“TÜRK İNSANI
ve TÜRK SÖZÜ” NÜN ACI SERÜVENİ:
Abdulllah Çağrı ELGÜN
Halil Paşa’nın İdam edilmesiyle başlayıp, özellikle de II. Beyazıt’ın oğlu Yavuz Sultan Selim döneminden başlayarak “Kızılbaş” ilan edilen Türkler, bugün de Devletteki makam ve mevkilerden arındırılıp, Devlet yönetimi Türksüzleştirilir... Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 2002 Seçimlerinde 369 Milletvekilinden sadece yirmisinin (20) Türk olduğunu söylüyordu!..
Türkler’in,
ilk 250 yılı geride bırakıldıktan sonra, Osmanlının 350 yılı da
Türkler’e yaptığı zulüm ile geçer... Yani Toplamda 600 yıl boyunca
Türk ve Türk sözü horlanarak, ezilerek, aşağılanarak Cumhuriyet Türkiyesi’ne
kadar gelinmiştir…
İşte
burada “Türk İnsanı ve Türk Sözü” nün Acı Serüveni Anlatacağız:
Şah
İsmâil, "Şah" Unvanından
başka, Sahip Kıran, Afrasiyap, Cihan Arayı Şah İsmail Sefavî, Ebul
Muzaffer Şah İsmail Bahadır Han" unvanlarını alır.
24
Nisan 1512- 1520 yılları arasındaki 9. Osmanlı Hükümdarı olarak tahta geçen Yavuz
Sultan Selim: Memluklülerin elinden Halifeliği aldı. Hadimü’l Harameyin
(İslâm'ın Koruyucusu) sıfatını yüklendi... Babası II. Beyazıt’tan aldığı:
2,375.000 km2 toprağı sekiz yılda 6.557.000.km2’ye çıkarmıştır!.. Oğlu Süleyman
ise kırk altı (46) yıllık saltanatında 19.902.000’ye çıkarmış Afrika
ülkeleriyle birlikte bu rakamın: 24.000.000.km2 olduğu belirtilmektedir…
Sunnî
Bektaşiliği Devlet Politikası haline getirdi.
İlim adamlarını ve sanatçıları yanına aldı.
Memlüklülerin
elinden Abbasi Halifeliğinin (1517) alınmasıyla, Araplar, Türk
Halifeye biat etmek istemezler.
Arapların
da kabul edeceği, bir orta yol bulunur. Bu yol Mısır’dan ve Arap
ülkelerinden seçilen iki (2) bin civarında ulema Molla, Ebu Suud Efendiler,
İstanbul’a davet edilip, getirilir. Para, mal, mülk, araziye boğularak, İstanbul'da,
kalıcı olarak yerleşmelerini sağlanır...
Yavuz Sultan Selim, Osmanlı Türkiyesi’nde
ve Türk Halkını, Türk İslâmı'nı terk ederek, Arap'ın, İslâm
Anlayışına ve yaşayış biçimine dönüştürmek için anlaşırlar.
Araplar tarafından
da destek bulan bu düşünce, hemen hayata geçirilir...
Günümüz
Türkiye'sinde de az da olsa kabul gördüğü gibi: "Türk ve Türklük";
“Düşman” ilan edilerek, Arap Kültürünü, İslâm Dini ve Müslümanlık zannederek,
kabul eden, Emevî Halifesi Muaviye ve oğlu Yezit Döneminin, dinden
uzak uygulamaları, Ebu Suud Mollalarının, Din ve Ümmet Anlayışı uygulamaya
geçirilir...
“Türk”
kelimesi yasaklanır,
“Türk’üm!”
“Türkmen’im!” diyen "Kızılbaş"
ilan edilir. Aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir...
Yavuz Sultan Selim (1270-1520), ilk iş olarak:
Şah
İsmail’e (Hatâî: 1487-1524; Safavi
Devleti Kurucusu ve İlk Hükümdarı; Safevî Tarikatının Lideri)
giden önündeki bütün kayaları, taşları temizlemek ister… Bunun için öncelikle Payitah
İstanbul’da Boğaz yakasında oturan Yeniçeri Askeri ailelerinin evlerine bir
suikast düzenletmiş gece başlayan yangında: Yedi (7) bin Alevî
Bektaşî Türkmen’i aileleriyle birlikte
ortadan kaldırıtmış; Sivas'ta kırk (40) bin, Diyarbakır, Muş,
Bingöl, Tunceli, ... vb. yerlerde kimi kaynaklarda 70 bin Alevî Bektaşî
Türk'ünü, Kürt İdris i Bitlisî'ye katlettirilmiştir…
(Bu
dönem sadece Kuyucu Murat Paşa’nın (1530-1611), Yavuz’un oğlu Kanûnî
Sultan Süleyman (1494-1562) “Türk’üm!”, “Türkmen’im!” dedikleri için
kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı, yüz elli sekiz bindir (158.000).
Osmanlının:
Enderin Mektebi’nde (Enderun Akademisi) Arap Kültür ve Din anlayışına dayalı
olarak: Yedi (7) veya on dört (14) yıl boyunca Müslümanlaştırılarak sıkı bir
Mezhepçilik Anlayışıyla beslenirler… (Sırp, Hırvat, Boşnak, Rum, Ermeni)
çocuklarından kurulu bu akademilerde; Osmanlı Türk İmparatorluk Sarayı
ve Askeri Birliklerle ve Devlet İşlerinin en üst makamlarında görev alarak,
Devleti, Sarayı, Orduyu ve Halkı Yönetmeğe başlarlar...
1603
yılına gelindiğinde (III. Mehmet 1566-1603; on dokuz “19” kardeşini, büyük oğlu
Mahmut’u boğdurarak, annesi ve otuz (30) hizmetçisini denize attırarak öldürtmüştür!)
Ehli
Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır kapatılır. Yerine, Halid-i
Nakşi Kürdî Tekkeleri kurulur. Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir,
1839
Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten dahi muaf tutulurlar... Türkler,
Saray, Ordu ve Devletteki her tür makam ve memuriyetten temizlenip
uzaklaştırılırlar. Artık Sarayı ve Devleti Sırp, Hırvat, Boşnak, Rum,
Ermeni Devşirmeleri; Acemin ve Arap
Mollaları yönetirler. Asıl teba Türk Halkı bu duruma isyan eder...
O dönemi tam olarak anlatan ve halk
arasında yaygın olarak kullanılan şu dörtlük, Osmanlı Devlet Yönetimi
hakkında kısa ve öz bilgi verecektir:
“Şalvarı şaltak Osmanlı.
Eğeri kaltak Osmanlı.
Ekende yok, biçende yok!
Yiyende ortak Osmanlı!..”
(Yaygaracı, gürültücü, çığırtkan,
kavgacı Osmanlı. At, Katır ve eşek sırtına giydirilen ağaç veya metal aksamlı
eyer, kürtün, semeri oynak Osmanlı… Ekerken yok, biçerken yok, hasat
(ürünü) toplarken yoksun!.. Yemeye gelince, malıma ortak olup bedavadan mala
konan, kazanca çöken, ürüne, mala ortak olan Osmanlı)
“Devlet i âli i Osmaniyede
Terfi ve temayüz, ilim ile olmaz!
Ya olacak, kuvvetli iltimas,
Ya olacak madenî has,
Ya da olacak ten ile temas!..”
Türklerin askerî ve siyasî gücünü
kırmak için Arap Mollaların Fetvalarıyla, sadece Türker’den oluşan
"Serdengeçti Birlikleri" oluşturulur. Bunların, ölümüne
acınmayacak ve en ön safta savaştırılacak, rütbesiz, sadece Türklerden Kurulu
Askeri Birliklerdir. Böylece Türkler, her savaşta kırılır, kırdırılır. Türker’e
ganimet bile toplatılmaz…
Ganimeti: Saraylardaki Arap
Mollalar, Boşnak, Sırp, Yahudi, Rum, Ermeni ve Devşirme Yeniçeri Ağaları
paylaşırlar.
Canından bıkan Türkler, çareyi
Kürtleşmekte ararlar. Kendi
isimlerini kullanarak çarşıda pazarda gezemez olurlar.
İsimler, konuşmalar, Boy, Oymak, Oba
adları bile değiştirilir.
“Hasso, Hamo, Hamido, Selo, Memo,
Alo, Gasso” adlarını
alırlar…
Avşar,
Bayat, Beğdili, Yıva, Mukri ve Halaçlar'dır…
Bu
Türkmenlere “Ekrad Türkmenler” adı verilmiştir.
Araplar
Kavm i Necip,
Ermeniler
Millet i Sadıka
Rumlar
Romalı üstün insanlar olurken, Türkler “Bi idrak Türk
(Anlayışsız Türk)” olmaktaydılar. Üstelik bunların hiç biri vergi vermez!
Askerlik yapmazken Türk vergilerle boğazına kadar borçlanırken on kimi yerde (10)
kimi yerde sekiz (8) yıl askerlik yapmak zorundaydı…
Gayri
Müslümler Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Fars, Latin, Slav kökenliler
Osmanlıda: Banker; Büyük İş Adamı, Sanayici, Sarraf, Altın, Gümüş, Elmas, Bakır
tüccarı olarak o kadar zenginleşirler ki devlet kırız zamanlarında bu
tüccarlardan sonradan geri ödemek üzere, borç para istemek durumunda dahi
kalabiliyordu…
Bizim
askerden dönebilen gariban Türkler de devlette iş alamayacağı için yine
bunların yanına sığıntı olarak girer; onların emrinde: “Yamak, İşçi, Azap”
olarak çalışırlardı. Üstelik askere gittiği: Şam’da,
Galiçya’da Şıpka Geçidi’nde Fas, Tunus, Cezayir, Filistin, Yemen’de kalır, çoğu
kez de buralarda telef olur, ölür dönemezdi! Bu sebeple Halk:
Gülü
çemendir,
Giden
gelmiyor,
Acep
nedendir!..” diye açıklı ve yanık türkülerle
kendini avutmak zorunda kalıyordu… İşte Türkler de kimi yerlerde Osmanlının
Türk insanına yaptığı baskı ve zorlamalar ve diğer azınlıkları, kendi
tebasından (toplumundan) daha üstün tutması sebebiyle askerlik yapmamak, vergi
vermemek için Kürtleşmeyi severek kabul etmişlerdir… Yani aslı Türkmen;
fakat sonradan Kürtleşen Türkler, “Erkad Türk” olmuşlardır…
İmparatorluğu kuran aslî unsur Türkler
dışlanmış, ülke Mezhepçiliğe kurban edilmiştir. Ordu ise sürekli savaş
kaybetmektedir.
Yavuz’un oğlu Kanuni Sultan Süleyman
ile Eylül, 1683 Viyana Kuşatması ve Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı
bütün savaşları kazanan ‘’Türk Orduları’’; sonrasında 250 yılda girdiği
bütün savaşları kaybetmiştir. Üstelik ülkesini ve istiklâlini kurtarmak
için, Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi’nin, dünyanın yedi düveli tarafından işgal
edilmesinin ardından bir de Kurtuluş Savaşı yapmak zorunda kalmıştır...
1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşı’nı
kazanana kadar, Osmanlı girdiği bütün savaşlarda yenilmiştir.
Fatih,
döneminde Molla Fahreddin î Acemî’nin, Türk Fazıl Tebrizî
ve Öğrencileri Hurifileri, Edirne’de II. Murat Döneminde inşa ettirilen Üç
Şerefeli Cami (1437-1447)) önüne büyük halk kalabalıklarını yığarak, odun
ateşinde yakmış, Fatih’in gıkı çıkmamıştır!..
İnsanları
canlı canlı ateşe verip yakmak Mızrakların ucuna Kuran sayfaları asmak Emevi,
Muaviye, Yezit anlayışıdır. Geri kalan Türk Hurifîler de ateşte yakılmamak ve
öldürülmemek için kaçarak, Balkanlara göç edip canlarını kurtarırlar…
Oğlu
II. Beyazıt'ın Yeniçeri Ocağı Türkmenlerine
olan tutumu, Oğlu Yavuz Sultan Selim'in İstanbul'da öldürdüğü yedi (7)
bin Türkmen Yeniçeri Ocağı Türkmenleri...
Yavuz'un
Doğu vilayetlerini boşaltmak için Kürt İdris i' Bitlisî ‘ye
öldürttüğü
70
bin Alevî Bektaşi Türkmen’i,
"Enderun Mektebin"
kurulması ile Türker’in okutulmayarak cahil bırakılması.
Sarayı ve Devleti Enderunlu
Devşirme, Gayrimüslimlerin Müslümanlaştırılmış çocuklarının, yönetmesi...
Türk düşmanlığı ve Arapların duyuş,
düşünüş ve İslâm Anlayışı ile Osmanlının katı Mezhepçi politikaları
Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin,
Ak Şemseddin, Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaşî Veli, Hacı Bayram Velî, Seyit
Gazi, Hoca Ahmet Yesevîler'in, İslâm Anlayış ve Felsefesi terk edilerek:
Ebu Suudlar, Arap ve Fars Mollaların Emevi Dönemi, Muaviye ve
Oğlu Yezit’in İslâm anlayışına teslim olan Osmanlı İmparatorluk Türkiye’si,
Açık Toplumdan Kapalı Topluma dönüştürülerek geri bırakılmış ve parça
parça bölünerek batırılmıştır.
Şimdi sıra Atatürk Türkiyesi’ndedir. Atatürk’ün düşünce ve
çizgisinden uzaklaşan Türkiye, 2023 Şeyhülislâmlık, Halifelik hedefine Ebu
Suud Mollalarının hizmetine koşmaya zorlanıyor...
"Tarihi tekerrür diye tarif
ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tarih, tekerrür
mü ederdi?.. M.Âkif"
Yüz yıl önce, tamamen bitmiş ve
çürümüş bir sistemden kurtulmak için verilmiş, 300 yıla yakın mücadele, sanki
hiç yaşanmamış gibi yeniden eskiye dönüş özleniyor.
Hıristiyanlığın ve yabancı ajanların
cirit attığı "Şeyh, Şıh, Tarikat, Cemaat" ...vb.
Hıristiyanlığın ileri karakolları, MOSSAD, CİA, KGB, …vb., Mareşal
Fevzi ÇAKMAK Paşa’nın da dedikleri iş başındadır ve faaliyettedir.
Müslüman mısın? Diye sorulan bir soru üzerine Pîr
Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi Türk’üm Elhamdülillah deyince:
Türklüğü ne karıştırıyorsun
diyenlere: “Din bir seçimdir; ama Türklük kaderdir!” demiştir.
İşte Türk'ün kaderi, Mustafa
Kemal Atatürk ile değişmiştir... Onun ilke ve inkılâplarından ayrılmayarak
Türkiye Cumhuriyeti Devletini ilelebet ve payidar olarak yaşatmak her Türk
vatandaşının boynunun borcudur!...
Bu vesileyle Türk’ün İslâm anlayışı:
Örfü, adetleri, gelenekleri, giyim tarzı, zevkleri ve hayata bakış tarzı da
değişerek Araplaşmıştır…
İlk Halifeler: Emevi Kabilesinden, Ebubekir,
Ömer, Osman Zamanlarında da Arapların Puta taptığı dönem âdetleri özellikle
de Muaviye ve oğlu Yezit Dönemlerinde de devam ettirilmiş bırakılamamıştır.
Batıl olan inanış, adetler ve geleneklerden vazgeçilememiştir. Bu adet, gelenek
ve inanışlar da zaman içinde İslâm inancı içine de sokulmuştur! Örneğin:
1.İslâmiyet’te Köle Yoktur! Cariye Sistemi
yoktur! Osmanlı Sultanlık, Padişahlık
Dönemlerinde ise bunun devam ettirilmiş
olduğu Köle Pazarlarını görebiliriz.
1924 yılında, bu sistem, Atatürk Cumhuriyet ile birlikte
kaldırılmıştır.
2.İslâmiyet’te “Kadercilik”, “Kadere
İnanmak” maddesi yoktur! Bu inanç insanları pısırıklaştırmakta, suskun,
hareketsiz ve atıl duruma getirmektedir. İnsanların olumsuz bir iş olay, durum
karşısında susturulması, sessiz kalmasını sağlamak, itiraz ettirmemek, tepki
göstermemek; yapılan haksız ve usulsüz uygulamalara şükür ve sabır ile
bakılmasını sağlamak için uydurulmuş; akla, mantığa ve bilime, aykırı
inanışlardır!..
3.İslâm’da “Cuma” toplantısı
da yoktur. Bu, pagan dönemi inancından kalma adetlerdir. İslâm’a sonradan
sokulmuştur!..
4.İslâm’da “Kurban” etme,
kurban kesme inancı da yoktur!.. Bunların hepsi Peygamberden sonra uydurulmuş, Emevîlerin
putperestlik dönemi Arap yerleşik adetleridir.
Kurban, Hac Mevsiminde Hacca gelen
misafirlerin aç kalmamaları için kesilip ikram edilen hayvanlar iken, sonradan
bu bir ibadet gibi İslâm’a dahil edilmiştir. Misafirlerin çorak bölgelerde, aç
kalıp perişan olmaması için yapıla gelen, çok eski bir Arap geleneğidir.
Atatürk Döneminde Cumhuriyet ile
birlikte bu geleneklerin itibardan düştüğü, akla, mantığa, bilime aykırı olan
her görüş ve düşünceler reddedilmiştir!..
Başbakan Menderes, Cumhurbaşkanı Fahri
Korutürk ile üretim,
Kapalı Pazar Uygulamaları: NATO’ya girip ABD Üsleri ve ABD
Marşal Yardımı Türkiye’ye sokulunca, Amerikalılar Türkler’in
(Türkiye’nin): Sanayi ve ekonomide ilerleme, her ile, ilçeye fabrika ve
işletmeler kurma fikri, tamamen yok edilmiş…
Yerli Malı rafa kaldırılmış. Serbest Pazar Ekonomi modeli ile Avrupa
malları Türkiye’ye girerek yerli üretimi tamamen bitirmiştir…
Her geçen gün değeri düşen Türk
Lirasıyla, yerli ve millî mallar ve ürünlerin yerine Avrupa’nın daha
kaliteli ve sağlam hazır mallarını rüşvet iltimas ve komisyonla, daha ucuza mal
etme devri başlamıştır…
Uçak, Silah, Demirçelik, Tank Palet,
Barut, Silah Fabrikaları; Şeker Fabrikaları, Tekstil, Birlik Mensucat, Sümer
Basma ve Bez Fabrikaları birer birer kapanarak Atatürk ve arkadaşlarının
kurduğu Türkiye Osmanlı Kapitilasyonlar dönemine geriletilmiştir.
Günümüz Türkiyesi’nde İslâm Dinini
kullanan siyasetçiler, Dinî Siyaset ile İlmî siyaseti kullanarak; Atatürk
sonrasında:
“Özgür bir Kürdistan tohumu
ekiyorum. Onu geliştirip büyütün!..” diyen Türk düşmanı Atatürk Döneminde yargılanıp Türkiye’den
kovulmuş (Kürt Said i Nursi’yi) arkasına alan Menderes ile
birlikte başlatılan bu uygulama, yavaş yavaş hayata geçirilir. Şeyh Sait’in
Nur Risalesi ile ve benzeri öğretileri ezberletilen “Nurcular” Cemaati,
“Işık Evleri” oluşur…
Demirel'in İmam Hatip Liselerini
gereğinden fazla çoğaltması;
Özal’ın: Tarikat, Cemaat ve Aşiret
Liderlerine TBMMeclisinde iftar vermesi ile başlayan "Siyasî
İslâmlaşma"; son hızla Recep Tayyip ERDOĞAN’a döneminde yıldızı
parlatılarak FETO ve AKP İşbirliğinde yükselebileceği en yüksek mertebeye
ulaştırılmıştır.
Siyasî İslâm, Fetthullah Gülen,
Recep Tayyip Erdoğan birlikteliğinde yirmi üç (23) yıl boyunca:
TÜRK ve Türklüğü silme, Türk ve
Türklüğe düşmanlık,
“Türk’üm! Doğruyum!..” diye başlayan “Millî Andı” okullardan
kaldırma!..
Türk adı ve Türkiye adının
kullanılmayacağını kürsülerden ilan etme!..
“Türkiye” adını tartışmaya açma,
Anayasadaki ilk dört maddeyi
kaldırmak için kampanya başlatma:
ANAYASA’NIN İLK DÖRT MADDESİ NEDİR?
I. Devletin Şekli
MADDE: 1-
Türkiye Devletinin şekli, Cumhuriyettir.
II. Cumhuriyetin Nitelikleri
MADDE: 2-
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Türk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
Devletidir.
III. Devletin bütünlüğü, resmî dili,
bayrağı, millî marşı ve başkenti
MADDE: 3-
Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz
ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
IV. Değiştirilemeyecek Hükümler
MADDE: 4- Anayasanın 1
inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2
nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri,
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez!..
Arap Gelenek ve Görenekleri İslâm
zanneden Siyâsal İslâmcı, Ümmetçilerin, Türk’ü Araplaştırma çabası en üst seviyeye ulaşır…
Açık Toplum olan Türk Halkının yapısı, Kapalı
Topluma evriltilir. Açık toplumlarda her şey ayan beyan ortadadır. Kimsenin
kimseden gizleyecek saklayacak bir şeyi yoktur. Sosyaldir. Çağdaştır,
yaptıklarını her şekilde hesap verebilecek şekilde dürüstçe, hakça, eşitlik ve
adalet ilkesi çerçevesinde yapar. Araştırır, sorar, soruşturur, hesap verir,
hesap sorar, hesap ister…
Kapalı toplumlar: Araştırmaz, Sormaz, Eleştirmez!
Korkak ve pısırıktır. Bilgiye kapalıdır. Din ve Allah inancına sıkı sıkıya
bağlı olduğundan tevekküle, sabıra, sığınır ve hesabın Allah katından sorulmasını
bekler. İçe dönüktür, her şeyi gizliden ve gizleyerek yapar. Hesap sorma,
sorgulama olmadığından ve her kötülüğe, usulsüzlüğe, adaletsizliğe korkarak
cevap veme ve sabretme düşüncesiyle bakar. Fakirliğin Allah’tan geldiğine
inandığı için sabretmeyi fazilet sayar. Her şeyi Allah’a havale etmek
sebebiyle, Kapalı toplumlarda karanlık ilişkiler daha fazladır. İşte bu sebeplerle Cumhuriyet Türkiyesi’nde
başa geçen özellikle sağ iktidarlar, Türk Halkının yapısı, Kapalı
Topluma evriltmek için birbirleriyle yarışırlar. Bugün Erdoğan iktidarı ile
bu amaca ulaşılmış veya ulaşılmasına ramak kalmıştır!...
Türkiye
Cumhuriyeti’ne her türdeki kötülüğü Siyasal İslâmcılar, Dini, Allah’ı
kullanarak Halka Din Satarak yaptılar ve yapmaktan geri durmuyorlar:
Bizzat, Mustafa Kemal Atatürk
tarafından tasarlanan ve Bahriye Ressamı Hüsnü TENGÜZ'ün çizimini
yaptığı, Cumhurbaşkanılğı Flamasındaki (Forsu) güneşten çıkan ışınların
ve yıldızların sayısı 1959 yılında, yirmi (20) iken, bu sayı ne
hikmetse, bir anda 16' ya düşürülüyor…
1959-1960 yılları arasında Başbakan Adnan
MENDERES, Cumhurbaşkanı ise, 1957-1961 yılına kadar Celal BAYAR'dı.
Cumhurbaşkanlığı
forsundaki bu yıldızlar: Yirmi (20) büyük Türk Devletini sembolize ediyordu
ve bu devletler şunlardı:
Büyük Hun İmparatorluğu, Batı Hun
İmparatorluğu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ak Hun İmparatorluğu,
Göktürk Kağanlığı, Avar Kağanlığı, Hazar Kağanlığı, Uygur Kağanlığı,
Karahanlı Devleti, Gazne Devleti, Büyük Selçuklu Devleti, Harezmşahlar
Devleti, Altın Orda Devleti, Timur İmparatorluğu, Babür
İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Safevi Devleti, Memluk Devleti,
Karakoyunlular Devleti ve Akkoyunlular Devleti.
Corç Vaşington Üniversitesinde bir Profesör iki yardımcısı ile
birlikte Kuran’dan ahlâkî kuralların çıkararak, Uluslararası bir araştırma
yaptılar. Kuran’ın Ahlâkî İlkelerine Göre:
Sözünde Sebat, Adaletli Davranma,
Yalan Söylememe, Ehliyet, Liyâkât, Vaadinde durmak…vb. konusunda: birinci
sırada:
Birinci sırada: İrlanda. İkide:
Yeni Zelanda; sıralama devam ediyor: Finlandiya, İsveç, Norveç, Danimarka, Kanada;
devam ediyor 30. Sırada Malezya… 103 sırada Türkiye çıkıyor….
Araştırma Başkanlığı, sonuçta şöyle
diyorlar: İslâm ülkeleri Müslüman çıkmadı!..
“DÜNYA MUTLULUK RAPORUNDA” Dünyanın
en mutlu ülkeleri sıralamasında “Finlandiya” sekiz (8) defa üst üste dünya birincisi oluyor…
Bunu sırasıyla: Finlandiya, Danimarka, İzlanda, İsveç, Hollanda, Kosta Rika,
Norveç, İsrail, Lüksemburg, Meksika… ve Türkiye, 2024’te 98. sırada
iken 2025’te 100 dışında kaldı…
Bu niçin böyle diye araştıran, bilim
adamlarının vardığı sonuç:
Baştaki yöneticilerine duyulan güven
Geleceğe dair iyimserlik duygusu
Kurumlarına inanma güven
Arkadaşlara itimat
Aileden destek geleceğini bilme
Adalet, Eşitlik, Geleceğe Dair Umutun
eksiksiz olması…
Kapalı Topluma evrilmiş Cumhuriyet
Türkiyesinde:
“And” ımız kaldırılır!
“Bundan sonra “Türk ve Türkiye”
adını kullanamayacaksınız diyen, yine bu Türk Halkının seçtiği Cumhurun başkanı
ile karşı karşıya kalır.
“Türk ve Türklük” kavramları, düşman ilan
edilerek, yasaklanır. Türk Türk Kamusendikaları, Türk Tabipler Birliği, Türk
Eczacılar Birliği, Türk Barolar Birliğ’nden,
“Türk” sözü kaldırılır… Okul İsimleri, Stadyum isimleri, Hava Alanı
isimlerinin başından “Türk” ve “Atatürk” sözcükleri
sildirilir.
Silinemez ise o bina yıkılır. Yerine
yepyeni bir adla, başka bir bina dikilir veya başka mekân haline getirilir.
TC. ve Atatürk Resmi yazışmalardan, Devlet
dairelerinden, kaldırılarak Türk’ün
Atasına düşmanlık; “Atatürk” düşmanlığı başlar.
Bundan cesaret alan şer odakları: Atatürk
Posterlerini, Türk bayraklarının yanında, Resmî daire binalarının
önünden baş aşağı sarkıtılırlar.
Kimi yerlerde Atatürk heykelleri
kırılır… Üzerleri
uygunsuz olarak boyanır…vb. Araplaştırma projesi tam olarak uygulanmaya konulur.
Hz. Osman’ın kellesinin kesilerek öldürülmesinden
sonra, kargaşayı önlerse tek kişi, Hz. Ali’nin
önleyebileceğini düşünerek, Halk Hz. Ali’ye, makamı teklif ettiler. O,
bu makamı istemedi. Reddetti. Sonunda halkın baskısına dayanamayarak,
reddetmesine rağmen, halk tarafından zorla da olsa “Müminlerin Emiri”
yapıldı… Şam Valisi Muaviye, meşru emir, Hz. Ali’ye biat
etmeyerek isyan başlattı. Öldürülen Emir Osman’ın, kanını aradığını söyleyerek
Kureyş Kabileleri kandırdı. Ölmeden önce
de oğlu Yezit’in “Halife” olarak da kimi halktan biatını almıştı.
Yezit otoritesini tesis için ilk iş olarak Hz. Hüseyin ve Ailesini
Kerbela’da yetmiş (70) kişilik kafilesiyle birlikte katletti…
İslâm ülkelerinde, “Müslümanlık ile
bağdaşmayan Arapların Pagan Dönemi Uygulamaları olan Arap Kültür ve
alışkanlıkları devam ettirildi. Arap olmayan Müslüman Milletler için de Mevâli”
(Köle) kavramı kullanıldı. Arap geleneğine göre Mevâli’nin malı, parası,
karısı, kızı Arap’a “Helâl” sayılıyordu!..
Savaş Esirleri, Cariyeler ve Köle Kadınlarla “Cinsel beraberlik için”
nikah yapılmaz! Bunlardan doğan çocuklar (Mevâlî) oldukları için “Veliaht”
olamaz. Baba mirasından da yararlanamazlardı… Arap tarihinde, “Mevâli”
denildiği zaman akla ilk Türkler geliyordu!..
Türkistan’da Horasan, Talgan,
Curcan, sonraki yüz
yıllarda da Semerkant, Buhara, Taşken’te yaşayan Türk Ülkelerine
Araplar girdiklerinde taş üstünde taş bırakmadılar… Türklerin bütün
hazinelerine el koydular binlerce yıllık kitapların bulunduğu kütüphanelerin
yaktılar. Türklerin tarihleri ile olan bağlarını silip süpürdüler. Bu bir soy
kırımdı.
Türkçeyi yasakladılar…
Alfabelerini değiştirdiler.
Kadın ve kızlarını Cariye, iki yüz
bin genç erkeğin boyunlarını kızgın demirlerle dağlayarak köle yaptılar. Talgan
ve Curcan’da direnen yetmiş bin savaşçı er ve eli silah tutanlarını, yirmi dört
(24) kilometre ormandaki nehir boyunca, asıp işkenceler yaparak öldürdüler…
Zalim Haccaç, Muaviye Türk soy
kırımı yaptılar! Araplar, Arap olmayanların Müslümanlığını
kabul etmediler. Emeviler, Abbasiler de aynı Mevâlî geleneğini,
devam ettirdiler… Abbasi Halifesi, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e Türkleri
“Mevâli” olarak gördükleri için kızını vermemiştir. Araplar, Tarihin hiçbir
devrinde, Türkler’in İslâm Liderliğini tanımadılar…
2020 Yılı Mart ayında Suidî Müftüsü:
“Türkler Mevâli” dir İslâm’ı temsil edemezler!..”
diye fetva verdi… Araplar’a göre “Mevâli” nin iktidarı da meşru
değildir!..
“Araplar için ağlayıp yas tutan çok
Türk gördüm; fakat Türkler için ağlayan bir tek Arap’a rastlamadım.” Demiştir. Türk’ün Araplar için
ağlaması Araplar tarafından soyu kırılan atalarına ihanettir!...
Bugüne kadar görülen gerçek şudur ki:
Hiçbir Din (Musevilik, Hıristiyanlık, Yahudilik, Müslümanlık) insanlığı
birleştirememiştir!.. Kucaklaştıramamıştır!.. Savaşsız bir dünya ortaya
koyamamıştır. Bilakis Dinler Savaşı olmuş, Müslümanlar, Hırisiyanlar ve
Yahudiler birbirlerini katletmiştir!..
Din insanları barıştırsaydı son gelen din Müslümanlık, Müslümanları
barıştırırdı!..
Dinde, Barış Vardır, Sevinç Vardır,
Mutluluk Vardır, Huzur Vardır!..
Dünyanın tek ülkesinden tek bir lider, tek bir önder ve
büyük bir deha çıkmıştır ki: O, bütün dünyaya örnek olmuş: “Yurtta
barış, dünyada barış!” diyerek insanlığa, huzuru işaret etmiştir! O büyük
dahi Türk’ün Atası ATATÜRK’tür… Öyle bir lidere sahip
olmaklığımız sebebiyle ne kadar gurur duysak azdır!..
O, Türklerin: “Ata” demeye
layık bulduğu bu büyük deha, Din Ulularının dahi yapamadığını yaparak,
ülkesine barışı getirmiştir, Dikkat ediniz! Bütün insanlığa seslenmiş. Ülkesine
sizin gibi düşünmeyenlerle savaşın dememiş; YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ
diyebilen, dünyanın ilk ve tek dehasıdır!..
Emevi Halifesi Muaviye ve Oğlu Yezit’in Uygulamaları:
Arap Emevi Halifesi Muaviye ve Oğlu Yezit Araplar’ın
Pagan Dönemi (Putperestlik) alışkanlıkları devam ettirdiler. Mescit Kürsülerine
çıkıp her Namazda Peygamber, Ali ve Ailesine hakaret ediyorlardı.
Korkusundan kimse ses çıkaramıyordu!.. Pagan
döneminde Mekkeliler: Urfalı bir Arami olan ve Hz.
Muhammet’ten 2500 yıl önce yaşamış, Yahudilerin atası İsrail’in
kök kurucusudur. O dönemindi İslâmiyet yoktu ki Müslüman olsunlar. Putperestti. El ilah (Allah) adında bir puta
tapıyorlardı. Bu aslında “Ay Tanrı” sıydı. Bugün Allah diye inandığımız
şey El İlah olan “Ay Tanrısı”dır.
Hani şu Minarelerin Tepesine konan “Ay Sembolü” var
ya işte o, “Ay Tanrısını” temsil eder!..
Muhammet, çok Tanrılı dinlere son verdi ve Kabe’deki en
kudretli Put olan “Al-İlah’ı” tek tanrı olarak kabul ettirdi… Allah diye
bir yaratıcının olduğu, Muhammed’e ayetlerle bildirilmiş olsa, babasının adı Abdullah
(Allah’ın Kulu) olmazdı!.. (Prof. Dr. Muazzez İlmiye ÇİĞ)
Mısır Firavunlarından Akheneton
da çok tanrılı dinleri kaldırmak istedi; ancak Saray’ın ileri gelen Rahipleri
ve Yobaz Halk tarafından linç edilerek öldürüldü. Bütün Firavunların
ihtişamlı, Muhteşem Mezarları dururken, onun Mezarı dahi olamadı… Bir de
Yahudilerden nefret ediyorsun; fakat kullandığın isimler dahi onların isimleri:
JOZEF (Yusuf); JACKOP (Yakup);
ABRAHAM (İbrahim); ELYESA (İlyas)… uzun bir liste…
Erkeklerde Sünneti çıkaran İbrahim’di;
ama kendisi Sünnetli değildi. Sünnet de: “Ben İbrahim’in Put’una
inanıyorum” demekti…
Biz kimiz? Türk!
Niçin Yahudi ve sadece Türk
Erkekleri Sünnetlidir?
Hani Namaz’a dururken: “Döndüm
Kıbleye” diyorsun ya?.. İşte o, aslında: “Döndüm Kibele’ye!”
demektir!... Namaz da İslâmiyet’ten bin yıllar önce Pagan Dinlerinde,
bereket tanrısı “Kibeleye” dönülerek ayakta (Kıyam) ve diz
çökülerek yapılan ayindir!..
Kıbele, Firikler’in bereket Tanrısı’dır. Cennet’ten gelmiş diye kafanı Mekke’de
içine soktuğun taş, (Hacerü’l Esvet Taşı) Firikler’in Bereket Tanrısı Kibele’nin
Vajinası’dır… (Doğurganlığı) temsil eder!.. Şekline bakarsan,
bunu anlaman zor olmayacaktır!..
Cehennem denilen bir yerin varlığına
inanıyorsun.
Yok öyle bir şey!..
Bu isim bugünkü İsrail
topraklarında bulunan ve tabanından sürekli petrol ve metan gazı çıktı için
sürekli yanan: “Gihimnon-Cehennem” isimli vadinin adıdır. “Azap
Verici” yer anlamına gelir… Sümerler Döneminde, ağır suç işlemiş
olanları oraya atıp yakarlarmış… Bugün inandığımız dinin tamamı, Sümer,
Mısır, Yunan Mitolojilerinden kopyalanmıştır… Merak edip araştırılırsa,
bütün gerçekler gün yüzüne çıkar; fakat insan araştırma zahmetine
katlanmaz!..
Sen, gerçekler yerine bağnazlığı,
yobazlığı tercih ediyorsan, beni ilgilendirmez; ancak inancın başkalarının
haklarına, özgürlüklerine, yaşamına müdahale etmemelidir. Tebliğe kalkmamalı, telkin, baskı ve
zorlamalar yapmamalısın. Yoksa kimse senin dinine karışmaz!..
İster İneğe tap, ister kediye,
domuza; veya git Camiye, Mescide sabahlara kadar DUANI YAP; ancak ibadetinden
döndüğünde, dinini bana dayatmaya
kalkma!..
Kendin gibi düşünmeyenlerin hayatlarını ve
yaşamlarına saygı duy!..
İyi ve ahlâklı olmanın, mevcut din kitaplarıyla da bir alakası ve ilgisi
olmadığını idrak et!
Allah’a inanmayan ve resmî olarak
dinsiz ülkelerde de hayat
en iyi şekilde sürmektedir: Meselâ:
İsveç, Çek Cumhuriyeti, Birleşik
Krallık (İngiltere,
İskoç, Galler ve Kuzey İrlanda) yani Büyük Biritanya, Küba, Çin,
Kuzey Kore, Vietnam bunlardandır. Nasıl hayat yaşadıklarını görsel basın ve
yazılı yayınlardan takip edebiliyoruz.
Osmanlıda: Arap Kültürü ve Arap
Emevi Halifesi Muaviye’nin ve Oğlu Yezit’ın Pagan Dönemi Alışkanlıkları,
“Muhammed’in Müslümanlığı” ile bağdaşmayan din anlayışı ve kültürü Türk
Milletine Dayatılmıştır. Yesevi, Hacı Bektaşî Veli, Hacı Bayram Veli, Taptık
Emre, Yunus Emre’nin “İslâm Anlayışı” anlayışı unutturulmuştur.
İslâm’da Şam Valisi Muaviye’ye
gelinceye kadar “Halifelik” ismi yoktur! Emir’ül Müminin “Müminleri Emiri” unvanı
vardır. “Halifelik” unvanını Muaviye’nin, kendisi zorla
almıştır… Muaviye bütün ulemayı toplar ve:
“Ben kendimi: (Halife) ilan
etmek istiyorum.” Ne dersiniz, diye
sorar.
Ulema: “Olabilirsin!” derler.
Muaviye: Halk ile münasebetim ne olacak? Diye
sorar.
Ulemâ: Onlara istediğinizi yapabilirsiniz.
İstenseniz yüz kişiyi vezir yapar, isterseniz, yüz kişinin kellesini
alabilirsiniz…” derler.
Muaviye: Peki hiçbir sorumluluğum olmayacak
mı?
Ulema: Hayır! Hiçbir sorumluluğunuz yok!..
Muaviye: Peki Allah ile aramdaki mesafe ne
olacak?
Ulemâ: Bu dünyada hiçbir sorumluluğunuz
yok!.. Yalnız, öbür dünyaya karışmayız!.. Orda da hesabın, Allah ile senin
aranda olacak!.. Derler… İşte “Halifelik” ülkeye girdikten sonra,
bizi yönetenlerin, yönetimdeki Tek Adam (İtirazsız Biat Kültürü,
Sorgusuz Sualsiz İtaat Kültürü) ve düşünce tarzı budur. Halifeler
kendilerini: Zillulah ı Fil Âlem “Allah’ın yer yüzündeki gölgesi” kabul
ederler. Halk onların sadece tebasıdır (kölesidir.). Gel dersin, gelir. Git
dersin, gider anlayışı…
“Ben ki sultanü’s-selâtin ve
burhanü’l havakin tâc-bahş ı hüsrevan-ırû-yı zemin zillullahi fi’l arzin…”
Osmanlı Padişahı Kanuni
Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı Birinci Fransuva'ya gönderdiği bu durumu
en keskin bir şekilde anlatan mektubu, bugün hâlâ Fransa Millî
Kütüphanesinde saklanmaktadır. Kanûnî Sultan Süleyman bu
mektupta:
"Ben
ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç giydiren, Allah'ın
yeryüzündeki gölgesi ve atalarımın fethettiği Akdeniz'in, Karadeniz'in,
Rumeli'nin, Anadolu'nun, Karaman'ın, Rum'un, Dulkadiroğluları Vilayetinin,
Diyarbakır'ın, Kürdistan'ın, Azerbaycan'ın, Acem'in, Şam'ın, Halep'in,
Mısır'ın, Mekke'nin, Medine'nin, Kudüs'ün, bütün Arap memleketlerinin, Yemen'in
ve daha nice ülkelerin ki, büyük atalarımın Allah kabirlerini nurlu etsin karşı
konulmaz kuvvetleriyle fethettikleri ve benim muhteşemliğimle de ateş saçan
mızrağımın ve zafer getiren kılıcımın gücüyle fethettiğim nice memleketlerin sultanı
ve padişahı olan Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sulan Süleyman
Han'ım.
Sen ki, Fransa
vilayetinin kralı olan, Fransuva’sın!..”
HAK, HUKUK, ADALET, EŞİTLİK yok!
EZİCİ bir GÜÇ var!
İşte, Hz. Muhammed’in kayın biladeri ve İslâm’ın Emirleri:
Ömer ve Osman dönemlerinde de Şam Valisi olan Muaviye’den
sonra yerine geçen oğlu Yezit’in: Halifeliğini kabul etmeyen
Müslümanlara ZORLA ve ayaklarını öptürterek:
“Yezit’in, kulu ve kölesi olarak
biat ederim!” dedirtilerek, Yezit’in
ayakları öptürülür…” Bu tür biata itiraz, edip ayak öpmeyenleri,
hemen orada öldürüldüler.
Peygamber’in ölümünden hemen sonra, başlayan Müslümanlar arasındaki ikilik hiç
bitmedi. Bugün de bu durum aynı hızla devam etmektedir! Tek Atatürk insanı ve
insanlığı barıştırmıştır. Rum, Ermeni, Slav, Arap, Süryani, Türk, Laz,
Çerkez, Türk alt kimliklerini Tük Vatandaşlığında birleştirerek Dünya
Literatürüne girmiş UNESCO tarafından Barış Elçisi 1963 ve 1981
yıllarını ATATÜRK YILI “Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri” ilan etmiştir!..
Peygamberin Medine ölümü çabuk yayıldı… Ömer bin Hattap:
“Muhammet ölmedi!.. Öldü diyenin kafasını kılıçla uçururum!” Ebubekir ona: “Her canlı ölümü tadacaktır!.. Sen
ne yapıyorsun dedi. Peygamber ölmüştür!” diyerek Ömer’i ikna etti. Bütün
Müslümanların aklı başından gitti. Çoğu, Müslümanlar dinden sapıp eski
dinlerine döndüler.
Peygamberin kızı Fatma eşi Ali ile Osman ve Ebubekir arasında
büyük tartışmalar yaşandı. Ali, İslâm’ın Emiri seçilen Ebubekir’e
altı ay biat etmedi!.. İslâm’ın bu üç Emiri de sırası ile kendi
devirlerinde yine Müslümanlar tarafından suikastla öldürüldüler.
Halk tarafından İslâm’ın Meşru Emiri seçilen Ali’nin döneminde: Cebel ve Sittin Savaşları, onun
ölümünden sonra da Müslümanlar arasında Halife Yezit Döneminde
iktidarını sağlamlaştırmak için yapılan Hz. Hüseyin ile birlikte olan
yetmiş (70) kişilik kafilesini katlettiler. Mekke ve Medine mancınıkların
alev gülleleri ve taş topları ile yakılıp yıkılıp harap edildi. Arkasından Harre
Savaşı ile Muhalif ın tamamına yakını kılıçtan geçirilip öldürüldü, Sahabilerin
Peygamber Ailesi, Torunları ve Sahabi Ailesine üç (3) gün boyunca tecavüz
yapıldı. Irzlarına geçildi. Sonrasında doğan çocuklara “Evladül Harre (Harre
Evlatları)” adını yine bunlar verdi. Böylece Müslümanlar iyice bölündüler.
Peygamber döneminde olmayan
Alevîlik ve Sunnîlik de o zaman doğdu!.. Hariciye o dönemlerde doğdu.
Sahabilerin, Peygamber Eşi Ayşe, Hz. Ali ve Peygamberin Kayınbiraderi
Muaviye Savaşları o zaman başladı. Yüz binlerce Müslüman Makam ve Mevki için,
“Halifelik”, “İktidar”, “Gücü Ele Geçirme” için katledildiler… Allah,
Kitap, Peygamber, Din, Müslümanlık, İslâm, “İNSAN MUTLULUĞU”, “BARIŞ”
nerede?..
1603 yılına gelindiğinde, Osmanlı
Topraklarında Ehlibeyt Türk Tekkeleri, yasaklanır!.. “Türk ve Türklük” düşmanlığı,
büyük bir hız alır… Bunların yerine Halidî Nakşî Kürdî Tekkeler kurulur.
1797-1802 yılları arasında Paris’te daimi
elçiliğimizi yapan Moralı Seyyid Ali Efendi uygunsuz hareketlerde
bulunan Çuhadır Ahmet’e:
“Türk-ü sutür!..” yani “Hayvan Türk!..”
yakıştırması yapıyor.
Tokatlı Aşık Nuri, Türk’ü hayvana benzeterek, şöyle
diyor:
“Türk’ün dilberidir gayetle inat.
Şehir dili bilmez, lisanı kubat.
Kelâmında eder, Türklüğün
isbat.
Hayvan gibi gözün diker samana!..”
1913 tarihli “Mecmua-i Ebuzziya”
dergisinin 94. sayısında:
“Bizim Türklüğümüz Sembolizm'den
başka bir şey değildir... Türk falan değil, sadece Müslümanız!..” deniliyor.
Dindar; fakat "Millî Şuur
Yoksunu" nesiller yetiştirmeye girişenler gibi Prof. Ahmed Naim 1913
yılında yazdığı, “İslâm'da Dava-i Kavmiye” adlı kitabında:
"Türk’e karşı savaş
açıp, Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine hiç lüzum ve ihtiyaç
yoktur!.. Gerekli olan Şeriatı öğrenmektir!” diyor...
1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık
yapan ve adına vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi, Türk’e Türklük
benliğini vermek isteyenlere: “Soysuzlar!..” yakıştırmasında
bulunuyor. Dahası, tiksintiyle söz ettiği Türklüğünden istifa
ediyor:
“Yalnız Müslüman ve insan olarak kalmak üzere,
Türklükten, Şeref ve izzetimle istifa, ediyorum… Allah’ın huzurunda.
(...) Tövbe Yarabbi tövbe Türklüğüme... Beni Türk Milletinden addetme!..” diyordu.
Halk: "Biz Türk değil
miyiz?.." deyince de hemen, ‘Estağfurullah!..' diye karşılık
verdiler.
Türklüğü kabul etmiyorlardı...
Halbuki biz Türk'tük. Bu ordu
Türk Ordusu'ydu. Türklük için savaşıyorduk...
Asırlarca süren maceralardan sonra
son sığınağımız; ancak bu Türklük olabilirdi; fakat ne çare ki bu:
“Biz Türk değil miyiz?” diye sorunca “Estağfurullah!..”
diye cevap verenlerin, görünüşe göre “Türk!” demek: "Kızılbaş"
demekti. "Kızılbaşlık" yakıştırması da Yavuz Sultan Selim
tarafından Alevî Bektaşî Türkmenler'e ve Yeniçeri Ocağı Askerleri için
uydurulmuş, yakıştırılmış bir kavramdı…
Falih Rıfkı Atay “Vatan” ve “Millet”siz
büyümenin ne demek olduğunu, "Dr.Ahsen BATUR" kitabına da
aldığı: “Batış Yılları” nda şöyle anlatıyor:
“Kendime ilk defa ne zaman
'Türk!' dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda "Türk:
Kaba ve yabani" demekti.
İslâm Ümmetinden ve Osmanlı
Milletinden idik.
İlmihallerde baş dersimiz “Din ile Milliyetin” bir olduğunu
öğrenmekti.
“Vatan” sözü yasaktı!.. “Vatan”
sözünü, ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde, kitapta
gördüm. Kulağımla; ancak Meşrutiyet’te duydum. Bizler:
Padişah’ın kulları idik.
(Allah varken İnsana kul
olmuştuk!.. Kula kulluk ediyorduk!..)
Okul çıkışlarında her akşam sıraya
girer:
“Padişahım çok yaşa!..” diye bağırırdık.
Okullarda da: Arab’a (Kavm i
necip), Arnavut’a, Arnavut; Rum’a, Rum (Romalı); …vb. denir; fakat
kendimize gelince Türk’e, Türk; "Türküz" diyemeyip
"Osmanlıyız" dedirttirilirdik…”
Dr. Ahsen BATUR: Mehmet Âkif ERSOY’u da “Din
ile Milliyetin bir olduğunu savunanlar” arasında sayıyor:
“İstiklal Marşı gibi muazzam bir şiiri yazan Âkif’e
elbette şükran borçluyuz; ama onun da gerek o zamanki ve gerek günümüzdeki bazı
doğmatik fikirli Müslümanlar gibi etnik mensubiyetle ırkçılığı aynı şey kabul
etmeleri, insanın milliyetine vurgu yapmakla İslâm’a aykırı bir şey yaptığını
düşünmeleridir. Bu düşünce iledir ki Âkif, aynen şu beyitleri
yazmıştır:
"Hani milliyetin İslâm
idi?... Kavmiyyet ne?
Sarılıp sımsıkı dursaydın a,
milliyetine,
Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta
yeri?
Küfr olur başka değil... Kavmini
sürmek ileri...”
Âkif’in:
“En büyük düşmanıdır ruh-u nebi
tefrikanın;
Adı batsın, onu İslâm’a sokan
kaltabanın!..”
diyerek hedef aldığı Ziya Gökalp ise Türk’ün:
“Vallahi Türk değilim!..” demeye itildiği günleri şöyle tarif
ediyor:
“Bu milletin, yakın zamana kadar
kendisine mahsus bir adı yoktu! Tanzimatçılar ona:
“Sen yalnız Osmanlısın.
Sakın başka milletlere bakarak, sen de millî bir adı isteme!.. Millî bir ad
istediğin dakikada, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasına sebep olursun!..” demişlerdi.
Zavallı Türk, vatanımı
kaybederim korkusu ile:
“Vallahi Türk değilim!..
Osmanlılıktan başka hiçbir içtimai zümreye mensup değilim!..” demeye mecbur
edilmişti.
***
Mehmet Âkif'in savunduğu: "İslâm
Birliği" fikri “Kurtuluş Savaşı” ile başlayan ihaneti
görünce, değişti!..
İstiklâl Marşı'nın mısralarımı yazarak da
fikirlerinin değiştiğini ispatlayıp belgelendirerek bize gösterdi:
“Kahraman Ordumuza!..” diyordu…
2.Kıta:
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı
hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra
helâl...
Hakkıdır, Hak'ka tapan, milletimin istiklâl!
…10. Kıta:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey
şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi
helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın
hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Diye haykırıyordu; çünkü "Ümmet"
diyenlerin hepsi Türk'e, Osmanlı İmparatorluk Türkiyesine düşman
oldular. Düşmanlarla iş birliği yaptılar.
Osmanlıya baş kaldırıp isyan ederek,
bağımsız devletler haline geldiler...
Âkif’in zaten İstanbul Hükümetinden
gizlice kaçarak "Kuvayı Milliye" ye katılması bu sebeptendi...
Türk’e bütün bu hakaretleri
sıralayanlar Selçuklu ve Osmanlı Sarayları’nda el üstünde tutulur, en
itibarlı mevkilere onlar getirilirdi. Türk devletine yön tayin edecek
mevkilere yükseltilirken, bu milletin evlatlarının “Konumu"nu da
şöyle özetliyor Piriştineli (Pirizren) Şair Mesihî (1470-1512):
“Mesihi gökten insen, sana yer
yok!..
Yürü; var gel ya Arap'tan ya
Acem'den!”
Babinger’den yaptığı alıntıda, II. Mehmed’in,
Acem sanarak Yedikule’de Tekke olarak kullanması için bir Rum
Kilisesi armağan ettiği, Tokatlı, Le’ali’nin, Acem olmayıp Türk
olduğunu öğrendiğinde, Manastır'ı geri alıp maaşını da kestiğini
anlatır…
2. Selim (Sarı Selim, Sarhoş Selim) ’in de Şehzade 3. Murat’ın
yanına verdiği iki gencin, Türk olduklarını öğrenince, işten çıkarttığını
aktarır.
Dr. Ahsen BATUR kitabında:
Kanunî Sultan Süleyman’ın son dönemlerine kadar, Türk
olanlara, “Devlet Kademelerinde” görev verilmediğini de
hatırlatıyor...
22
Mayıs 1487, II. Beyazıt ile başlayıp, oğlu Yavuz Sultan Selim ve onun oğlu Kanunî
Sultan Süleyman ve oğlu Sarı Selim, III. Murat,
III. Mehmet ile devam eden:
Devlet
ve Saray Yönetimini Türksüzleştirme... Mustafa Kemal ATATÜRK dönemiyle son
bulmuştur!..
Dr. Ahsen BATUR’un kitabında altını çizdiği önemli
ayrıntılardan biri de Osmanlıya Diplomat, Yönetici ve Bürokrat yetiştirmek
için kurulan Enderun Mektebi’ne:
Rum, Ermeni, Bulgar, Hırvat, Boşnak vs. alınırken bu “Enderun
Akademisi” nin kapısı, Türkler’e kapatılmıştır.
Devletin asli sahipleri bir anlamda
“cehalete” mahkûm edilmiştir...
Türkler’e sadece:
“Savaşta ölmeye yarar!.. Korkusuz
çeri; gözü pek asker”,
gözüyle bakılmasıdır...
Osmanlı
münevverlerinin Babıali'de “Türk” sözünü Arap aksanıyla ifade
ederek “Terk” diye yazdıklarını unutulmamalıdır. (“Terk” sözcüğünün çoğulu Arapçada “Etrâk”
demekti ve Türkler'e, “İdrâkı biidrak”; anlayışsız Türkler diyorlardı!)
Dr.
Ahsen BATUR’un Ahmet Vefik Paşa’dan aktardığı şu anekdot “Kimliği” sürgün
edilen bir milletin, acıklı halini anlamaya, anlatmaya yetiyor:
“Ahmet
Vefik Paşa, Bursa Valisi iken (1880) ilçeleri teftişe çıkıyor. Paşa,
uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor: Aldığı
cevaplar konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü, … vb. olduklarını
gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek istemeyen bir ihtiyara:
“Hangi
milletten” olduğunu ısrarla söyletmek
isteyince, o, bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle: “Ben
Türk’üm efendim!” diyor.
Bunun
üzerine Paşa:
“Niçin
sıkılıyor, saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mi? Bak, ben de Türküm!..” diyor.
O titrek ihtiyar birden canlanarak:
“Sahi
sen de Türk müsün? Demek Türk’ten Paşa da olurmuş
ha?..” diye sevinç ve hayretle karşılık veriyor!
Dr. Ahsen BATUR’un: “Türk Sözünün
Hazin Serüveni” adıyla yazdığı kitabında
“1200 Yıllık Sürgün”, Göktürk Devleti’nin yıkılmasından Jön Türkler’in ortaya
çıkışına kadar geçen sürede yaşanan: “Etnik hafıza kaybı” nı anlatıyor?
Dr.
Ahsen BATUR’un: “Türk’ün öcü gibi telakki edilmesini sağladılar!.." dediği
tarihçiler, şairler, gazeteciler ve “öz yurdunda” Türk’e reva görülen
hakaretler:
İbni
Bibi, Türkler’den:
“Cahil
Türkler”, “Müfsid -Türkmenler”, “Çarıklı Türkmenler” diye
bahsediyor.
Kerimüddin
Mahmud Aksaraylı Türkleri:
“Gözün
karalığından daha kara olan Türk...”, “Türklerin, Osmanlı İmparatorluk
Türkiyesi, parça parça bölünerek batırılmıştır. O dinsiz zümrenin...”, “Mel’un
Türkler” ifadeleriyle anıyor…
Amasyalı
Hüseyin b. Ali Fatih: “Tariku’l Edep” adlı çalışmasında:
“Türk” ve “Türkmen”
i iki ayrı etnik grup gibi gösterip, bölüyor.
Şair
Baki:
“Türk
ehlinin ey, hace; biraz başı kabadır!” diye hakaret ediyor.
Nef’i:
“Türk’e
Hak, çeşmi irfanı haram etmiştir!..” diye aşağılıyor.
Türkleri
“Çoban köpeği” ne benzeten tarihçi Mustafa Naima Efendi ayrıca:
“Nadan Türk, idraksiz Türk, çirkin suratlı
Türk, mel’un Türk” olarak niteliyor.
Gelibolulu
Mustafa Ali, Mevaidü’n Nefais’te:
“Anadolu,
Karaman ve Rum Ülkesi adlarını alan Pasaklılar
halkı elbette kır adamıdırlar. "Bunlar: Aralarında güzel ve
sevimli olanı, az görünen, çeşit biçimde çirkin kimselerdir.!.” diyor.
“Etrak-ı
Bîidrak” lafının mucidi Hoca Sadettin:
“Hilebaz
Türk”, “Akılsız Türk”, “Aptal Türk”, “Kudurmuş Kurt”, “Aşağılık
Türediler”, “Sırtlan”, “Anlayışsız Kaltaban”, "Soyu
kuruyasıca..." diye nefret kusuyor.
“Baban
da olsa Türk’ü öldür!..” diyen Kadimî mahlaslı, Hafız
Hamdi Çelebi, Hz. Muhammed’in:
“Türk’ü
öldürün kanı helaldir!..” dediği iftirasını yayıyor.
1912’de
Sebilürreşat Dergisinde çıkan bir yazıda “Türk” kelimesinin
kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılıyor.
***
Türk Tarihi Boyunca Türklüğünü
Söylemekten Korkmayan Hükümdarlardan Bazıları:
“Ben Türk’üm!” diyebilen üç devlet ve yedi hükümdar
belgeleyebilmiş…
Dr. Ahsen BATURO üç devletten biri:
1) Göktürkler,
2) Devlet-i Türkî
(Mısır-Kölemenleri)
3) Mustafa Kemal’in kurduğu: Türkiye
Cumhuriyeti.
Göktürklerin yıkılışından (552-772) Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuna (29 Ekim 1923) kadar geçen 1200 yıllık “Sürgün”
sırasında Türklüğünü inkâr etmemiş o “Hükümdar”lara gelince; “Bi’dat
(Hurafeler karıştırmadığı için) tanımadıkları için Tanrı bugün Türkleri
yüceltmiştir.
Selçuklu Sultanı Alparslan:
“Türklerin idarecileri, katipleri ve
memurları hep Horasanlı olmalıdır ki, Türklerin işleri bozulmasın...” diyor.
Harezmşah Muhammed:
Kendisine elçi olarak gelen Şeyhin
okuduğu hadisi dinledikten sonra:
“Ben Türk’üm ve Arapçayı az
bilirim!..” diyor.
"Ben ki Turan Kavminin
Hükümdarı, Türkistan’in Emiri, Türk oğlu Türk Timur Han:
Gökyüzü üstümüze çökse, biz onu kılıçlarımızın
ucunda mavi atlastan bir çadır gibi tutarız. Yer yarılsa biz onu baltalarımızla
kaldırırız!..”
Babür:
Bir Türk Alfabesi
hazırlayınca: (Dil elden gidiyor, diyen Nakşibendilerin gazabına uğruyor.)
Padişah Genç Osman:
Türk âlimlerinin yetiştirdiği
idealist bir “Türkçü” olduğu için öldürülüyor.
II. Abdülhamid:
Türkçe bilmeyen Tunuslu Hayreddin
Paşa’ya:
“Paşa paşa ben Türküm ve Türk
kalacağım!..” diyor.
Türkistan topraklarında yaşayan Özbek,
Nogay, Tuva, Başkurt, Altay, Tatar, Kazak, Kırgız, Tacik, Kaşgar, Gürcü,
Uygur, ...vb. hepsi bir gövdenin dallarıdır. Aynı soydan aynı kandan ve
aynı atadandır. İçimizde fitne barındırmadan kucaklaşıp bir ve beraber
olmalıyız.
Buhara Emiri Said Halim Han: Özbeklerin Mangıt
boyundanım ve gerçek Türküm...” diyor.
Mustafa Kemal de, Osmanlının son kuşağındandı.
Türk'ün, Osmanlı iktidarı tarafından nasıl aşağılandığını yaşadı.
Mustafa Kemâl Atatürk'e göre: Türk: Yıldırımdır, kasırgadır ve dünyayı
aydınlatan güneştir...
“Benim en büyük övüncüm Türk olarak
doğmaklığımdır!”
Dedi.
Ne mutlu Türk’üm diyene!
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki
asil kanda mevcuttur!..” Dedi.
Tarih: 23 Mayıs 1928. TBMM, 1312
sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'nu kabul etti. Böylece asırlardır hor
görülen Türk, Türklük ve yurttaşlık payesiyle onurlandırıldı... Osmanlı
ile Cumhuriyet farkı buydu…
“Türk”, Osmanlıda olduğu gibi aşağılanan,
horlanan değildi. Zamanın ruhu değişmişti: Türk; uluydu, yüceydi…
Atatürk başarmıştı!..
Ey, Türk! Adına ve itibarına
sahip çık!
Peygamberimiz ‘in
de bildirdiğine göre:
"Türk dilini öğreniniz; çünkü
onların, kıyamete yakın zamanda, iktidara sahip olarak, uzun bir egemenlikleri
olacak ve bunu, onların elinden kimse alamayacak!
Türkler size dokunmadıkça siz de
onlara dokunmayın!" (Ebu
Davud, Melahim, 8 (4302).
"Tanrı Tealâ buyuruyor ki:
Benim, Türk adını verdiğim ve
maşrıkta iskân ettiğim, birtakım askerlerim vardır ki, hangi kavme karşı gazaba
gelecek olursam, Türkleri o kavmin üzerine gönderirim."
"Atilâ: Tanrının kırbacı!.. Kim
ki adalet yolundan ayrılırsa, Tanrı onu cezalandırmak için Türkler'i
gönderirdi!..
Ceza Gadron"
(Peygamber), kıyamet alametlerini,
ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği
sırada:
"Türk dilini öğreniniz; çünkü
onlar için uzun sürecek egemenlik vardır!.." buyurmuştu. Bu söz doğru ise
sorguları kendilerinin üzerine olsun... Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş
olur. Bu söz, doğru değil ise de akıl ve mantık bunu emreder...
Tanrı, Türk burçlarını yükseltmiş ve
gökyüzünü, Türklerin mülkleri üzerinde döndürmüştür. Tanrı onlara Türk
adını vermiş ve yeryüzüne hâkim kılmış ve yer yüzünün hakanlarını onlardan
çıkartmıştır. Dünya uluslarının dizginlerini Türklerin eline vermiş ve herkese
üstün kılmıştır. Onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her
dileklerine ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. (Kaşgarlı Mahmut)
Türkler'e hedef olmaktan
korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini
dinletebilmek, gönüllerini alabilmek için de Türk'ün Dilli Türkçe ile
konuşmaktır…
Yavuz: “Bu dünya bir Türk’e dar!..”
Atatürk: Büyük Türk Milleti!
On beş yıldan beri giriştiğimiz
işlerde, muaffakiyet vadeden birçok sözlerimi işittin! Bahtiyarım ki bu
sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak, bir
isabetsizliğe uğramadım… Bugün aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî
ülküye, tam bir bütünlükte yürümekte olan, Türk Milletinin, büyük millet
olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır!..M.K.Atatürk
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN ve YÜCELTSİN!..
KURANDAKİ ÇELİŞKİLİ AYETLER:
Önemli Not: Bu yazılanları okumadan önce at gözlüklerinizi çıkarmanız ve objektif bir bakış açısına sahip olmanız önemle rica olunur.
Çelişki
1
Ta-Ha
118-119: Cennette, acıkmak ve susamak yoktur!..
Yasin
57;
Zuhruf 73: Orada çeşitli meyveler vardır!...
Vakıa21:
Cennet ehlinin canlarının isütediği kuş etleri vardır!..
Nebe 32: Bahçeler ve üzüm bağları vardır!..
Çelişki 2
Bakara/256:
Dinde zorlama yoktur!.. Dedikten sonra:
(Bir
insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmektir, bir insanı kurtarmaksa bütün
insanlığı kurtarmaktır!..)
Tevbe/5:
Müşrikleri, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün.
Gördüğünüz üzere Allah, hem dinde zorlama olmadığını, herkesin inanmak konusunda özgür olduğunu hem de inanmayanları, bulduğumuz yerde öldürmemizi emrediyor. (Sizce bu mümkün mü?)
Çelişki
3
Yunus/99:
''Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları
inanmaya sen mi zorlayacaksın?"
Tevbe/29:
"Kendilerine kitap verilenlerden Allaha ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın
ve resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen
kimselerle elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın."
Yunus
Suresinde: Gayrimüslümlerin inanmaya zorlanmaması, emrediliyor. Tevbe suresinde
ise yine inanmayanlarla savaşılması gerektiği emrediliyor.
Çelişki 4
Ariyat/56:
''Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.''
Araf/179: ''Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için
yaratmışızdır.''
Allah da çok kararsız gözüküyor değil mi? Ayrıca siz kimsiniz? Allah bir şeyi
yaratmak için başka bir arkadaşına mı ihtiyaç duyuyor yoksa?
Çelişki 5
Bakara/256:
'Dinde zorlama yoktur...'
Nisa/89:
'Onlar sizin kendileri gibi kafir ve böylece eş olmanızı isterler. Allah
yolunda göç etmedikçe, onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yüz
çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün...'
Tevbe/5:
'Hürmetli aylar çıkınca Allah'a eş koşanları nerede bulursanız öldürün.
Yakalayıp hapsedin. Gelip geçecekleri bütün yolları tutun. Fakat tövbe ederler,
namaz kılarlar ve zekât verirlerse onların peşini bırakın...'
Enfal/65:
'Ey peygamber inanları savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı
yirmi kişi bulunursa onların iki yüzüne galip gelir. Ve eğer sizden yüz kişi
olursa, kafirlerin binini yener. Çünkü onlar hiçbir şeyden anlamaz
güruhturlar.'
Enfal/66:
'Şimdi
Allah yükünüzü hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir zaaf var. Artık sizden
sabırlı ve metanetli yüz kişi olursa iki yüzünü yenerler. Eğer sizden bin kişi
olursa, Allah’ın izniyle iki bine galebe çalarlar. Allah sabır ve sebat
edenlerle beraberdir.' Yorumsuz…
Çelişki 6
Araf/7:54.
Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ
eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı
ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki,
yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
Yunus/10:3.
Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa
istiva eden Allah'dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O
Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!
Hud/11:7. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi
imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde
yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): "Ölümden sonra muhakkak
diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar derhal "Bu, açık bir büyüden
başka bir şey değildir" derler.
Furkan/25:
59.
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ
eden (ona hükmeden) Rahmân'dır. Bunu bir bilene sor.
Yukarıdaki
ayetlerin tümünde, yer ve göğün altı günde yaratıldığı söyleniyor. Halbuki,
aşağıdaki ayetlerde ise, yer ve göğün sekiz günde yaratıldığı anlaşılıyor ki,
bu ayetlerle yukarıdaki ayetler bir çelişki içindedir.
Fussilet/41:9.
De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı
koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.
Fussilet/41:10.
O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam
dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.
Fussilet/41:12.
Böylece onları, iki, yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti ve biz,
yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın
takdiridir.
Yer
(2 Gün)+Gıdalar(4 Gün)+Gökler(2 Gün) = 8 gün
Düşünürseniz, tamamen çelişkiler ile dolu olup Kuran’da daha birçok ayet çelişkiler içerir; ama şimdilik bunlar yeterli diye düşünüyorum.
KAYNAKLAR:
Dr. Ahsen BATUR’un: “Türk Sözünün Hazin
Serüveni” Araştırma İnceleme
https://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/17.php
https://dergipark.org.tr/tr/pub/matbuat/issue/50654/658037
https://en.rattibha.com/thread/1257029200705445891
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kerbel%C3%A2_Olay%C4%B1
https://İslâmansiklopedisi.org.tr/cemel-vakasi
https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/İslâm-tarihinin-siyasi-kirilma-noktasi-kerbela/1258861#:~:text=Irak'%C4%B1n%20Kufe%20kenti%20yak%C4%B1nlar%C4%B1ndaki,bir%20ac%C4%B1%20olarak%20yer%20ald%C4%B1.
(Taberî,
III, 355; Belyaev, s. 166; Cemîl Abdullah el-Mısrî, s. 495-497).
https://İslâmansiklopedisi.org.tr/harre-savasi
https://www.caferider.com.tr/muaviye-oglu-yezid-in-harre-katliami_h13011.html
https://www.caferider.com.tr/muaviye-oglu-yezid-in-harre-katliami_h13011.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eik%C3%A2yetn%C3%A2me
https://forum.memurlar.net/konu/994598/
https://www.cnnturk.com/turkiye/anayasanin-ilk-dort-maddesi-nedir-ilk-dort-maddede-neler-yaziyor-1708046
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder