MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DÖNEMİ
(1923-1938)
ONBEŞ YIL (15)
Abdullah Çağrı
ELGÜN
Atatürk’ün,
hastalıkla cebelleşerek geçirdiği bir yıl sayılmazsa, on dört (14) yıl gibi
kısa bir dönemde, Türk Devlet ve Milleti için yaptıkları, yaşayabilseydi, bu
millet için daha neler yapabileceğinin bir garanti ve göstergesidir…
Atatürk’ün
toplumu modernleştirme, ülkeyi sanayileştirme ve muasır medeniyet seviyesine
çıkarma, ülkede kurduğu birçok fabrikalarla üretimi yükseltme, toplumu zengin
ve müreffeh hale getirme, refahını yükseltme politikasının gerçekleşmesi için
Cumhuriyet Dönemi askerî ve sivil bürokrasisi ile güç birliği yaparak, var
gücüyle çalışmıştır. Atatürk: “Tek bir şeye ihtiyacımız var:
Çalışmak! Çalışmak! Çalışmak!..” diyordu. “Ey, Türk! Yüksel senin için
yükselmenin hududu yoktur!..” “İstikbal göklerdedir!” diyerek Türk
milletinin göklerde olması gerektiğini ve gökyüzünü ele geçirmeden üstün olunamayacağının
işaretini veriyordu!.. Bağımsız olmayı, bağımsız kalmayı işaret ederek: “Bağımsızlık
benim karakterimdir!..” Diyordu.
Dünyaya Yayılmış Türk Halkları |
Bütün
Devlet Kurumlarını dinî baskılardan ve dinî otoriteden kurtararak, din ve
devlet işlerini birbirinden ayırmış (Lâyıklık Sistemi), Cemaat, Tarikat,
Tekke, Zaviye; Şeyh, Şıh, Seyyitlik…ve benzerleri Müesseselerin aslî
unsurlarını kaybederek çöktüğünü, kokuşmuşluğunu görerek, bunları tamamen
kapattırmıştı. Siyaseti de siyasîler yapmalıydı. Devletin Kurum ve
Kuruluşları kendi döneminde siyasetten de tamamen arındırıldı… Türkiye parça
parça topluluklar değil bir bütün halkıyla bir bütündü ve parçalanamazdı. Onun
için: ““Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran, Türkiye halkına, “Türk Milleti”
denir!..” diyordu…
Atatürk’e göre, Kuran’ın
mânâsını anlamak en büyük ibadetti. Müslüman’ım diyen dini İslâm
olan herkes İslâm Dini’nin kitabı olan Kuran’ı anlamalı ve onu en
az bir Müftü kadar, bir İmam kadar bilmeliydi; çünkü Allah insanı,
yeryüzünün Halifesi yapmıştı. Müslümanlar ise henüz İslâmiyet’i
bilmiyor, okumuyor, Kuran’ı anlamlandıramıyor, onu anlamıyor, körü körüne biat
ve itaat ediyordu!.. Halka bunu anlatmak gerekirdi. Bunu gerçekleştirmek ve
Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi (meali) için Mehmet Âkif’e bizzat rica edip
1000.TL’de para göndermişti.
Atatürk’e göre: Kuran
okumanın bir şartı da olamazdı. İnsanların akıllarına seslenen bir dinin,
gereklerini öğrenmek için ne şartı olabilirdi ki?.. Abdest ise sadece Namaz
için alınırdı. Oruç kefarete bağlanamazdı, kefaret yoktu!.. Kuran’da
suçlara verilen cezalar (günahlara) dinî değil, din ile ilgili olamazdı,
idarî ve siyasiydi… İçki içtiği
halde sarhoş olmayanlar, Namaz kılabilir, içki içene idarî otorite,
ceza veremezdi. Bu demektir ki toplumda, toplumu rahatsız etme söz konusu
değilse cezası yoktur! Olsa olsa içki içmenin cezası şahsî olabilir. Din ile ilgisi ise Kul ile Allah
arasındadır. Dinen bir cezası varsa, onu da ancak Allah verir!.. Dinî veya
idarî otorite buna bir ceza veremez.
Bu durum, topluma karşı bir suç değildir, olamaz!..
Sünnî,
Şiî, Alevî, Malikî, Hanefî, Şafî, Hambelî, Maturidî, …vb. Meshepler gibi
dini bölüp parçalayan tutunmalar veya taraftarlık sağcılık ve solculuk gibi birer siyasî
faaliyetlerdir. İman ve inanmanın derecesi ile bir alâkası
yoktur, olamaz!.. Bunlar olsa olsa siyasî nüfus elde etmeye dayalı taraf tutmalardır…
Bu sebeple Devlet Memurları ve Askerlerin, Devlete ait bütün Kurum ve
Kuruluşlarında çalışanlarının, siyasete karışmasını yasakladı. Bunların Tarikat, Tekke, Cemaat; Aşiret, Boy Beyi;
Şeyhlik, Şıhlık, Seyyidlik gibi Müesseselerle ilgi ve alakasını tamamen kesti,
bağlarını kopardı…
(Soy
adı kanunu çıkardı. 2 Ocak 1935), (Saltanatı kaldırdı. 1922), (Cumhuriyeti İlan
etti. 1923), (Hilafeti “Halifeliği” kaldırarak Şeriat Mahkemelerini kapattı.
1924), (Öğretim Birliği Yasası ile Medreseleri kapattı. 1924) Yerlerine Üniversiteler açıldı. (Mürit üreten
Tekke ve Zaviyelerin kapısına kilit vuruldu. 1925), Ezan Türkçe okunmağa
başlandı. 1925), İbadetler halkın anladığı ve konuştuğu dil Türkçe ile
yapılmağa başlandı. 1932) Arapların asimile ederek çökerttiği, devletin
bütün işlerine haremdekilerin, Tarikat ve Tekkenin parmak sokarak oynattığı,
Cemaatlerine su gibi hazine kaynaklarının akıttığı devlet olmaktan çıkarak
Türkleştirdi. Devlet Türklerin kurduğu, Türkçe konuşulan, Türk Devleti oldu!..
Asker, Memur ve Üniversiteler, Her Kademedeki Okullar…vb. Devlete
Ait Kurum ve Kuruluşlar: dinin ve siyasetin oyuncağı olmaktan arındırdı.
Siyasî, dînî her türdeki bağlarını kesin olarak kopardı… Modern, çağdaş ve
sosyal birer kurum haline getirdi… Mehmet
Çelebi’nin yaptığı gibi Atatürk
de Devleti: Tarikat, Tekke, Zaviye,
Cemaat; Şeyh, Şıh, Seyyidlik Müesseselerinin ellerinden alarak “Paralel Devlet” yapılanmalarına son verdi. İşte
kimi Tarikat, Tekke, Zaviye, Cemaat; Şeyh, Şıh ve Seyyitlerin bir kısım Mensupları, Atatürk’e bu sebeple düşmandırlar…
Bu ise tamamen siyasî ve ekonomiktir. Dinî duyguları sömürerek, Devletin ve
insanlarımızın parasına, emeğine göz diken, soyan ve kanını emen, bu
Tarikatların gücü elden gidip, hazineden Tekkelere, Cemaatlere, Tarikatlara
akan, akıtılan musluklar kapatılınca Atatürk’e düşman kesildiler...
Atatürk’e göre: “Bilim,
gerçeği bilmektir. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her
bireyinin kafasına koyacağız. Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasî bir
fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak,
yerine getirmek veya yapmamak hak ve
hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına
hâkim olunamaz.Müspet bilimlerin temeline dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar, beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık delilidir.
Biz uygarlıktan, ilimden ve fenden kuvvet alıyor ve ona göre yürüyoruz.
Hissiyatı ve vicdanî telakkiyi, ilim ve fenle besleyip eğiterek, toplumun gerçek huzur ve saadetine çalışmak ulvî bir görüştür.
Dünyada her şey için medeniyet için hayat için muvakkatiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflet tir, cehalettir, dalalettir...
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!Bir başka çağdan kalma adetlerimizde, alışkanlıklarımızda direnirseniz, cüzzamlılar, paryalar gibi tek başınıza kalakalırsınız. Benliğinize bağlı kalın; ama gelişmiş uluslar için gerekli olan şeyleri Batı'dan almasını bilin.Yoksa bilim ve yeni düşünceler sizi bir lokmada yiyip bitirebilirler.
Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini,yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını,bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu her zaman ve her türlü vasıta ile tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür..."
İlim, imandan önce gelir, akla, mantığa ve vicdana dayanmayan hiçbir fikir, dinî ve ilmî olamaz. Önce ilim, sonra iman. İlim objektif, iman sübjektiftir. İman ilim ve aklın önüne geçtiği ve alındığı için İslâm dinine birçok hurafe, yanlış inanç ve hüküm girmiştir.
İslâm’da iman aklın önüne alındığı için ilim dışlanmış ve sönmeye yüz tutmuş, İslâm ülkeleri geri kalmıştır. Bütün Tarikatlar, İslâm’ı ahiret dini yapıp, yöneticileri dünyanın her türdeki zevkini çıkarmaya, Karunlar kadar zengin olmaya, ticaret, para, şan ve şöhret ile kırallar gibi bir eli yağda bir eli balda, dünya Cennetinde yaşamaya bakmışlardır… Bu Tarikatların son zamanlardaki liderlerine bakıldığında bu açıkça görülebilir. Halbuki din insanlar için gelmiştir. Yani din insan içindir. İnsanlar din için doğmamış ve yaratılmamıştır. Düşünce “Felsefe” akıl, mantık, ahlâk, iman, dini meydana getirir.
Biz uygarlıktan, ilimden ve fenden kuvvet alıyor ve ona göre yürüyoruz.
Hissiyatı ve vicdanî telakkiyi, ilim ve fenle besleyip eğiterek, toplumun gerçek huzur ve saadetine çalışmak ulvî bir görüştür.
Dünyada her şey için medeniyet için hayat için muvakkatiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflet tir, cehalettir, dalalettir...
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!Bir başka çağdan kalma adetlerimizde, alışkanlıklarımızda direnirseniz, cüzzamlılar, paryalar gibi tek başınıza kalakalırsınız. Benliğinize bağlı kalın; ama gelişmiş uluslar için gerekli olan şeyleri Batı'dan almasını bilin.Yoksa bilim ve yeni düşünceler sizi bir lokmada yiyip bitirebilirler.
Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini,yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını,bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu her zaman ve her türlü vasıta ile tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür..."
İlim, imandan önce gelir, akla, mantığa ve vicdana dayanmayan hiçbir fikir, dinî ve ilmî olamaz. Önce ilim, sonra iman. İlim objektif, iman sübjektiftir. İman ilim ve aklın önüne geçtiği ve alındığı için İslâm dinine birçok hurafe, yanlış inanç ve hüküm girmiştir.
İslâm’da iman aklın önüne alındığı için ilim dışlanmış ve sönmeye yüz tutmuş, İslâm ülkeleri geri kalmıştır. Bütün Tarikatlar, İslâm’ı ahiret dini yapıp, yöneticileri dünyanın her türdeki zevkini çıkarmaya, Karunlar kadar zengin olmaya, ticaret, para, şan ve şöhret ile kırallar gibi bir eli yağda bir eli balda, dünya Cennetinde yaşamaya bakmışlardır… Bu Tarikatların son zamanlardaki liderlerine bakıldığında bu açıkça görülebilir. Halbuki din insanlar için gelmiştir. Yani din insan içindir. İnsanlar din için doğmamış ve yaratılmamıştır. Düşünce “Felsefe” akıl, mantık, ahlâk, iman, dini meydana getirir.
Ölmüş olana, bu dünya kapalıdır. Bunun için: “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için,
yarın ölecekmiş gibi de öbür dünya için çalışmak hazır olmak şarttır…”Asıl
olan ve amaç bu dünyadır. Her şey bu dünyada var olup gelecek ve ahiret bu
dünyada kurulur. “Kuran”, bu dünya için bu dünyanın insanlarına
indirilmiştir. Bu dünyanın nizamı, düzeni, sistemi huzurudur. İnsan çağdaş ve
ileri düzeyde bir eğitimle, yolunu kendi çizer. Ahiret, denilen de bu dünya
içindir. Ahireti öğütleyerek Kuran öğretilemez, bu Allah’a ve Kuran’a
isyandır. Ahiret onun yansımasıdır. Kuran’ı anlamadan, düşünmeden okunup
geçilmesi akıl ve vicdanla bağdaşmaz. Bu Kuran’a ihanet olur. Okuduğunu
anlayan, anladığından anlam çıkaran ve onu yorumlayan insana Müslüman’a ihtiyaç
vardır… Kuran’ı çok okumak, değil mânâsını anlamak, üzerinde düşünmek,
düşündüğünden anlam çıkarmak ve onu yorumlamak ve uygulamak ile sevap
kazanılabilir.
Kuran,
okunmak ve anlaşılmak içindir. Ahiret için değildir.” Namaz” dinin bir
emridir. Bu da insanın kendi “tercihine” bırakılmıştır. “Biz size
bunu okuyup anlayasınız diye gönderdik! Siz hiç anlamayacak mısınız? Siz
hiç düşünmeyecek misiniz? Biz size bunu, eziyet ve sıkıntı olsun diye
göndermedik!..” Âyetlerinden de anlaşılacağı gibi: Dinde zorlama
yoktur!..
“Haç”
bir defadır. İslâm’da “Halife” yoktur. Bu sonradan icat edilmiş bir
kurumdur… Halifeliğe gerek de yoktur; çünkü Halife’nin dinî bir
otoritesi de yoktur… Allah insanları, yeryüzünün “Halifesi” ve kendi
kendisinin “Halifesi” yapmıştır…
Kuran Kursları, Tarikatlar,
Mezhepler, Tekkeler, Şeyhler, Şıhlar, Seyyitler sakıncalıdır;
amaç dışı kullanılmakta: dini bir ticaret ve insan sömürüsü ve istismarı
yapmaktadır. Bu öğreti ve öğrenimler için Devletin okulları (İlk
öğretimdeki Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersleri, İmam Hatip Liseleri, İlâhiyat
Fakülteleri) yeterlidir. Eğitimin
yeri okullardır…
Türk
Milleti bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Devletin ve
Milletin bütün sadeliği ile dindar olması yolunda, büyük gayretler göstermiş,
Devleti ve Kurumları, taassuptan ve batıl inançlardan arındırmıştır.
Mustafa Kemal, çok
okuyan, zeki, çevik ve aynı zamanda pratik kararlar veren, bir komutan ve
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusudur. Türk Halkı ve Devletini, şahsî
çıkar ve menfaatlerin çok üstünde tutmuştur. Öldüğünde kendisine ait hiçbir
serveti yoktur… Kalanlar onun Milletinin, Türk Milletinin Malıdır…
Mustafa
Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, Devletin nelerden
arınması, nelere karışması ve karışmaması gerektiğini, tarihi didik didik
diderek, tarihteki Türk devletlerinin hangi sebeplerle yok olduğunu,
yıkıldığını araştırarak, Yıldırım Beyazıt Dönemi’ni, Çelebi Mehmet’i
okuyarak, içinde bulunduğu ve yetiştiği Osmanlı Devleti’nin çöküşünü
görerek, izleyerek ve acılarını içinde yaşayarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni
tecrübe ve deneylerine dayanarak oluşturmuş, kurmuştur… Bu sebeple de Devlet
Kurumlarını sağlam temeller üzerine oturtturması hiç de boşuna değildir!..
Türk halkı onu çok sevmiş, yüz (100) yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına
rağmen, Türk Halkının gönlünde taht kurmaya devam etmektedir… Kendine ait
bütün mirasını Türk halkına bırakmış, şahsî hiçbir serveti olmamıştır…
Mustafa
Kemâl ATATÜRK: Yüzlerce
yabancı ülke ve şehirlerinin meydanlarında heykelleri olup, adına dış
devletlerde müze, tiyatro, üniversite kuduracak kadar derin, hakkında kitaplar
yazılacak, dergiler ve mecmualar çıkartılacak, pullar basılacak, kadar
donanımlı, yabancı ülke liderlerinin yanına resmini astıracak, heykellerini
şehirlerinin meydanlarına diktirecek kadar fikir ve görüşlerinden ilham alınan deha,
örnek ve abidevî bir şahsiyettir…
Atatürk’ü, diğer liderlerden
ve devlet adamlarından ayıran
en önemli unsur, insana bakış açısıdır: Gelibolu
Cephesi Anzak Koyu’nda ülkemize saldıran düşman, Anzak Askeri’nin
mezarlarını ziyarete gelen annelerine, 1934 yılında söylediği şu sözler, bizim
yazdıklarımızı ispat eden bir senet gibi tarihe, insana, insanlığa, bugün
olduğu gibi yarın da gelecek kuşaklara, ebediyyen bir meşale, aydınlatıcı bir
ışık ve parlak bir güneş olmaya devam edecektir. ,
“Bu
memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! burada bir dost
vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz! Sizler, Mehmetçiklerle
yan yana, koyun koyunasınız.Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır… Huzur içindedirler
ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır!.. Onlar bu topraklarda canlarını
verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır…”
Onlarca
örnekten başka bir örnek: İzmir kurtarılıp düşman denize döküldükten bir
gün sonra, Mustafa Kemal Atatürk, İzmir’de Karşıyaka İblikçizâde Köşkü’ne gelince,
Yunan Bayrağının yere serilmiş olduğunu görür:
“-Bu
nedir?
-Yunan Bayrağı Paşam!.. Bu eve yerleşen Yunan Kralı Konstantin, bu
taşlığa serilen Türk Bayrağını çiğneyerek geçmişti…
-O, hata etmiş. Ben bu hatayı tekrar edemem!..
-Bayrak, bir ulusun onurudur. Ne olursa olsun yerlere
serilemez ve çiğnenemez!..”
-Bayrak bir milletin özgürlük alâmetidir. Düşmanın da
olsa, hürmet lâzımdır…”
İşte büyük dahi Atatürk, Yunan Bayrağını
çiğnemeyerek üzerinden geçmeyi reddeder. Bayrağı kaldırtarak saygı gösterir. “Bizler ne pahasına olursa olsun, tüm milletlerin
bayrağına saygı göstermeliyiz. Bayrak çiğnemek, bayrak yakmak, uygar insanın
davranışı değildir.” Der.
Atatürk, milletini seven,
milletin bütün ferdiyle gurur duyan, milletinin bir ferdi olmakla öğünen, şeref
ve haysiyet sahibi, örmek bir karakterdir:
“Hayattaki
en büyük servetim, Türk olarak doğmaktır!..”
“Beni bir Türk anası doğurmadı mı, Türk
anaları daha nice Mustafa Kemaller doğurmayacak mı?..”
Atatürk’ün bütün sözlerinde milletini,
insanı ve insanlığı ayırmayan, kamplaştırmayan, siyaset ve iktidarı uğruna
onları alçaltmayan, aşağılamayan, insanın ve
insanlığın sağlığını, sağlamlığını, iyiliğini, mutluluğunu, müreffeh bir
hayatı hedef alan liderdir. Bütün Türk
halkını mutlu, sağlıklı, modern, bütün sadeliği ile dindar; fakat özellikle
kadınlarımızı, dinî kültür ile asimile olmayıp, Araplaştırmadan içeriye,
kapalı kapılar ardına kapatmadan, saygın, çeşitli mesleklerin sahibi erkeklerle
eşit, bir ve beraber hareket eden, tek eşli, eşini kendi tercih edip
seçebilen, Türk adet ve örfünü bozmadan, Türk insanı gibi kalmasını
sağlayarak, çağdaş Türk giyinişine göre giyinip, yaşayan, modern, gelişmiş,
çağlar ötesi ve ileri seviyede bir hayatın parçası yapan, yapmak arzusu duyan,
plan ve programların adamıdır…
“Türk kadınının vazifesi,
Türk’ü zihniyetiyle, azmiyle muhafaza ve müdafaya kadir nesilller
yetiştirmektir. “Ey Türk Kadını, sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde
göklere yükselmeye lâyıksın! …
Bizim
dinimiz hiçbir vakit, kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir.
Allah’ın emrettiği şey, kadın ve erkek beraber olarak, ilim ve kültür edinmeleridir.
Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve
onunla dolu olma zorundadır. İslâm ve Türk tarihi, tetkik edilirse görülür ki
bugün kendimizi bin türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur!.. Türk
sosyal hayatında kadınlar: ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen
geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir!..”
“Kızlarımızın,
vatan ve milletin, yüksek menfaatlerini savunup, koruyabilecek kabiliyette yetiştirilmesi
millî eğitimde esas tutulmalıdır. Kız çocuklarımıza, entelektüel yetkinlik
kazandırılması elzemdir. Türk kadınının esasen dehâya sahip olduğuna şüphe
yoktur!.. Türk kadınları memleketin kaderini millet namına idare eden siyasî
zümreye dahil olmak arzusunu belirtmiştir. Dolayısı ile kadınlarımızı hiçbir vatandaşlık
vazifesinde uzak tutamayız; çünkü hakların bütünü vazifeden doğar!..” (Şehirlerdeki
kadınlarımızın giyim ve örtünme biçiminde iki şekil oluşuyor. Ya ifrat ya da
tefrit görülüyor. Yani: ya ne olduğu
bilinmeyen, çok kapalı, karanlık bir dış görünüm gösteren bir kıyafet ya da
Avrupa’nın çok serbest balolarında bile dış kıyafet olarak giyilemeyecek kadar
açık bir giyim… Bunun ikisi de Şeriat’ın teklifi, dinin emri dışındadır. Bizim dinimiz
kadını, o aşırılıktan da bu aşırılıktan da arındırır… O şekiller dinimizin
gereği değil, karşıtıdır. Dinizmizİn önerdiği örtünme hem hayata hem de
erdeme uygundur. Kadınlarımız Şeriat’ın teklifi, dinin emri gereğince
örtünselerdi ne o kadar kapanacaklar ne de o kadar açılacaklardı.
Şeri olan
örtünme, kadınlar için zorluk getirmeyecek, kadınların sosyal ahyatta, ekonomik
hayatta, geçinme ve eilim hayatında erkeklerle işbirliği etmesine engel
bulunmayacak, basit bir şekildedir. Bu basit şekil toplumumuzun ahlâk ve
adabına aykırı değildir…)
Atatürk’ün görüşüne göre:
“Türkiye
Cumhuriyeti kimliğini taşıyan her yurttaşımız, etnik kökeni ne olursa olsun, bu
büyük milletin aslî ve saygın bir üyesidir…”
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir bütündür
parçalanamaz!"
"Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!..”
"Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!..”
“Ne
mutlu Türk’üm diyene!..”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarken
tasarladığı devlet, siyasetten ve dinî fonksiyonlardan arınmış, askere
alınırken bir vatandaşın yedi göbek öncesi araştırılan eski Osmanlı gibi kendi
ülkesini yönetecek insanların da ceddine yabancı olmaması, gelecekte bir
ihanete kurban gitmemesi çok için ince düşünmüştür… Gelmeden
önce büyük bir uzak görüşlülükle, geleceği gören Atatürk’ün: “Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu
tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek, başının üstüne kadar çıkaracağı
adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi tahlil etmek dikkatinden,
bir an geri kalmasınlar!” sözünü mutlak bu günler için söylemiş olmalıdır. O
ne bir ırkçı ne kavimci
ne de bencil değildir. Onun derdi:
milletidir; insandır, insanlıktır… Sloganı: “Yurtta barış, dünyada
barış!” tır…
Atatürk, cephelerde, savaş meydanlarında,
harp esnasında, binlerce yaşadığı deney, tecrübe, bilgi ve birikimle, her
konuda olduğu gibi yurt ve dünya barışı konularında da büyük gayretler
göstermiş, tedbirler almış ve bu çerçevede kanunlar da çıkarmıştır. “İçinde
bulunulan dönem için, cephelerde Osmanlı Ordusu için çarpışan ve Türk Dili’nin
gelişimine unutulmaz hizmetler veren: Agop Martayan DİLAÇAR da Yunan
tehdidi sebebiyle başkenti Kayseri’ye taşımak isteyenlere: “Efendiler!
Biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa dövüşerek ölmeye mi?” diyen Dersim
Millet Vekili Diyap (YILDIRIM) Ağa da birere anıt, Türk milliyetçisidir!..
“Milliyetçilik hiç kimsenin ve hiçbir grubun
tekelinde değildir! Aksini düşünenler için söyleyeyim: Kim Atatürk’ten daha milliyetçi?..
Bugün bize bırakılan Türkiye ve içinde bulunduğumuz Türkiye’nin durumuna bakıp
kim, hangi yöneticiler hangi menfaat ve çıkarlar uğruna, bizi bu hale getirdi
diye sormadan edemiyorum…
KAYNAKLAR:
1)
Diyanet ve Tarikatların Yıkım Belgeleri,
Ziya ZELYUT. 15 Ağustos 2019
12)
https://www.mynet.com/merhum-turgut-ozal-ve-donemi-hakkinda-bilmeniz-gereken-10-bilgi-190101047004