14 Ekim 2019 Pazartesi

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DÖNEMİ (1923-1938) ONBEŞ YIL (15); Abdullah Çağrı ELGÜN

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DÖNEMİ 
(1923-1938) ONBEŞ YIL (15)
Abdullah Çağrı ELGÜN
Atatürk’ün, hastalıkla cebelleşerek geçirdiği bir yıl sayılmazsa, on dört (14) yıl gibi kısa bir dönemde, Türk Devlet ve Milleti için yaptıkları, yaşayabilseydi, bu millet için daha neler yapabileceğinin bir garanti ve göstergesidir…
Atatürk’ün toplumu modernleştirme, ülkeyi sanayileştirme ve muasır medeniyet seviyesine çıkarma, ülkede kurduğu birçok fabrikalarla üretimi yükseltme, toplumu zengin ve müreffeh hale getirme, refahını yükseltme politikasının gerçekleşmesi için Cumhuriyet Dönemi askerî ve sivil bürokrasisi ile güç birliği yaparak, var gücüyle çalışmıştır. Atatürk: “Tek bir şeye ihtiyacımız var: Çalışmak! Çalışmak! Çalışmak!..” diyordu. “Ey, Türk! Yüksel senin için yükselmenin hududu yoktur!..” “İstikbal göklerdedir!” diyerek Türk milletinin göklerde olması gerektiğini ve gökyüzünü ele geçirmeden üstün olunamayacağının işaretini veriyordu!.. Bağımsız olmayı, bağımsız kalmayı işaret ederek: “Bağımsızlık benim karakterimdir!..” Diyordu.
Dünyaya Yayılmış Türk Halkları
Bütün Devlet Kurumlarını dinî baskılardan ve dinî otoriteden kurtararak, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmış (Lâyıklık Sistemi), Cemaat, Tarikat, Tekke, Zaviye; Şeyh, Şıh, Seyyitlik…ve benzerleri Müesseselerin aslî unsurlarını kaybederek çöktüğünü, kokuşmuşluğunu görerek, bunları tamamen kapattırmıştı. Siyaseti de siyasîler yapmalıydı. Devletin Kurum ve Kuruluşları kendi döneminde siyasetten de tamamen arındırıldı… Türkiye parça parça topluluklar değil bir bütün halkıyla bir bütündü ve parçalanamazdı. Onun için: ““Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran, Türkiye halkına, “Türk Milleti” denir!..” diyordu…
Atatürk’e göre, Kuran’ın mânâsını anlamak en büyük ibadetti. Müslüman’ım diyen dini İslâm olan herkes İslâm Dini’nin kitabı olan Kuran’ı anlamalı ve onu en az bir Müftü kadar, bir İmam kadar bilmeliydi; çünkü Allah insanı, yeryüzünün Halifesi yapmıştı. Müslümanlar ise henüz İslâmiyet’i bilmiyor, okumuyor, Kuran’ı anlamlandıramıyor, onu anlamıyor, körü körüne biat ve itaat ediyordu!.. Halka bunu anlatmak gerekirdi. Bunu gerçekleştirmek ve Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi (meali) için Mehmet Âkif’e bizzat rica edip 1000.TL’de para göndermişti.
Atatürk’e göre: Kuran okumanın bir şartı da olamazdı. İnsanların akıllarına seslenen bir dinin, gereklerini öğrenmek için ne şartı olabilirdi ki?.. Abdest ise sadece Namaz için alınırdı. Oruç kefarete bağlanamazdı, kefaret yoktu!.. Kuran’da suçlara verilen cezalar (günahlara) dinî değil, din ile ilgili olamazdı, idarî ve siyasiydi…  İçki içtiği halde sarhoş olmayanlar, Namaz kılabilir, içki içene idarî otorite, ceza veremezdi. Bu demektir ki toplumda, toplumu rahatsız etme söz konusu değilse cezası yoktur! Olsa olsa içki içmenin cezası şahsî olabilir. Din ile ilgisi ise Kul ile Allah arasındadır. Dinen bir cezası varsa, onu da ancak Allah verir!.. Dinî veya idarî otorite buna bir ceza veremez.  Bu durum, topluma karşı bir suç değildir, olamaz!..
Sünnî, Şiî, Alevî, Malikî, Hanefî, Şafî, Hambelî, Maturidî, …vb. Meshepler gibi dini bölüp parçalayan tutunmalar veya taraftarlık sağcılık ve solculuk gibi birer siyasî faaliyetlerdir. İman ve inanmanın derecesi ile bir alâkası yoktur, olamaz!.. Bunlar olsa olsa siyasî nüfus elde etmeye dayalı taraf tutmalardır… Bu sebeple Devlet Memurları ve Askerlerin, Devlete ait bütün Kurum ve Kuruluşlarında çalışanlarının, siyasete karışmasını yasakladı. Bunların Tarikat, Tekke, Cemaat; Aşiret, Boy Beyi; Şeyhlik, Şıhlık, Seyyidlik gibi Müesseselerle ilgi ve alakasını tamamen kesti, bağlarını kopardı…
(Soy adı kanunu çıkardı. 2 Ocak 1935), (Saltanatı kaldırdı. 1922), (Cumhuriyeti İlan etti. 1923), (Hilafeti “Halifeliği” kaldırarak Şeriat Mahkemelerini kapattı. 1924), (Öğretim Birliği Yasası ile Medreseleri kapattı. 1924)  Yerlerine Üniversiteler açıldı. (Mürit üreten Tekke ve Zaviyelerin kapısına kilit vuruldu. 1925), Ezan Türkçe okunmağa başlandı. 1925), İbadetler halkın anladığı ve konuştuğu dil Türkçe ile yapılmağa başlandı. 1932) Arapların asimile ederek çökerttiği, devletin bütün işlerine haremdekilerin, Tarikat ve Tekkenin parmak sokarak oynattığı, Cemaatlerine su gibi hazine kaynaklarının akıttığı devlet olmaktan çıkarak Türkleştirdi. Devlet Türklerin kurduğu, Türkçe konuşulan, Türk Devleti oldu!..

Asker, Memur ve Üniversiteler, Her Kademedeki Okullar…vb. Devlete Ait Kurum ve Kuruluşlar: dinin ve siyasetin oyuncağı olmaktan arındırdı. Siyasî, dînî her türdeki bağlarını kesin olarak kopardı… Modern, çağdaş ve sosyal birer kurum haline getirdi… Mehmet Çelebi’nin yaptığı gibi Atatürk de Devleti: Tarikat, Tekke, Zaviye, Cemaat; Şeyh, Şıh, Seyyidlik Müesseselerinin ellerinden alarak “Paralel Devlet” yapılanmalarına son verdi. İşte kimi Tarikat, Tekke, Zaviye, Cemaat; Şeyh, Şıh ve Seyyitlerin bir kısım Mensupları, Atatürk’e bu sebeple düşmandırlar… Bu ise tamamen siyasî ve ekonomiktir. Dinî duyguları sömürerek, Devletin ve insanlarımızın parasına, emeğine göz diken, soyan ve kanını emen, bu Tarikatların gücü elden gidip, hazineden Tekkelere, Cemaatlere, Tarikatlara akan, akıtılan musluklar kapatılınca Atatürk’e düşman kesildiler...
Atatürk’e göre: “Bilim, gerçeği bilmektir. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bireyinin kafasına koyacağız. Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasî bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak, yerine getirmek veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz.Müspet bilimlerin temeline dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar, beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık delilidir.
Biz uygarlıktan, ilimden ve fenden kuvvet alıyor ve ona göre yürüyoruz.
Hissiyatı ve vicdanî telakkiyi, ilim ve fenle besleyip eğiterek, toplumun gerçek huzur ve saadetine çalışmak ulvî bir görüştür. 
Dünyada her şey için medeniyet için hayat için muvakkatiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflet tir, cehalettir, dalalettir...
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!Bir başka çağdan kalma adetlerimizde, alışkanlıklarımızda direnirseniz, cüzzamlılar, paryalar gibi tek başınıza kalakalırsınız. Benliğinize bağlı kalın; ama gelişmiş uluslar için gerekli olan şeyleri Batı'dan almasını bilin.Yoksa bilim ve yeni düşünceler sizi bir lokmada yiyip bitirebilirler.  
Türk milletinin yürümekte olduğu terakki  ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini,yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını,bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu her zaman ve her türlü vasıta ile tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür..."
İlim, imandan önce gelir, akla, mantığa ve vicdana dayanmayan hiçbir fikir, dinî ve ilmî olamaz. Önce ilim, sonra iman. İlim objektif, iman sübjektiftir. İman ilim ve aklın önüne geçtiği ve alındığı için İslâm dinine birçok hurafe, yanlış inanç ve hüküm girmiştir
İslâm’da iman aklın önüne alındığı için ilim dışlanmış ve sönmeye yüz tutmuş, İslâm ülkeleri geri kalmıştır. Bütün Tarikatlar, İslâm’ı ahiret dini yapıp, yöneticileri dünyanın her türdeki zevkini çıkarmaya, Karunlar kadar zengin olmaya, ticaret, para, şan ve şöhret ile kırallar gibi bir eli yağda bir eli balda, dünya Cennetinde yaşamaya bakmışlardır… Bu Tarikatların son zamanlardaki liderlerine bakıldığında bu açıkça görülebilir. Halbuki din insanlar için gelmiştir. Yani din insan içindir. İnsanlar din için doğmamış ve yaratılmamıştır.  Düşünce “Felsefe” akıl, mantık, ahlâk, iman, dini meydana getirir.
Ölmüş olana, bu dünya kapalıdır. Bunun için: “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi de öbür dünya için çalışmak hazır olmak şarttır…”Asıl olan ve amaç bu dünyadır. Her şey bu dünyada var olup gelecek ve ahiret bu dünyada kurulur. “Kuran”, bu dünya için bu dünyanın insanlarına indirilmiştir. Bu dünyanın nizamı, düzeni, sistemi huzurudur. İnsan çağdaş ve ileri düzeyde bir eğitimle, yolunu kendi çizer. Ahiret, denilen de bu dünya içindir. Ahireti öğütleyerek Kuran öğretilemez, bu Allah’a ve Kuran’a isyandır. Ahiret onun yansımasıdır. Kuran’ı anlamadan, düşünmeden okunup geçilmesi akıl ve vicdanla bağdaşmaz. Bu Kuran’a ihanet olur. Okuduğunu anlayan, anladığından anlam çıkaran ve onu yorumlayan insana Müslüman’a ihtiyaç vardır… Kuran’ı çok okumak, değil mânâsını anlamak, üzerinde düşünmek, düşündüğünden anlam çıkarmak ve onu yorumlamak ve uygulamak ile sevap kazanılabilir. 
Kuran, okunmak ve anlaşılmak içindir. Ahiret için değildir.” Namaz” dinin bir emridir. Bu da insanın kendi “tercihine” bırakılmıştır. “Biz size bunu okuyup anlayasınız diye gönderdik! Siz hiç anlamayacak mısınız? Siz hiç düşünmeyecek misiniz? Biz size bunu, eziyet ve sıkıntı olsun diye göndermedik!..” Âyetlerinden de anlaşılacağı gibi: Dinde zorlama yoktur!.. 
“Haç” bir defadır. İslâm’da “Halife” yoktur. Bu sonradan icat edilmiş bir kurumdur… Halifeliğe gerek de yoktur; çünkü Halife’nin dinî bir otoritesi de yoktur… Allah insanları, yeryüzünün “Halifesi” ve kendi kendisinin “Halifesi” yapmıştır…
Kuran Kursları, Tarikatlar, Mezhepler, Tekkeler, Şeyhler, Şıhlar, Seyyitler sakıncalıdır; amaç dışı kullanılmakta: dini bir ticaret ve insan sömürüsü ve istismarı yapmaktadır. Bu öğreti ve öğrenimler için Devletin okulları (İlk öğretimdeki Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersleri, İmam Hatip Liseleri, İlâhiyat Fakülteleri) yeterlidir.  Eğitimin yeri okullardır…
Türk Milleti bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Devletin ve Milletin bütün sadeliği ile dindar olması yolunda, büyük gayretler göstermiş, Devleti ve Kurumları, taassuptan ve batıl inançlardan arındırmıştır.
Mustafa Kemal, çok okuyan, zeki, çevik ve aynı zamanda pratik kararlar veren, bir komutan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusudur. Türk Halkı ve Devletini, şahsî çıkar ve menfaatlerin çok üstünde tutmuştur. Öldüğünde kendisine ait hiçbir serveti yoktur… Kalanlar onun Milletinin, Türk Milletinin Malıdır…
Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, Devletin nelerden arınması, nelere karışması ve karışmaması gerektiğini, tarihi didik didik diderek, tarihteki Türk devletlerinin hangi sebeplerle yok olduğunu, yıkıldığını araştırarak, Yıldırım Beyazıt Dönemi’ni, Çelebi Mehmet’i okuyarak, içinde bulunduğu ve yetiştiği Osmanlı Devleti’nin çöküşünü görerek, izleyerek ve acılarını içinde yaşayarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni tecrübe ve deneylerine dayanarak oluşturmuş, kurmuştur… Bu sebeple de Devlet Kurumlarını sağlam temeller üzerine oturtturması hiç de boşuna değildir!.. Türk halkı onu çok sevmiş, yüz (100) yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Türk Halkının gönlünde taht kurmaya devam etmektedir… Kendine ait bütün mirasını Türk halkına bırakmış, şahsî hiçbir serveti olmamıştır…
Mustafa Kemâl ATATÜRK: Yüzlerce yabancı ülke ve şehirlerinin meydanlarında heykelleri olup, adına dış devletlerde müze, tiyatro, üniversite kuduracak kadar derin, hakkında kitaplar yazılacak, dergiler ve mecmualar çıkartılacak, pullar basılacak, kadar donanımlı, yabancı ülke liderlerinin yanına resmini astıracak, heykellerini şehirlerinin meydanlarına diktirecek kadar fikir ve görüşlerinden ilham alınan deha, örnek ve abidevî bir şahsiyettir…
Atatürk’ü, diğer liderlerden ve devlet adamlarından ayıran
en önemli unsur, insana bakış açısıdır: Gelibolu Cephesi Anzak Koyu’nda ülkemize saldıran düşman, Anzak Askeri’nin mezarlarını ziyarete gelen annelerine, 1934 yılında söylediği şu sözler, bizim yazdıklarımızı ispat eden bir senet gibi tarihe, insana, insanlığa, bugün olduğu gibi yarın da gelecek kuşaklara, ebediyyen bir meşale, aydınlatıcı bir ışık ve parlak bir güneş olmaya devam edecektir. ,
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz! Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır… Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır!.. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır…”
Onlarca örnekten başka bir örnek: İzmir kurtarılıp düşman denize döküldükten bir gün sonra, Mustafa Kemal Atatürk, İzmir’de Karşıyaka İblikçizâde Köşkü’ne gelince, Yunan Bayrağının yere serilmiş olduğunu görür: 
“-Bu nedir?
-Yunan Bayrağı Paşam!.. Bu eve yerleşen Yunan Kralı Konstantin, bu taşlığa serilen Türk Bayrağını çiğneyerek geçmişti…
-O, hata etmiş. Ben bu hatayı tekrar edemem!..
-Bayrak, bir ulusun onurudur. Ne olursa olsun yerlere serilemez ve çiğnenemez!..”
-Bayrak bir milletin özgürlük alâmetidir. Düşmanın da olsa, hürmet lâzımdır…” 
İşte büyük dahi Atatürk, Yunan Bayrağını çiğnemeyerek üzerinden geçmeyi reddeder. Bayrağı kaldırtarak saygı gösterir. Bizler ne pahasına olursa olsun, tüm milletlerin bayrağına saygı göstermeliyiz. Bayrak çiğnemek, bayrak yakmak, uygar insanın davranışı değildir.” Der.
Atatürk, milletini seven, milletin bütün ferdiyle gurur duyan, milletinin bir ferdi olmakla öğünen, şeref ve haysiyet sahibi, örmek bir karakterdir:
“Hayattaki en büyük servetim, Türk olarak doğmaktır!..”
 “Beni bir Türk anası doğurmadı mı, Türk anaları daha nice Mustafa Kemaller doğurmayacak mı?..”
Atatürk’ün bütün sözlerinde milletini, insanı ve insanlığı ayırmayan, kamplaştırmayan, siyaset ve iktidarı uğruna onları alçaltmayan, aşağılamayan, insanın ve insanlığın sağlığını, sağlamlığını, iyiliğini, mutluluğunu, müreffeh bir hayatı hedef alan liderdir.  Bütün Türk halkını mutlu, sağlıklı, modern, bütün sadeliği ile dindar; fakat özellikle kadınlarımızı, dinî kültür ile asimile olmayıp, Araplaştırmadan içeriye, kapalı kapılar ardına kapatmadan, saygın, çeşitli mesleklerin sahibi erkeklerle eşit, bir ve beraber hareket eden, tek eşli, eşini kendi tercih edip seçebilen, Türk adet ve örfünü bozmadan, Türk insanı gibi kalmasını sağlayarak, çağdaş Türk giyinişine göre giyinip, yaşayan, modern, gelişmiş, çağlar ötesi ve ileri seviyede bir hayatın parçası yapan, yapmak arzusu duyan, plan ve programların adamıdır…
“Türk   kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, azmiyle muhafaza ve müdafaya kadir nesilller yetiştirmektir. “Ey Türk Kadını, sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın! …
Bizim dinimiz hiçbir vakit, kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, kadın ve erkek beraber olarak, ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır. İslâm ve Türk tarihi, tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bin türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur!.. Türk sosyal hayatında kadınlar: ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir!..”
“Kızlarımızın, vatan ve milletin, yüksek menfaatlerini savunup, koruyabilecek kabiliyette yetiştirilmesi millî eğitimde esas tutulmalıdır. Kız çocuklarımıza, entelektüel yetkinlik kazandırılması elzemdir. Türk kadınının esasen dehâya sahip olduğuna şüphe yoktur!.. Türk kadınları memleketin kaderini millet namına idare eden siyasî zümreye dahil olmak arzusunu belirtmiştir. Dolayısı ile kadınlarımızı hiçbir vatandaşlık vazifesinde uzak tutamayız; çünkü hakların bütünü vazifeden doğar!..” (Şehirlerdeki kadınlarımızın giyim ve örtünme biçiminde iki şekil oluşuyor. Ya ifrat ya da tefrit  görülüyor. Yani: ya ne olduğu bilinmeyen, çok kapalı, karanlık bir dış görünüm gösteren bir kıyafet ya da Avrupa’nın çok serbest balolarında bile dış kıyafet olarak giyilemeyecek kadar açık bir giyim… Bunun ikisi de Şeriat’ın  teklifi, dinin emri dışındadır. Bizim dinimiz kadını, o aşırılıktan da bu aşırılıktan da arındırır… O şekiller dinimizin gereği değil, karşıtıdır. Dinizmizİn önerdiği örtünme hem hayata hem de erdeme uygundur. Kadınlarımız Şeriat’ın teklifi, dinin emri gereğince örtünselerdi ne o kadar kapanacaklar ne de o kadar açılacaklardı.
Şeri olan örtünme, kadınlar için zorluk getirmeyecek, kadınların sosyal ahyatta, ekonomik hayatta, geçinme ve eilim hayatında erkeklerle işbirliği etmesine engel bulunmayacak, basit bir şekildedir. Bu basit şekil toplumumuzun ahlâk ve adabına aykırı değildir…)
Atatürk’ün görüşüne göre: 
“Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyan her yurttaşımız, etnik kökeni ne olursa olsun, bu büyük milletin aslî ve saygın bir üyesidir…”
 “Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir bütündür parçalanamaz!" 
"Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!..”
“Ne mutlu Türk’üm diyene!..”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarken tasarladığı devlet, siyasetten ve dinî fonksiyonlardan arınmış, askere alınırken bir vatandaşın yedi göbek öncesi araştırılan eski Osmanlı gibi kendi ülkesini yönetecek insanların da ceddine yabancı olmaması, gelecekte bir ihanete kurban gitmemesi çok için ince düşünmüştür… Gelmeden önce büyük bir uzak görüşlülükle, geleceği gören Atatürk’ün: “Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek, başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi tahlil etmek dikkatinden, bir an geri kalmasınlar!” sözünü mutlak bu günler için söylemiş olmalıdır. O ne bir ırkçı ne kavimci ne de bencil değildir. Onun derdi: milletidir; insandır, insanlıktır… Sloganı: “Yurtta barış, dünyada barış!” tır…
Atatürk, cephelerde, savaş meydanlarında, harp esnasında, binlerce yaşadığı deney, tecrübe, bilgi ve birikimle, her konuda olduğu gibi yurt ve dünya barışı konularında da büyük gayretler göstermiş, tedbirler almış ve bu çerçevede kanunlar da çıkarmıştır. “İçinde bulunulan dönem için, cephelerde Osmanlı Ordusu için çarpışan ve Türk Dili’nin gelişimine unutulmaz hizmetler veren: Agop Martayan DİLAÇAR da Yunan tehdidi sebebiyle başkenti Kayseri’ye taşımak isteyenlere: “Efendiler! Biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa dövüşerek ölmeye mi?” diyen Dersim Millet Vekili Diyap (YILDIRIM) Ağa da birere anıt, Türk milliyetçisidir!..  
“Milliyetçilik hiç kimsenin ve hiçbir grubun tekelinde değildir! Aksini düşünenler için söyleyeyim: Kim Atatürk’ten daha milliyetçi?.. Bugün bize bırakılan Türkiye ve içinde bulunduğumuz Türkiye’nin durumuna bakıp kim, hangi yöneticiler hangi menfaat ve çıkarlar uğruna, bizi bu hale getirdi diye sormadan edemiyorum… 
KAYNAKLAR:

11 Temmuz 2019 Perşembe

BARIŞA ADIM ATINIZ! Abdullah Çağrı ELGÜN


Abdullah Çağrı ELGÜN
Ortadoğu’da barış: İngiltere, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki; Ruslar’ın “Sıcak Denizlerdeki (Karadeniz ve Akdeniz) emellerinin bitmesi ile Barışa Adım Atılacaktır…
2010 yılında Tunus’ta başlayarak bütün Ortadoğu’ya yayılan, 2011-2015 ve 2019 yıllarında tamamen iç savaşa dönüşerek yaygınlaşan, çıkar ve vekalet savaşları devam ediyor.
2015’ten bu yana şiddetini artırarak devam eden savaşın getirdiği göç ile yaklaşık beş milyon (5) Suriyelinin Türkiye’ye getirildiği(?!.) bilinmektedir…
Türkiye hükümeti (AKP), muhtemel sınır güvenliğini sağlayabilmek için: Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonları ile teröristleri dize getirmiş ve Amerikan emperyalizmine tam da son vermek üzere iken: “Ateş Kes!..” diyerek “Yanlış Karar”ın batağına saplanmıştır…
Burada yapılması gereken “Barışa Adım Atmak”, Esat ile anlaşmak ve yeniden 2005’li savaşsız, refah ve mutlu günlere geri dönmektir. Barış Savaştan her zaman iyidir. Ülkemize girilmedikçe halkımıza eziyet ve sıkıntı edilmedikçe; ülke, sınırlarımız ve ötesinde, bizi alâkadar eden, gerçek bir tehdit arz etmedikçe savaş, cinayetten başka bir şey değildir…
Sıcak Denizler
Barışa Adım Atarak, İngiltere, ABD, İsrail ve Rusya’nın emperyalizmini ve Rusya’nın açıktan ve gizli “Sıcak Denizlere İnme”, heveslerini kursağında bırakmak en başarılı ve en aktif siyaset yolarından biridir. 
Suriye, dün, Filistin için Israil’e büyük sed olabilirken, bugün iç ve dış savaşlar ve Esat’a yapılan baskılar sebebiyle, bu ülke ve lideri Esat, can derdine düşürülmüştür…
İdlip bir kara deliktir…Doğu Akdeniz’e ve Sıcak denizlerimize inen İngiltere, ABD ve Rus Savaş Gemileri nereyi bombalamak için oradadırlar?.. Bunlar, Dünya Barışı için bu çıkmaz sokaktan geri dönmelidirler… Türkiye, İran, Rusya, Suriye; Barışa Adım Atmak için birleşmelidirler.
Kazakistan’ın başkenti Astana ve Rus Limanı Soci Görüşmeleri ile sağlanan mutabakata kesin olarak uyulmalı dünyan insanlarının özlemi olan Barışa Adım Atılmalıdır…

Amerika’nın, Suriye’nin Deyr ez Zor Bölgesini, dünyaca kullanımı yasak olan “Fosfor bombası” ile vurduğu, medya haberlerinde yer aldı… Bugün tam da emperyalizmin boğazına pamuk tıkamışken, “Ateş Kes” demek Amerika emperyalizmine devam etmek demektir. Askerlerimiz her ne olursa olsun ateşi
kesmeden sonuna kadar gitmeli ve hedefe varmalıdır. Cesaret, atılganlık, riskin olmadığı hiçbir davanın başarı kazanamayacağını herkes bilmelidir.
Beşer Esat ve Suriye
Bugün için: Beşer Esat, Suriye Halkının resmî Cumhurbaşkanıdır. Yarın ülkelerin başında kimin, kimlerin olacağını kimse kestiremez… On yıl, on beş yıl sonra kimlerin nerede olacağı ve hangi ülkelerin yan yana gelip birleşip bütünleşeceği, hangi liderlerin, yerinde yerlerin eseceği, hangilerinin zirvede ve konuşulan şahsiyetler olacağını kimseler bilemez. Hükümetler geçer giderler, Devlet Politikaları sürekli ve kalıcıdır, buna gereğinden fazla dikkat edilmelidir…
Suriye Halkının resmî Cumhurbaşkanı Beşer Esat’tır. Türkiye, daha dün kol kola gezdiği Esat ile ne zaman düşman olmuştur?..  TRT ve medya kuruluşları, bu konuda kışkırtma ve hasmane tavır takınmamalıdır…  “Rejim Güçleri!..” ne demek? Suriye’yi ve Esat rejimini tanımıyor musunuz?  Bugün gizliden gizliye BOP Başkanlığı hâlâ devam mı ediyor?  Değilse, etrafımızda olan bitenlerin mesuliyetini kim üstlenecek? Bir dönem Amerika’nın bütün isteklerini kabul edip, aynı havuzda vals yaparken, bugün bir ileri iki geri hamlelerin sebebi nedir?.. Böyle politikalara bir son verilmelidir!.. Amerika ile dost muyuz düşman mıyız? Bu şekilde ortaklık devam edebilir mi?.. Devletlerde politika her an ve zamanda değişkendir, değişebilir, değişmelidir… Bugün dost olduklarımızla yarın düşman, düşman olduklarımızla da dost olabiliriz… Bu talihin ve bulunduğumuz coğrafyanın bir cilvesidir.
Mensup olduğumuz milleti kendimiz seçemediğimiz gibi komşularımızı da biz seçemiyoruz. Yarın bunlar da değişebilir. Devlet adamlığında ve liderlerdeki cesaret, bazan bir ülkeyi, bir orduyu ve bir devleti kurtarır bazan da ülkeleri başka devletlerin hegemonyası altına sokar…
Azim ve Kararlılık

“Beş milyon Türk vatandaşı olmuş Suriyelinin hakkını teslim etmek üzere!..” girip Suriye’yi alacaksınız. Musul, Kerkük, Telefer, …vb. bize ait ne varsa alacaksınız… Mültecilere teslim ederek, Türk bayrağını oraya dikeceksiniz… (Kırk yıl boyunca parça parça sürekli savaş yapılmaz. Bir defa girilecek ve iş noktalanacaktır!..) Askerimizi, güvenlik güçlerimizi, orada tutacağız, kısaca yerleşeceğiz. Soruyorum mağdurları, bizim de vatandaşımız olan Suriyeli Göçmenleri, oraya yerleştirmeye kimsenin itirazı olabilir mi?.. Biraz cesaret!.. Beşer Esat, Özgür Suriye Ordusu, Kürt Grupları, Türkmenler veya Türk Ordusunun sarsılmaz azmi ve ezici gücü… Kiminle yapacaksanız yapın ve elinizi çabuk tutunuz… Azim ve kararlılık ile bu işi bitiriniz!.. Bazı işler, gecikme kabul etmez!..
Üç beş çatlak ses için de meşhur Türk Ata Sözü yeterlidir: “İt ürür, kervan yürür!..” Yapamıyorsanız Suriye üzerinde halen hakim unsur üzerine politikalar kurulmalı ve stratejiler ona göre belirlenmelidir…
Amerika Birleşik Devletleri
Türkiye’de her ne olursa olsun ABD üstleri tamamen kapatılmalı, Amerika Ortadoğu’dan sökülüp atılmalıdır.  Kesin kararlılık, biraz cesaret bunun için yeterli olacaktır. Bir ileri iki geri adımlarla politikalar yürütülemez…
İran ve Rusya’nın bize bu konularda yardım etmesini beklemek hayal olur; ancak ABD ve İsrail’i kendimize güldürürüz.
Suriye Savaşını görüşmek üzere İngiltere, ABD, Almanya, Fransa, Ürdün, Suudi Arabistan 14 Eylül 2018’de Mısır’da bir istişare toplantısı yaptı. Neticede, ülkeler ve halkları ve teröristleri savaşa sokanlar bilmelidir ki savaş bitip taşlar yerine oturunca, besledikleri teröristler sahiplerine geri dönerler “Besle kargayı, oysun gözünü!..”  o zaman yanlışlarını telefi edemezler…Ortadoğu, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından İngiltere ve Fransa gibi Batılı sömürgeci güçlerin kontrolü altına girmiştir. Böylece bölgeniz zenginlik kaynakları yıllarca, bu bölge halkına değil, bu sömürgeci güçlerin baştaki yöneticileri tarafından Batı’ya aktarılmıştır. Ülkenin halkını ise yıllarca baskı ve şiddetle susturmuş, aç, açık, yoksul ve eğitimsiz bırakmıştır.
G 20 Zirvesi 

Bu zirve hakkında bir çok medya kuruluşları yazıp çizdi, yorumlar ve değerlendirmelerde bulundu. Bunun için burada çok fazla konuşmanın yersizliği kanaatindeyim; fakat sonuç ve durum halkın vicdanında sübut bulmuş olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki:
Zirve görüşmelerinin hemen akabinde veya aynı anda ve derhal parasını ödeyip teslim almamız gereken malların kargoya verilerek yola çıkarılması gerekmez miydi?...
Biz o gün: “Türkiye’ye haksızlık yapıldığını kabul ediyoruz!” söylentilerine kanmayız!..
Sonuç ne? O günden bugüne kadar parasını ödediğimiz mallarımız bize hâlâ teslim edilmemiş ve teslim edilmek için de bir adım atılmamış olarak görünüyor. Hâlâ yalvarmakla, aman dilemekle, etmeyin, tutmayın, “Parasını ödedik yahu!..” larla vakit öldüremeyiz! Başka alternatifler ve yaptırımlar, göz dağları ve çıkışlar yapmalıyız…
Yüz Yıl Duran Türkiye  

Dün zor şartlar içinde olmak hasabiyle tek kurşun sıkmadan emanet bıraktığımız eyaletlerimizin İnisiyatifi İngiltere’nin hoyrat ve acımasız ellerinde kardeşlerimiz aç, yoksul, sefil ve eğitimsiz bir vaziyette birbirlerine düşürülmüş ve savaşa şartlandırılmıştır… Buna bir son vermenin zamanı geldi ve geçiyor..
17 aralık 2010’da Tunus’ta, seyyar satıcılık yaparak geçinen Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan ve adına “Arap Baharı” denen ayaklanmaların her anlamda öncü ve önemli gelişmeleri oldu. Bugün bu gelişmeler, Barışa Adım Atılarak halkın, refah ve mutluluğu yönünde gelişmelere sahne oldu. İslâm dünyası Modern Türkiye ve onun halkı yanında Avrupa’yı tanıma fırsatı elde etti. Bu durum Doğu halkının ne kadar geri kalmış, yoksul, eğitimsiz ve kendi zengin kaynaklarının kendilerine değil, Batıya akıtıldığını, yöneticilerinin kırallar gibi; fakat kendilerinin Batı ve Türkiye karşısında geriliğini fark etmesine ve yöneticilerine seslerini yükseltmelerine sebep oldu. Kısaca, Müslüman halkı uyandı!..
Bu gelişmelerle Barışa Adım Atılarak Bu Doğu Müslüman Halklarının yoksulluktan kurtarılıp, refah ve mutluluk yönünde bir ivme kazandırılabilir. Büyük ve güçlü devletlerin   zayıf ve güçsüz devletlerin zenginliklerini, yer üstü ve yer altı kaynaklarını sömürerek halklarını yoksul ve sefalete terk etmeleri doğanın adaletine ters bir davranış olup Allah’ın  hakkaniyet kurallarıyla bağdaşmaz…
Dünya kaynakları savaşa değil, insanların huzuruna, sağlık ve refahı yönünde insanların mutluluğu için kullanılmalıdır.
Bugün gerçekleştirilmesi gereken tek şey, ülke halklarını, makul, ülkeleri içinde kendi tercihleriyle müreffeh ve huzur içinde yaşamaları için onlarla iş birliğine gitmek olmalıdır. Bunun yolu da yerinde ve zamanında yapılacak kesin bir savaş ve sonrasında Barışa Adım Atmaktan geçer…
SONUÇ OLARAK:
· İngiltere, ABD, İsrail başka ülkelerin topraklarından ve zenginlik kaynaklarına el koymaktan vaz geçmelidirler. Bunlar hiç bir zaman Türk ve Türkiye dostu olmamış, Ortadoğu'da İsrail'i korumak ve Büyük İsrail Kurmak için dost görünüp kuyumuzu kazmışlardır...
· İngiltere, ABD ve İsrail savaşa sebep olan devletlerle, Suriye, Türkiye, İran, Rusya, Çin ve kendini savaşın ortasında bulan devletler, savaşa sebep olan unsurları ortadan kaldırarak, Barışa Adım Atarak, Ortadoğu’da barışı derhal sağlamalıdırlar.
· Bunca meşakkât ve acılar içinde yaşayıp vatan özlemi ile dolu olan Mülteciler, bir an önce sahip oldukları vatan topraklarına yeniden döndürülmelidirler.
· Mevcut beş milyon mültecileri vatan topraklarına döndürmek için kendi gençlerinden de oluşturulabilecek iyi bir ordu gücüyle Irak, Suriye tamamen alınarak teröristler temizlenmeli barış sağlanarak huzur ve müreffeh bir hayata adım atılmalıdır…
· Barışa Adım Atmak, sadece kendimiz ve kendi milletimiz için değil dünya insanlığı ve milletleri için de örnek bir davranış ve insanlığın zaferi olacaktır.

13 Şubat 2019 Çarşamba

SEÇİME DOĞRU, Abdullah Çağrı ELGÜN


SEÇİME DOĞRU
Abdullah Çağrı ELGÜN

Hâlâ niçin buradasınız?
31 Mart Yerel Seçimlere doğru giderken millette görülen manzara şöyle:
Açlık,
İşsizlik,
Pahalılık
Yoksulluk,
Güvensizlik,
Gelecek Endişesi ve Korku!..
Millet korkuyor! Millet aç! Millet işsiz! Gelecek endişesi milletin belini bükmüş. Pahalılık almış başını gitmiş. 220 kuruşluk soğan, olmuş 7.TL patates 8-9.TL Yoksulluk milletini belini bükerken, vatandaş geleceğinden endişeye kapılarak güvensizlik, gelecek endişesi, korku deryasında korkarak bağırıyor:
“Beni kim kurtaracak!..”
“Ben ne olacağım?..”

Köyler, kasabalar ve ilçeler boşalmış… Mahalleler yazlıklardaki sahil sitelerine, sokaklar Irak ve Suriye gibi savaş yaşamış, bombalanmış, kurşun yemiş yıkık dökük evlerine dönüşerek hayalet ilçe ve mahalleler oluşmuş. Buralar, inin cinin top oynadığı, başıboş kedi ve köpeklerin cenneti haline gelmiş.
Köyden şehre göç, adeta pompalanarak üretime büyük bir darbe indirilmiş. Üreten, pazarlayan, lojmanları, mahalleleri, satış mağazaları, berberi, kasabı, terzisi, Sağlık Evi, yüzme havuzları; park, bahçe, çocuk oyun alanları, kreşler, okullar ve eğlence alanları; kültür merkezleri ve spor sahalarıyla, kendi sistemini kurmuş, kendi tarlasında ürettiklerini, yine kendisi satan ve pazarlayan, yüzlerce köylünün çalıştığı, devvâsa fabrikaların, üretim merkezlerinin kapısına kilit vurulmuş…
Fabrika ve üretim Merkezlerinin içindeki her türdeki malzemeler hurdacılara satılmak üzere ora bekçilerinin de marifeti, iş birliği ile hurdacılara satılmış. Jeneratörleri bile çalınmış binlerce iş yerleri yok pahasına satılarak atıl duruma düşürülmüş, kapılarına kilit vurulmuştur…
Saman, yem, buğday, soğan, patates, canlı hayvan gibi milletin en temel ihtiyaçlarının millet eliyle üretilmemesi sebebiyle, dışarıdan ithal edilir olmuş. Tarlalar, meralar, bağ ve bahçeler viran olmuş, köylünün gözünün nuru evler ve bahçeler viraneye dönüşerek yıkık, dökük ve harap olmuş… Bu söylediklerime delil aramak isteyenler şehrin birkaç kilometre uzağındaki köylere kasabalara ve ilçelere gitsinler. Gördükleri manzaralar kendilerini şaşırtmayacaktır.

Gezdiğimiz onlarca mahallelerde durum birbirinden hiç de farklı değildir. İlçe ve köylerimizin durumu içler acısıdır. Halk giderek yoksullaşmakta, halk giderek hizmetin gitmediği üretimin durduğu, sosyal hayatın yok edildiği bölgeleri terk ederek, siğortalı olabilmek uğruna asgari ücrete talip olarak, ucube TOKİ evlerine iskana mahkum edilmiştir.
Yeni bir anlayış, yeni bir düşünce yeni projelerle ile ilçelerimiz ve mahalleleri işlenmeğe, cilalanmağa, parlatılmaya uğraşılmadığı takdirde, gelecek mutlak tehlikededir…

GEÇMİŞ, GELECEĞİMİZİ AYDINLATAN FENERLERDİR.
Vâdedilenleri tek tek hatırlayınız:
“Bizi tek başımıza iktidara getirdiğinizde terörü bitireceğiz.”
Sizi tek başınıza dört defa iktidara getirdik!..
On yedi(17) yıldır tek başınıza iktidardasınız…
Terörü bitirdiniz mi?   HAYIR!..
“Yolsuzluğa, vurguna, talana, yalana son vereceğiz.”
Sözünüzü yerine getirdiniz mi? HAYIR!
“PKK ve uzantıları ile yan yana gelmeyeceğiz, onların inlerine girecek, onları inlerine gömeceğiz!”
Ogün dahil, bugün de her gün, eskisinden daha fazla şehit veriyoruz…
Durdurabildiniz mi? HAYIR!

İşsizlik çözüm buldu mu?.. HAYIR!
Tarımı, ekonomiyi, işsizliği, yaşa takılanların meselesini, Yüksek okul mezunu polise, öğretmene, hemşireye 3600 ek göstergeyi verebildiniz mi?
 Sözleşmeli sistemini, boş gezen yüksek okul ve üniversite mezunlarının problemlerini çözebildiniz mi? HAYIR!
Peki, hâlâ niçin buradasınız?!..