10 KASIM ATATÜRK’Ü ANARKEN
Abdullah Çağrı ELGÜN
Devlet adamı, asker, korkusuz bir kahraman, inkılapçı
bir deha, zamana damgasını vurmuş, kendi milletini milletlerin en üstün
seviyesine çıkarmış, dahi bir insan. Türk’ün atası, Atatürk!.. Kurduğu
Türkiye Cumhuriyetini şimdi görse, herhalde yeniden bir Kurtuluş Savaşı
başlatırdı…
Atatürk 1938’de öldüğünde kendi kendine karar veren bir
ülke, kendi kendine işleyen bir demokrasi, kendi kendine karar veren bir hukuk
ve adalet sistemi ve hiçbir hükumet döneminde çağın gerilerinde kalmayacak bir
eğitim sitemi bırakmıştı…
Batılıları şaşırtan ve Asya’ya parmak ısırtan, sanayisi
Türk, ekonomisi Türk, çarşısı Türk, Pazarı Türk, kısaca her şeyiyle kendi,
her şeyiyle kendine yeten Türk bir ülke bıraktı. Bugün bu ülkenin
sokaklarında, caddelerinde gavurca levhalar, dizilerinde Kilise ve Haç’lar
ve Hıristiyan Misyonerlerinin propagandaları ile tuzaklar kurulmuş izlenesi
dizilerimiz; teknolojisiyle konuşmamaya, sessizliğe esir edilmiş
halkımız, ailelerimiz; arabalarımız, çamaşır makinelerimiz,
buzdolabı, televizyonlar, bilgisayarlarımız, cep telefonları, kullandığımız
saatlere kadar her şeyi ile kendi kendine yabancılaşmış bir Türkiye’de
yaşıyoruz… Giydiğimiz elbiselerden, evde kullandığımız mobilyalardan, içtiğimiz
su bardaklarından, kolumuzda, vücudumuzdaki her türlü döğmelerle, burnumuz,
kulağımız, göbeğimiz ve mahrem, avret yerimiz dahil döğmeler, küpeler ve
kolyelerle, her şeyimize kadar yerli olmaktan, millî olmaktan, bizi biz yapan
değerlerden uzaklaştırıldık.
Sekiz yüz çeşit lâle yetiştiren, Antalya, Burdur, ve
Isparta’da beş yüz çeşitten fazla renkli güllerle çevresini donatan, ve
durmadan yeni yeni şeyler üretme peşinde koşan bu millet, Cami’lerindeki gül
suyu, evindeki(Almanya’nın Köln şehrinin Latince adı “kolonia” dan
ismini alan) kolonya ve parfümleri bile Fransa ve Hollanda’dan ithal eder hale
geldi.
Hereke İpek; Feshane Yün, İplik; Bakırköy Bez; Beykoz Deri
Fabrikası Osmanlı’dan kalan son kırıntılardı. Atatürk bunun üzerine, 1 Ekim
1925 Bursa’da Merinos; İzmir’de Kağıt; Eskişehir, Kayseri, Tokat/Turhal Şeker;
Kayseri Sümer Bez Fabrikaları ve Karabük Demir Çelik Fabrikaları olmak üzere
1923-1938 arasında Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinde tam tamına kırk üç
fabrikayı kurmuştu…
Bu fabrikaların tamamına yakını, devlet işletmesi olup
1923-1925 arasında 36’dan 111’e; 1925-1933 yılları arasında da toplam fabrika
sayısı 1087’e ulaşmıştır.
Türkiye’deki bütün bu fabrikalar ve sanayi kuruluşlarındaki
kapasite 1929-1938 arasında yüzde yüz elli iki (% 152) artış göstermiştir.
Kömürde yüzde yüz(% 100); Kromda (% 600); diğer madenlerde (% 200); olurken,
demir üretimi sıfırdan 180 bin tona çıkartılmıştır. Şeker üretimi 200 misli
artarak beş küsür tondan, 95 bin 192 tona çıkartılmıştı.
Tekstil sanayimiz, ülkenin tekstil ihtiyacının yüzde
seksenini (%80) karşılayacak duruma gelmiş; pamuk ürünleri üretimi 70 tondan
3.777 tona, yün üretimi 400 tondan 763 tona, ipek üretimi 2 tondan, 31 tona
çıkarılmıştı.
Türkiye bu dönemde bakır bileşkelerini ithal etmekten kurtularak,
bu cevherleri ihraç etmeğe başlamıştır. Krom’da sıfırdan 600 ton gibi
olağanüstü bir artış sağlayan Türkiye; dünya krom üreticisi ve ihracatçıları
arasında Güney Rodezya’dan sonra ikinci sırayı almıştır… Fabrikalarını kuran,
Madenlerini işleyen, satan ve kâr elde eden Türkiye, emperyalist büyük güçleri
rahatsız etmeye başlamıştır. Daha ilk beş yıllık plan, sonlanmadan Türkiye’deki
fabrika sayısının 1087’ye ulaşması ülkenin ve insanlarımızın yüzünü
güldürmüştür.
Atatürk’ün
bütün bu fabrikaları, Cumhuriyet Döneminin 1980’li yıllarda “Özelleştirme” adı
ile Turgut ÖZAL ile başlayan ve 2001’de Recep Tayyip ERDOĞAN Hükümeti
ile devam eden dört dönemlik iktidarında, haraç mezat, özel şahıs ve sektöre
satılmış ve çoğu kapatılmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana: Atatürk, Menderes, Özal,
Demirel, Erdoğan” derken ülke bir güzel ivme kazanmışken, ilkelerden
saparak ayrı bulvarların sisli ve bulanık yollarında doğrular bulunamıyor mu?..
(http://www.guncelmeydan.com/pano/ataturk-un-fabrikalari-sinan-meydan-t36239.html)
Atatürk: Topunu, tüfeğini Kırıkkale Silah Fabrikasında,
uçağını İstanbul Beşiktaş Demirağ Uçak Fabrikası; “Hürkuş”unu, 28
Ocak 1925’te Kayseri Hava İkmal ve Bakım Fabrikasında; ilk otomobilini “Devrim” adı
ile Eskişehir Demir Yoları Fabrikasında; daha sonra 1966 yılında “Anadol” adlı
yerli otomobilini piyasaya çıkarak seri üretime geçilmişti…
Bize bu yurdu emanet olarak bırakanlar:
Ekonomisi çökmüş, dış siyaseti ipoteklenmiş, hazinesi,
bankaları yabancı güçlerin kontrolüne girmiş, kardeşin kardeşi öldürdüğü, halkının,
birbirlerine sorgulayarak baktığı, çatışmaya hazır, iç
savaşın eşiğinde, komşuları ile problemli içte ve dışta itibarı yara almış, ABD
ve Rus uçaklarının sınırlarımızın, kah içini kah dışını kalbur gibi delik deşik
yaptığı, savaş uçakları ile ihlal ettiği, Süleyman Şah’ın kemiklerinin
kabrinden kaçırıldığı bir mahcubiyetle, anafor, girdabın içinde, akıntıdan
akıntıya sürüklenerek çaresiz çırpınışlarla yaşamaya çalışan bir ülke
bırakmadı....
İçte ve dışta tam anlamıyla itibarlı; yok olmuş bir
imparatorluktan, Kocatepe, Dumlupınar, Sakarya, Çanakkale, İnönü, Kurtuluş
Savaşlarından alınlarının akı ve büyük zaferle çıkmış, bir Türkiye bıraktılar.
Bu Türkiye ki genç, onurlu, ektiğini ve ürettiğini, iç ve dış pazarlarda
gururla satabilen, ekonomisi Kapitülasyonlardan ve Duyunu Umumiye
Borçlarından kurtarılmış, kendi gücüyle ayaklarının üstünde durabilen
Türkiye’dir.
Bugün, aynı gurur ve hastalıksız, ayakta olduğumuzu söylemek
mümkün mü?..
Sanayisi gelişmiş, ekonomisi gelişmiş, refah düzeyi
gelişmiş, savaş güçleri gelişmiş devletler karşısında, şeref ve şanla,
göğsümüzü gere gere dimdik ve ayakta durabiliyor muyuz? Yoksa bu güçlerin
verdikleri, vereceğiz diye oyaladıkları üç kuruş için, iki büklüm; Avrupa
Birliği’ne gireceğiz umuduyla el pençe, boynu bükük, büyük güçler ve Avrupa
Birliği diye dayattıklarımızın kapılarında mıyız?
İşte Atatürk’ü andığımız bu günlerde geldiğimiz ilerleme…
Atatürk’ü minnet ve rahmetle anıyoruz…
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
TÜRK AİLE YAPISI ÇÖKÜŞÜN EŞİĞİNDEDİR
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), 2014 yılı “Evlenme ve
Boşanma” istatistiklerini yayınladı. İstatistiklere göre: 2014
yılındaki boşanmaların yüzde 39,6'sı evliliğin ilk 5 yılı, yüzde 21,8'i ise
evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleşti.
Mehmet Âkif’in: “Bir talak oldu mu dünyada semâlar
titrer.” Dediği boşanmaların ve kadın cinayetlerinin sayısı yıllık değil,
aylık değil, günlük, saatlik onları bulmuştur… Kadına yönelik şiddet ve
cinayetler artmağa devam ediyor. 2015 yılının sadece Türkiye’de ilk 10
ayında 264 kadının öldürüldüğü belirtildi.
Türkiye’deki icra dosyalarının sayısının 2014 yılında Adalet
Bakanlığı verilerine göre 2003 yılında 9 milyon 305 bin 453 iken, 2013 sonu
itibari ile 21. Milyon, 2014 yılında ise 23 milyonu aştığını gazete
haberlerinden okuyoruz.
Türk, ülkesi ve insanıyla, verdiği söz ve borcuna en sadık,
bir karakter abidesi iken bugün, kredi kartları ile borç batağına düşürülmüş,
insafsız bankalar elinde faiz lobisi kıskacında (20 milyon aile icralık durumda) ve
veya mahkeme, banka, ATM kapıları ve kuyruğundadır…
Karakolu, Mahkeme kapılarında bulunmayı değil, görünmeyi bir
ar, arlanma, haya, ayıp sayan bu milletin onurlu evlatları; buraları görmemeyi,
icralık olmamayı ayıp sayar arsızlığına düşürülmüştür… Açlık, işsizlik hat
safhada… Sabahları ucuz ekmek alabilmek için, belediye fırınlarındaki
kuyrukları izdihamı görmek lazımdır. İnsan bu manzaralar karşısında sanki
üçüncü, dördüncü dünya savaşı mı veriyoruz diyesi gelmiyor mu?..
İşte Atatürk’ü andığımız bu günlerde geldiğimiz ilerleme…
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
TÜRK DEVLET
ADAMLARININ
BUGÜNE İKAZI!..
ADAMLARININ
BUGÜNE İKAZI!..
Türkiye’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği Kurtuluş Savaşı
ile darbe yiyen emparyalizm, bugün yeniden harekete geçmiştir. Koloni devletler
ve ham madde ihtiyacı için petrol için, altın için, uranyum, bor, toryum
için toprak peşine düşmüşlerdir.
Dün emperyalizm Üçüncü Dünya Savaşı’nı göze alamamıştı,
çünkü Türkiye gibi çetin cevizlerle, yürekli aslanlarla karşılaşabilirdi...
Bugünkü savaşın adı ise Küreselleşmedir. Emperyalist ülkeler kendi oturdukları
yurtlarında, topraklarda değil; ama koloni olarak baktıkları veya
kullandıkları, sömürge devletlerin topraklarında savaş çıkarmakta ve bu
bölgeleri yeniden paylaşabilmek için de GLOBALLEŞME veya KÜRESELLEŞME diye sunulan
çikolataları, bizlere yutturmaktadırlar.
Yapılan fiiliyat ve icraatlarda görülmektedir ki
küreselleşme açlık, sefalet ve yoksulluk içinde ölmektir. Küreselleşme bugünden
de ortaya çıktığı gibi büyük güçlerin ağalığı, efendiliği, az gelişmiş
ülkelerin hamallığı, hatta köleliğidir…
10 Kasım büyük lider Atatürk’ü andığımız ve 2015 li yılları
gerilerde bırakmak üzere olduğumuz bu günlerde, her şeyden çok daha dikkatli
olmak ve davranmak ve daha çok çalışmak zorundayız. Bu söz bana atalarım: Vezir
Tonyukuk, Kültiğin Kağan ve Bilge Kağanlar döneminden yapılan ikazları
hatırlatıyor… Tabii hepiniz bu sözleri çok kez duymuşsunuzdur. Orhun Nehri
yatağında dikilen Abidelerde Bilge Kağan Türk Milletine şöyle
seslenmektedir:
“Tanrı gibi gökte olmuş, Türk Bilge Kağanı… Bu zamana
oturdum. Sözümü tamamıyla işit! Bilhassa küçük kardeş yeğenim!.. Oğlum, bütün
soyum, milletim! Güneydeki Şadpıt Beyleri!, Kuzeydeki Tarkat Buyruk beyleri!
Dokuz Oğuz, Otuz Tatar Beyleri, milleti ! Bu sözümü iyice işit!... Adam akıllı
dinle!..
Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün
batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki milletler hep bana
tabiidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk Kağanı
Ötüken Ormanında oturursa ilde sıkıntı yoktur.
Türk Beyleri, Milleti İşitin!..
Türk milletini toplayıp il tutacağını buraya kazıdım.
Yanılıp öleceğini yine buraya kazıdım. Her ne sözüm varsa buraya kazıdım. Ona
bakarak bilin. Şimdiki Türk Milletti, Beyleri, bu zamanda itaat eden beyler
olarak mı yanılacaksınız?!.” (Prof.Dr. Muharrem ERGİN, “Orhun Abideleri”
1991 İst.)
Bu kadar büyük badireler ve tecrübeler atlatmış, yedi bin
yıldır varlığını barış, huzur ve sükûnet; başkalarına mutluluk vermek üzere
kurmuş bu millet, dikkatli olmak zorundadır. Böyle perişan duruma düşemez…
İşte Atatürk’ü andığımız bu günlerde geldiğimiz ilerleme…
Atatürk’ü minnet ve rahmetle anıyoruz…
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
GÜÇLÜ DEVLETLERİN DURUMU
Araştırmacılar, Amerika’daki sosyal çöküntünün hat safhada olduğunu belirtiyorlar. Bu ülkede on yedi (17) yaşından sonraki hamilelik oranının yüzde seksen(%80) olduğu belirtiliyor. Sosyal devlet ölüyor. Dünyayı sömürme faaliyetleri ve kâr transferleri söz konusu. Hammaddeye ihtiyaç var. Amerika’da çiftçiler ürettiklerini satamıyorlar. Amerika: “Amerika çıkarlarına uygun düşmeyen her ülkeye müdahale ederiz diyor.”
Araştırmacılar, Amerika’daki sosyal çöküntünün hat safhada olduğunu belirtiyorlar. Bu ülkede on yedi (17) yaşından sonraki hamilelik oranının yüzde seksen(%80) olduğu belirtiliyor. Sosyal devlet ölüyor. Dünyayı sömürme faaliyetleri ve kâr transferleri söz konusu. Hammaddeye ihtiyaç var. Amerika’da çiftçiler ürettiklerini satamıyorlar. Amerika: “Amerika çıkarlarına uygun düşmeyen her ülkeye müdahale ederiz diyor.”
Türkiye’ye de: “On metreküp zeytin yağından fazlasını
ihraç edemezsiniz!..” diyorlar. Bunun için “imtiyaz” anlaşması
imzalamışız. Türkiye ile anlaşmaları var. Bunların hepsi belgelerle sabit.
Yeterinden fazla ürettiğimizde, dünya pazarlarından hiç birine satamıyorsunuz.
Diyelim sattınız… Amerika’da zeytin yağları elde kaldı.Bedelini dolar kuru
üzerinde Amerika’ya ödemek zorundasınız. Açık gözlerin anlaşmalarına bakınız.
Verdiğimiz tavizlere…
Tarihin sayfalarını çevirelim 1910’da Selânik nasıldı?..
1941’de anılarını yazan bir yazar diyor ki: “Selânik’i
kaybetmek hiçbir Türk’ün aklından geçmezdi.” Selânik yüzde doksan dokuzunun
Türk olduğu, Türk milletinin en canlı, en işlek, en mutaassıp bir şehriydi…
Bugün Selânik neresi, kim biliyor?
Biz hangi acıları yaşamadık?
Ülkede borçlar borçlar borçlar… 20 milyon aile icralık
durumda… Borç sarmalı ve batağındayız. Türkiye’nin bu borçlarını ödemesi mümkün
müdür?
Fişher ve Rus Çarı, Osmanlı için: “Hasta Adam.” Borçlarını
ödeyemez demişti. Hatta İstanbul’da, Çukurova’da borçların tahsili için
işçilerimizi tarlalarda kendileri için çalıştırmışlardı…. Borçlarını sonuna
kadar alarak gittiler.
Üç yüz ton çay üretimine karşılık, dört yüz ton çay ithal
ediyoruz. Bize tohumluk çay, tohumluk tütün veriyorlar. Kendi çayınızı ekmeyin,
kendi tütününüzü ekmeyin diyorlar; çünkü dünyanın en mükemmel çayı, dünyanın en
iyi içimli tütünü bizim ülkemizde üretiliyor. Kendi verdikleri çay ve tütünler
bir defa ekildikten sonra başka ürün vermiyor. Bu çay ve tütün tohumları kısır.
Öyle kasıtla üretmişler. Hep bize muhtaç olsunlar diye… Hâla ders
almayacak mıyız?
Kısaca bize tohum veren ve en kaliteli çay, tütün, haşhaş ve
pamuk olarak dünyaya sattığımız bu ürünleri yetiştirmeyin,. Bizim çayımıza,
bizim tütünümüze mecbur olun… Üretmeyin de….Devamlı bizden alın, bize bağımlı
kalın diyorlar…
10 Kasımda geldiğimiz nokta.
Atatürk’ü minnetle ve rahmetle anıyoruz.
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz
ÇIKARACAĞIMIZ DERSLER
ÇIKARACAĞIMIZ DERSLER
Amerika Afganistan’a çıkartma yaptı. Yanında filosuyla
jandarması İngiltere de var. Bütün dünya devletlerine çağrıda bulunuyor; ve
diyor ki: “ Ya bizim yanımızdasınız, ya da karşımızda!..” Bunun
üzerine Fransa, Afganistan’a asker göndermekle kalmayıp, denizcilerini de
savaşa soktuğunu açıkladı. Almanya iki bin altı yüz askeriyle, İspanya, İtalya
binin üzerinde asker yollayarak katılıyor. Rusya, Çeçenistan’da yaptığı
soykırım yetmiyormuş gibi bu defa da dünya kamu oyuna aldırmadan
Gürcistan’ın iç bölgelerine kadar yerlere girip, işgal ile bombalamağa
devam ediyor. Afganistan için çok sayıda asker gönderme kararı veriyor. Çıkaracağımız
dersler yok mu?
Gürcistan’ın Devlet Başkanı Şvartnaze, Türkiye’den Gürcistan sınırlarını korumak için asker istiyor. Türkiye ise bunu Birleşmiş milletlerin kararına bırakıyor. Afganistan ise sembolik olarak doksan kişi gönderiyor. Kıbrıs problemi devam ediyor. Kırım yeniden Rusya’ya dahil edildi. Hazar’dan sonra Karadeniz de sanki Rus gölü oldu. Ruslar bütün dünyanın gözleri önünde Suriye’ye vuruyor, Türkiye’nin sınırlarını bir çok defa ihlal etmekten çekinmeyip gücünü mü gösteriyor, sabrımızı mı deniyor?..
Gürcistan’ın Devlet Başkanı Şvartnaze, Türkiye’den Gürcistan sınırlarını korumak için asker istiyor. Türkiye ise bunu Birleşmiş milletlerin kararına bırakıyor. Afganistan ise sembolik olarak doksan kişi gönderiyor. Kıbrıs problemi devam ediyor. Kırım yeniden Rusya’ya dahil edildi. Hazar’dan sonra Karadeniz de sanki Rus gölü oldu. Ruslar bütün dünyanın gözleri önünde Suriye’ye vuruyor, Türkiye’nin sınırlarını bir çok defa ihlal etmekten çekinmeyip gücünü mü gösteriyor, sabrımızı mı deniyor?..
New Yoork Times baş yazarı William Safire, 1994’te vefat
eden Amerika başkanlarından Nixon’un görüşünü, yani: “Türkiye’nin Kuzey
Irak’a girerek, ilhak etmesini teklif ediyor.”du. Bu görüşü, Irak’ın
Kuveyt’e girdiği sırada, Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL’da dile getirmiş, hatta
zamanın Başbakanına bu konuda talimat da vermişti. Meclisten karar
çıkartılmasını istemişti… Üç yıldır ataletle uyutulmuş, durgun kafalı, uyuşuk
beyinlerden böyle bir ataklık, atılganlık ve cesaret beklemek mümkün değildi?!.
Özal çok kırıldı, kızdı!.. Bir şey olmadı… İbretlik dersler yok mu?
Bugün Irak’ta, Faransa’da, yasak parlemontosu bulunan bir “Kürt
Devleti” var. 36. Paralelde ABD tarafından kurulmuş bu: “Kürt
Devleti’nin tanınmasını bir savaş sebebi sayarız.”, “Kıbrıs’ta bir bedel
ödememiz gerekiyorsa bu ağır bedeli öderiz.” Dediğimiz için şimdilik
durdurabildiğimiz Kıbrıs’ın kaybı, Kürt Devleti’nin varlığı…
Susan Amerika, Afganistan’da işini bitirdikten sonra
ne diyecek? Irak’ın teröre bulaşmış olduğu bahanesiyle vurulursa, ülkemiz
mülteci akınına uğrayacak, savaş ülkemize de sıçrayacak mı?.. Demişken bugün
Mısır, Libya, Suriye’de aynı akibete uğradı. Amerika Devlet Başkanı: “Türkiye’nin
tavrı Amerika’nın stratejisini yönlendirecektir.” Derken neyi
kastediyordu?.. “Tecrübe yenilen kazıkların bileşkesidir!” Tekrar
tecrübeye ne gerek?
Ekonomik güçlükler içinde bunalan Türkiye o zaman bunu
kaldırabilir miydi? Kurulmuş bulunana Kürt Devleti, Birleşmiş Milletler
tarafından tanınabilir mi? Türkiye neler yapabilir? İngilizler tarafından
seksen yıl önce kurulan Irak, Amerika tarafından elli yıl önce kurulan
İsrail’in yanında, Filistin Devleti gerçekleşiyor mu?.. Irak’ı ve İsrail’i
kuranlar, Filistin ve Irak’ta, Türkiye ve Suriye de dahil olmak üzere
topraklarını bölüp bir Kürt devletini de kuracaklar mı?..
10 Kasımda geldiğimiz nokta.
Atatürk’ü minnetle ve rahmetle anıyoruz.
Atatürk’ü şiddetle arzuluyoruz…
GEÇMİŞ GELECEĞİMİZİ AYDINLATIYOR
Ülkemizin içinde bulunduğunu düşünürseniz: 6 Haziran 2001’de
gazetelerde çıkan bir haber: “Van’da Otel Krizi!..” diyordu. Van’da bir otel
satın alan ve adını da Ermenice: “Zafer!” anlamına gelen: “Vartan!..” koyan
Amerikalı iş adamının, işletme belgesinin elinden alınmasının ardından, otel
adı, bir bez parçasıyla kapatılıyordu. Geçmişten hiç ders almıyoruz.
İstanbul’un tam göbeği Boğaz’a nazır Küçük Armutluda TAYAD ve DHKP-C adlı örgütler kamp kuruyor ve F Tipi ceza evlerine karşı olduklarını öne sürerek, burasını “Kurtarılmış Bölge” ilan ediyorlar; ve ölüm orucuna başlıyorlardı. Kurtuluş Savaşını başarmış olan Devlet, buraya giremiyor… imajı verilmeğe çalışılıyordu… Aradan geçen zamanda Yirmi bir vilayet (21) PKK sayesinde 1 Kasım seçim öncesinde ve iktidarın umursamaz tavrı ve “Çözüm Süreci” mutabakatı ve müdahalesiz, operasyonsuzlukla geçen sürede Özerklik ilan ettirmişti. Şimdi bu girilemeyen bölgelerdeki PKK inlerine girip silah bırakılmasına, silahların gömülmesine kadar mücadele edileceğinden bahsediliyor… Geçmiş geleceğimizi aydınlatıyor… “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?!. M.Âkif” Geçmişe hiç bakmıyor, geçmişten ders çıkarmıyoruz… Müslüman din kardeşlerimiz, komşular, Kıbrıs ve diğer Türk Cumhuriyetleri için, dün durum nasıldı, şimdi nasıldır, tekrar tekrar bakmak, görmek ve gereğini yapmak gerekmeyecek mi ?!..
Bütün bu gelişmeler bizi, ülkemizi; açlıkla, işsizlikle,
parasızlıkla pençeleşen, Türk halkını, Türk gençlerini yıldırmayacaktır. Biz
yine tatlı rüyalarla yatıp, uzak hayaller görmeye devam etmeliyiz… Bu rüya ve
hayallerdir ki ülkeleri ataletten kurtarıp, diri ve canlı ve heyecanlı kılıyor.
Şimdi Türkiye o tatlı inatlara, hayallere ve rüyalara
koşuyor. Yakındır ki Türkiye, bir doğum eşiğindedir. İyi niyet ve umutla
önümüze bakarak diyelim ki: Bütün bu kargaşaya, bulanık hava ve çamurlu sulara
rağmen, bölgenin ve dünyanın kalbi diye bilinen ülkemiz, Avrasya’nın belki
de dünyanın lideri olarak çıkmak üzeredir. Hem de bunca felaket ve
acıya rağmen.
Büyük Atatürk’ün ölümünün 77. Yıl dönümünde 10
Kasımda, bu mübarek ve ulvî “doğumu” kutluyorum…
Ne mutlu bugünü görecek Türk insanlarına!...
Ne mutlu sizlere!...
Ne mutlu Türk’üm diyene!...
KAYNAKLAR
http://www.milliyet.com.tr/kadin-cinayetleri/
http://www.bugun.com.tr/ekonomi/turkiyede-icralik-dosya-sayisinda-3-1232257.html
https://www.cihan.com.tr/tr/turkiyede-bosanma-orani-artti-evlenme-azaldi-1727656.htm
http://www.gazetevatan.com/evlenme-ve-bosanma-istatistikleri-aciklandi-765536-gundem/
http://www.guncelmeydan.com/pano/ataturk-un-fabrikalari-sinan-meydan-t36239.html
http://sirinnar.net/site/gaziantepte-icralik-dosya-sayisi-2015-yilinin-ilk-7-ayinda-105-bine-ulasti
Ankara, Salı, 10 Kasım 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder