23 Mayıs 2025 Cuma

“TÜRK İNSANI ve TÜRK SÖZÜ” NÜN ACI SERÜVENİ: Abdulllah Çağrı ELGÜN

“TÜRK İNSANI ve TÜRK SÖZÜ” NÜN ACI SERÜVENİ:

Abdulllah Çağrı ELGÜN

II Murat, ile başlayıp oğlu II. Mehmet (Fatih) İstanbul’un Alınıp Vezirazam Çandarlı
Halil Paşa’nın İdam edilmesiyle başlayıp, özellikle de II. Beyazıt’ın oğlu Yavuz Sultan Selim döneminden başlayarak “Kızılbaş” ilan edilen Türkler, bugün de Devletteki makam ve mevkilerden arındırılıp, Devlet yönetimi Türksüzleştirilir...  Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 2002 Seçimlerinde 369 Milletvekilinden sadece yirmisinin (20) Türk olduğunu söylüyordu!..

Türkler’in, ilk 250 yılı geride bırakıldıktan sonra, Osmanlının 350 yılı da Türkler’e yaptığı zulüm ile geçer... Yani Toplamda 600 yıl boyunca Türk ve Türk sözü horlanarak, ezilerek, aşağılanarak Cumhuriyet Türkiyesi’ne kadar gelinmiştir…

 

İşte burada “Türk İnsanı ve Türk Sözü” nün Acı Serüveni Anlatacağız:

Şah İsmâil, "Şah" Unvanından başka, Sahip Kıran, Afrasiyap, Cihan Arayı Şah İsmail Sefavî, Ebul Muzaffer Şah İsmail Bahadır Han" unvanlarını alır.

24 Nisan 1512- 1520 yılları arasındaki 9. Osmanlı Hükümdarı olarak tahta geçen Yavuz Sultan Selim: Memluklülerin elinden Halifeliği aldı. Hadimü’l Harameyin (İslâm'ın Koruyucusu) sıfatını yüklendi... Babası II. Beyazıt’tan aldığı: 2,375.000 km2 toprağı sekiz yılda 6.557.000.km2’ye çıkarmıştır!.. Oğlu Süleyman ise kırk altı (46) yıllık saltanatında 19.902.000’ye çıkarmış Afrika ülkeleriyle birlikte bu rakamın: 24.000.000.km2 olduğu belirtilmektedir…

Sunnî Bektaşiliği Devlet Politikası haline getirdi. İlim adamlarını ve sanatçıları yanına aldı.

Memlüklülerin elinden Abbasi Halifeliğinin (1517) alınmasıyla, Araplar, Türk Halifeye biat etmek istemezler.

Arapların da kabul edeceği, bir orta yol bulunur.  Bu yol Mısır’dan ve Arap ülkelerinden seçilen iki (2) bin civarında ulema Molla, Ebu Suud Efendiler, İstanbul’a davet edilip, getirilir. Para, mal, mülk, araziye boğularak, İstanbul'da, kalıcı olarak yerleşmelerini sağlanır...

 Yavuz Sultan Selim, Osmanlı Türkiyesi’nde ve Türk Halkını, Türk İslâmı'nı terk ederek, Arap'ın, İslâm Anlayışına ve yaşayış biçimine dönüştürmek için anlaşırlar.

Araplar tarafından da destek bulan bu düşünce, hemen hayata geçirilir...

 

Günümüz Türkiye'sinde de az da olsa kabul gördüğü gibi: "Türk ve Türklük"; “Düşman” ilan edilerek, Arap Kültürünü, İslâm Dini ve Müslümanlık zannederek, kabul eden, Emevî Halifesi Muaviye ve oğlu Yezit Döneminin, dinden uzak uygulamaları, Ebu Suud Mollalarının, Din ve Ümmet Anlayışı uygulamaya geçirilir...

“Türk” kelimesi yasaklanır,

“Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen "Kızılbaş" ilan edilir.  Aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir...

Yavuz Sultan Selim (1270-1520), ilk iş olarak:


Şah İsmail’e (Hatâî: 1487-1524; Safavi Devleti Kurucusu ve İlk Hükümdarı; Safevî Tarikatının Lideri) giden önündeki bütün kayaları, taşları temizlemek ister… Bunun için öncelikle Payitah İstanbul’da Boğaz yakasında oturan Yeniçeri Askeri ailelerinin evlerine bir suikast düzenletmiş gece başlayan yangında: Yedi (7) bin Alevî Bektaşî Türkmen’i  aileleriyle birlikte ortadan kaldırıtmış; Sivas'ta kırk (40) bin,  Diyarbakır, Muş, Bingöl, Tunceli, ... vb. yerlerde kimi kaynaklarda 70 bin Alevî Bektaşî Türk'ünü, Kürt İdris i Bitlisî'ye katlettirilmiştir…

(Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşa’nın (1530-1611), Yavuz’un oğlu Kanûnî Sultan Süleyman (1494-1562) “Türk’üm!”, “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı, yüz elli sekiz bindir (158.000).

 

Osmanlının: Enderin Mektebi’nde (Enderun Akademisi) Arap Kültür ve Din anlayışına dayalı olarak: Yedi (7) veya on dört (14) yıl boyunca Müslümanlaştırılarak sıkı bir Mezhepçilik Anlayışıyla beslenirler… (Sırp, Hırvat, Boşnak, Rum, Ermeni) çocuklarından kurulu bu akademilerde; Osmanlı Türk İmparatorluk Sarayı ve Askeri Birliklerle ve Devlet İşlerinin en üst makamlarında görev alarak, Devleti, Sarayı, Orduyu ve Halkı Yönetmeğe başlarlar...

 

1603 yılına gelindiğinde (III. Mehmet 1566-1603; on dokuz “19” kardeşini, büyük oğlu Mahmut’u boğdurarak, annesi ve otuz (30) hizmetçisini denize attırarak öldürtmüştür!)

 

Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır kapatılır. Yerine, Halid-i Nakşi Kürdî Tekkeleri kurulur. Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir,

1839 Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten dahi muaf tutulurlar... Türkler, Saray, Ordu ve Devletteki her tür makam ve memuriyetten temizlenip uzaklaştırılırlar. Artık Sarayı ve Devleti Sırp, Hırvat, Boşnak, Rum,

 

Ermeni Devşirmeleri; Acemin ve Arap Mollaları yönetirler. Asıl teba Türk Halkı bu duruma isyan eder...

O dönemi tam olarak anlatan ve halk arasında yaygın olarak kullanılan şu dörtlük, Osmanlı Devlet Yönetimi hakkında kısa ve öz bilgi verecektir:

“Şalvarı şaltak Osmanlı.

Eğeri kaltak Osmanlı.   

Ekende yok, biçende yok!

Yiyende ortak Osmanlı!..” 

(Yaygaracı, gürültücü, çığırtkan, kavgacı Osmanlı. At, Katır ve eşek sırtına giydirilen ağaç veya metal aksamlı eyer, kürtün, semeri oynak Osmanlı… Ekerken yok, biçerken yok, hasat (ürünü) toplarken yoksun!.. Yemeye gelince, malıma ortak olup bedavadan mala konan, kazanca çöken, ürüne, mala ortak olan Osmanlı)

“Devlet i âli i Osmaniyede

Terfi ve temayüz, ilim ile olmaz!

Ya olacak, kuvvetli iltimas,

Ya olacak madenî has,

Ya da olacak ten ile temas!..”

 

Türklerin askerî ve siyasî gücünü kırmak için Arap Mollaların Fetvalarıyla, sadece Türker’den oluşan "Serdengeçti Birlikleri" oluşturulur. Bunların, ölümüne acınmayacak ve en ön safta savaştırılacak, rütbesiz, sadece Türklerden Kurulu Askeri Birliklerdir. Böylece Türkler, her savaşta kırılır, kırdırılır. Türker’e ganimet bile toplatılmaz…

Ganimeti: Saraylardaki Arap Mollalar, Boşnak, Sırp, Yahudi, Rum, Ermeni ve Devşirme Yeniçeri Ağaları paylaşırlar.

Canından bıkan Türkler, çareyi Kürtleşmekte ararlar. Kendi isimlerini kullanarak çarşıda pazarda gezemez olurlar.

 

İsimler, konuşmalar, Boy, Oymak, Oba adları bile değiştirilir. 

“Hasso, Hamo, Hamido, Selo, Memo, Alo, Gasso” adlarını alırlar…

Kürtleşen bu Boy ve Oymaklar:

Avşar, Bayat, Beğdili, Yıva, Mukri ve Halaçlar'dır…

Bu Türkmenlere “Ekrad Türkmenler” adı verilmiştir.

Araplar Kavm i Necip,

Ermeniler Millet i Sadıka

Rumlar Romalı üstün insanlar olurken, Türkler “Bi idrak Türk (Anlayışsız Türk)” olmaktaydılar. Üstelik bunların hiç biri vergi vermez! Askerlik yapmazken Türk vergilerle boğazına kadar borçlanırken on kimi yerde (10) kimi yerde sekiz (8) yıl askerlik yapmak zorundaydı…

Gayri Müslümler Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Fars, Latin, Slav kökenliler Osmanlıda: Banker; Büyük İş Adamı, Sanayici, Sarraf, Altın, Gümüş, Elmas, Bakır tüccarı olarak o kadar zenginleşirler ki devlet kırız zamanlarında bu tüccarlardan sonradan geri ödemek üzere, borç para istemek durumunda dahi kalabiliyordu…

Bizim askerden dönebilen gariban Türkler de devlette iş alamayacağı için yine bunların yanına sığıntı olarak girer; onların emrinde: “Yamak, İşçi, Azap” olarak çalışırlardı.  Üstelik askere gittiği: Şam’da, Galiçya’da Şıpka Geçidi’nde Fas, Tunus, Cezayir, Filistin, Yemen’de kalır, çoğu kez de buralarda telef olur, ölür dönemezdi! Bu sebeple Halk:

“Abu Yemen’dir

Gülü çemendir,

Giden gelmiyor,

Acep nedendir!..” diye açıklı ve yanık türkülerle kendini avutmak zorunda kalıyordu… İşte Türkler de kimi yerlerde Osmanlının Türk insanına yaptığı baskı ve zorlamalar ve diğer azınlıkları, kendi tebasından (toplumundan) daha üstün tutması sebebiyle askerlik yapmamak, vergi vermemek için Kürtleşmeyi severek kabul etmişlerdir… Yani aslı Türkmen; fakat sonradan Kürtleşen Türkler, “Erkad Türk” olmuşlardır…

İmparatorluğu kuran aslî unsur Türkler dışlanmış, ülke Mezhepçiliğe kurban edilmiştir. Ordu ise sürekli savaş kaybetmektedir.

Yavuz’un oğlu Kanuni Sultan Süleyman ile Eylül, 1683 Viyana Kuşatması ve Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı bütün savaşları kazanan ‘’Türk Orduları’’; sonrasında 250 yılda girdiği bütün savaşları kaybetmiştir.  Üstelik ülkesini ve istiklâlini kurtarmak için, Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi’nin, dünyanın yedi düveli tarafından işgal edilmesinin ardından bir de Kurtuluş Savaşı yapmak zorunda kalmıştır...

1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşı’nı kazanana kadar, Osmanlı girdiği bütün savaşlarda yenilmiştir.

Fatih, döneminde Molla Fahreddin î Acemî’nin, Türk Fazıl Tebrizî ve Öğrencileri Hurifileri, Edirne’de II. Murat Döneminde inşa ettirilen Üç Şerefeli Cami (1437-1447)) önüne büyük halk kalabalıklarını yığarak, odun ateşinde yakmış, Fatih’in gıkı çıkmamıştır!..

İnsanları canlı canlı ateşe verip yakmak Mızrakların ucuna Kuran sayfaları asmak Emevi, Muaviye, Yezit anlayışıdır. Geri kalan Türk Hurifîler de ateşte yakılmamak ve öldürülmemek için kaçarak, Balkanlara göç edip canlarını kurtarırlar…

Oğlu II. Beyazıt'ın Yeniçeri Ocağı Türkmenlerine olan tutumu, Oğlu Yavuz Sultan Selim'in İstanbul'da öldürdüğü yedi (7) bin Türkmen Yeniçeri Ocağı Türkmenleri...

Yavuz'un Doğu vilayetlerini boşaltmak için Kürt İdris i' Bitlisî ‘ye öldürttüğü

70 bin Alevî Bektaşi Türkmen’i, 

"Enderun Mektebin" kurulması ile Türker’in okutulmayarak cahil bırakılması.

Sarayı ve Devleti Enderunlu Devşirme, Gayrimüslimlerin Müslümanlaştırılmış çocuklarının, yönetmesi...

Türk düşmanlığı ve Arapların duyuş, düşünüş ve İslâm Anlayışı ile Osmanlının katı Mezhepçi politikaları

Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin, Ak Şemseddin, Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaşî Veli, Hacı Bayram Velî, Seyit Gazi, Hoca Ahmet Yesevîler'in, İslâm Anlayış ve Felsefesi terk edilerek:

Ebu Suudlar, Arap ve Fars MollalarıEmevi Dönemi, Muaviye ve Oğlu Yezit’in İslâm anlayışına teslim olan Osmanlı İmparatorluk Türkiye’si, Açık Toplumdan Kapalı Topluma dönüştürülerek geri bırakılmış ve parça parça bölünerek batırılmıştır.

Şimdi sıra Atatürk Türkiyesi’ndedir. Atatürk’ün düşünce ve çizgisinden uzaklaşan Türkiye, 2023 Şeyhülislâmlık, Halifelik hedefine Ebu Suud Mollalarının hizmetine koşmaya zorlanıyor...

"Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,

Hiç ibret alınsaydı tarih, tekerrür mü ederdi?.. M.Âkif"

Yüz yıl önce, tamamen bitmiş ve çürümüş bir sistemden kurtulmak için verilmiş, 300 yıla yakın mücadele, sanki hiç yaşanmamış gibi yeniden eskiye dönüş özleniyor.

Hıristiyanlığın ve yabancı ajanların cirit attığı "Şeyh, Şıh, Tarikat, Cemaat" ...vb. Hıristiyanlığın ileri karakolları, MOSSAD, CİA, KGB, …vb., Mareşal Fevzi ÇAKMAK Paşa’nın da dedikleri iş başındadır ve faaliyettedir.

Müslüman mısın? Diye sorulan bir soru üzerine Pîr Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi Türk’üm Elhamdülillah deyince:

Türklüğü ne karıştırıyorsun diyenlere: “Din bir seçimdir; ama Türklük kaderdir!” demiştir.

İşte Türk'ün kaderi, Mustafa Kemal Atatürk ile değişmiştir... Onun ilke ve inkılâplarından ayrılmayarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini ilelebet ve payidar olarak yaşatmak her Türk vatandaşının boynunun borcudur!...

Bu vesileyle Türk’ün İslâm anlayışı: Örfü, adetleri, gelenekleri, giyim tarzı, zevkleri ve hayata bakış tarzı da değişerek Araplaşmıştır…

İlk Halifeler: Emevi Kabilesinden, Ebubekir, Ömer, Osman Zamanlarında da Arapların Puta taptığı dönem âdetleri özellikle de Muaviye ve oğlu Yezit Dönemlerinde de devam ettirilmiş bırakılamamıştır. Batıl olan inanış, adetler ve geleneklerden vazgeçilememiştir. Bu adet, gelenek ve inanışlar da zaman içinde İslâm inancı içine de sokulmuştur! Örneğin:

1.İslâmiyet’te Köle Yoktur! Cariye Sistemi yoktur! Osmanlı Sultanlık, Padişahlık

Dönemlerinde ise bunun devam ettirilmiş olduğu Köle Pazarlarını görebiliriz.  1924 yılında, bu sistem, Atatürk Cumhuriyet ile birlikte kaldırılmıştır.

2.İslâmiyet’te “Kadercilik”, “Kadere İnanmak” maddesi yoktur! Bu inanç insanları pısırıklaştırmakta, suskun, hareketsiz ve atıl duruma getirmektedir. İnsanların olumsuz bir iş olay, durum karşısında susturulması, sessiz kalmasını sağlamak, itiraz ettirmemek, tepki göstermemek; yapılan haksız ve usulsüz uygulamalara şükür ve sabır ile bakılmasını sağlamak için uydurulmuş; akla, mantığa ve bilime, aykırı inanışlardır!..

3.İslâm’da “Cuma” toplantısı da yoktur. Bu, pagan dönemi inancından kalma adetlerdir. İslâm’a sonradan sokulmuştur!.. 

4.İslâm’da “Kurban” etme, kurban kesme inancı da yoktur!.. Bunların hepsi Peygamberden sonra uydurulmuş, Emevîlerin putperestlik dönemi Arap yerleşik adetleridir.

Kurban, Hac Mevsiminde Hacca gelen misafirlerin aç kalmamaları için kesilip ikram edilen hayvanlar iken, sonradan bu bir ibadet gibi İslâm’a dahil edilmiştir. Misafirlerin çorak bölgelerde, aç kalıp perişan olmaması için yapıla gelen, çok eski bir Arap geleneğidir.

 

Atatürk Döneminde Cumhuriyet ile birlikte bu geleneklerin itibardan düştüğü, akla, mantığa, bilime aykırı olan her görüş ve düşünceler reddedilmiştir!..

Başbakan Menderes, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile üretim, Kapalı Pazar Uygulamaları: NATO’ya girip ABD Üsleri ve ABD Marşal Yardımı Türkiye’ye sokulunca, Amerikalılar Türkler’in (Türkiye’nin): Sanayi ve ekonomide ilerleme, her ile, ilçeye fabrika ve işletmeler kurma fikri, tamamen yok edilmiş…  Yerli Malı rafa kaldırılmış. Serbest Pazar Ekonomi modeli ile Avrupa malları Türkiye’ye girerek yerli üretimi tamamen bitirmiştir…

Her geçen gün değeri düşen Türk Lirasıyla, yerli ve millî mallar ve ürünlerin yerine Avrupa’nın daha kaliteli ve sağlam hazır mallarını rüşvet iltimas ve komisyonla, daha ucuza mal etme devri başlamıştır…

Uçak, Silah, Demirçelik, Tank Palet, Barut, Silah Fabrikaları; Şeker Fabrikaları, Tekstil, Birlik Mensucat, Sümer Basma ve Bez Fabrikaları birer birer kapanarak Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Osmanlı Kapitilasyonlar dönemine geriletilmiştir.

Günümüz Türkiyesi’nde İslâm Dinini kullanan siyasetçiler, Dinî Siyaset ile İlmî siyaseti kullanarak; Atatürk sonrasında:

“Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün!..” diyen Türk düşmanı Atatürk Döneminde yargılanıp Türkiye’den kovulmuş (Kürt Said i Nursi’yi) arkasına alan Menderes ile birlikte başlatılan bu uygulama, yavaş yavaş hayata geçirilir. Şeyh Sait’in Nur Risalesi ile ve benzeri öğretileri ezberletilen “Nurcular” Cemaati, “Işık Evleri” oluşur…

Demirel'in İmam Hatip Liselerini gereğinden fazla çoğaltması;

Özal’ın: Tarikat, Cemaat ve Aşiret Liderlerine TBMMeclisinde iftar vermesi ile başlayan "Siyasî İslâmlaşma"; son hızla Recep Tayyip ERDOĞAN’a döneminde yıldızı parlatılarak FETO ve AKP İşbirliğinde yükselebileceği en yüksek mertebeye ulaştırılmıştır.

Siyasî İslâm, Fetthullah Gülen, Recep Tayyip Erdoğan birlikteliğinde yirmi üç (23) yıl boyunca:

TÜRK ve Türklüğü silme, Türk ve Türklüğe düşmanlık,

“Türk’üm! Doğruyum!..” diye başlayan “Millî Andı” okullardan kaldırma!..

Türk adı ve Türkiye adının kullanılmayacağını kürsülerden ilan etme!..

“Türkiye” adını tartışmaya açma,

Anayasadaki ilk dört maddeyi kaldırmak için kampanya başlatma:

 

ANAYASA’NIN İLK DÖRT MADDESİ NEDİR?

I. Devletin Şekli

MADDE: 1- Türkiye Devletinin şekli, Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin Nitelikleri

MADDE: 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Türk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

MADDE: 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.

Başkenti Ankara’dır.

IV. Değiştirilemeyecek Hükümler

MADDE: 4- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez!..

Arap Gelenek ve Görenekleri İslâm zanneden Siyâsal İslâmcı, Ümmetçilerin, Türk’ü Araplaştırma çabası en üst seviyeye ulaşır…

 

Açık Toplum olan Türk Halkının yapısı, Kapalı Topluma evriltilir. Açık toplumlarda her şey ayan beyan ortadadır. Kimsenin kimseden gizleyecek saklayacak bir şeyi yoktur. Sosyaldir. Çağdaştır, yaptıklarını her şekilde hesap verebilecek şekilde dürüstçe, hakça, eşitlik ve adalet ilkesi çerçevesinde yapar. Araştırır, sorar, soruşturur, hesap verir, hesap sorar, hesap ister…

Kapalı toplumlar: Araştırmaz, Sormaz, Eleştirmez! Korkak ve pısırıktır. Bilgiye kapalıdır. Din ve Allah inancına sıkı sıkıya bağlı olduğundan tevekküle, sabıra, sığınır ve hesabın Allah katından sorulmasını bekler. İçe dönüktür, her şeyi gizliden ve gizleyerek yapar. Hesap sorma, sorgulama olmadığından ve her kötülüğe, usulsüzlüğe, adaletsizliğe korkarak cevap veme ve sabretme düşüncesiyle bakar. Fakirliğin Allah’tan geldiğine inandığı için sabretmeyi fazilet sayar. Her şeyi Allah’a havale etmek sebebiyle, Kapalı toplumlarda karanlık ilişkiler daha fazladır.  İşte bu sebeplerle Cumhuriyet Türkiyesi’nde başa geçen özellikle sağ iktidarlar, Türk Halkının yapısı, Kapalı Topluma evriltmek için birbirleriyle yarışırlar. Bugün Erdoğan iktidarı ile bu amaca ulaşılmış veya ulaşılmasına ramak kalmıştır!...

 

Türkiye Cumhuriyeti’ne her türdeki kötülüğü Siyasal İslâmcılar, Dini, Allah’ı kullanarak Halka Din Satarak yaptılar ve yapmaktan geri durmuyorlar:

Bizzat, Mustafa Kemal Atatürk tarafından tasarlanan ve Bahriye Ressamı Hüsnü TENGÜZ'ün çizimini yaptığı, Cumhurbaşkanılğı Flamasındaki (Forsu) güneşten çıkan ışınların ve yıldızların sayısı 1959 yılında, yirmi (20) iken, bu sayı ne hikmetse, bir anda 16' ya düşürülüyor…

1959-1960 yılları arasında Başbakan Adnan MENDERES, Cumhurbaşkanı ise, 1957-1961 yılına kadar Celal BAYAR'dı.

Cumhurbaşkanlığı forsundaki bu yıldızlar: Yirmi (20) büyük Türk Devletini sembolize ediyordu ve bu devletler şunlardı:

Büyük Hun İmparatorluğu, Batı Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ak Hun İmparatorluğu, Göktürk Kağanlığı, Avar Kağanlığı, Hazar Kağanlığı, Uygur Kağanlığı, Karahanlı Devleti, Gazne Devleti, Büyük Selçuklu Devleti, Harezmşahlar Devleti, Altın Orda Devleti, Timur İmparatorluğu, Babür İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Safevi Devleti, Memluk Devleti, Karakoyunlular Devleti ve Akkoyunlular Devleti.

Corç Vaşington Üniversitesinde bir Profesör iki yardımcısı ile birlikte Kuran’dan ahlâkî kuralların çıkararak, Uluslararası bir araştırma yaptılar. Kuran’ın Ahlâkî İlkelerine Göre:

Sözünde Sebat, Adaletli Davranma, Yalan Söylememe, Ehliyet, Liyâkât, Vaadinde durmak…vb. konusunda: birinci sırada:

Birinci sırada: İrlanda. İkide: Yeni Zelanda; sıralama devam ediyor: Finlandiya, İsveç, Norveç, Danimarka, Kanada; devam ediyor 30. Sırada Malezya103 sırada Türkiye çıkıyor….

Araştırma Başkanlığı, sonuçta şöyle diyorlar: İslâm ülkeleri Müslüman çıkmadı!..

 

“DÜNYA MUTLULUK RAPORUNDA” Dünyanın en mutlu ülkeleri sıralamasında “Finlandiya” sekiz (8) defa üst üste dünya birincisi oluyor… Bunu sırasıyla: Finlandiya, Danimarka, İzlanda, İsveç, Hollanda, Kosta Rika, Norveç, İsrail, Lüksemburg, Meksika… ve Türkiye, 2024’te 98. sırada iken 2025’te 100 dışında kaldı…

Bu niçin böyle diye araştıran, bilim adamlarının vardığı sonuç:

Baştaki yöneticilerine duyulan güven

Geleceğe dair iyimserlik duygusu

Kurumlarına inanma güven

Arkadaşlara itimat

Aileden destek geleceğini bilme

Adalet, Eşitlik, Geleceğe Dair Umutun eksiksiz olması…

 

Kapalı Topluma evrilmiş Cumhuriyet Türkiyesinde:

“And” ımız kaldırılır!

“Bundan sonra “Türk ve Türkiye” adını kullanamayacaksınız diyen, yine bu Türk Halkının seçtiği Cumhurun başkanı ile karşı karşıya kalır.

“Türk ve Türklük” kavramları, düşman ilan edilerek, yasaklanır. Türk Türk Kamusendikaları, Türk Tabipler Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Barolar Birliğ’nden,  “Türk” sözü kaldırılır… Okul İsimleri, Stadyum isimleri, Hava Alanı isimlerinin başından “Türk” ve “Atatürk” sözcükleri sildirilir. 

Silinemez ise o bina yıkılır. Yerine yepyeni bir adla, başka bir bina dikilir veya başka mekân haline getirilir.

TC. ve Atatürk Resmi yazışmalardan, Devlet dairelerinden, kaldırılarak  Türk’ün Atasına düşmanlık; “Atatürk” düşmanlığı başlar. 

Bundan cesaret alan şer odakları: Atatürk Posterlerini, Türk bayraklarının yanında, Resmî daire binalarının önünden baş aşağı sarkıtılırlar.

Kimi yerlerde Atatürk heykelleri kırılır… Üzerleri uygunsuz olarak boyanır…vb. Araplaştırma projesi tam olarak uygulanmaya konulur.

 

Hz. Osman’ın kellesinin kesilerek öldürülmesinden sonra, kargaşayı önlerse tek kişi, Hz. Alinin önleyebileceğini düşünerek, Halk Hz. Ali’ye, makamı teklif ettiler. O, bu makamı istemedi. Reddetti. Sonunda halkın baskısına dayanamayarak, reddetmesine rağmen, halk tarafından zorla da olsa “Müminlerin Emiri” yapıldı… Şam Valisi Muaviye, meşru emir, Hz. Ali’ye biat etmeyerek isyan başlattı. Öldürülen Emir Osman’ın, kanını aradığını söyleyerek Kureyş Kabileleri kandırdı.  Ölmeden önce de oğlu Yezit’in “Halife” olarak da kimi halktan biatını almıştı. Yezit otoritesini tesis için ilk iş olarak Hz. Hüseyin ve Ailesini Kerbela’da yetmiş (70) kişilik kafilesiyle birlikte katletti…

İslâm ülkelerinde, “Müslümanlık ile bağdaşmayan Arapların Pagan Dönemi Uygulamaları olan Arap Kültür ve alışkanlıkları devam ettirildi. Arap olmayan Müslüman Milletler için de Mevâli” (Köle) kavramı kullanıldı. Arap geleneğine göre Mevâli’nin malı, parası, karısı, kızı Arap’a “Helâl” sayılıyordu!..  Savaş Esirleri, Cariyeler ve Köle Kadınlarla “Cinsel beraberlik için” nikah yapılmaz! Bunlardan doğan çocuklar (Mevâlî) oldukları için “Veliaht” olamaz. Baba mirasından da yararlanamazlardı… Arap tarihinde, “Mevâli” denildiği zaman akla ilk Türkler geliyordu!..

Türkistan’da Horasan, Talgan, Curcan, sonraki yüz yıllarda da Semerkant, Buhara, Taşken’te yaşayan Türk Ülkelerine Araplar girdiklerinde taş üstünde taş bırakmadılar… Türklerin bütün hazinelerine el koydular binlerce yıllık kitapların bulunduğu kütüphanelerin yaktılar. Türklerin tarihleri ile olan bağlarını silip süpürdüler. Bu bir soy kırımdı.

Türkçeyi yasakladılar…

Alfabelerini değiştirdiler.

Kadın ve kızlarını Cariye, iki yüz bin genç erkeğin boyunlarını kızgın demirlerle dağlayarak köle yaptılar. Talgan ve Curcan’da direnen yetmiş bin savaşçı er ve eli silah tutanlarını, yirmi dört (24) kilometre ormandaki nehir boyunca, asıp işkenceler yaparak öldürdüler…

Zalim Haccaç, Muaviye Türk soy kırımı yaptılar!  Araplar, Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler. Emeviler, Abbasiler de aynı Mevâlî geleneğini, devam ettirdiler… Abbasi Halifesi, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e Türkleri “Mevâli” olarak gördükleri için kızını vermemiştir. Araplar, Tarihin hiçbir devrinde, Türkler’in İslâm Liderliğini tanımadılar…

 2020 Yılı Mart ayında Suidî Müftüsü:

“Türkler Mevâli” dir İslâm’ı temsil edemezler!..” diye fetva verdi… Araplar’a göre “Mevâli” nin iktidarı da meşru değildir!..

Emir Timur:

“Araplar için ağlayıp yas tutan çok Türk gördüm; fakat Türkler için ağlayan bir tek Arap’a rastlamadım.” Demiştir. Türk’ün Araplar için ağlaması Araplar tarafından soyu kırılan atalarına ihanettir!...

Bugüne kadar görülen gerçek şudur ki

Hiçbir Din (Musevilik, Hıristiyanlık, Yahudilik, Müslümanlık) insanlığı birleştirememiştir!.. Kucaklaştıramamıştır!.. Savaşsız bir dünya ortaya koyamamıştır. Bilakis Dinler Savaşı olmuş, Müslümanlar, Hırisiyanlar ve Yahudiler birbirlerini katletmiştir!..  Din insanları barıştırsaydı son gelen din Müslümanlık, Müslümanları barıştırırdı!..

Dinde, Barış Vardır, Sevinç Vardır, Mutluluk Vardır, Huzur Vardır!..

 Dünyanın tek ülkesinden tek bir lider, tek bir önder ve büyük bir deha çıkmıştır ki: O, bütün dünyaya örnek olmuş: “Yurtta barış, dünyada barış!” diyerek insanlığa, huzuru işaret etmiştir! O büyük dahi Türk’ün Atası ATATÜRK’tür… Öyle bir lidere sahip olmaklığımız sebebiyle ne kadar gurur duysak azdır!..

O, Türklerin: “Ata” demeye layık bulduğu bu büyük deha, Din Ulularının dahi yapamadığını yaparak, ülkesine barışı getirmiştir, Dikkat ediniz! Bütün insanlığa seslenmiş. Ülkesine sizin gibi düşünmeyenlerle savaşın dememiş; YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ diyebilen, dünyanın ilk ve tek dehasıdır!..

 

Emevi Halifesi Muaviye ve Oğlu Yezit’in Uygulamaları:

Arap Emevi Halifesi Muaviye ve Oğlu Yezit Araplar’ın Pagan Dönemi (Putperestlik) alışkanlıkları devam ettirdiler. Mescit Kürsülerine çıkıp her Namazda Peygamber, Ali ve Ailesine hakaret ediyorlardı. Korkusundan kimse ses çıkaramıyordu!..  Pagan döneminde Mekkeliler: Urfalı bir Arami olan ve Hz. Muhammet’ten 2500 yıl önce yaşamış, Yahudilerin atası İsrail’in kök kurucusudur. O dönemindi İslâmiyet yoktu ki Müslüman olsunlar. Putperestti.  El ilah (Allah) adında bir puta tapıyorlardı. Bu aslında “Ay Tanrı” sıydı. Bugün Allah diye inandığımız şey El İlah olan “Ay Tanrısı”dır.  Hani şu Minarelerin Tepesine konan “Ay Sembolü” var ya işte o, “Ay Tanrısını” temsil eder!..  Muhammet, çok Tanrılı dinlere son verdi ve Kabe’deki en kudretli Put olan “Al-İlah’ı” tek tanrı olarak kabul ettirdi… Allah diye bir yaratıcının olduğu, Muhammed’e ayetlerle bildirilmiş olsa, babasının adı Abdullah (Allah’ın Kulu) olmazdı!.. (Prof. Dr. Muazzez İlmiye ÇİĞ)

Mısır Firavunlarından Akheneton da çok tanrılı dinleri kaldırmak istedi; ancak Saray’ın ileri gelen Rahipleri ve Yobaz Halk tarafından linç edilerek öldürüldü. Bütün Firavunların ihtişamlı, Muhteşem Mezarları dururken, onun Mezarı dahi olamadı… Bir de Yahudilerden nefret ediyorsun; fakat kullandığın isimler dahi onların isimleri:

JOZEF (Yusuf); JACKOP (Yakup); ABRAHAM (İbrahim); ELYESA (İlyas)… uzun bir liste…

Erkeklerde Sünneti çıkaran İbrahim’di; ama kendisi Sünnetli değildi. Sünnet de: “Ben İbrahim’in Put’una inanıyorum” demekti…

Biz kimiz?  Türk!

Niçin Yahudi ve sadece Türk Erkekleri Sünnetlidir? 

Hani Namaz’a dururken: “Döndüm Kıbleye” diyorsun ya?.. İşte o, aslında: “Döndüm Kibele’ye!” demektir!... Namaz da İslâmiyet’ten bin yıllar önce Pagan Dinlerinde, bereket tanrısı “Kibeleye” dönülerek ayakta (Kıyam) ve diz çökülerek yapılan ayindir!..

Kıbele, Firikler’in bereket Tanrısı’dır.  Cennet’ten gelmiş diye kafanı Mekke’de içine soktuğun taş, (Hacerü’l Esvet Taşı) Firikler’in Bereket Tanrısı Kibele’nin Vajinası’dır… (Doğurganlığı) temsil eder!.. Şekline bakarsan, bunu anlaman zor olmayacaktır!..

Cehennem denilen bir yerin varlığına inanıyorsun. Yok öyle bir şey!..

Bu isim bugünkü İsrail topraklarında bulunan ve tabanından sürekli petrol ve metan gazı çıktı için sürekli yanan: “Gihimnon-Cehennem” isimli vadinin adıdır. “Azap Verici” yer anlamına gelir… Sümerler Döneminde, ağır suç işlemiş olanları oraya atıp yakarlarmış… Bugün inandığımız dinin tamamı, Sümer, Mısır, Yunan Mitolojilerinden kopyalanmıştır… Merak edip araştırılırsa, bütün gerçekler gün yüzüne çıkar; fakat insan araştırma zahmetine katlanmaz!.. 

Sen, gerçekler yerine bağnazlığı, yobazlığı tercih ediyorsan, beni ilgilendirmez; ancak inancın başkalarının haklarına, özgürlüklerine, yaşamına müdahale etmemelidir.  Tebliğe kalkmamalı, telkin, baskı ve zorlamalar yapmamalısın. Yoksa kimse senin dinine karışmaz!..

İster İneğe tap, ister kediye, domuza; veya git Camiye, Mescide sabahlara kadar DUANI YAP; ancak ibadetinden döndüğünde, dinini bana dayatmaya kalkma!.. 

 Kendin gibi düşünmeyenlerin hayatlarını ve yaşamlarına saygı duy!.. İyi ve ahlâklı olmanın, mevcut din kitaplarıyla da bir alakası ve ilgisi olmadığını idrak et!

Allah’a inanmayan ve resmî olarak dinsiz ülkelerde de hayat en iyi şekilde sürmektedir: Meselâ: 

İsveç, Çek Cumhuriyeti, Birleşik Krallık (İngiltere, İskoç, Galler ve Kuzey İrlanda) yani Büyük Biritanya, Küba, Çin, Kuzey Kore, Vietnam bunlardandır. Nasıl hayat yaşadıklarını görsel basın ve yazılı yayınlardan takip edebiliyoruz. 

 

Osmanlıda: Arap Kültürü ve Arap Emevi Halifesi Muaviye’nin ve Oğlu Yezit’ın Pagan Dönemi Alışkanlıkları, “Muhammed’in Müslümanlığı” ile bağdaşmayan din anlayışı ve kültürü Türk Milletine Dayatılmıştır. Yesevi, Hacı Bektaşî Veli, Hacı Bayram Veli, Taptık Emre, Yunus Emre’nin “İslâm Anlayışı” anlayışı unutturulmuştur.

İslâm’da Şam Valisi Muaviye’ye gelinceye kadar “Halifelik” ismi yoktur!  Emir’ül Müminin “Müminleri Emiri” unvanı vardır. “Halifelik” unvanını Muaviye’nin, kendisi zorla almıştır… Muaviye bütün ulemayı toplar ve:

“Ben kendimi: (Halife) ilan etmek istiyorum.”  Ne dersiniz, diye sorar.

Ulema: “Olabilirsin!” derler.

Muaviye: Halk ile münasebetim ne olacak? Diye sorar.

Ulemâ: Onlara istediğinizi yapabilirsiniz. İstenseniz yüz kişiyi vezir yapar, isterseniz, yüz kişinin kellesini alabilirsiniz…” derler.

Muaviye: Peki hiçbir sorumluluğum olmayacak mı?

Ulema: Hayır! Hiçbir sorumluluğunuz yok!..

Muaviye: Peki Allah ile aramdaki mesafe ne olacak?

Ulemâ: Bu dünyada hiçbir sorumluluğunuz yok!.. Yalnız, öbür dünyaya karışmayız!.. Orda da hesabın, Allah ile senin aranda olacak!.. Derler… İşte “Halifelik” ülkeye girdikten sonra, bizi yönetenlerin, yönetimdeki Tek Adam (İtirazsız Biat Kültürü, Sorgusuz Sualsiz İtaat Kültürü) ve düşünce tarzı budur. Halifeler kendilerini: Zillulah ı Fil Âlem “Allah’ın yer yüzündeki gölgesi” kabul ederler. Halk onların sadece tebasıdır (kölesidir.). Gel dersin, gelir. Git dersin, gider anlayışı…

“Ben ki sultanü’s-selâtin ve burhanü’l havakin tâc-bahş ı hüsrevan-ırû-yı zemin zillullahi fi’l arzin…”

Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı Birinci Fransuva'ya gönderdiği bu durumu en keskin bir şekilde anlatan mektubu, bugün hâlâ Fransa Millî Kütüphanesinde saklanmaktadır. Kanûnî Sultan Süleyman bu mektupta: 

"Ben ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç giydiren, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve atalarımın fethettiği Akdeniz'in, Karadeniz'in, Rumeli'nin, Anadolu'nun, Karaman'ın, Rum'un, Dulkadiroğluları Vilayetinin, Diyarbakır'ın, Kürdistan'ın, Azerbaycan'ın, Acem'in, Şam'ın, Halep'in, Mısır'ın, Mekke'nin, Medine'nin, Kudüs'ün, bütün Arap memleketlerinin, Yemen'in ve daha nice ülkelerin ki, büyük atalarımın Allah kabirlerini nurlu etsin karşı konulmaz kuvvetleriyle fethettikleri ve benim muhteşemliğimle de ateş saçan mızrağımın ve zafer getiren kılıcımın gücüyle fethettiğim nice memleketlerin sultanı ve padişahı olan Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sulan Süleyman Han'ım.

Sen ki, Fransa vilayetinin kralı olan, Fransuva’sın!..

HAK, HUKUK, ADALET, EŞİTLİK yok!  EZİCİ bir GÜÇ var!

İşte, Hz. Muhammed’in kayın biladeri ve İslâm’ın Emirleri: Ömer ve Osman dönemlerinde de Şam Valisi olan Muaviye’den sonra yerine geçen oğlu Yezit’in: Halifeliğini kabul etmeyen Müslümanlara ZORLA ve ayaklarını öptürterek:

 “Yezit’in, kulu ve kölesi olarak biat ederim!” dedirtilerek, Yezit’in ayakları öptürülür…” Bu tür biata itiraz, edip ayak öpmeyenleri, hemen orada öldürüldüler.

Peygamber’in ölümünden hemen sonra, başlayan Müslümanlar arasındaki ikilik hiç bitmedi. Bugün de bu durum aynı hızla devam etmektedir! Tek Atatürk insanı ve insanlığı barıştırmıştır. Rum, Ermeni, Slav, Arap, Süryani, Türk, Laz, Çerkez, Türk alt kimliklerini Tük Vatandaşlığında birleştirerek Dünya Literatürüne girmiş UNESCO tarafından Barış Elçisi 1963 ve 1981 yıllarını ATATÜRK YILI “Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri” ilan etmiştir!..

Peygamberin Medine ölümü çabuk yayıldı… Ömer bin Hattap:

“Muhammet ölmedi!.. Öldü diyenin kafasını kılıçla uçururum!” Ebubekir ona: “Her canlı ölümü tadacaktır!.. Sen ne yapıyorsun dedi. Peygamber ölmüştür!” diyerek Ömer’i ikna etti. Bütün Müslümanların aklı başından gitti. Çoğu, Müslümanlar dinden sapıp eski dinlerine döndüler.

Peygamberin kızı Fatma eşi Ali ile Osman ve Ebubekir arasında büyük tartışmalar yaşandı. Ali, İslâm’ın Emiri seçilen Ebubekir’e altı ay biat etmedi!.. İslâm’ın bu üç Emiri de sırası ile kendi devirlerinde yine Müslümanlar tarafından suikastla öldürüldüler.   

Halk tarafından İslâm’ın Meşru Emiri seçilen Ali’nin döneminde: Cebel ve Sittin Savaşları, onun ölümünden sonra da Müslümanlar arasında Halife Yezit Döneminde iktidarını sağlamlaştırmak için yapılan Hz. Hüseyin ile birlikte olan yetmiş (70) kişilik kafilesini katlettiler. Mekke ve Medine mancınıkların alev gülleleri ve taş topları ile yakılıp yıkılıp harap edildi. Arkasından Harre Savaşı ile Muhalif ın tamamına yakını kılıçtan geçirilip öldürüldü, Sahabilerin Peygamber Ailesi, Torunları ve Sahabi Ailesine üç (3) gün boyunca tecavüz yapıldı. Irzlarına geçildi. Sonrasında doğan çocuklara “Evladül Harre (Harre Evlatları)” adını yine bunlar verdi. Böylece Müslümanlar iyice bölündüler.

 Peygamber döneminde olmayan Alevîlik ve Sunnîlik de o zaman doğdu!.. Hariciye o dönemlerde doğdu. Sahabilerin, Peygamber Eşi Ayşe, Hz. Ali ve Peygamberin Kayınbiraderi Muaviye Savaşları o zaman başladı. Yüz binlerce Müslüman Makam ve Mevki için, “Halifelik”, “İktidar”, “Gücü Ele Geçirme” için katledildiler… Allah, Kitap, Peygamber, Din, Müslümanlık, İslâm, “İNSAN MUTLULUĞU”, “BARIŞ” nerede?..

1603 yılına gelindiğinde, Osmanlı Topraklarında Ehlibeyt Türk Tekkeleri, yasaklanır!..Türk ve Türklük” düşmanlığı, büyük bir hız alır… Bunların yerine Halidî Nakşî Kürdî Tekkeler kurulur.

1797-1802 yılları arasında Paris’te daimi elçiliğimizi yapan Moralı Seyyid Ali Efendi uygunsuz hareketlerde bulunan Çuhadır Ahmet’e:

“Türk-ü sutür!..” yani “Hayvan Türk!..” yakıştırması yapıyor.

Tokatlı Aşık Nuri, Türk’ü hayvana benzeterek, şöyle diyor: 

 

“Türk’ün dilberidir gayetle inat.

Şehir dili bilmez, lisanı kubat.

Kelâmında eder, Türklüğün isbat. 

Hayvan gibi gözün diker samana!..”

1912’de Sebilürreşat Dergisinde çıkan bir yazıda, “Türk” kelimesinin kullanılmasının, "Dinsizlik, kafirlik" ile eş değer sayıldığını yazıyordu…

1913 tarihli “Mecmua-i Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında:

 

“Bizim Türklüğümüz Sembolizm'den başka bir şey değildir...  Türk falan değil, sadece Müslümanız!..” deniliyor.

Dindar; fakat "Millî Şuur Yoksunu" nesiller yetiştirmeye girişenler gibi Prof. Ahmed Naim 1913 yılında yazdığı, “İslâm'da Dava-i Kavmiye” adlı kitabında:

 

"Türk’e karşı savaş açıp, Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine hiç lüzum ve ihtiyaç yoktur!.. Gerekli olan Şeriatı öğrenmektir!” diyor...

1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık yapan ve adına vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi, Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenlere: “Soysuzlar!..” yakıştırmasında bulunuyor.  Dahası, tiksintiyle söz ettiği Türklüğünden istifa ediyor:

 “Yalnız Müslüman ve insan olarak kalmak üzere, Türklükten, Şeref ve izzetimle istifa, ediyorum… Allah’ın huzurunda.  (...) Tövbe Yarabbi tövbe Türklüğüme... Beni Türk Milletinden addetme!..” diyordu.

Halk: "Biz Türk değil miyiz?.." deyince de hemen, ‘Estağfurullah!..' diye karşılık verdiler.

Türklüğü kabul etmiyorlardı...

Halbuki biz Türk'tük.  Bu ordu Türk Ordusu'ydu. Türklük için savaşıyorduk...

Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız; ancak bu Türklük olabilirdi; fakat ne çare ki bu:

“Biz Türk değil miyiz?” diye sorunca “Estağfurullah!..” diye cevap verenlerin, görünüşe göre “Türk!” demek: "Kızılbaş" demekti. "Kızılbaşlık" yakıştırması da Yavuz Sultan Selim tarafından Alevî Bektaşî Türkmenler'e ve Yeniçeri Ocağı Askerleri için uydurulmuş, yakıştırılmış bir kavramdı…  

 Falih Rıfkı Atay “Vatan” ve “Millet”siz büyümenin ne demek olduğunu, "Dr.Ahsen BATUR" kitabına da aldığı: “Batış Yılları” nda şöyle anlatıyor: 

“Kendime ilk defa ne zaman 'Türk!' dediğimi pek hatırlamıyorum.  Bizim çocukluğumuzda "Türk: Kaba ve yabani" demekti. 

İslâm Ümmetinden ve Osmanlı Milletinden idik. İlmihallerde baş dersimiz “Din ile Milliyetin” bir olduğunu öğrenmekti. 

“Vatan” sözü yasaktı!..  “Vatan” sözünü, ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde, kitapta gördüm.  Kulağımla; ancak Meşrutiyet’te duydum.  Bizler:

Padişah’ın kulları idik.

(Allah varken İnsana kul olmuştuk!..   Kula kulluk ediyorduk!..) 

Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer:

“Padişahım çok yaşa!..” diye bağırırdık.

 

Okullarda da: Arab’a (Kavm i necip), Arnavut’a, Arnavut; Rum’a, Rum (Romalı); …vb. denir; fakat kendimize gelince Türk’e, Türk; "Türküz" diyemeyip "Osmanlıyız" dedirttirilirdik…”

Dr. Ahsen BATUR: Mehmet Âkif ERSOY’u da “Din ile Milliyetin bir olduğunu savunanlar” arasında sayıyor: 

“İstiklal Marşı gibi muazzam bir şiiri yazan Âkif’e elbette şükran borçluyuz; ama onun da gerek o zamanki ve gerek günümüzdeki bazı doğmatik fikirli Müslümanlar gibi etnik mensubiyetle ırkçılığı aynı şey kabul etmeleri, insanın milliyetine vurgu yapmakla İslâm’a aykırı bir şey yaptığını düşünmeleridir.  Bu düşünce iledir ki Âkif, aynen şu beyitleri yazmıştır:

"Hani milliyetin İslâm idi?...  Kavmiyyet ne?

Sarılıp sımsıkı dursaydın a, milliyetine,

Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta yeri?

Küfr olur başka değil... Kavmini sürmek ileri...”

Âkif’in:

“En büyük düşmanıdır ruh-u nebi tefrikanın;

Adı batsın, onu İslâm’a sokan kaltabanın!..” diyerek hedef aldığı Ziya Gökalp ise Türk’ün:

“Vallahi Türk değilim!..” demeye itildiği günleri şöyle tarif ediyor:

“Bu milletin, yakın zamana kadar kendisine mahsus bir adı yoktu!  Tanzimatçılar ona:

Sen yalnız Osmanlısın.  Sakın başka milletlere bakarak, sen de millî bir adı isteme!.. Millî bir ad istediğin dakikada, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasına sebep olursun!..” demişlerdi.

Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile:

Vallahi Türk değilim!..  Osmanlılıktan başka hiçbir içtimai zümreye mensup değilim!..” demeye mecbur edilmişti.

***

Mehmet Âkif'in savunduğu: "İslâm Birliği" fikri “Kurtuluş Savaşı” ile başlayan ihaneti görünce, değişti!..

İstiklâl Marşı'nın mısralarımı yazarak da fikirlerinin değiştiğini ispatlayıp belgelendirerek bize gösterdi:

“Kahraman Ordumuza!..” diyordu…

2.Kıta:

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...

Hakkıdır, Hak'ka tapan, milletimin istiklâl!

 

…10. Kıta:

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklâl!

 

Diye haykırıyordu; çünkü "Ümmet" diyenlerin hepsi Türk'e, Osmanlı İmparatorluk Türkiyesine düşman oldular. Düşmanlarla iş birliği yaptılar.

Osmanlıya baş kaldırıp isyan ederek, bağımsız devletler haline geldiler...

Âkif’in zaten İstanbul Hükümetinden gizlice kaçarak "Kuvayı Milliye" ye katılması bu sebeptendi...

Türk’e bütün bu hakaretleri sıralayanlar Selçuklu ve Osmanlı Sarayları’nda el üstünde tutulur, en itibarlı mevkilere onlar getirilirdi. Türk devletine yön tayin edecek mevkilere yükseltilirken, bu milletin evlatlarının “Konumu"nu da şöyle özetliyor Piriştineli (Pirizren) Şair Mesihî (1470-1512):

“Mesihi gökten insen, sana yer yok!..

Yürü; var gel ya Arap'tan ya Acem'den!”

 

Babinger’den yaptığı alıntıda, II. Mehmed’in, Acem sanarak Yedikule’de Tekke olarak kullanması için bir Rum Kilisesi armağan ettiği, Tokatlı, Le’ali’nin, Acem olmayıp Türk olduğunu öğrendiğinde, Manastır'ı geri alıp maaşını da kestiğini anlatır… 

2. Selim (Sarı Selim, Sarhoş Selim) ’in de Şehzade 3. Murat’ın yanına verdiği iki gencin, Türk olduklarını öğrenince, işten çıkarttığını aktarır.

Dr. Ahsen BATUR kitabında:

Kanunî Sultan Süleyman’ın son dönemlerine kadar, Türk olanlara, “Devlet Kademelerinde” görev verilmediğini de hatırlatıyor...

22 Mayıs 1487, II. Beyazıt ile başlayıp, oğlu Yavuz Sultan Selim ve onun oğlu Kanunî Sultan Süleyman ve oğlu Sarı Selim, III. Murat, III. Mehmet ile devam eden:

Devlet ve Saray Yönetimini Türksüzleştirme... Mustafa Kemal ATATÜRK dönemiyle son bulmuştur!..

Dr. Ahsen BATUR’un kitabında altını çizdiği önemli ayrıntılardan biri de Osmanlıya Diplomat, Yönetici ve Bürokrat yetiştirmek için kurulan Enderun Mektebi’ne:

Rum, Ermeni, Bulgar, Hırvat, Boşnak vs. alınırken bu “Enderun Akademisi” nin kapısı, Türkler’e kapatılmıştır.

Devletin asli sahipleri bir anlamda “cehalete” mahkûm edilmiştir...

Türkler’e sadece:

“Savaşta ölmeye yarar!.. Korkusuz çeri; gözü pek asker”, gözüyle bakılmasıdır...

Osmanlı münevverlerinin Babıali'de “Türk” sözünü Arap aksanıyla ifade ederek “Terk” diye yazdıklarını unutulmamalıdır. (“Terk” sözcüğünün çoğulu Arapçada “Etrâk” demekti ve Türkler'e, “İdrâkı biidrak”; anlayışsız Türkler diyorlardı!)

“Paşa da olurmuş ha!..”

 Dr. Ahsen BATUR’un Ahmet Vefik Paşa’dan aktardığı şu anekdot “Kimliği” sürgün edilen bir milletin, acıklı halini anlamaya, anlatmaya yetiyor:

Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken (1880) ilçeleri teftişe çıkıyor.  Paşa, uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor: Aldığı cevaplar konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü, … vb. olduklarını gösteriyor.  Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek istemeyen bir ihtiyara:

“Hangi milletten” olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, o, bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle: “Ben Türk’üm efendim!” diyor.

Bunun üzerine Paşa:

“Niçin sıkılıyor, saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mi? Bak, ben de Türküm!..” diyor.  O titrek ihtiyar birden canlanarak:

“Sahi sen de Türk müsün? Demek Türk’ten Paşa da olurmuş ha?..” diye sevinç ve hayretle karşılık veriyor!

Dr. Ahsen BATUR’un: “Türk Sözünün Hazin Serüveni” adıyla yazdığı kitabında “1200 Yıllık Sürgün”, Göktürk Devleti’nin yıkılmasından Jön Türkler’in ortaya çıkışına kadar geçen sürede yaşanan: “Etnik hafıza kaybı” nı anlatıyor?

Dr. Ahsen BATUR’un: “Türk’ün öcü gibi telakki edilmesini sağladılar!.." dediği tarihçiler, şairler, gazeteciler ve “öz yurdunda” Türk’e reva görülen hakaretler:

İbni Bibi, Türkler’den: 

“Cahil Türkler”, “Müfsid -Türkmenler”, “Çarıklı Türkmenler” diye bahsediyor.

Kerimüddin Mahmud Aksaraylı Türkleri: 

“Gözün karalığından daha kara olan Türk...”, “Türklerin, Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi, parça parça bölünerek batırılmıştır. O dinsiz zümrenin...”, “Mel’un Türkler” ifadeleriyle anıyor…

Amasyalı Hüseyin b. Ali Fatih: “Tariku’l Edep” adlı çalışmasında:

“Türk” ve “Türkmen” i iki ayrı etnik grup gibi gösterip, bölüyor.

 

Şair Baki:

“Türk ehlinin ey, hace; biraz başı kabadır!” diye hakaret ediyor.

 

Nef’i:

“Türk’e Hak, çeşmi irfanı haram etmiştir!..” diye aşağılıyor.

Türkleri “Çoban köpeği” ne benzeten tarihçi Mustafa Naima Efendi ayrıca:

 “Nadan Türk, idraksiz Türk, çirkin suratlı Türk, mel’un Türk” olarak niteliyor.

Gelibolulu Mustafa Ali, Mevaidü’n Nefais’te:

“Anadolu, Karaman ve Rum Ülkesi adlarını alan Pasaklılar halkı elbette kır adamıdırlar.  "Bunlar: Aralarında güzel ve sevimli olanı, az görünen, çeşit biçimde çirkin kimselerdir.!.” diyor.

“Etrak-ı Bîidrak” lafının mucidi Hoca Sadettin:

“Hilebaz Türk”, “Akılsız Türk”, “Aptal Türk”, “Kudurmuş Kurt”, “Aşağılık Türediler”, “Sırtlan”, “Anlayışsız Kaltaban”, "Soyu kuruyasıca..." diye nefret kusuyor.

“Baban da olsa Türk’ü öldür!..” diyen Kadimî mahlaslı, Hafız Hamdi Çelebi, Hz. Muhammed’in:

“Türk’ü öldürün kanı helaldir!..” dediği iftirasını yayıyor.

1912’de Sebilürreşat Dergisinde çıkan bir yazıda “Türk” kelimesinin kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılıyor.

***

Türk Tarihi Boyunca Türklüğünü Söylemekten Korkmayan Hükümdarlardan Bazıları:

“Ben Türk’üm!” diyebilen üç devlet ve yedi hükümdar belgeleyebilmiş…

Dr. Ahsen BATURO üç devletten biri:

1) Göktürkler,

2) Devlet-i Türkî (Mısır-Kölemenleri)

3) Mustafa Kemal’in kurduğu: Türkiye Cumhuriyeti.

Göktürklerin yıkılışından (552-772) Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna (29 Ekim 1923) kadar geçen 1200 yıllık “Sürgün” sırasında Türklüğünü inkâr etmemiş o “Hükümdar”lara gelince; “Bi’dat (Hurafeler karıştırmadığı için) tanımadıkları için Tanrı bugün Türkleri yüceltmiştir.

Selçuklu Sultanı Alparslan:

“Türklerin idarecileri, katipleri ve memurları hep Horasanlı olmalıdır ki, Türklerin işleri bozulmasın...” diyor.

Harezmşah Muhammed:

Kendisine elçi olarak gelen Şeyhin okuduğu hadisi dinledikten sonra: 

“Ben Türk’üm ve Arapçayı az bilirim!..” diyor.

"Ben ki Turan Kavminin Hükümdarı, Türkistan’in Emiri, Türk oğlu Türk Timur Han:

Gökyüzü üstümüze çökse, biz onu kılıçlarımızın ucunda mavi atlastan bir çadır gibi tutarız. Yer yarılsa biz onu baltalarımızla kaldırırız!..”

Babür:

Bir Türk Alfabesi hazırlayınca: (Dil elden gidiyor, diyen Nakşibendilerin gazabına uğruyor.)

Padişah Genç Osman: 

Türk âlimlerinin yetiştirdiği idealist bir “Türkçü” olduğu için öldürülüyor.

II. Abdülhamid:

Türkçe bilmeyen Tunuslu Hayreddin Paşa’ya:

“Paşa paşa ben Türküm ve Türk kalacağım!..” diyor.

Türkistan topraklarında yaşayan Özbek, Nogay, Tuva, Başkurt, Altay, Tatar, Kazak, Kırgız, Tacik, Kaşgar, Gürcü, Uygur, ...vb. hepsi bir gövdenin dallarıdır. Aynı soydan aynı kandan ve aynı atadandır. İçimizde fitne barındırmadan kucaklaşıp bir ve beraber olmalıyız. 

Buhara Emiri Said Halim Han: Özbeklerin Mangıt boyundanım ve gerçek Türküm...” diyor.

Mustafa Kemal de, Osmanlının son kuşağındandı. Türk'ün, Osmanlı iktidarı tarafından nasıl aşağılandığını yaşadı.

Mustafa Kemâl Atatürk'e göre: Türk: Yıldırımdır, kasırgadır ve dünyayı aydınlatan güneştir...

“Benim en büyük övüncüm Türk olarak doğmaklığımdır!” Dedi.

Ne mutlu Türk’üm diyene!

Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!..” Dedi.

Tarih: 23 Mayıs 1928. TBMM, 1312 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'nu kabul etti.  Böylece asırlardır hor görülen Türk, Türklük ve yurttaşlık payesiyle onurlandırıldı... Osmanlı ile Cumhuriyet farkı buydu…

“Türk”, Osmanlıda olduğu gibi aşağılanan, horlanan değildi. Zamanın ruhu değişmişti: Türk; uluydu, yüceydi…

Atatürk başarmıştı!..

Ey, Türk!  Adına ve itibarına sahip çık!


Peygamberimiz ‘in de bildirdiğine göre:

"Türk dilini öğreniniz; çünkü onların, kıyamete yakın zamanda, iktidara sahip olarak, uzun bir egemenlikleri olacak ve bunu, onların elinden kimse alamayacak!

Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın!" (Ebu Davud, Melahim, 8 (4302). 

"Tanrı Tealâ buyuruyor ki:

Benim, Türk adını verdiğim ve maşrıkta iskân ettiğim, birtakım askerlerim vardır ki, hangi kavme karşı gazaba gelecek olursam, Türkleri o kavmin üzerine gönderirim."

"Atilâ: Tanrının kırbacı!.. Kim ki adalet yolundan ayrılırsa, Tanrı onu cezalandırmak için Türkler'i gönderirdi!.. Ceza Gadron"

(Peygamber), kıyamet alametlerini, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada:

"Türk dilini öğreniniz; çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır!.." buyurmuştu. Bu söz doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun... Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. Bu söz, doğru değil ise de akıl ve mantık bunu emreder...

Tanrı, Türk burçlarını yükseltmiş ve gökyüzünü, Türklerin mülkleri üzerinde döndürmüştür.  Tanrı onlara Türk adını vermiş ve yeryüzüne hâkim kılmış ve yer yüzünün hakanlarını onlardan çıkartmıştır. Dünya uluslarının dizginlerini Türklerin eline vermiş ve herkese üstün kılmıştır. Onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her dileklerine ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. (Kaşgarlı Mahmut)

Türkler'e hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek, gönüllerini alabilmek için de Türk'ün Dilli Türkçe ile konuşmaktır…

Yavuz: “Bu dünya bir Türk’e dar!..”

Atatürk: Büyük Türk Milleti!

On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde, muaffakiyet vadeden birçok sözlerimi işittin! Bahtiyarım ki bu sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak, bir isabetsizliğe uğramadım… Bugün aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükte yürümekte olan, Türk Milletinin, büyük millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır!..M.K.Atatürk

TANRI TÜRK'Ü KORUSUN ve YÜCELTSİN!..

 

KURANDAKİ ÇELİŞKİLİ AYETLER:

      Önemli Not: Bu yazılanları okumadan önce at gözlüklerinizi çıkarmanız ve objektif bir bakış açısına sahip olmanız önemle rica olunur.

        Çelişki 1

Ta-Ha 118-119: Cennette, acıkmak ve susamak yoktur!..  

Yasin 57; Zuhruf 73: Orada çeşitli meyveler vardır!...

Vakıa21: Cennet ehlinin canlarının isütediği kuş etleri vardır!..

Nebe 32: Bahçeler ve üzüm bağları vardır!..

        Çelişki 2

Bakara/256: Dinde zorlama yoktur!.. Dedikten sonra:

(Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmektir, bir insanı kurtarmaksa bütün insanlığı kurtarmaktır!..)

Tevbe/5: Müşrikleri, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün.

Gördüğünüz üzere Allah, hem dinde zorlama olmadığını, herkesin inanmak konusunda özgür olduğunu hem de inanmayanları, bulduğumuz yerde öldürmemizi emrediyor. (Sizce bu mümkün mü?)

        Çelişki 3

Yunus/99: ''Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?"

Tevbe/29: "Kendilerine kitap verilenlerden Allaha ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın."

Yunus Suresinde: Gayrimüslümlerin inanmaya zorlanmaması, emrediliyor. Tevbe suresinde ise yine inanmayanlarla savaşılması gerektiği emrediliyor.

         Çelişki 4

Ariyat/56: ''Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.''
Araf/179: ''Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.''
Allah da çok kararsız gözüküyor değil mi? Ayrıca siz kimsiniz? Allah bir şeyi yaratmak için başka bir arkadaşına mı ihtiyaç duyuyor yoksa?

         Çelişki 5

Bakara/256: 'Dinde zorlama yoktur...'

Nisa/89: 'Onlar sizin kendileri gibi kafir ve böylece eş olmanızı isterler. Allah yolunda göç etmedikçe, onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün...'

Tevbe/5: 'Hürmetli aylar çıkınca Allah'a eş koşanları nerede bulursanız öldürün. Yakalayıp hapsedin. Gelip geçecekleri bütün yolları tutun. Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse onların peşini bırakın...'

Enfal/65: 'Ey peygamber inanları savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi bulunursa onların iki yüzüne galip gelir. Ve eğer sizden yüz kişi olursa, kafirlerin binini yener. Çünkü onlar hiçbir şeyden anlamaz güruhturlar.'

Enfal/66: 'Şimdi Allah yükünüzü hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir zaaf var. Artık sizden sabırlı ve metanetli yüz kişi olursa iki yüzünü yenerler. Eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bine galebe çalarlar. Allah sabır ve sebat edenlerle beraberdir.' Yorumsuz…
Çelişki 6

Araf/7:54. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!

Yunus/10:3. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!
Hud/11:7. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar derhal "Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir" derler.

Furkan/25: 59. Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân'dır. Bunu bir bilene sor.

Yukarıdaki ayetlerin tümünde, yer ve göğün altı günde yaratıldığı söyleniyor. Halbuki, aşağıdaki ayetlerde ise, yer ve göğün sekiz günde yaratıldığı anlaşılıyor ki, bu ayetlerle yukarıdaki ayetler bir çelişki içindedir.

Fussilet/41:9. De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.

Fussilet/41:10. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.

Fussilet/41:12. Böylece onları, iki, yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir.

Yer (2 Gün)+Gıdalar(4 Gün)+Gökler(2 Gün) = 8 gün

Düşünürseniz, tamamen çelişkiler ile dolu olup Kuran’da daha birçok ayet çelişkiler içerir; ama şimdilik bunlar yeterli diye düşünüyorum.

 KAYNAKLAR:

Dr. Ahsen BATUR’un: “Türk Sözünün Hazin Serüveni” Araştırma İnceleme

https://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/17.php

https://dergipark.org.tr/tr/pub/matbuat/issue/50654/658037

https://en.rattibha.com/thread/1257029200705445891

https://tr.wikipedia.org/wiki/Kerbel%C3%A2_Olay%C4%B1

https://İslâmansiklopedisi.org.tr/cemel-vakasi

https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/İslâm-tarihinin-siyasi-kirilma-noktasi-kerbela/1258861#:~:text=Irak'%C4%B1n%20Kufe%20kenti%20yak%C4%B1nlar%C4%B1ndaki,bir%20ac%C4%B1%20olarak%20yer%20ald%C4%B1.

(Taberî, III, 355; Belyaev, s. 166; Cemîl Abdullah el-Mısrî, s. 495-497).

https://İslâmansiklopedisi.org.tr/harre-savasi

https://www.caferider.com.tr/muaviye-oglu-yezid-in-harre-katliami_h13011.html

https://www.caferider.com.tr/muaviye-oglu-yezid-in-harre-katliami_h13011.html

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eik%C3%A2yetn%C3%A2me

https://forum.memurlar.net/konu/994598/

https://www.cnnturk.com/turkiye/anayasanin-ilk-dort-maddesi-nedir-ilk-dort-maddede-neler-yaziyor-1708046

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder