12 Aralık 2017 Salı

“MEHMET OKANDAN”, AĞABEYİMİZDİ; Abdullah Çağrı ELGÜN

“MEHMET OKANDAN”,  AĞABEYİMİZDİ
        Abdullah Çağrı ELGÜN
O KANDAN hey, OKANDAN!
Kalmadı hiç o, kandan
Kanat çırptı yürekler,
Gitti Mehmet OKANDAN

OKANDAN’ı aldılar,
Kanadımız kırdılar.
Bir çığ koptu o dağdan,
Kalbimizden vurdular…

OKANDAN bir dağ idi
Yel vurdu dağ eridi 
Yaş döktü gök yürekler. 
OKANDAN Uçmağ erdi

O KANDAN hey, OKANDAN!
Göz, kan ağlar OKANDAN
Dinmez yürek sancımız
Göçtü Mehmet OKANDAN
HAYATI HAKKINDA
1945 yılında Kayseri‘de doğdu.  İlk orta ve liseyi Kayseri’de bitirdi. Adana İktisadi ve Ticarî ilimler Akademisinden mezun olarak Kayseri’de iş hayatına atıldı.
Jandarma Asayiş Vakfı Kurucusu, Üniversite Sanayi Araştırma İşbirliği Vakfı Kurucu Üyesi oldu. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk Kültür Derneği, Ülkücü İşçiler Derneği, Kayseri Büyük Ülkü Derneği, Kayseri Türk Ocağı gibi…vb. dernek, parti ve vakıflarda hem kurucu üyelikleri hem de yönetim kurulu üyelikleri ve kimi derneklerde de yöneticilikler yaptı.
İŞ HAYATI:
Çukurova Üniversitesi İktisadi Bilimler Akademisi’ni bitirdikten sonra Kayseri’nin iş merkezi organize sanayinde, imalat ile işe başladı. Belli bir dönem soba imalatı yaptı. Bu işlerin ağır ve aksak yürümesi OKANDAN’a göre değildi. 1995 yılında bu işi bırakarak daha hareketli bir iş olan, tekstil işine girdiğini görüyoruz. Böylece tekstil işinde patron olarak uzun bir süre devam ettikten sonra işleri oğullarına bıraktı.
MHP’den bir çok kez adaylık düşündü ise de bütün teşebbüs ve çabaları boşa çıktı. Bir türlü kısmet olmadı. OKANADAN yine de yılmadı, küsmedi, darılmadı…
1980 İhtilâli döneminde kendisine Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı teklif edildi. Mehmet OKANDAN bu teklifi kabul etmedi.
Sonraki dönemlerde kendi mahallesinden aday oldu. Serçeönü Mahalle Muhtarlığını büyük bir çoğunlukla kazandı. Tek başına girdiği hangi seçim olursa olsun mutlaka kazanırdı. Öyle de oldu. On beş yıl boyunca Serçeönü Mahallesinde, çok başarılı şekilde muhtarlık yaptı.  Yaşasaydı yeniden seçimlere katılır ve yine Kayseri Serçeönü Mahallesi Muhtarı olurdu.  On beş yıl sürdürülen Muhtarlık döneminin bir son baharında 28 Ekim 2015 yılında Büyükşehir Belediye Başkanlığının yaptığı bir toplantı sonunda, daha genç bir yaşta kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu.
SOSYAL HAYATI:
Onu 1972-1973’lü yıllarda 27 Mayıs Caddesi üzerinde bulunan Belediye İş Merkezi içerisinde bulunan Türk Kültür Derneğinde tanıdım.  Boylu poslu diğerlerine göre biraz şişman yakışıklı ve babacan tavırlıydı. Tok, gür ve kendinden emin bir ses tonu, hoş, güler yüzlü, müşfik bakışlarıyla, dimdik duran vücudunun heybeti, herkesçe kabul görürdü. Kültür Derneği’nin Mehmet OKANDAN Ağabeyi idi…
Azimli çalışkan ve kararlı bir karakter adamıydı. Davasına ölünceye kadar sadık kalmış, davasını hiçbir şart ve zorda satmamış, değiştirmemiş bir ülkü deviydi…
Sürekli olarak derneğin düzenlediği etkinliklerde firesiz olarak onu görürdüm. Şen şakrak ve sürekli gülen yüzü herkese bir güven telkin ederdi. Babacandı. Sevecen tavırları insanı kendiliğinden ona yaklaştırır, onunla sohbet onunla hasbihal kaçınılmaz olurdu.
Türk Kültür Derneği içerisinde zaman zaman o gür sesiyle gürler. Ufuk açan bilgilendirici, fikirlerini topluluğa aktarır, el kol hareketleri ile konuşmasını tamamlardı. Bazan da haklı ve yerinde   fikirleri ile sert gür çıkışlar yapar, taşı gediğine oturttururdu.
OKANDAN, Türk Ocağı konferanslarındaki tartışmalarda, mülâhazalarda, istişarelerde ve konuşmalarda boy gösterir, gürül gürler, bazen de sert çıkışlar yaparak oradakilerin gönlüne girerdi.
Bazan da bayram merasimlerindeki törenlerde Okandan’ı enönde bayrağı taşırken görürdünüz.
Son zamanlarda siyah bir kalpak edinmişti. Kış günleri kalpağını kafasından çıkardığını hiç görmedim. Sadece Muhtarlık evinde kalpağı çıkarır, geniş cüssesiyle koltuğu olduğu gibi doldurur, misafirlerine ikram ve iltifatlarda bulunmadan edemezdi. Kültür etkinliklerindeki bayramlaşmalarda o güçlü kolları ile sizi kucakladığında öyle bir sarsardı ki yer yerinden oynuyor sanırdınız.
Onunla ayrı bir muhabbetimiz ve karşılıklı devam eden sevgimiz vardı. O, ülkücülerin Mehmet OKANDAN Ağabeyiydi…
Bir gün Ankara’dan geldiğimde ona uğradım. Hava karlı ve kış ortasıydı. Selam verip içeri girdim. Beni görünce birden bire şaşırdı ve yerinden doğrulmak istedi. “Hoş geldin Ağam!” dedi. Koltuğunda iki büklüm olmuş oturuyordu. “Ne bu hal Ağabey?”, “Kurtlar artık yaşlanıyor mu?.” dedim.
 “Çok acıyor!..” dedi. Meğer beli ağrıyormuş. Birçok doktora gitmiş ağrısını hafifletememişlerdi. Bu ağrılı haliyle bile koltuğunda çalışmasına devam ediyordu. “Biraz mola ver, git evde dinlen.” dedim. “Vatandaşın acısı benden fazla!..” dedi.
İdealist insandı. MHP’sinden her idealist ülkücü gibi bir dönem aday olmak istedi; fakat çeşitli alavere dalaverelerle geçiştirilmesi onu girişiminden vazgeçirse de davasından vazgeçiremedi. Harekete, inandıklarına ve idealizmine küstürmedi..
Ölünceye kadar da idealinden ayrılmadan, kimseye küsmeden, kinlenmeden yılmadan, yorulmadan Hak bildiği yolda yoluna devam etti.
SİYASΠ HAYATI:

1969’Adana’da yapılan Kongre ile Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CKMP) adı değiştirilerek Milliyetçi Hareket Partisi adını almıştı. Amblemi üç hilâl olarak değiştirildi.  MHP’nin gençlik kolları olan ve Ülkü Ocakları için de hilâl içinde Bozkurt amblemi kabul edilmişti. Böylece Ülkücülerin MHP macerası da başlamış oluyordu.
Mehmet OKANDAN: MHP, ÜGD, BÜD, ÜLKÜ BİR, POL BİR, MİSK…vb. kuruluşlarda kader birliği, gönül birliği yaptığı çok çok ülküdaşları vardı. O dönemlerde OKANDAN zaten milliyetçi bir delikanlı idi. O idealle yetişmiş, o idealle üniversiteye gitmiş ve o idealle bitirmişti. Vatana millete bu yolda hizmet etmek istiyordu. Siyasî tercihi de MHP olacaktı. 
MHP’NİN KURULUŞ MACERASI:  
MHP, 1969’larda Adana’da yapılan kongreyle Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin adını değiştirerek, Milliyetçi Hareket Partisi yaptı. Büyük kongreden sonra partinin logosu üç hilal olarak değiştirildi. MHP’nin gençlik kolları olan ve şu an faaliyetlerine devam eden Ülkü Ocakları için Hilal içinde bozkurt amblemi belirlendi. Böylece, Milliyetçi Hareket Partisi’nin tarihi serüveni başlamış oldu.
MHP’NİN  İLK MİLLET VEKİLLERİ:  
MHP, 1969 ve 1973 genel seçimlerinde çok büyük başarılara imza attı. 1965 seçimlerinde MHP %2,2 oy alarak 11 milletvekili çıkardı. Alparslan Türkeş, Adana'dan milletvekili seçilerek 1973'e kadar TBMM’de MHP’yi tek başına temsil etti. Ancak 1973 seçimlerinde 3 milletvekiliyle meclise giren MHP, 1 Nisan 1975'te 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti 'ne girdi. 22 Temmuz 1977'de oy oranını %3.4’ten, % 6.4’e çıktı. 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti ise biri başbakan yardımcılığı olmak üzere 5 bakanlıkla temsil edildi. Böylece MHP, büyük bir atılımda bulundu. Alparslan Türkeş, bu dönemlerde "Başbuğ" olarak nitelendiriliyordu. Türkeş, MHP, ÜGD, MİSK ve POL-BİR kuruluşlarıyla teşkilatlanmaya başladı. Birçok ülkücü 1970'lerdeki çatışmalarda sol görüşlü Komünistler tarafından öldürüldü.
GEÇMİŞTEN BUGÜNE MHP

Ankara’da Öğretmen Okulu öğrencisi Ülkücü Dursun ÖNKUZU’nun üç gün boyunca işkence edildikten sonra 23 Kasım 1970 tarihinde şehit edildi. Ülkücü gazeteci, yazar ve milletvekili İLHAN DARENDELİOĞLU, Milletvekili ve dillere destan Gümrük ve Tekel Bakanı Gün SAZAK ve MHP İstanbul İl Başkanı Recep HAŞATLI ve oğlu da aynı şehadeti yaşadı. Komünist örgütlerin düzenlediği saldırılarda şehit düşürülen bu kıymetli şahısların öldürülmesi ortalığı hareketlendirdi. Böylece Türkiye’de hem siyaset hem de gençlik meydanları hareketlenmeye başladı.
ÜLKÜ OCAKLARI  ve MHP
Milliyetçi Hareket Partisi, 1975'ten, 12 Eylül Darbesine kadar yaşanan terör olaylarında, Ülkü Ocakları MHP ile ilişkilendirildi ve suçlandı. “Bozkurtlar” veya "komando" olarak nitelenen gençler ile Komünist militanlar çatıştı. Bunu takip eden günlerde bu olaylar, birçok haber ve makale kaynaklarında, Türkiye’nin ülkesi ve milleti ile bir iç savaşa sürüklendiği şeklinde yorumlandı.
12 Eylül’de Kenan Evren Darbesi’yle birlikte askerler darbeden sonraki bildirilerinde en çok buna vurgu yaptılar. Ülkücü hareketin tarihi serüveni 1980 tarihine kadar böyle devam etti. Milliyetçi Ülkücü Hareket’te 12 Eylül öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrıldığında maddî  manevî ve siyasî cephesinde 12 Eylül ile birlikte ve sonrasında birçok husus değişti. Ülkücü hareketin büyük kayıpları oldu. 12 Eylül Darbesiyle birlikte, istisnalar haricinde MHP ve Ülkü Ocaklarının hemen hemen bütün yöneticileri cezaevlerine dolduruldu.Ülkücü Hareketin 1991 tarihine kadar mağduriyeti olağanüstü şekilde devam etti. Sonrasında ise toparlanma çalışmaları… Aslında Ülkücü hareket, Siyasi olarak bu raddeden sonra siyasal ve sayısal anlamda çok güçlendi. Ancak ideolojik açıdan bir o kadar zayıfladı.
12 EYLÜL 1980 DARBESİ
12 Eylül 1980 Kenan Evren Darbesinden sonra tüm siyasi partiler kapatılmıştı. 1983 yılında yeni siyasal partiler kurulmasına izin verildi. MHP, Mehmet PAMAK tarafından oluşturulan Muhafazakâr Parti ile temsil edildi. 1985 yılında, Muhafazakar Parti ismi Milliyetçi Çalışma Partisi olarak değiştirildi. 1987 tarihinde referandumun ardından yasaklar kalktı. MHP’nin lideri Alparslan Türkeş, nihayet siyasî hayata dönerek, MÇP’nin genel başkanı oldu. 27 Aralık 1992'de, 1979 yılındaki delegeleriyle toplanan MÇP Kurultayı,  MÇP’yi feshederek, 24 Ocak 1993 tarihinde olağanüstü kongreyle partinin adını MHP olarak değiştirildi. MHP ve ülkücü Hareketin tarihi serüveni hiçbir partiye benzemezdi. Ülkücü hareket, çilelerle, göz yaşlarıyla yoğurulmuş Türkiye’nin ve Türk dünyasının en büyük aksiyon hareketiydi.
MHP, Aralık 1995 genel seçimlerinde % 8.2 oy aldı. % 10’luk seçim barajını aşamadığı için milletvekili çıkarması mümkün olmadı. MHP Lideri Alparslan Türkeş'in hayatını kaybetmesinden sonra 6 Temmuz 1997’de MHP olağanüstü kurultayı toplandı. Merhum Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş ve sağlığında Alparslan Türkeş’in yanından hiç ayrılmayan Devlet Bahçeli arasında çok çetin seçim yarışı başladı. Devlet Bahçeli seçimi kazanarak Milliyetçi Hareket Partisi’nin yeni genel başkanı oldu. Tam bu sırada Mehmet OKANDAN’da MHP başkanı Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ’yi Kayserili iş adamları ve sanayicilerle tanıştırdı. MHP’nin Kayseri’de yapılanmasında maddî ve manevi büyük katkılar sağladı; fakat sn. BAHÇELİ, MHP’nin başına geçtiği günden itibaren geçen 20 yıllık süre ve dönemde, partisini ve ülkücüleri iktidara taşıyamadı, ve gerçek bir varlık gösteremedi…
SN. DR. DEVLET BAHÇELİ ile 1999 TÜRKİYE GENEL SEÇİMLERİ
MHP, 1999 Türkiye Genel Seçimleri’nde % 17.98 oy alarak patlama yarattı. MHP, en çok oy alan ikinci ve 129 milletvekili çıkaran bir parti oldu. DSP-ANAP-MHP koalisyonunu kuruldu. MHP, biri başbakan yardımcılığı olmak üzere 12 bakanlık aldı.
MHP iktidar partisi iken kendi yetişmiş kadrolarını uygun birimlerde değerlendirmek şöyle dursun Genel Başkan Devlet Bahçeli'nin aldığı seçim kararı ile 3 Kasım’da erken seçime gidildi. 2002 yılında sn. Dr. Devlet Bahçeli Başbakan yardımcısı ve uhtesinde bulunan bakanlıkların tamamında onlarca Müşteşarlık, Müşteşar Yardımcılıkları, Genel Müdürlük, Genel Müdür Yardımcılıkları, Daire Başkanmlıkları ve Şube Müdürlüklerinin tamamına yakınını kendi kadrosu ile doldurması beklenenirken, bu kadrolar boş olduğu halde doldurulmadan ve kendisine teklif edilen ve yüz yılda belki de bir defa gelebilecek fırsatları(Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık) elinin tersi ile iterek seçime gidildi.  
2002 Türkiye genel seçimleri MHP için hüsran oldu. %8.3'e düşen MHP parlamentoya giremedi. Kadrolar BAHÇELİ ve ekibine kırıldı. Hüsrana uğradı ve bunu seçimde oyunu boş atarak partisini cezalandırdı…
2007 Türkiye Genel Seçimleri’nde MHP %14.29 oy aldı. 71 milletvekili ile mecliste grubunu kurdu. Yerel seçimlerde ise MHP, biri büyükşehir olmak üzere 10 ilin belediye başkanlığını aldı. Toplamda da 490 belediye başkanlığı kazandı.
2011 Türkiye Genel Seçimleri’nde %14,27 oy alarak ve mecliste 53 milletvekilliği kazanarak meclise girdi. MHP, Haziran
2015, 7 Haziran Türkiye Genel Seçimleri’nde %16,29 oy aldı. 80 milletvekilliği kazandı. TBMM’de yeniden grubunu kurdu. Bu seçimlerde sn. Dr. Devlet BAHÇELİ’nin seçmenini hüsrana uğrattığını söylemek doğru olur. Seçmenin Başbakanlık beklentisi ve Devlet BAHÇELİ’nin bunu kabul etmemesi ile yeniden erken seçime sürüklenen seçmen, bunu da affetmedi ve MHP, %11.94 oy ile yine cezalandırdı; fakat anlayan yine olmadı… Millet vekili sayısı yarı yarıya düşürerek kırka (40) indi…
İşte bu son yenilgi,  parti içerisinde olağanüstü kongre isteklerine ve başkaldırıları da beraberinde getirdi. Başkanı değiştirme düşüncesi, başkan adaylarının artmasına, MHP’nin parçalanma ve bölünmesine yol açtı …
MHP ve 2015 TÜRKİYE GENEL SEÇİMLERİ
Bir iktisat doktoru olan Devlet BAHÇELİ, MHP’yi adeta iktidar yapmamak için direniyor, iktidarı döneminde doldurması gereken kadroları boş bırakıyor, ülkücülerin kadrolaşmasına ve iktidarı kontrol etmesine izin vermiyordu…
2015 seçimlerinde de MHP girdiği seçimlerde seçmenlerinin beklentilerinin çok altında oy aldı… Böylece MHP’de kurultay çağrıları ve sesleri yükselmeye başladı. Kurultay seslerinin her geçen gün artmasıyla birlikte adaylar Dr, Devlet BAHÇELİ, Tuğrul TÜRKEŞ’ten sonra da MHP’de liderlik yarışı başlattı. Dr. Seyfi ŞAHİN, Dr. Mesut TÜRKER, Aytekin YILDIRIM, Ramiz ONGUN, Taner ÜNAL, Süleyman Sırrı SAZAK, Sinan OĞAN, Koray AYDIN, Ümit ÖZDAĞ, Meral AKŞENER gibi MHP’yi iktidar yapmak isteyen başkan adayları ortaya çıktı.
Böylece, MHP'de 547 delege, olağanüstü kurultay taleplerini Milliyetçi Hareket Partisine iletti. Meral Akşener, Sinan Oğan, Koray Aydın, Ümit ÖZDAĞ;  MHP Genel başkan adayı olduklarını  açıkladılar.
MHP genel başkanı Devlet BAHÇELİ, yaptığı açıklamayla kurultay çağrılarını reddetti. BAHÇELİ; kurultay tarihi olarak 18 Mart 2018 tarihini gösterdi. BAHÇELİ muhalifleri "Kurultay Çağrı Heyeti" oluşturarak, MHP’nin olağanüstü kurultaya götürülmesi talebiyle Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açtı. MHP Genel başkan adaylığını ifşa eden altı muhalif adayın katılımıyla, MHP’nin 6.Olağanüstü Büyük Kongresi toplanarak Tüzük kurultayını yaptı. Kongrede partinin tüzüğündeki 13. madde yenilendi. Nihayet 15 Temmuz darbe girişimine kadar Meral AKŞENER, Sinan OĞAN ve Koray AYDIN Türkiye’de en çok konuşulanlar arasındaydı.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ise Türkiye’nin gündemi tamamen farklılaştı. Her ne kadar muhalif adaylar, kongre tarihi gibi 15 Temmuz öncesi çok konuşulan hususlar gündem dışında kalmışsa da MHP Türkiye gündeminin tam ortasına düşerek konuşulmaya devam etti. 15 Temmuz’un sıcak havasından sonra yeniden muhalif adaylar ses getirmeye çalışsa da Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve daha baskın gelen gündemler muhalifleri gölgede bıraktı. Bugün geldiğimiz noktada MHP, Evet- Hayır noktasında daha fazla bölünmüştür. Tabandan yükselen farklı sesler MHP üst yönetimin otoritesini sarstı.
KAYSERİ’de MHP ve MEHMET OKANDAN
Kayseri’inin bütün ekabili, zengin ve iş adamları ve varlıklı aileleri, o günlerde MHP’li veya MHP sempatizanı olduğunu söylemek yerinde olur. Bunların yanında yerlisi olmadıkları halde şehrin sayılı bazı  isimlerini de unutmamak gerekir.
İbrahim ÖZBEKARLAR, Mehmet KIZIKLI, ÖZBIYIKLAR, ÇARŞIBAŞILAR, BAŞKALLAR, GERÇELLER, Nevzat TÜRKTEN, Mustafa ÖZTÜRK, Halit ERKİLETLİOĞLU, Hasan Sami BOLAT, Hacı Ali ŞAPÇI, Faruk ÇARÇIBAŞI, Zeynel TİMUR, Muzaffer TOK, Hüseyin CÖMERT, Nafiz AĞCA, İsmail BOZKURT, Bekir ADIYAMAN, Alim GERÇEL, Hasan Ali KİLCI, Osman USLU, Celâl TOPRAK, Galip AYATA, Mehmet KILINCER, Ali KARGI, Ali Şahin FEVZİOĞLU, Günay ARTUNER, Metin SOYLU, Cemal OĞUZKAN, Cemal AÇIKGÖZ, Kamil KANTARCI, Zeki CEREN ve kardeşleri, Hamza AVŞAROĞLU ve kardeşleri, Yılmaz KUZUGÜDENLİOĞLU, Metin ÖNEN, Veli KILIÇ, Burhan KARAMUSTAFAOĞLU, Ahmet DARENDELİOĞLU, Mehmet YILMAZ,  İbrahim SUNGUR ve kardeşleri, Bekir ALP, Ziya KARACA, Salim KARAKOÇ, Haluk SEZEROĞLU, Eftal Emre, Ahmet AYER, Köksal AKÇALI, Tuğrul KOÇER, Orhan KÖKSAL, Orhan AKŞİT, Abdullah Çağrı ELGÜN, Kenan YAVAN, Ertuğrul YALÇIN, Erdoğan TANRIÖVEN, Aydın ÇETİNKAYA, Emir BOSTAN, Mustafa GÖRÜLYILMAZ, Mustafa ACAR, Cengiz KURT, Mustafa TEKİN,…vb. ismini burada zikredemediğim onlarca kişi ve onlarca şahsiyet... O günkü MHP veya Ülkü Ocağı saflarında bulunan ak pak, pırıl pırıl genç ve dinamik insanlardı.
Bu öyle bir teşkilattı ki bu saydıklarımdan birinin burnu kanasa hepsinin burnu kanar ve bir birinden haberdar olurlardı. Samimiyet, bağlılık, sadakat ve dürüstlük bu sağlam ruhlu ve sağlam karakterli insanlara özgüydü…
Sayılar azdı; fakat Çin Seddi yeniden fethedilecek olsaydı bu yağız ve gözü kara neferlerle yeniden fethedilebilirdi. Nihayet seçimler sonrasında Gün SAZAK’ın BAKANLIĞI dönemi bu söylediklerimin canlı birer şahidi ve delilidir.
SON SÖZ:
Mehmet OKANDAN, Kayseri’nin yerli aileleri arasında mal mülk ve varlıklılık bakımından hatırı sayılır zenginlerindendi. Şaşılacak bir mal ve mülk zenginliği içinde mütevazi bir hayat yaşadı. Eli açık ve bonker bir kişilik sahibiydi. Kendi işleri ve mutluluğundan ziyade başkalarının mutluluğu için koşturan müthiş bir hayırseverdi.
Sanayi’de Türkiye’nin dün ve bugün de önde marka bakımından önde gelen fabrikanın sahibi ve ortakları arasındaydı. Fabrikasında çalışan hemen herkesi ev sahibi yapmıştı.
Sosyal yönü çok gelişmiş bir insandı. İyi, adil bir arabulucuydu. Çevresindeki hemen herkese kucak açmış yardım severlik abidesiydi. Ölürken bile en az yüz kişiden alacağı olan bir insandı. Alacaklılardan asla para pul istemez getirirlerse: “İhtiyacın varsa dursun!” derdi. Kimseye karşı nefsi bir kinini ne duyan ne de söyleyene rastlamadım.
MHP’nin vitrininde yanlış adamlar olmasın diye arkadaşları gibi o da birkaç kez aday olmuş partisi ve idealine hizmetten geri durmamıştı …
Emir BOSTANCI:  “Morgda olan bedenini yıkatmağa gittiğimizde, yüzündeki tebessüm hâlâ eksilmemiş, sanki yeniden gençleşmiş ve güzelleşmişti.” Diye naklediyor.  “Nasıl yaşarsanız öylece haşredilirsiniz.” Meşhur hadisi herhalde bunun için söylenmiş olsa gerektir…
 Siyasete girdiğinde Kayseri’de her dört kişiden üçü ya onun tanıdığı veya akrabalarından biriydi. Bu sebepledir ki hiçbir düğünü ve cenazeyi kaçırmamağa büyük özen gösterirdi. Kayseri’deki Organize Sanayisinin kuruluşunda ve arsalarının tedarikinde sayılamayacak kadar emeği olduğu inkar götürmez bir gerçektir.
Oğlu Kağan OKANDAN: Son olarak bulunduğu görevi Serçeönü Mahallesi Muhtarlığıydı. Nikah kıyar, evlenmek isteyen, eşiyle ailesiyle, eviyle arası bozuk olup düzeltmek isteyen, iş ortakları ile problemi olup çözdürmek isteyen, iş arayan, iş bulmak isteyen,  aç olan, açıkta kalan, yardım talep eden, herkes muhtarlıkta buluşurdu. O aynı zamanda adil bir arabulucuydu…
Mehmet OKANDAN, her yaptığı işten büyük bir haz alır asla gocunmazdı. Toplumun bir bakıma mıknatısı, çimentosu, harcı görevini üstlenmişti. İnsanları barıştırıp kaynaştırmada, babacan tavrı ve hareketleri gülen çehresiyle ondan daha iyisi yoktu…
İş hayatında, Cemiyet hayatında hep yardım, hizmet odaklı, madden, manen, ihtiyacı olanın yanında görülmüştür.
Babası olmayana baba, kardeşi olmayana kardeş, olma hizmetinden bir an geri durmamıştır.
Ölümünden sonra anladık ki muhtarlığı Allah ömrünün son günlerinde MEHMET OKANDAN’ın insanlara daha fazla yardım edebilmesi için on beş (15) yıl süre ile gerçek ihtiyaç sahiplerini belirleyebilmesi için nasip etmiş. 28 Ekim 2015’te bir Sonbahar mevsimi gibi bu hayattan öbür hayata göçüp gitti.
Ruhu şad, mekanı Cennet olsun. Rahmet ve minnetle yaddediyorum.
KAYNAKLAR:
1)Mehmet OKANDAN’ın oğlu: Kağan OKANDAN, belge, bilgi ve fotoğraflar.
2)http://www.milliyet.com.tr/serceonu-mahalle-muhtari-mehmet-okandan-kayseri-yerelhaber-1039091/
3)https://www.facebook.com/serceonumuhtarligi/
4)Kapsam Haberi: http://www.kapsamhaber.com/mhp/mhp-ne-zaman-kuruldu-gecmisten-gunumuze-tum-detaylari-ile-mhp-h38982.html 
5)http://www.mhp.org.

2 Ekim 2017 Pazartesi

KÜRDİSTAN mı TÜRKİSTAN mı? Abdullah Çağrı ELGÜN

KÜRDİSTAN mı TÜRKİSTAN mı?
Abdullah Çağrı ELGÜN
 “Cemaat ve Mesut Barzani” kitabının yazarı Erdal SARIZEYBEK’in söyledikleri ile Türk tarihini değiştirecek görüş ve düşünceler ortaya çıktı…
Mesut Barzani’nin Kürt olmadığı, Halîd i Nakşî Tarikatı’nın bir üyesi olduğu, bu tarikatın üyeleri ve uzantılarının bir kısmının da Türkiye’de bulunduğu ve Türkiye’yi yönettiği ileri sürüldü…
Kürt İsyanları, araştırıldığı zaman şu görülmektedir ki 1806-1846 arasında altı(6) defa isyan çıkaranların tamamı üç ailedir. Aradan geçen kırk yıllık zamanda bütün bu isyanları çıkaranları, teşvik eden, organize edenlerin bu üç aile olduğunu tespit ediyor. Bu aileler Baban, Bedirhan ve Solhan Aileleridir. Bunların, bir Şeytan üçgeni kıskacında sürekli olarak hareket ettiği ve bu bölgelerde eğitildiği, organize edildiği ve bu bölgelerde isyanların çıkartıldığını, yapılan araştırmalar ve eldeki belgeler açık, net ve tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu üçgen: Süleymaniye, Erbil, Şemdinli ve Vandus’tur. Kürtler’e isnat edilen bu isyanların hiç birisi, Kürt vatandaşlarımız ve Kürt liderler tarafından çıkartılmamıştır. Bu İsyanları çıkaranlar, organize edenler de isyanı teşvik ve yönlendirenler de Kürt değildirler…
Bunlar: Şeyh Halid, Şeyh Barzanî, Seyyid Taha’dır. Bunların da Türklük veya Kürtlük ile hiçbir ilgi ve alakası yoktur. Neseplerinin ne olduğu da kesin olarak belli değildir.
PKK, Barzani, Talabani, aynı coğrafya üçgeninde, defalarca işbirliği ederek bu isyanları organize etmişlerdi...
Bu Tarikatın adı: Halidî Nakşî Tarikatı’dır…  Bunlar Kürt olmadıkları halde kendilerini Kürt olarak tanıtan bir grup, Halidî Nakşî Tarikatı’nın Müritleri, Şıhlarıdır veya üyeleridirler.  Bunların, günümüzdeki üyeleri kimlerdir diye baktığımızda karşımıza: Turgut ÖZAL, Necmeddin ERBAKAN, Abdullah GÜL, Cüneyt ZAPSU, Tayyip ERDOĞAN, Bülent ARINÇ olarak karşımıza çıkmaktadır.

Barzani, Talabanî ve Şeyh Übeydullah…ve benzerleri de bu Tarikatın ya üyesi ya Şıh’ı veya Şeyh’idirler.  Bunların hiç birisi, ne Kürt ne de Türk değildir; fakat bu isyanları tertipleyen, örgütleyenlerin, aynı kişi ve onların çocukları veya torunları oldukları kesin ve su götürmez bir gerçek olarak karşımızdadır...
Türkiye’de kendiliğinden çıkan bir isyan yoktur. Kürt kardeşlerimizin de doğrudan, bir isyan çıkardığı görülmemiştir. Bu isyanlar: Mürit, Şıh, Şeyh ve Seyyid lakaplarını alan, ajanlar tarafından çıkartılan isyanlardır. Bunlar, Nakşî Tarikatı üyesi ve Siyasal İslâmcı Tarikat mensupları tarafından organize edilmektedir. Kürt halkı ayaklandırılmaya, baş kaldırmaya teşvik edilerek, kışkırtıcılık, bölücülük, ve ayrılıklardan nemalanma ve sudan bahaneler ile sunî olaylar hazırlanıp yönetilerek çıkartmış isyanlardır…
Seyyid Taha Kürt değildir. Aşireti de yoktur!.. Şemdinli’de yaşar. Torunu Seyyid Abdülkadir’dir. Bu kişiler, bu ayrılıkçı Kürtler’in başında ve isyanları organize eden kişidirler.
Geçmişe doğru gittiğimizde görülmektedir ki 1800’lü tarihlerde çıkarılan bütün isyanları, bu üç ailenin dedeleri, babaları ve çocuklarının teşvik ve organize ettikleri ve  çıkarıp yönettikleri, açıkça görülmektedir…
Geçmişteki bütün bu isyancıların, Halidî Nakşî Tarikatının üyeleri oldukları, tarihî belge ve kayıtlar incelendiği zaman, ap açık, şüphe götürmez bir şekilde, ayan beyan görülecektir… 
Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa BARZANİ de Türkiye’ye gelmiş, dostluğunu ve kardeşliğini bildirdikten sonra (1930), 1932’de Ermeniler ile iş birliği yaparak Dağlıca Karakolu’nda dört askerimizi şehit etmişlerdi…
Hakkari ve Şemdinli İsyanlarını çıkaran da Mustafa Molla BARZANİ idi... Ağrı da çıkan isyana da aynı zat destek vermişti.
Bugün, Tayyip ERDOĞAN ve Mustafa Molla BARZANİ aynı tarikatın mensuplarıdırlar.
200 yıllık İsyan Siyasetini devam ettirenler de yine, bu Cemaat mensuplarıdırlar. Milletin gözü kapatılmış veya olay ve durumları görememesi için siyaha boyanmış gözlük verilmiş olmalı ki millet, akla ile karayı seçmekte zorlanmaktadır.
Bugün gelinen noktada Mısır, Libya, Suriye, Suidi Arabistan, Irak Müslüman ve Eski Osmanlı Türkü’nün toprakları ve insanları ile geldiğimiz (husumetli veya düşmanca) durum inkar edilemez bir şekilde, gözler önündedir. Bugünkü yöneticilerin siyaseti, sağ gösterip sol vuran, süslü; fakat içi boş hamasî nutuklardan ibaret olarak kalmıştır…
İngiltere, ABD, İsrail, Ortadoğu’da yeni sınırları çizmiştir… Kuzeyde Kürdistan bağımsızlığını ilan etmiş, sıra Suriye’deki İŞİD ve PYD’nin kontrol ettiği Kürdistan ile birleşmeye gelinmiştir. Türkiye ise sınır ötesinde içerilere bir kilometre de olsa giremeden gereksiz masraf, anlamsız ve beyhude tatbikat yapmakla yetinmiştir. Türkiye geçmişte Barzani ve Talabani’ye verdiği taviz yardım, müsamaha ve hedefsizliğinin bedelini ödemektedir…
PİKES Raporunda Molla Mustafa BARZANİ şu ifadelere yer vermiştir: “Şayet davamızda başarıya ulaşırsak ABD 51. Eyaleti olmaya hazırım…”
Barzani’nin Kürt Yahudisi olduğu ve bu ailenin pek çok Haham yetiştirdiği, İsrail ile işbirliği yaptığı belgelerle ispatlanmıştır.
Bütün bu tavizler sonucu Türkiye çaresiz, içe kapanmış ve hiçbir varlık gösteremeden ortada kalakalmıştır. Bana öyle gelmektedir ki bu Cemaat ve Tarikat mensupları İngiltere, ABD, İsrail ortaklarına, Ortadoğu’yu Eşbaşkan olarak Türk Milletini uyutarak, Büyük Türk Milletine rağmen, yumuşak bir inişle Kürdistan’ı hediye eylemektedir…

Molla Mustafa’nın dedesi Tayyip Erdoğan’ın büyük Halifesidir. Bunlar büyük bir Cemaat kurdular. Bu Cemaatlere siyasi kişileri sokarak Türkiye’yi ele geçirmek istediler. Yine de kazanamadılar. Bunun üzerine taktik değiştirip yeni taktikler uygulayarak: “Cemaatlerin içinde siyasetçi yetiştirelim de devleti ele geçirelim.” dediler. Bugün Türkiye’yi yönetenler, işte bu Cemaatin üyeleridirler. Adı geçen bu Tarikat: Gümüşhan Evi Tekkesi olarak İstanbul’da Cağaloğlu’nda bulunmaktadır. Bu Halidî Cemaati’nin en büyük Tekkelerinden bir tanesidir. Burada bundan başka: Gümüşhan Evî, İsmet Efendi, Kelâmî ve Kaşgarî Tekkeleri de bulunmaktadır. Bu Tekkede, siyasetçi Cemaatçiler yetiştirerek, devletin başına getirdiler. Anlayacağınız bugün, Türkiye’nin başında bulunanların en yetkilileri bu Tarikat ve Cemaatin yetiştirdiği siyasal kişilerdir…Operasyon da: “Büyük Orta Doğu Projesi ve Eş Başkanı Cumhur Başkanı” ile Ortadoğu sınırlarını yeniden çizme ve Türkiye’yi ele geçirme planıdır.
Gelinen bu noktada “Büyük Orta Doğu Projesi ve Eş Başkanlığı”  gereği her ne kadar yağıp gürlesek de Kuzey Irak’ta Referandum bitirilmiş; Bağımsız Kürdistan ilan edilmiştir. Şimdi sıra PYD, İŞİD’in Suriye’de kontrol ettiği topraklarla birleşmeye gelmiştir.  Yine bizim, başımızdaki büyükler ve bizden iyisini bilenler : “Ey Almanya! Ey Hollanda!.. Ey Barzani!” diyerek, Rus yazar ve karikatüristlerin alay konusu haline gelen ve gır gır ile çizilen Türkiye Sınırlarını belirleyen haritalardaki topraklarını bağıra bağıra Barzani’ye teslim ettiğimiz gibi Türkiye’nin de yarısını yumuşak inişle Büyük Kürdistan hayaline devredecek miyiz?..
ABD, Barzani’yi Türkiye’ye davet ettirmişti. 1992’de Türkiye tarihinde ilk defa Turgut ÖZAL döneminde Barzani Ankara’ya gelmişti. MİT Tesislerinde Başbakan Süleyman DEMİREL tarafından ağırlanmış, TC Pasaportu verilmiş, silah tahsis edilmiş, yiyecek, içecek ve her ne eksikse gönderilmişti. Bugün de bu Tarikatın baştaki liderleri eliyle, Mesut BARZANİ defalarca Türkiye’ye getirildi. En son Diyarbakır’a götürüldü. Büyük bir törenle ve Devlet Başkanı gibi karşılandı. Bayrakları Türk bayraklarının yanında yer aldı. Resmen Kürdistan Türkiye’ce tanınmıştı…
AKP kongresinde “Türkiye seninle gurur duyuyor!..” diyerek alkışlandı. Başbakanın yanında oturtulmuştu…  Eeee… Gelinen noktada şimdi?!.. Kerkük’te, Sünnî Kürtlerin dışında Türkmen kalmamış tasfiye edilmiştir. Şimdi buradaki kurulmuş ve resmen ilan edilmiş Kuzey Kürdistan ile Tüm Türkleri Katletme Projesi devreye sokulmuş bulunmakta mıdır? Yoksa Kuzey Kürdistan bunların uydurdukları gibi Türkiye’ye dahil olup Türkistan mı olacaktır?..
PYD, İŞİD’in şimdi elinde bulundurdukları yer ile Suriye ve Kuzey Irak Kürtleri birleşerek Büyük Kürdistan’ı kuracak, İsrail: Dicle’den Fırat’a, Ağrı (Ararat, Sion Dağı) ve çevresiyle Kenan Diyarı mı gerçekleşecek? Yoksa Ortadoğu Eş Başkanının anlattığı Büyük Ortadoğu (BOB) projesi gereği bütün bu ve diğer İslâm ülkelerinde yaşanan bu kadar acı, kan, göz yaşı ve katliam sonrası Türkiye’ye dahil olup İngiltere, ABD ve İsrail’e petrol, gaz, uranyum, bor mu akıtacaklar?
Irak ve Suriye’den koparılan topraklarla Bağımsız Kürdistan mı, Türkistan mı olacaktır?
KAYNAKLAR:
1. http://www.hurriyet.com.tr/barzani-ailesinin-yahudi-oldugu-ortaya-cikti-128488
2.https://www.google.com.tr/search?safe=off&dcr=0&q=Safa+Kaplan,+H%C3%BCrriyet+Barzani+ve+Ailesi&nfpr=1&sa=X&ved=0ahUKEwi0q8eg18TWAhXJYpoKHdSCCToQvgUIJCgB
3.http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/ http://www.metafizikmerkez.org/detay.asp?haberID=9
4. http://yurthaber.mynet.com/makale-haberleri/turkiye-uzerinde-oynanan-oyunlar---726
5.http://diriliyoruz.com/turkiye-uzerinde-oynanan-oyunlar-belgeseli-1880-2009
6.http://www.usakhabermerkezi.com/abdnin-turkiye-uzerinden-oynamak-istedigi-buyuk-oyun-makale,485.html
7.  www.uyaneyturkgidiyoruz.com
8.www.idefix.com
9.  wwwtevfıkbir.com
10. “Cemaat ve Mesut Barzani”,  Erdal SARIZEYBEK;
11.  http://www.kitapyurdu.com/kitap/cemaat-ve-barzani/325955.html
12.http://www.yeniakit.com.tr/haber/abdli-yahudi-bankaci-rockefellerden-yuzyilin-itirafi-iste-turkiye-uzerinde-oynanan-kirli-oyunlar-247109.html
14.https://bpakman.wordpress.com/inanc-dunyasi/dinler-arasi-diyalog/musevi-islami-cemaat-iliskileri/gumushanevi-dergahi-museviler-ve-bop/

8 Ağustos 2017 Salı

KUDÜS (İLK KIBLE), Araştırmacı, Yayıncı, Eğitimci, Şair ve Yazar. Abdullah Çağrı ELGÜN

KUDÜS; İSLÂMİYETTE İLK KIBLE
Abdullah Çağrı ELGÜN
Kudüs, dünyanın en önemli dinî güzergâhlardan biri ve üç büyük dinin kutsal mekanlarının bulunduğu bir ibadet beldesidir. Bugün Kudüs’te, Mescid-i Aksa’nın içinde bulunan Kubbet’üs Sahra Camii, âlemlere indirilen son din İslâm’ın Peygamberi Hazreti Muhammed’in gökyüzünün katlarından Miraç’a yükselmek için üzerine çıktığı “Sahra” adlı kayanın üzerine imar edilmiştir.
Bu Sahra adlı kaya, Müslümanların ve âlemlerin Peygamberi Hazreti Muhammed’in, üzerine (Sahra) çıkarak, Allah ile buluşmak ve diğer, değişik âlametlere şahitlik etmek için, göğe (Miraç) yükseldiği yerdir. Müslümanlar’ın ilk Kıblesi Mescid-i Aksa Camii, Sahra adlı kayanın üzerinde olup bütün Müslümanlarca kutsallığa sahiptir. Bu bölgeye, çevresi ile birlikte, Harem-i Şerif adı verilmektedir. Bu bölgenin dışı, yer yer otuz, kırk metre arasında değişen surlarla çevrili olup, içinde İlk Kıble(Mescid-i Aksa) ve Kubbet’üs Sahra, Ağlama Duvarı ve Tapınak Tepesi’nin de bulunduğu kutsal mekanlardır.
Burasının, Mescid-i Aksa’nın(Beyt’ül Maktis, Kutsal Ev) yapımı Peygamberlerimizden Hz. Davut ile başlayıp, oğlu Hz. Süleyman tarafından bitirilmiştir.

Âlemlerin Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa, Miraç gecesinde Mekke’den alınarak Medine’ye oradan da Mescid-i Aksa’ya Kudüs’teki ilk Kıble’ye getirilmiş ve burada namaz kıldıktan sonra, Burak atlı bir binek ile Miraç’a çıkarılmıştır. İsra süre’sinin başlangıç âyeti: “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”  gereğince yolculuk yapmıştır.
Bu Mescidler Hz. Muhamed Mustafa’nın da bahsettiği ve ziyaret için gittiği Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi(Medine Mescidi) Müslümanların en kutsal yerlerinden kabul edilmekte ve ilgi görmektedir. Harem’üş Şerif ise hem Müslümanlarca hem de Yahudilerce kutsal olarak bilinmektedir. Yahudiler için bölge Museviliğin en kutsal yeri ve Tevrat’ta adı geçen, geçmişteki iki mabedin de bulunduğu yer olarak ilgi görür.

Hz. İsa da Bey’ül Lahim’de doğmuştur. 1967’de burası İsrail tarafından işgal edilmiş olup, giriş ve çıkışlar o günden bugüne kadar İsrail Hükümetinin askerleri tarafından kontrol edilmektedir. Bölgenin güvenliği İsrail sorumluluğundadır.
KUDÜS’ÜN TARİHİ
Bu isim kutsal kitaplarda geçtiği kadar Mısır, Babil kaynakla­rında da “URUSALlMU” adı ile geçer. Peygamberlerimizden Hz. Davut’un 1.0.1000 yıllarında, burayı alarak başkent yaptığı; oğlu Süleyman Peygamber zamanında da (Takriben LÖ.970-930 yılları) ünlü Süleyman Mabedini(Tapınak) yaptığı bilinmektedir...
586 yılında Babil Kralı Buhtun-nasır (Nebuahadnezzar) sadece burayı almadı, Yahûdiler’i de esir etti. 538 yılında Pers Kralı Kirus (Cyrus)'un ülkelerine dönmesine müsaade etti. Süleyman Mabedi'nin bulunduğu ta­pınak bu sefer mütevazi ölçüde düzenlendi, inşaatlar tapınağı asla geçmedi… Hz. Süleyman’ın devleti, çağının en muhteşem devleti iken o zamanlarda çok yorgun ve bitkindi. Savaştan kurtulanlar, Tev­rat'ın bile mevcut nüshalarını saklamaktan aciz duruma düşmüşlerdi. Tapınak, Kral Herod devrinde muhteşem şekilde yeniden res­tore edildi. Buna ait rekonstrüksiyon denen eski tasavvur! ma­keti ilişikte sunulmaktadır.
Hz. İsâ, Beytüllahim'de doğdu. Daha sonra Yahudi isya­nı olduğu vakit 70 yılında Titus (imparator Vespasian'ın oğ­lu) kenti ve Tapınağı yakıp yıktı, ganimetleri Roma'ya aktar­dı.
132 yılında ikinci Yahudi isyanı oldu, Bu isyan üzerine Yahudiler, Kudüs'ten öyle uzaklaştırıldı ki, İmparator Hadrian kenti yeniden Pagan (Puta Tapanların Kenti) olarak yaparken 135 yılında, ken­tin adını da Aelia Capitolina diye değiştirdi.
Museviler, bu olaydan çok üzüntü duyup perişan oldular. Museviler, Müslüman Türkler1 den gördükleri adaletin ufak zerresini Hristiyanlık adıyla Avrupalılardan asla görmemişlerdi. Museviler Getto denen yer­lerde zorla ikamet ettirilmişlerdi.
Halife Ömer, Kudüs'ü teslim aldığında Kudüs harap ve perişandı.. Ömer’in adaletini duyanlar Kudüs’ün tesliminde büyük rol oynadılar. Hz. Ömer’in adaletine güvenmeleri onların Kudüs’ü hemen teslim etmelerine sebep oldu. Aksi halde Piskopos ve din adamları asla teslim etmez, muazzam şekilde direnirlerdi; ama onlar da bi­liyorlardı ki, Hristiyanlık son derece bozulmuş, yeni nizam bekleniyordu.O da Müslümanlık olabilirdi…
Müslümanlar her gittikleri yerlerde hemen Mescit ya­parlardı. Ünlü Kıyame (İngilizce adıyla Holy Spulchre) ye do­kunmamış, Kıble olan kutsal kayada (Sahra) namaz kılarak, hemen küçük bir ahşap Cami yapılmasına neden oldu. İstesin istemesin Holy Sepulchre'de asla namaz kılamazdı. Bu Hz. Peygamberin tutumunu çok iyi bilen adil Hali­fe Hz. Ömer’in, yanlış bir hareketi olmayacaktı. Eski kutsal KIBLE'nin değerini ortaya çıkaran mantıkî düzenlemenin ortaya koyucusu olarak Kudüs'ü yeniden düzene soktu. Ömer Camini yaptı. Üç din mensupları da hiçbir birine karışmadan ve büyük bir hoşgörü içinde ibadet yaptılatr.

Haçlılar'ın 1099 yılında, Türkler'in muazzam direnişle­rine ve bazı şaşkın Araplar'ın yardımları sayesinde KÛDÜS'e girdiler. Haçlıların Kudüs’e girişleri, kan gölü haline gelen olaylar zincirine sebep oldu. Başlarındaki Godfrey ve Bouillon, Kubbet'üs Sahra denen KIBLE noktasındaki muhteşem yapıyı, tamamen Kilise haline soktu. Tarikat merkezi yaptı. 1187 yı­lında Selâhaddin Eyyûbî hepsini kovarak Kudüs’e yeni bir hoşgörü getirdi…
1517-1917 yılları; Osmanlı Türkiye’si devri egemenliğinde geçti. Ondan önceki Harem el-Şerif denen alanda, Türk soyları (Eyyûbî-Memlükler)in küçük çaptaki ilaveleri, minareleri ile bu alan süslendi.
Kudüs, görünümüne en etken olaylar zinciri de adı KIBLE olan Kubbet'üs Sahra kısmı­dır. Burası son üç asır, asla bozulmayacak şekilde muhteşem restoratörlük sanatı ile MiMAR SiNAN ekolünün, ustalığının şaheseri olarak tanınır. Aynı ekol Kudüs'ü Kudüs yapan eşsiz surları ve sur kapıla­rıdır. Şurada burada Israiliyatçıların söylediği gibi surlar, Hz.Süleyman Peygamber devrinin değildir. Hemen tümüyle Kanunî Sultan Süleyman devri, Mimar Sinan ekolüne aittir.
Türkler'in Kudüs’ten çekilmeleri ile Kutsal Kudüs'ün durumu askıda kaldı. Batılı politikacıların elinde oyuncak edildi. Araplar alaya alındı. Onlar aldatılmak için, her yol mubah sayıldı. O zaman anlaşıldı ki; denge unsuru Türkler'in yerine geçecek hiç­bir güç yoktu ve boşluk doldurulamıyordu. Türkiye çok uzak­lara atılmış, Filistin, ırak bir bölge olmuştu.

SÜLEYMAN MABEDİ (İKİNCİ TAPINAK) MABET
Peygamber Hz. Süleyman'ın mabedi yerinde Kral HEROD; muhte­şem fakat daha mütevâzî ölçülerde bu tapınağı yaptırdı. Yukarıda bugün hemen hemen izi kalmayan tapınağın resmi görülmektedir. Hz. Ömer Kudüs'e geldiğinde tapınaktan eser yoktu.
Ortada: TEPLVMLS ALOMOlS: Süleyman Mabedi Kubbet'üs Sahra Haçlılar elinde iken yeni adı ile.  "EY SÜLEYMAN SENİ GEÇTİM." Justinianus'un Ayasofya'yı açarken söylediği söz.(537)

Nasıl Osmanlı Imparatorluğunun en muhteşem ve ka­nunla idare edilen devri Kanunî Sultan Süleyman zamanı ise; tek Tanrılı dinlerin en şaşaalı devri, büyük âlim, hukukçu Hz. Süleyman Peygamber'in çağıdır.
Tarihler KUDÜS bölgesinin nasıl olur da, bu kadar kutsal yer olarak kabul edildiğini anlamak zor değildir; çünkü burası sarp, sapa, suyu olmayan, renksiz, cılız bölge­dir. Tarih boyunca, çağının da üstünde tekniklerin kullanıldı­ğı kent olarak tanınır. Kral ve Peygamber olarak Hz. Davûd (tak­riben I.Ö. 1004-960) aynı zamanda Bâbil Devleti'nin bu böl­geyi almasına kadar olan 400 yıllık bir mutlu çağın kurucu­suydu. Kabileleri toplayıp Kudüs'ü başkent yaptı. Mısır ve Mezopotamya gibi büyük kültürlere sahip çevrenin tam orta­sında TEK TANRI'LI dinin şerefli temsilcisi olarak kendisini kabul ettirdi.
Hz. Davut Peygamber Hz. Süleyman Peygamber (takriben I.Ö.970-930) Davut (A.S.)ın oğludur. Fırat-Mısır arasındaki bütün bölgenin ha­kimi oldu. Merkezî bir hükümet kurarak, sulhun timsali sayı­lacak işler başardı. Aynı zamanda tarihin büyük hukukçula­rından biri olarak kabul edilecek büyük işler başardı. "Kitap yaz­manın sınırı olmaz" sözü bugün de geçerli olarak bilinen me­selelerinden birisiydi. Ticaret ve bilime de aynı derecede önem verdiği, inanılmaz derecede önsezili olduğu ve nihayet Pey­gamber olarak şaşırtıcı, çağımızın da üstünde ışınlama denen bilgilerle mücehhez olduğunu öğrenmekteyiz
TAPINAK,  Süleyman Peygamber tarafından yapılırken, bir de Cinler’in çalıştırıldığı söylenen bir Saray yaptırılmıştı. Saba Melikesi Belkıs’ın, saray­da şaşkın durumu ve sarayın bir bilim yeri olduğunu belirle­yen Kur'an'daki kıssanın tefsirini hâlâ yapacak duruma gelmiş değiliz. Gelecekte araştırmalar Süleyman Peygamber'in Allah vergisi birçok sırlarının izahını belirleyecektir.
Bu çağda ticaret yolları üzerinde Eliat (Geber)e liman yaptırması, madenleri işletmesi çağının üstünde gayretler olarak belirtilir… Tapınağın böyle bir ortamda ve Mısır mima­risinden esinlenerek yapıldığı anlaşılmaktadır.
Kutsal kitaplarda, Mısır ve Babil kaynaklarında adı Urusallimu olarak geçen yer Kudüs’tür.
691 yılında Türk soylu Emevi(Memlüklüler) Müslümanları tarafından inşa edilen Cami birkaç defa resterasyon geçirmiştir.
1099’da Türkler’in muazzam savunmasına rağmen Araplar’ın Godfrey ve Bouillen’e  yardım etmeleri ile burası Müslümanlar’ın elinden çıktmıştır.
1187’de Kudüs’ün, Selâhddin Eyyübi tarafından  fethedilmesiyle, tekrar Müslümanlar’ın eline geçti. Minberi uzun yıllar tuvalet olarak kullanılan günlerce gülsüyü ve Zemzem ile yıkatılarak temizlendi.
1517-1917 Osmanlı devrinde altın çağını yaşayan Kudüs’te bugün kan, gözyaşı ve sefalet ile Müslümanlar büyük sıkıntı yaşamaktadırlar
KUBBET’ÜS SAHRA(Süleyman Mabedi), İLK KIBLE (MESCÎD-Î AKSA) ve AYASOFYA bilindiği gibi kutsallık yönünden en önemli merkezlerden sayılmaktadır.
Mescid-i Aksa, Kubbet’üs Sahra(Süleyman Mâbedi)nin bulunduğu yerde­dir. Burası Tek Tanrı'lı dinlerin çevredeki en eski tapınağının yeridir. Türkiye/İstanbul’da bulunan Ayasofya ise Hıristiyanlığın ilk resmî Kilesesi’dir. Fatih Sultan Mehmet döneminde burasının fethedilmesi ile Hıristiyanlık âlemi zulüm ve işkenceden Kilise baskısından kurtulmuş ve Türkler’in hoşgörü ve müsamahası ile büyük bir özgürlüğe kavuşmuştur…
Kudüs’teki Mabetlerin her birinin önemi de Peygamber (SAV) Hazreti Muhammed Mustafa tarafından açıldıkları, tekrar tekrar belirtilmiştir.
Tek Tanrı'lı dinlerin hepsine millet olarak girmiş, İslâm dininde benliğini bulmuş, dünyanın yegâne ırkıyız. Al­lah'ın lütfüyle biz Türkler, Süleyman Mâbedi'nin bulunduğu yerin koruyuculuğunu yapmıştık.  Üstelik dünyanın her yerin­de hakaret gören Mûseviler'e dünyada yegâne mutluluk veren millet olarak, Iberik Yarımadasından kaçmalarına yardım edip, yok ol­malarına da mâni olarak adımızı, tarihe altın harflerle yazdıran yüce bir milletiz…

Süleyman Mâbedi'nin bulunduğu yeri olduğu gibi koruyan, buralardaki inşaatları don­duran ve inanılmaz derecede zengin vakıflar ve külliyelerle süsleyenlerin, yine Türk soyları olduğunu Orientalistler bile söylemekten çekinmemektedirler.
Ayasofya için de durumun, bundan farklı olduğu söylenemez. Ayasofya, yok ol­mak üzere iken, Türkler resterasyon çalışmaları ve yaptıkları zemin sağlamlaştırmaları ile  bu âbideyi, insanlığa, sonsuza kadar ar­mağan etmiş olduğunu Albert Gabriel  kadar güzel açıklayan olmamıştır.
Ya KÂBE için ne demeliydik? Yine Türk Mimarlarının dahisi Mimar, Mühendisi Sinan sayesinde, Kâbe klâsik güzelliğini bulmuş, alçak revaklar arkasında yükselen ihtişamlı görünümü ile, piramidal bir muhteşemliğe erişerek eşsiz bir güzellik kazanmıştı.
KUDÜS BÜTÜN İNSANLIĞIN ORTAK MİRASIDIR

Üç büyük dinin en kutsal noktalarından biridir. Zîra dinimiz bu dinlerin asıl güzelliğinin de mirasçısıdır. Osmanlı Türkiyesi’nin tarih sanesinden çekilmesinden sonra, bu üç büyük nirengi noktasının adım adım asliyetini kaybet­mesi, yok edilip tahrip edilme durumlarıyla, tanınmaz hâle sokulmalarını esefle görmekteyiz; halbuki Kudüs bütün insanlığın ortak malıdır.
Kudüs Müslümanların namusudur. Kudüs’ün çiğnenmesi Müslümanların Harem i Namusunun çiğnenmesidir. Harem’i Şerif yanında binalar yükseltilerek bu kutsal Mabedin çukurlara düşürülmesi Müslümanları ve üç büyük din sahiplerini de alçaltacaktır. Hiçbir gerçek din sahibi, böyle bir zulmü kabul etmez. Biz inananlar Bakara Suresi Ayet 63 gereği: “… Biz Allah’a ve bize indirilen Kuran’a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakup ve torunlarına indirilenlere, Musa’ya, İsa’ya verilenlere ve bütün Peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz, ancak Allah’a boyun eğen Müslimleriz.”  Anlayışı ile bütün peygamberleri sever ve aynı ölçüde saygı duyarız. Böyle büyük dinin ve tefekkürün sahipleri de şüphesiz bu din gibi sağlam, sağlıklı ve büyük millettir.
Kudüs üç büyük din için de önem arz etmektedir. Gerekirse bunun için İsrail’e ders vermekten Türk milleti hayatı boyunca tereddüt etmemiştir, bugün de etmeyecektir.  Üç büyük dinin de kutsal mabedi olan Kubbet’üs Sahra, Kutsal Kudüs İlk Kıble, Mescidi Aksa, Harem i Şerif hak ettiği seviyeye getirilmedikçe, Müslümanlar için mutluluk ve huzurdan bahsetmek mümkün olmayacaktır.
Müslümanları Mescid i Aksa’dan ayırmak ve Burada bir Süleyman Mabedi inşa etmek isteyen İsrail’e son bir defa daha hatırlatmak isteriz. Türk milletinin meşhur bir ata sözü vardır: “Dövülecek köpek Cami duvarına işermiş”. Müslümanlar’a 14 Temmuz 20017’tarinden bu yana ilk kez ezan okutmayan, ilk kez Cuma Namazı kıldırmayan bir güne getiren İsrail, bu durumdan utanmalı ve hicap duymalıdır.
Fransız Yazar Geza Gadron’un deyişi ile: “Türkler Tanrı’nın kırbacıdır. Tanrı kendi yolundan çıkanları cezalandırmak için Türkler’i gönderir.”
KAYNAKLAR:
1)http://www.dinihaberler.com/diyanet-haber/yeryuzunde-ikinci-mescid-ilk-kible-mescid-i-aksa-h121644.html
2)http://www.aljazeera.com.tr/haber/kubbet-us-sahra-yenilendi
3)https://www.360tr.com/mescid-i-aksa-girisi-sanal-tur_79d38138a1_tr.html
4)https://eksisozluk.com/kubbetus-sahra--776445
5)https://tr.wikipedia.org/wiki/Kubbet-%C3%BCs-Sahra
6) https://tr.wikipedia.org/wiki/Mescid-i_Aksa
7)http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40727659