlı topluluğu (Tebası) idik; fakat Türk, Türk değil Osmanlıydı!..

 

“Türk”, “Türk” olmaktan korkar hale getirilmişti! “Türküm” diyenler, karşısında: Çatık bir kaş, asık bir yüz, kaba bir söz buluyor, aşağılanıyor, hakaret görüyordu… Türk Milletinin fertlerine, “Türk” olmayı bir aşağılanma mevzuu yapmıştı. Türklüğünden utandırılmış, “Türk”, Türklükten nefret eder hale gelmişti...  

Selçuklunun sonlarından, Osmanlının ise başından, “Hasta Adam” ilan edildiği zamana kadar geçen, dört yüz (400) yıl, hep bu siyaset bu yol bu uygulama büyük rağbet gördü!.. Padişahlara bu politika izlemesi bu politikayı uygulaması öğretilmiştir!..

Arada bir tahta tesadüf eseri çıkan Türk gibi düşünen Padişahlar da sudan sebeplerle tahttan derhal indirilmiş veya bir ayaklanma sonucu feci şekilde öldürülmüştür!..

Türk Fazıl Tebrizi ve Fars Mevlâna Fahrettin Acemî:

Uzun boylu ve iri cüsseli Fars Mevlâna Fahrettin Acemî, Fatih’in yanında ve Saray’dan sürükleye sürükleye getirdiği ve herkesin gözleri önünde, direğe bağladığı Türk Fazıl Tebrizi’yi yığdığı odun ateşinde, kendi sakalı da tutuşmuş olduğu halde vahşice yakıyor…

Bağnaz, yobaz ve tutucu Mevlâna Fahrettin Acemî, “Bu yaptığını hoş gösterip bunu da halka “Allah ve İslâm” adına yutturuyordu!.. Demek ki: “Allah ile aldatmak” yeni değildi. Yıllardır kullanılan bir kılıf ve anlayıştı!..

Fars Mevlâna Fahrettin Acemî gibi yobaz Mollalar, Yavuz Selim, “Kutsal Emanetleri İstanbul’a getirip Halifeliği üzerine aldıktan sonra” mızmızlanıp Peygamber soyundan gelmeyen “Türk” bir Halife’ye razı olmuyorlardı, çünkü bir Arap’ın gözünde Türk bir “Mevâlî” idi.  

Arap ve Fars Dili ile yüksek din ve fen derslerini çok iyi bilen Yavuz Sultan Selim Arap ve Farslar ile anlaştı! Arap ve Fars iki bin (2.000) Molla ve Ulemâ’yı ülkeye getirttiyor…  Bunları: Mal, mülk, para ve makama boğuyor… Böylece Türkler; ikinci, giderek üçüncü hatta dördüncü plana itiliyor. Türkler, Saray’ın ve Devletin yönetim kadrolarından temizleniyor, Türk Devletinin Türksüzleştirilmesinin önü, Saray’a yerleştirilmiş Acem ve Arap Molla ve Ulemalar ile açılmış oluyordu. 

Saray Yönetimi ve Devlet Kadrolarından Türk’ün Kovulması:

Sonra ne oldu? Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı   "Osmanlıca" denilen bir dil doğdu. Artık Türkler olarak “Türk” değildik! Osmanlıydık.  Sabah okullarda “Padişahımız çok yaşa!” diyorduk! Padişah’ın kulları olunmuştu… Türkler, Allah varken bir insana kul olmuşlardı. “Kula kulluk yapıyorlardı!..”

Arap’a Arap; Arnavut’a Arnavut; Fars’a Fars; Rum’a Rum; diyebilir; fakat Türk’e Türk denilemezdi… Yasaktı!.. “Osmanlıyız!” demek mecburiyeti vardı…

Han, Hakan, Katun (Hatun) isimleri dahi değiştirilmişti (Padişah, Sultan). İsimleri alınmıştı. Din adına sevap kazanacağız, hayırlı olacak ve dine uygun olacak diye ne kadar Arapça isim varsa, çocuklara koydurdular. Arap ve Acem olabilmek için her şey yapılmıştı. Sanki konulan isimlerle birlikte inancımız güç bulacak, değiştirecekti?.. Öyle de oldu… Kuran okumayı bilmiyorduk; fakat nerede bir Arap harfli yazı bulsak duvara asıyor, en kıymetli yerde saklıyorduk… Osmanlı Türkiyesi’nde halkın ancak % 2 veya 3’ü okuma yazma biliyordu.  Aslında biz kara cahildik!.. Kara cahil kalmak için ne gerekiyorsa yapılmış, kara cahil bırakılmıştık…

 

Din ve Milliyet bir sayılıyordu ve biz Türkler, “Türk” değil Ümmettik!..

“Vatan” sözü yasaklanmıştı. Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” Piyesi sahnelendiğinde yer yerinden oynuyordu. Namık Kemal, Kıbrıs adasında bir şehir olan Magosa’ya “Sürgün” ediliyor.

Halk ilk kez “Vatan” sözünü o piyeste duyuyor… Millî bir duyguya sahip olarak. “Türk” olduğunu öğrenip, anlıyordu!..

 

1603 yılında: Ehlibeyt Türk Tekkeleri yasaklanıyor. Yerine Halid i Nakşi, Kürt Tekkeleri kuruluyor…

Türkçe ve Türk Milleti köşeye itiliyor…

“Türk: Kaba ve yabani” oluyor.

1919-1920 yıllarında Şeyhülislâmlık makamında bulunan Mustafa Sabri Efendi Türk, Türküm, Türkçüyüm diyenlere: “Soysuzlar” diyordu!.. Daha da ileri giderek: Türklüğünden istifa ediyor:

“Yalnız Müslüman ve insan kalmak üzere, Türklükten, şeref ve izzetimle istifa ediyorum… Allah’ın huzurunda (…) Tövbe Yarabbi Tövbe Türklüğüme!.. Beni Türk Milletin’den addetme” diyordu. Bu adam da Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi’nin Şeyhülislâmıydı… İnsanların kendi mensubiyeti, ırkına bu derece nefret ile bakması, iğrenilecek duruma getirilmiş olmasını Fars ve Arap Mollaların nasıl başardıklarına şaşmamak elde değil!..

Halka: “Biz Türk değil miyiz?” diye sorulduğunda ise “Estafirullah!” diye karşılık veriyorlardı… “Türk” kelimesinden ürküyor, “Türklük” ten çekiniyorlar, “Türk” olarak ifşa edilip açığa çıkarılmaktan korkuyorlardı!..

 

1913 yılında yazdığı kitapta, Prof. Dr. Ahmet Naim:

“Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine hiç lüzum ve ihtiyaç yok!.. Gerekli olan Şeriatı öğrenmektir!” diyordu.

İslâm Ümmetinden ve Osmanlı Milletinden idik…

Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk’tük, bu Ordu Türk Ordusuydu, Türklük için savaşıyorduk!..

 

Yavuz döneminde, Alevî Bektaşi Türkmenleri de “Kızılbaş” olmuştu…

 

Fatih’in oğlu Beyazıt, onun oğlu Yavuz Selim, onun oğlu Kanuni'ye gelince kadarki zamanda, bu değişim en doruk noktaya ulaştı...

"Türk" Aşağılandı horlandı. "TÜRKÜM" demekten utanır olduk. Korkumuzdan "Ben Türküm!..” diyemedik.

"Enderun Akademisi" Bulgar, Sırp, Hırvat, Boşnaklar, Arnavutlara açık; ama 1850’lilere gelinceye kadar Türkler’e kapalıydı… Türkler, cahil bırakılmıştı… Asker ise bütün savaşları kaybediyordu…

1480 yıllarından, taa 1830'lu yıllara, tam tamına üç yüz elli, (350-400) yıl "İttihat ve Terakki Ekibi", Jöntürkler (Yeni Osmanlılar) Enderun’dan mezun olup Devlette görev alıncaya kadar sürdü… Dört yüz (400) yıl Türksüz geçen zaman içinde, Osmanlı Sarayında ve Osmanlı Devlet Kademelerinde "TÜRK" yoktur!..

"Türkler", Saray yönetiminden ve Devlet yönetiminden sökülüp alınmıştı... Saray’ı ve Devleti, Enderun Akademisinden mezun: Bulgar, Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut Devşirmeler, Gayri Müslümlerin Müslümanlaştırılmış çocukları yönetiyordu!..

 

Savaşarak ve kanıyla sulayarak aldığı ve her metrekaresinde yirmi beş (25) Türk’ün yattığı bu topraklarda Türk: “Yabani ve Dağlı” idi!.. Görüldüğü yerde öldürülürse: “Kanı helâl!” idi…

Bugün “Türk” ve “Türkçülük” idealini temsil ettiğini söyleyen siyasî liderler, Türk Milletinin önderi Atatürk'e ve onun savunduğu:

"Benim en büyük övüncüm TÜRK olarak doğmuş olmamdır!"; Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!; Ne mutlu Türk’üm diyene!”; “Ey Türk yüksel! Senin için yükselmenin hududu yoktur!..” derken, bir başkası da: “Türk’üm, Doğruyum, Çalışkanı… diye devam eden “Millî And” ımızı kaldırarak: “Hergün Türk’üm demekle Türk olunmaz!..”, “Bana Türklük ile de gelmeyin!”, “Milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum!” diyenlerle, aynı safta yer almayı öğünç ve iftihar kaynağı görüyordu…  

Atatürk bir dâhiydi, gelmeden önce geleceği görebilecek kadar uzak görüşlüydü. O yine yüz (100) yıl öncesini görmüş ve tam da bugünler için uzak görüşlülükte bulunarak şu sözleri söylemişti. İşte bu söz, sözümüzün delili ve en büyük kanıtıdır; ancak biz atamızın bu sözünü yabana attık!.. Sözünü dikkate almadık! İşte biz bugün bu hatamızın cezasını misli ile çekiyoruz!...

“Başımıza getireceğiniz insanların kanındaki cevheri asliyi tahlil etmekten bir an bile feragat etmeyin!..”

 “Ey Türk Gençliği!..” diye başlayan Mustafa Kemal Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi’nde en güzel bir şekilde ifadesini bulmuştur!..

 

1480-1830 arasında geçen (350-400) yıllık “Ümmet ve Osmanlıcılıktan” ders almamış olanların, Türk ülkesi Türkiye’yi yeniden Türksüzleştirmeye kalkışmalarına gözünüzü kapayamaz, yapılanları görmemezlikten gelemezsiniz…

Burası yol geçen hanı olur ve Türklerin Vatanı göçmenler ile dolarsa ve Yavuz’un: “Arapve Fars Mollalar, Cemaatler, Şeyhler, Şıhlar…ve benzerlerinin el üstünde tutulduğu döneme” dönerse, bir dört yüz (400) yıl daha (Yeni Osmanlılar) Atatürk ve Arkadaşları gibi Türkler’in gelip Türk’ü kurtarmasını beklemek zorunda kalırsınız!..

 

Geçmişten, 2022’ye Gelindiğinde Türk Devletindeki Politika:

 “Türk’üm!” diyen “AND”ımız kaldırılır. TC. levhalardan ve resmi yazışmalardan silinmek istenir. “Türk ve Türklüğe” cephe alınır. Atatürk ve arkadaşlarının yaptıkları önemsizleştirilmek ve unutturulmak istenir. Atatürk’ün yaptığı İnkılâplar rafa kaldırılır. İstiklâl Savaşı Kahramanlarına küfredilir, “İstilâl Savaşı” yok sayılır, bir sümüklü akıl yoksunu: “Keşke Yunan kazansaydı!..” der; TBMM Başkanlığına kadar yükselmiş zat, İstiklâl Savaşı ve Düşmanları kabul etmezse, ülkede Türkler ya yok veya çok azınlıkta kalmış demektir!..

Ülkeye bolca göçmen doldurulur, etnik unsur çoğaltılarak “Türk Nüfusu” azınlığa indirilmek istenir.

Osmanlıda olduğu dönemler gibi: "HAK, HUKUK, ADALET" rafa kaldırılmış; rüşvet iltimas, yolsuzluk, hırsızlık, başını alıp gitmişti.

O dönemde de sadece "Türk" halkına revâ görülerek Türklere yüklenen, ağır vergi yükleri sebebiyle, her gittiği yaylada, bir miktar hayvanını vergi olarak bırakarak geriye dönüyorlardı... Bu sebeple Türkler akın akın Azerbaycan, İran'a Şah İsmail'e sığınır olmuştu...

Bugün farklı adlarla Türkiye’de 532 çeşit vergi ve ceza ödüyoruz:

Gelir Vergisi (GV), Kurumlar Vergisi (KV), Özel Tüketim Vergisi (ÖTV), Katma Değer Vergisi (KDV), ve bunların içinde gerçekleşen teferruat vergi katkı payları ve cezalar toplamı beş yüz otuz iki (532) çeşittir. Dün böyle oldu. Bugün bu devam ederse düne, yeniden döneriz…

 

II. Beyazıt Döneminde: Rüşvet, iltimas adam kayırma, makam ve mevkilerin para karşılığında satılması; hak, hukuk ve adaletsizlikte, gelinen nokta, halkı tedirgin ediyordu...

Tımar Sahibi Beyler de durumdan hiç hoşnut değillerdi. Şikayetlerini gelip İstanbul ve Erdebil'deki Bektaşî Dergâhına iletiyorlardı... O devrin ulularından Şair Fuzûlî de Osmanlının hizmetine girmiş, Sarayda okuduğu kasidelerle, Padişahın gönlünü kazanmıştı. Bu sebeple Fuzûlî'ye dokuz (9) Akçelik Maaş bağlanmıştı.

 

Fuzûlî, Evkaftaki Dokuz (9) Akçelik Maaşını almaya gidince, devlet çarkının rüşvetsiz, işlemediğini görmüştü... Böyle bir durum karşısında, maaşını alamamış olmanın hüznü ile evine, eli boş olarak dönerek, köşesine çekilmişti...

Fuzûlî, durumu anlatan, Padişah'a yazdığı "Şikâyetnâmesinde":

 

“Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar.

Hükmü (belgeyi) gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler.

 

Başka bir tarihçi de Osmanlıda ayyuka çıkmış rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, hak, hukuk ve adaletsizlikte gelinen noktayı anlatırken:

"Devlet-i Ali Osmaniye'de:

Terfi i temayüz ilim ile olmaz!

Ya olacak, kuvvetli iltimas;

Ya olacak, madeni has...

Ya da olacak, ten ile temas... " demektedir.

 

İşte, Bektaşî Tekkesi, Türkmen Yeniçeri Askerleri ve Yeniçeri Ağaları böyle rüşvetlerle kendilerine verilen Tımarların (toprakların), ellerinden alınarak, Devşirmelere, rüşvet karşılığında satıldığından şikâyetçiydiler...

"Enderun Mektebi"nden yetişmiş ve üst makamlarda yüksek maaşla görevlendirilmiş Devşirme Ağalara, Devşirme Paşalara ve Devşirme Vezirlere, yine rüşvet karşılığında verilmesi sebebiyle, şikayetçi olup isyandaydılar. Şair Mesihi, o dönemdeki Türk olanların durumunu:

 

“Mesihi, gökten insen, sana yer yok!..

Yürü, var gel: Ya Arap'tan ya Acem'den!..” diyerek çok güzel bir şekilde anlatır.

 

İşte bu sebeplerle Türkmen Yeniçeriler, Saraya yürüyorlar ve Padişaha:

 

«Bizim Tımarlarımız (Toprak) alınıp Devşirmelere veriliyor.  

Üst makamlara hep Devşirmeler atanıyor?.. 

Biz fakirleşiyoruz, onlar zenginleşiyorlar.

Biz Türkmeniz! Türküz!..

Bu topraklar bizim. 

Sarayı, niçin Devşirmeler yönetiyor? 

Sarayı ve Devleti yönetmek bizim hakkımız!" diyorlardı...

 

Padişah II. Beyazıt:

Yeniçeri Bektaşi Türkmen Ağalarının tamamına yakını değiştirildi...

Görevlerinden alınan Bektaşî Türkmenlerinin yerine, Enderun Mektebi'nden yetişmiş ve her biri 14-16 yıl eğitim görmüş Devşirmeler: Yeniçeri Ocağı Ağalığı, Paşalık ve Vezirlik Makamlarına atandılar...

 

Osmanlının, Yeniçeri Askerî Ocağının tamamına yakını Alevî veya Sunî Bektaşî Tarikatı Mensubu Türkmenlerdi… Bunlar komutanlarının değişmesini ve Devşirmeler tarafından yönetilmeyi kendilerine zül sayıyorlar ve bu aşağılanmayı bir türlü hazmedemiyorlardı… Bundan sonraki zamanda da Yeniçeriler içinde homurtular, sesler ve isyanlar ayyuka çıkmış, dinmek bilmiyordu...

Bugün Türkler, Türkçe konuşmasını bile Hülâgü Han'a borçludur. Bağdat Seferi olmasa; Anadolu Türklüğü tamamen Araplaşacak veya Farslaşacaktı.

Tarih yazanlar; hiçbir zaman tarihi yapanlara, sadık kalmadığı için birçok şey göz ardı edilir. Örneğin:

Arap Kuteybe Bin Müslim: Vilat, Talkan ve Curcan’da katlettikleri yüz binlerce Türk’ün adı bile anılmaz. 24 km yol boyunca çeşitli işkencelerle öldürüldükten sonra ağaçlara asılarak katledilen Türkler’dan hiç bahsedilmez.

Hülâgü Han'ın bir özelliği de bilim adamlarını sevmesi ve korumasıdır. Nesredin Tûsî’yi hapisten çıkarmış ve araştırmalarını yapması için ona her türlü imkân sağlamıştır.

 

Hülâgü Han: “Türklerin katli vaciptir!” diye fetva veren, Abbasi Halifesi Muttasım Billah’ı, önce dansöz kıyafeti giydirip oynattıktan sonra, oğullarıyla birlikte halıya sardırıp atlarına çiğneterek öldürtmüştür!..

Böylece, Türk katliamlarının öcünü aldığını söylemiştir…

 

Dünden Günümüze Değişmeyen Tavır ve Davranışlar:

Fatih (1451-1481); oğlu II.Beyazıt (1481-11512); oğlu Yavuz Sultan Selim (1512- 1520); oğlu Kanunî Sultan Süleyman (1512-1566) döneminde de Türk Sarayın  yönetiminden ve Devlet kadrolarından tamamen temizlenmiştir.  Bu dört yüz (400) yıl devam etmiş, İlk Islahat Hareketlerinin başladığı Lale Devri ve sonrasına kadar devam etmiştir.

III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmut (1808-1839) Dönemlerindeki askerî ve yönetimde getirilen ıslahatlarla (yenilikler) hız kazanmış ve Tanzimat Dönemi (1839) Islahatları ile genişleyerek devam ettiği döneme kadar Devlet ve Saray Kadrolarında “Türk” ten söz etmek mümkün değildir!..

1839 Tanzimat Dönemi’nden 1923 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluna kadar geçen seksen dört yıl (84) Jön Türkler ve siyasî uzantısı İttihat ve Terakki Partisi ve devamında Türkiye Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 2923’te kuruluşu ile Türkler tekraren hürriyetine kavuşarak yepyeni bir devlet kurmuştur… 1923-1938 Atatürk ve Arkadaşlarının kurduğu on beş (15) yıllık genç ve zinde Türkiye’de çok büyük hamleler ve yenilikler yapıldı. Bu da Atatürk’ün 1938’de ölümü ile gerileyen ve 1950 yılında NATO’ya üyelik, ABD’ne verilen Amerikan Üstleri ve alınan MARŞAL YARDIMLARININ Ali Adnan MENDERES Hükümeti ve Türkiye’ye diz çöktürme hareketi Atatürk Türkiye’sinin ileri hamlelerine ABD güdümüne girerek tuzak kurdu!.. Türkiye Cumhuriyeti tam anlamıyla Türk’tü, Türkçüydü. Atatürk’ün ölümün sonrasında otuz bir (31) yıl Türk kalabildikten sonra, İslâm adı altında Ümetçiliğe adım adım zorlandı; ve nihayet 2022’ye geldiğimizde Türk Devleti Türk olanların elinden çıktı…

Kapatılan Tekke ve Zaviyeler’in yeniden açılmaya başlanması, Tarikat ve Cemaatlerin önünü açma, giderek holdinkleşen Cemaat ve Tarikatlar, Deletin en önemli yerlerini ele geçirdiler. Kendilerince bu “Kafir” devlette yağma ve talana başladılar. Herşey mübahtı ve bunlar Müslümandı!.. 15 Temmuz 2015’te “Kalkışması Harekâtı” ile darbe yemiş gibi olsa da 2022’de tam anlamıyla devlettir yönetir oldu!..

Menderes Hükümeti’nin tekraren Nur Cemaati Lideri Said’i Nursi’nin meydanlara çıkması,  ile başlayan Tarikat, Cemaat, Siyaset, Ticaret İlişkisi, otuz (30) yıl boyunca Süleyman DEMİREL’e, on beş (15) yıl boyunca Turgut ÖZAL’a; beş-altı (5 -6) yıl da Milliyetçi Cephe Hükümetlerine, yirmi bir (21) yıl boyunca da Recep Tayyip ERDOĞAN’a iktidarlarına, yapılan seçimleri, altın tepsi içerisinde sundu… 80 yılda Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlattığı ve tamı tamına Mustafa Kemal Atatürk’ün on beş (15) yıllık iktidarında gösterdiği, muassır (çağdaş) medeniyet yolundan saparak, Türkiye Cumhuriyeti’ni Ortadoğu’nun pısırık, kaderci; akıl, mantık ve bilimden yoksun; kötürüm devleti olma batağına sapladı…

Türk Gençliği olarak: Tarihimizin, kadar, her şeyine sahip çıkacağız. Türk çocuğu; kendi soyundan binlerce kahramanın çıktığını bilecek, Türk olmanın gururunu yaşayacak!

Ulu önder Atatürk’ün dediği gibi:

“Başına getireceği yöneticilerin, kanındaki cevheri asliyeye dikkat etmelidir.

Ey Türk yüksel senin için yükselmenin hududu yoktur!..

TÜRK BUDUR:

“YILDIRIMDIR, KASIRGADIR, DÜNYAYI AYDINLATAN GÜNEŞTİR!..”

 

KAYNAKLAR:

Nasıl Müslüman Olsuk- Erdoğan AYDIN, Kırmızı Yayınları

Tarihimizle yüzleşmek, Emre KONGAR-Remzi Kitabevi

AHalaçoğlu, Yusuf. “Fersah”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 12: 412. Ankara: TDV Yayınları, 1995.

Ahmet Lütfi Kazancı, “Haccâc b. Yûsuf es-Sakafî”, UÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IV/4, Bursa 1992, s. 117-127.

Kitapçı, Zekeriya. İlk Müslüman Türk Hükümdarları. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1988.

Lewis, Bernard. Tarihte Araplar. Trc. Hakkı Dursun Yıldız. İstanbul: Anka Yayınları, 2000.

http://cuid.cumhuriyet.edu.tr/tr/pub/issue/36586/417935

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ha%C5%9Fha%C5%9F%C3%AEler

https://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Menkibeler/Meshurlarin-Son-Sozleri/Detay/Haccac-i-zalim-Yusuf-es-Sekafi/845

https://sorularlarisale.com/haccac-i-zalim

https://arkeofili.com/karahan-tepede-gobeklitepedekilere-benzemeyen-kesifler/

https://www.google.com/search?source=univ&tbm=isch&q=%C5%9Eanl%C4%B1urfa+G%C3%B6bekli+Tepe+hayvan+fig%C3%BCrleri,+Karahan+(Ke%C3%A7ili+Tepe)+insan+fig%C3%BCrleri&fir=F-pZxAnwo3zloM%252CW3sXrBF5CBxUsM%252C_%253BqpdDV--If8Z4jM%252Cu4r2u0_Dq-uoGM%252C_%253BK_dxNZ47Ww2e9M%252Cu4r2u0_Dq-uoGM%252C_%253Bsh1Cg1urFPK-xM%252CgBWG0raW_tFPgM%252C_%253BHqias9mJzb6RLM%252Cnw8QTBeZhDId6M%252C_%253B7qLrcIpa-L92NM%252Cu4r2u0_Dq-uoGM%252C_%253BmsrRMpnEnKVPmM%252CoiFwAlkWwnpITM%252C_%253BDJRk9-JASdzC_M%252CoiFwAlkWwnpITM%252C_%253BOH6XlShS67ltAM%252Cnw8QTBeZhDId6M%252C_%253BikSP8COGsm-VXM%252CR7hTi7Bo7R9IRM%252C_&usg=AI4_-kRl1ZpqgFQgS1TLyEvLhTzrot8XBw&sa=X&ved=2ahUKEwjW9Nbqmfv5AhVDYPEDHSyUBgYQjJkEegQIAhAC https://m.facebook.com/TheNewYoungTurks/photos/t%C3%BCrkler-nasil-m%C3%BCsl%C3%BCman-oldu-kili%C3%A7-zoruyla-mi-yoksa-isteyerek-miarap-ordular%C4%B1n%C4%B1n-/468321736623317/

https://www.google.com/search?q=T%C3%BCrkiye%27de+vatanda%C5%9Ftan+ka%C3%A7+%C3%A7e%C5%9Fit+vergi+al%C4%B1n%C4%B1yor%3F&ei=9mDrYsKjKICGxc8Pu-mQkAo&ved=0ahUKEwjC9q7Cwaz5AhUAQ_EDHbs0BKIQ4dUDCA4&uact=5&oq=T%C3%BCrkiye%27de+vatanda%C5%9Ftan+ka%C3%A7+%C3%A7e%C5%9Fit+vergi+al%C4%B1n%C4%B1yor%3F&gs_lcp=Cgdnd3Mtd2l6EAMyBwghEKABEAoyBwghEKABEAoyBwghEKABEAoyBwghEKABEAo6FAgAEOoCELQCEIoDELcDENQDEOUCOhEILhCABBCxAxCDARDHARDRAzoLCAAQgAQQsQMQgwE6CAgAEIAEELEDOgQIABBDOg4ILhCABBDHARDRAxDUAjoICC4QsQMQgwE6FAguEIAEELEDEIMBEMcBENEDENQCOg4ILhCABBCxAxDHARDRAzoLCC4QgAQQsQMQ1AI6CgguELEDENQCEEM6BQgAEIAEOgUIABCxAzoECAAQDToGCAAQHhANOgYIABAeEBY6CAghEB4QFhAdOgQIIRAVSgQIQRgASgQIRhgAUABYx50BYOyiAWgBcAF4AYAB-wGIAc47kgEGMC40Ni4zmAEAoAEBsAEIwAEB&sclient=gws-wiz

https://www.google.com/search?q=Ben+Arab%C4%B1m%2C+T%C3%BCrk+de%C4%9Filim.+Bundan+da+grur+duyuyorum+s%C3%B6z%C3%BCn%C3%BC+s%C3%B6yleyen+siyaset%C3%A7i+kim%3F&oq=Ben+Arab%C4%B1m%2C+T%C3%BCrk+de%C4%9Filim.+Bundan+da+grur+duyuyorum+s%C3%B6z%C3%BCn%C3%BC+s%C3%B6yleyen+siyaset%C3%A7i+kim%3F&aqs=chrome..69i57.40115j0j4&sourceid=chrome&ie=UTF-8