ABDULLAH ÇAĞRI ELGÜN
Bu bölümde konumuzun da dışında kalan, Kayseri ve yöresinin tarihinden söz etmeyeceğiz; çünkü bugüne kadar yapılan ciddî tarih araştırmaları, yörenin tarihi ile ilgili birçok gerçeği gün ışığına çıkarmıştır. Bununla birlikte bölgenin etnik yapısını ortaya koyabilmek için çeşitli kaynaklardan da bazı özet aktarmalar yapmayı, konunun anlaşılıp, açıklığa kavuşması açısından gerekli gördük.
XI. yy. sonlarına doğru Türkler, Anadolu’ya akınlarını yoğunlaştırırlar. 1071 Malazgirt Meydan Savaşı ile Anadolu’nun kapıları Türkler’e açılmıştır. 1085 tarihlerinde Melik Danişmend Gazi; Kayseri, Sivas, Tokat, Amasya yörelerini içine alan Danişmendli Beyliğini kurmuştur.1 Danişmendli Beyliği, Oğuzlar’ın BOZOK BOYU’ndandır. Bunlar: Kayseri, Malatya, Sivas, Tokat, Amasya, Niksar, Çorum bütün Yeşilırmak ve Kızılırmak Havzaları sınırları içerisindeydi. Bozoklar: Kayı, Bayat, Alkaevli, Karaevli, Yazır, Düğer, Dodurga, Yaparlı, Avşar, Kınık, Beğdili, Kargın Boyları’ndan meydana geliyordu.2 1897’deki I. Haçlı Seferinde Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ile Danişmendli Beyi Emir, Gazi Gümüştekin işbirliği yaparak Haçlılar’a karşı koymaya çalıştılarsa da pek başarılı olamadılar. Kayseri Haçllar’ın eline geçti. 3 Selçuklular da BOZOKLAR gibi yirmi dört (24) Oğuz boyundan biri olan KINIK boyuna mensuptular. 4
Haçlılar’ın kısa süren daglası geçtikten sonra Danişmendliler, Malatya’yı da aldılar. Melik Gazi Gümüştekin ölünce yerine oğlu Melik Murat Muhammet geçti. 1142’de M.M. Muhammet’in ölümü üzerine de oğlu Zunnun başa geçti. Zunnun’la amcası arasında çıkan taht kavgalarından sonra Kayseri’de Zunnun, Sivas’ta Yağı Basan, Malatya’da Aynüdevle hüküm sürmeye başladılar.
1156’da ölen I. Mesut’un yerine, İzzettin Kılıç Arslan geçti. Danişment ülkesini (BOZOKLAR) 1174’te kendi ülkesine kattı. Böylece Sivas, Kayseri, Niksar gibi önemli şehirleri ele geçirdi. 5 Malatya emiri Aynüdevle’nin ölümüyle yerine geçen oğlu Zulkarneyn, Danişmentlilerin güçsüzlüğünden yararlanmak istedi; ancak, I. Mesut, önce Yağıbasan’a boyun eğdirip, Malatya üzerine yürüyerek Zülkarneyn’i de buyruğuna aldı. Kayseri Emiri Selçuklunun (KINIKLAR) egemenliğini daha önceden tanıdığından Danişmentlilerin (BOZOKLAR) bütün toprakları KINIKLAR’a bağlanmış oldu. 1174 yıllarında Kayseri Kınık Başbuğlarından II. Kılıç Arslan tarafından idare ediliyordu. Bu dönem ortaçağ döneminin en parlak dönemidir.
II. Kılıç Arslan ölmeden önce memleketi on iki (12) bazı kaynaklara göre on bir (11) oğlu arasında paylaştırdı. Bu bölüştürme de, her vilâyeti bir oğluna verince Nurettin Sultan şah’a da Kayseri düştü. Sivas, Aksaray Meliki olan Kudbeddin, kardeşi Nurettin Mahmut Sultan Şah’ı kandırarak bir davet sonunda onu öldürür. Kayserililer önce buna karşı çıkarlarsa da Kayseri Kudbettin’in eline geçer. 6 Rüknüddün Süleyman Şah, kardeş kavgasına son verip Konya’da bütünlüğü sağladı. Ölümüyle oğlu III. Kılıç Arslan tahta çıktı; ancak devlet büyükleri I. Gıyâsettin Keyhüsrev’i başa getirdiler (1205).
I. Gıyasettin Keyhüsrev devleti içte ve dışta itibar sahibi kıldı. Kayseri’de Gıyasiyye, şifahiyye ve Çifteler Medreseleri O’nun eserleridir.
I. Sultan Gıyasettin’in yerine oğlu Keykavus oturmuş, Keykavus’un kısa süren saltanatı sonrası yerine kardeşi I. Alaaddin Keykubat geçmiştir (1220 – 1273). On yedi (17) yıllık saltanatı döneminde Anadolu Selçukluları (KINIKLAR) en güçlü dönemlerini yaşamışlardır. Ölümüyle yerine oğlu II. Gıyasettin Keyhüsrev getirilmiştir. Bu hükümdar Moğollar’la ilgili babasının politikasını uygulamadığından Moğollar’ın istilâsına uğradı. Erzurum, Baycu Noyan tarafından kuşatılarak yağmalandı. 1243 tarihinde Selçuklu ordusuyla, Moğol ordusu Kösedağ’da karşılaşarak Selçuklu ordusu yenildi. Kayıların yenilmesiyle Sivas kısmen, Kayseri’de tamamen yağmalanarak Moğol hakimiyetine girdi (1243-1308). 7
II. Gyyasettin Keyhüsrev’in ölümü ile yerine büyük oğlu II. İzzettin Keykavus geçtiyse de kardeşi IV. Kılıç Arslan Kayseri’de Sultanlığını ilan etti. İki kardeşin orduları Develi yakınlarında karşılaşarak Kılıç Arslan yenildi ve Amasya’da hapsedildi. 1253’da Baydu Noyan’ın II. Anadolu seferi sırasynda II. İzzettin Keykavus, tahtı bırakıp kaçınca Moğollar IV. Kılıç Arslan’ı tahta çıkardılar. 1257 – 1265 bu dönemde Selçuklu Veziri Muineddin Süleyman Pervâne, İlhanlılardan sağladığı destekle 1265’te Kılıç Arslan’ı öldürtür. Yerine çocuk yaştaki III. Gıyasettin Keyhüsrev geçer. Bu dönemde de devlet yönetiminde tek söz sahibi kişi olarak kaldı. 8
Muineddin Pervane ve Karamanoğlu Mehmet Bey(AVŞAR BOYU), Mısır Sultanı El Melik, El Zahir Baybars, İlhanlı ordularını ve Moğollar’dan bir orduyu yenerek büyük başarı kazanıp, halkın sempatisini topluyor. Selçuklu devletinin ileri gelenleri, Baybars’ın Kayseri’de kalmasını istiyorlar. 5 – 10 gün Kayseri’de kalan ve adına Kayseri’de hutbe okutulan Baybars yeniden Mısır’a dönüyor. Bu olaydan sonra İlhanlı Hükümdarı Abaka Han, Kayseri ve Erzurum arasındaki bütün yerleri tahrip eder. Bu ara Selçuklu tahtına IV. Rüknettin Kılıç Arslan oğlu III. Gıyasettin Keyhüsrev geçer. Kayseri’deki Hacı Kılıç Camii’de bu dönem eseridir.
Kayseri’nin idaresi daha sonra II. Mesut’un eline geçmiştir. Bu dönemde İlhanlıların baskısı ve aldıkları aşırı vergilerden sıkılan Türkmen Boyları, yer yer ayaklanıyorlardı. Sonunda ik yüz kırk üç yıl(243) ayakta kalan Anadolu Selçuklu Devleti 1318’de ortadan kalkmıştır.9 Moğollar’ın istilâsı ile Selçuklular’a tabi olan oymaklar, istiklâllerini ilân etmişlerse de Ilhanlıların egemenliğini kabul etmekten kurtulamamışlardır.
Anadolu’ya tayin edilen Moğol Valileri’nden Timurtaş, Kayseri’de oturdu. Timurtaş’tan sonra 1337’de Moğol Valilerinden Eretna bağımsızlığını ilan ederek yarım asra yakın 1335 – 1381 hüküm sürmüştür. Bu zamanda başkent Sivas iken, sonradan Kayseri’ye nakledilmiştir. Bu dönemde de Türkmenler birkaç kez isyan etmişlerse de başarılı olamamışlardır. 10
Eretna devletinden sonra önemli olarak Kadı Burhanettin Ahmet’in devletini görüyordu. Eretna devletinden kalan bütün topraklara sahip olan Kadı Burhanettin Oğuzlar’ın SALUR boyuna mensuptur. 11 On sekiz (18) yıl süren bu saltanattan sonra 1398 Kadı Burhanettin bir savaşta esir alınarak öldürüldü.
Karamanoğulları döneminde, 1400’de Kadı Burhaneddin’den sonra Osmanlılara bağlanan GÖÇELE TATARLARI ile işbirliği yapan Timur, Osmanlıları büyük bir yenilgiye uğratır. 1040 yıllarında Kayseri’yi Karamanlılar dan (AVŞAR BOYUNDANDIR) alıp Dulkadirlilere vermiştir. 12 1508’de Kayseri’ye Şah İsmail saldırır; ancak Yavuz Sultan Selim Han Çaldıran Zaferi dönüşünde, Dulkadiroğulları (BAYAT BOYU) soyundan Ali Bey’i, Kayseri ve Bozok’a atadı. Hadım Sinan Paşa komutasında bir ordu göndererek, savaşa hazırlanan Alaü’d Devle’yi öldürttü. Böylece Dulkadiroğulları Beyliği de ortadan kalktı. Kayseri bundan sonra kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmış oldu 13 (1508)
XIV. yy. sonlarına doğru patlak veren Celâli İsyanları’nda bir çok kez tahrip ve talan edilen Kayseri, büyük kıtlık ve yoksullukla karşı karşıya kalmıştır.
Sonuç olarak bütün bu bilgilerden de anlaşıldığı gibi Kayseri, Malatya, Sivas, Tokat, Amasya, Niksar, Çorum, bütün Yeşilırmak ve Kızılırmak Havzaları BOZOKLAR (DANİŞMENTLİ BEYLİĞİ, 1085) tarafından yurt edinilmiştir. Kayseri ve yöresine yerleşmiş olan Oğuzlar’ın yimidört (24) boyuna mensup, birçok oymak, aşiret ve cemaatler görülür. Bu tabirlerden OYMAK: Bir milletin ayrıldığı bölümlerden her biri. AŞİRET: Arapça bir kelime olup dar anlamda küçük cemaat olarak nitelendirilmekle birlikte; genel olarak göçebe veya yarı göçebe bir hayat yaşayan topluluk anlamına gelir. CEMAAT: Bir araya toplanmış bir reise bağlı olanlara denmektedir.
OĞUZ Türkler’i BOZOK ve ÜÇOK adı adında iki büyük kısma ayrılmışlardı. BOZOKLAR, Oğuzhan’ın üç büyük oğluna (GÜNHAN, AYHAN, YILDIZHAN) üç kola ki toplam olarak altı kola ayrılıyorlardı. Her kol dört boya bölünüyordu. Böylelikle Oğuz Türkleri (24) yirmi dört boya ayrılmıştı. Oğuz’un üç büyük oğlu GÜLHAN, AYHAN, YILDIZHAN’ın çocuklarından üreyen ve BOZOKLAR’a bağlı olan on iki(12) boyun adlar şöyledir:
KAYILAR, BAYATLAR, ALKAEVLİLER, KARAEVLİLER, YAZIRLAR(Yazgırlar), DODURGALAR, DÖĞERLER, YIPARLILAR, AVŞARLAR(Afşarlar), BEYDİLİLER, KARKINLAR, ÇARUĞLAR (Bazı kaynaklarda KINIKLAR)
Oğuzhan’ın üç küçük oğlundan; GÖKHAN, DAĞHAN, DENİZHAN’ın çocuklarından çoğalan oniki(12) boyda ÜÇOKLAR’a bağlı olup, adları şunlardır:
BAYINDIRLAR, ÇAVULDURLAR, ÇEPNİLER, PEÇENEKLER, SALURLAR (Salgurlar), ALAYUNDLULAR, EYMÜRLER, YÜREĞİRLER (Üreğirler), İĞDİRLER (İğdirler) BÜKDÜZLER, YIVALAR, KINIKLAR’dan teşekkül etmişti.14 Oğuzhan’ın bu (24) yirmi dört torunundan Kayseri’ye yerleşenler de şunlardır:
Köyün Yeni Adı Köyün Eski Adı Boy - Oymak İlçesi
1. Yazır - Yazır Merkez
2. Germin Germir Germir Erkilet
3. Küçükbürüngüz - Büğdüz ”
4. Gömeç - Gömeç ”
5. Doruklu - Doruklu ”
6. Karahöyük Karaevli Karaevli ”
7. Salur - Salur ”
8. Yüreğil - Yüreğil Hacılar
9. Beğdeğirmeni - Beydili ”
10. Düğer - Döğer Himmetdede
11. Elmalı - Sarıdanüşmentli Sarıdanüşmentli
12. Yuvalı - Yuvalı ”
13. Yazılı Vançiçek Yazır Talas
14. Yazyurdu Moracak Yazır ”
15. Büyükbüründüz - Büğdüz Bünyan
16. Doğerli Ermin Eymür, Döğer
17. Emirören Emirviran Eymür ”
18. Girinci - Girinci Akkışla
19. Kızık - Karaevli Develi
20. Karahöyük - Karaevli İncesu
21. Akören Akviran Alkaevli Pınarbaşı
22. Büyüksöbetçimen Afşar Avşar Sarız
23. Çavdar - Çavdar ”
24. Kırkkurak - Alayutlu ”
25. Avşarsöğütlü - Avşar Pınarbaşı
26. Alayirli Alayinli Alayunt Tomarza
27. Ağcaşar - Ağcaşar Yahyalı
28. Karaören Karaviran Karaevli Tomarza
29. Cuna (Conali) Kuzugüdenli Cunalı Akkışla
30. Gömürgen İbeli İlbeyli ”
31. Kululu Kululu Bayındır ”
Yukarıda da açıkça görüldüğü gibi Kayseri’nin ilçe, bucak ve köylerindeki Resmî kayıtlara göre Oğuz’un (24) yirmi dört boyunun bir bölümünün yer adları, halen kendi boy isimleri ile anılmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun defalarca yaptığı İSKAN POLİTİKASI, konar iç göçerleri yerleşik hayata geçirme çabaları kesin bir sonuç vermemiştir. Bu durum çoğu defa devletle boy, aşiret ve cemaatlerin arasını açmış, aşiretler arasında kanlı savaşlar meydana gelirken, yerlerinde kalmak isteyenler de sık sık Suriye, Irak, Horasan, Azerbaycan bölgelerine kaçmışlar, devletin tepkileri azaldıkça eski yerlerine yeniden dönmüşlerdir; ancak devlet bu yerleştirme politikasından vazgeçmemiştir. Bu iskânlarda Kayseri ilçe, bucak ve köylerine yerleştirilen boy, oymak, aşiret ve cemaatlerin sayısı iki yüz seksen dörttür (284). Yerleştirilen bu topluluklar için mâhâl adı olarak KAYSERİYYE SANCAĞI notu yer almaktadır.
Bunlardan iki yüz atmış iki (262) aşiret için Kayseriyye Sancağı gibi geniş bir isim gösterilmiş, yirmi iki (22) oymağın ismi verilmiştir. 15 İsmi verilen aşiretler şunlardır:
1. KAYSERİ AKKIŞLA'YA YERLEŞENLER :
Conalı, Kuzugüdenli, Salur, Bayat, Beydili, Bayındırlı, Yuvalı, Akin, Yüreğil, İlbeyli, Karalar, Deliler, Koyunabdal. Çaruğlar, Çavuldur, Alayunt.
2. KAYSERİ BÜNYAN'A YERLEŞENLER :
Avşar, Vevziroğlu, Elbaşlı, Tekeli, Alaaddinli, Başladık, Üreğir.
3. KAYSERİ DEVELİ’YE YERLEŞENLER :
Hacılar, İmamkulu, Pehlivanlı, Cuşlu, Ağarlı, Piroğlu, Develi, İsahacılı, Memduhlu, Yahşihacılı, Hocahacılı, Hacılar, Boynuinceli, Bektaşoğulları, Avşar, Civanşir, Kuşcu, Ceridî, Salur, Kızık.
4. FELAHİYE'YE YERLEŞENLER:
Avşar, Avşar Kalesi, Bektaş, Okçu, Şehyar Salur, Döğer, Çapanlı, Yazıçepni, Dündar, Eymür, Karkın.
5. KAYSERİ İNCESU’YA YERLEŞENLER :
İnal Murat Aşiretleri, Ali Bölüğü, Avşar Kuşçu, İvazhacılı, Recepli Avşarı, Sofu Cemaati, Çobansalur, Cumalıoğlu, Süleyman Kethüda, Halil Bahadır, Sarı Kürklü, Omuzu Güçlü, Karataşlı, Bezircili.
6. KAYSERİ TOMARZA'YA YERLEŞENLER :
Cingözlü, Hacıpaşalı, İmamkulu, Kocanalı, Persekler, Kabaklı, Akin
7. KAYSERİ SARIOĞLAN'A YERLEŞENLER :
Avşar, Avşar Kalesi, Şehyar Salur, Okçu, Tatılı, Bektaş, Karaözü, Beydilli, Döğer, Çapanlı, Dündar, Eymür, Karkın.
8. KAYSERİ YEŞİLHİSAR'A YERLEŞENLER :
Hazırcaoğlu, Yazıbayat, Hadırlı, Bayındır, Salurlu, Musahacılı,
9. KAYSERİ YAHYALI’YA YERLEŞENLER :
Hacılar, Hızırhacılı, Kocahacılı, Musahacılı, Yahyalı, Kuzugüden, Bozca, Mihmadlu, Karaevli, Recepli Avşarı.
10. KAYSERİ TALAS’A YERLEŞENLER :
Pehlivanlı, Ardıç, Salur.
11.KAYSERİ ZAMANTI BÖLGESİ’NE YERLEŞENLER :
Akçaali, Beceli, Afşar, Beğdili, Beğli, Salmanlı, Keçeli, Sarısindili, Selmanlı, Pehlivanlı.
12. KAYSERİ HARMANCIK MEVKİİ’NE YERLEŞENLER:
(Kayseriyye Kürbünde)
Beceli, Bektaşlı, Karnık, Şambayadı, Pehlivanlı.
13. ÖZVATAN'A(ÇUKUR) YERLEŞENLER :
Avşar, Avşar Kalesi,Döğer, Dürdar, Eymür, Karkın.
14. SARIZ'A YERLEŞENLER :
Büyük Avşar, Herekçioğlu, Karaşeyhli, Kocanalı, Muhazimoğlu, Şahmetlioğlu, Teşkeşlioğlu, Türkmenliler, Badıllı, Çavdır.
15.ERKİLET'E YERLEŞENLER :
Tekelioğlu, Yazırlıoğlu, Dündaroğlu.
Görüldüğü gibi KAYSERİ SANCAĞI’nda yer alan boy, oymak ve aşiretler ve aldıkları yer isimleri şunlardır:
KAYSERİ: YAZIR – ÇEVRİL – BÜYÜKBÜRÜNDÜZ (BÜĞDÜZ) – KÜÇÜKBÜRÜNDÜZ(BÜĞDÜZ) – GÖMEÇ – SALUR – YÜREĞİL – KÖSELER – HACIVAZ – DEVECİYAN – İSAUŞAĞI – DANİŞMENT - KÜRTLER – DÜGER – YUVALI – YAYILI – GEZİ – KARAKÜRDLÜ – BOYACIKAPISI – GİRİNCİ – ULAŞ – CUNA – KIZIK – BOZATLI – BOSTANCI ÇELEBİ – HASBEGLİ – BEKTAŞ – HASİNLİ – KARAKOYUNLU – KUZUGÜDEN – CONALI – HÜSEYYNLİ – EMİRUŞAĞI – KARAHACILI – AFŞAR – ÇAVDAR – ULUĞTÜRK – HASTÜRK – TÜRKOĞLU – KÜRTOĞLU – KARALAR – BABAŞOĞLU – KUŞÇULU “RUMYAN – SÜLEYMANLI -ARKIYAN” CUROĞULLARI – DOĞANLI – ÇİFTLİK(UVA-OVA ÇİFTLİĞİ) – KÖTÜKÖY (Güzelce, Tomarza, Akkışla) KAVLAKLAR(Pınarbaşı, Pazarören, Akkışla/Kululu); HAYTALAR (Akkışla/Kululu; Karaözü) – BADALUŞAĞI – BUDARAN, (Bunlar Akhunlar’dandırlar, Akkışla)–EYMÜR(EYİM) – BEYDEĞİRMENİ (BEYDİLİ) – KUZUGÜDENLİ(Akkışla, Yahyalı)– ERKİLET – KINIK – BAYINDIR(Akkışla/Kululu; Yeşilhisar) – KARGIN – KULULU[(KURULU), Akkışla,Tomarza,] – DELİLER – KUŞÇULAR(Aynı Adla Bu Bölgede Beş Köy Var.) – ŞIKBARAK – AVŞARPOTUKLU – AVŞARSÖĞÜTLÜ – ÇEPNİ – ERGÜNÇUK (YAZIR) – CÜCELER – AVŞAROĞULLARI – ŞEREMETLER – TİLKİCİLER – TÜLEKLER(KARAÖZÜ'nde de Böyle Bir Sülale Mevcuttur.), AKİN[Karabekirli(Dulkadirli Beyliği'ne Mensup) ; Bünyan/Ekinciler; Akkışla; Yahyalı; Tomarza]-KARALAR (Akkışla, Karaözü, Ardahan (Beykent), İncesu/Karataş; Ankara(Bir Köy İsmi), Kahramanmaraş(İki, Köy İsmi) Bu isim ile anılmaktadır. Bu Aşiretten "Cenupta Türkmen Oymakları" Adlı Eserinde Bahseden Ali Rıza YALMAN, Sayfa 127 KARALAR Aşiretinin ADANA: Çimenli, Terliksiz, Halvacı, Oymaklı, Yüzbaşı(Yozbaşı), Kamışlı ve Sakallıağça Köylerinde Yaşadığından Bahseder. Mehmet ERÖZ De Atma Boyu'ndan Bahsederken: KARALAR Oymağını Sekizinci Boy Olarak Gösterir. Hilmi GÖKTÜRK:"ANADOLU'nun DAĞINDA, OVASINDA, TÜRK MÜHRÜ" Adlı Eseri Cilt.I.Sayfa 92-93'de KARALAR'dan Bahsederek: "Türkmenler‘de Bir Oymak da KARALI İsmini Taşır ve Divan'da Hakâniye Hanlarına KARA İsimlerinin Verildiğini de Görmekteyiz." Demektedir.
Toplam dörtyüz yetmişbir (471) köyü bulunan Kayseri’nin yüz atmış yedi (167) sinin adı değiştirilmiştir. Bununla birlikte üçyüz dört (304) köyün isminin de aynen muhafaza edildiği şüphelidir.
Akkışla İlçesi’ne Genel Bir Bakış
YENİ İL KADILIĞI AKKIŞLA İLÇESİ’NE YERLEŞEN BOY, OYMAK,AŞİRETLER DE
ŞUNLARDIR:
1. Kuzugüdenli (Kuzugözüli, Kuzugüdüğü, Yahyalı, Felahiye)
2. Cuna(Conali: Ankara’da iki, Kütahya’da bir, köy var.)
3. Kara(Kıyı Beyleri. Adana ve yöresinde Ramazanoğlu Beyliği'ni kuran
oymaktır.)
4. Ulaş
5. Kürdoğlu (Konar göçer Türkmen)
6. Kürtmemet (Konar göçer Türkmen)
7. Develer (Dev Ali? Develi?)
8. Karamet (Kara Ahmetler?)
9. Karabâ (Kara Bey)
10. Tavatıroğlu
11. Avşaroğulları
12. Curoğulları
13. Elifoğulları
14. İmmanioğulları
15. Solakoğulları
16. Uğurluoğulları (Mukayyed- Kararlar)
17. Tülekler
18. Boynuinceli (İncaaz)
19. Çin Karalar (Çinkâre)
20. Tilkiciler
21. Kirizler
22. Gelengiler
23. İşkiler (İçkiler!?, İskitler!?, İçte Bulunanlar.)
24. Muslular
25. Karthasanlar
26. Kıroğlanlar
27. Cıbaklar
28. Gadıoğulları
29. Fakılar
30. Bozbıyıkoğulları
31. Amir (Eymür?)
32. Cüceler
33. Topuzlar
34. Madaklar
35. Çeritli (Celiller?)
36. Arapoğulları
37. Mürseloğulları
38. Haccolaklar
39. Alöler
40. Keleseler
41. Elifâler
42. Haşimler
YENİ İL KADILIĞI AKKIŞLA/KULULU:
BAYINDIRLAR (Malatya’da da bu isimle iki köy vardır) Battallar – Kavlaklar – Bayındırlar, Beyazıtlar – Celiloğulları – Haşimler – Uva (Yıva olabilir?) – Kurtfakılar – Cinahmetoğulları – Pehlivanlıoğulları.
GÖMÜRGEN(İLBEYLİ): Hacımüdürler, Hacıabidinler, Şekerler, Karayılanlar, Karaömerler, Çalıklar, Bulaşıklar, Çincikler, Avanoğulları, İlbeyli
GANİŞEYH: Avane (Avanoğulları) Bu isimde Artvin ve Kahramanmaraş’ta beş köy var. (Avcılar?) 16
KÖTÜKÖY: Deliler (Deller)
KOYUNABDAL: Koyunabdal Türkmenleri (Akhunlar’dandır)17
UĞURLUUŞAĞI: Mukayyetler (Uğurlu Oğulları), Karalar.
KAYSERİYYE SANCAĞI/KUZUGÜDENLİ,
AKKIŞLA İLİÇESİ'NİN TARİHÇESİ
Yerleşim tarihi 1197 (1393)’dir. Bu durum ilçenin 807 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu gösteriyor.
Yörenin ilk ismi CUNA (CUN ALİ, CONALI, CUNALI) olup bu isim OĞUZHAN’ın, BOZAKLAR’ın Günhan kolunun BAYAT BOYU OYMAĞI olarak gösterilmiştir. 18
BAYAT: Devlet ve nimet sahibi anlamına gelmiş olup, Zülkadiroğulları (Dulkadirli) ve Akkoyunlular devletlerini bu boy kurmuştur. 19 I. Çelebi Mehmet Samsun’dan dönerken, Çorum havalisindeki birçok TATAR OYMAĞI’nı (40.000 Kara Tatar), Rumeli, Filibe yöresine iskân ettirmiştir. 20 XV. y.y. da Kara Tatarlar’ı yerine yerleşen BOZOK TÜRKMENLERİ (Dulkadirli, Halep Türkmenleri), 1398’de Kadı Burhaneddin’in öldürülmesiyle (Karaman, Kırşehir, Kayseri) bölgelerine yerleştirildiler. 21 İlçeye yerleşiminde 1393 tarihi olduğu dikkate alınırsa, buraya ilk yerleşenlerin BAYAT BOYU’ndan CUNA (CUNALI, CONALI) OYMAĞI olduğu anlaşılır.
İkinci isim olarak KUZUGÜDENLİ'nin kullanılmış olduğu görülür; ancak, YENİ İL MINTIKASI, Linlep, Cullap Deresi Mevkii, Amik Ovası ile Adana Sancağı’ndan gelen KUZUGÜDENLİ OYMAĞI (KUZUGÜDENLİ KETHUDA) bu yöreye daha sonra gelenler arasındadır. Bu oymak da Oğuz’un ÜÇOKLAR KOLU’nun ÜREGİR (YÜREĞİR) BOYU’na mensuptur. Bu boy RAMAZANOĞULLARI DEVLETİ’ni çıkaran boydur. Sembolü üçkuş olup YÜREĞİR: Her zaman iyilik eden, bağışlayan demektir. KUZUGÜDENLİ ismi de KUZUGÜDENLİ KETHUDALIĞI’na izafeten verilmiş olduğunu düşündürüyor.
“YENİ İL ve TÜRKMANI HALEP’TEKİ AŞİRETLERE GÖNDERİLEN DEFTERDE: LEVAZIM ve HAZIRLIKLARINI YAPARAK 50’şer GURUŞ ile TÜRKMAN ve ERKAD ASAYİLERİNDEN HUMAYUN’A MEMUR OLAN, SÜVARİ ASKER ile BİNEFSİHİM GELMELERİ FERMAN OLUNAN BOY BEGLERİ Ve KEDHUDALARI Ve YERLEŞENLERİN ALELEL SANNİ DEFTERİDİR. 2. Sene 1101”
Sadece Türkmen Boy Beyleri ve iş erlerinin isimleri yazılı olan defterde yer belirtilerek:
“ADANA SANCAĞI’NDA YÜREĞİR KAZASINDA SAKİN KUZUGÜZÜLÜ” olarak geçmektedir. 22
CEMAATI:
Pehlivanoğlu PEHLİVANOĞLU Pehlivanoğlu
İSMAİL BEĞ Pehlivanoğlu BATTAL BEĞ
HACI MUSA BEĞ
Hasan Beğ Oğlu Ali Beğ Oğlu
MEHMET BEĞ MIRZA BEĞ
KUZUGÜDENLİ
KEDHUDA
Şeklinde kayıtlı bulunmaktadır. 23
AKKIŞŞLA İLÇESİ- ( 1288-1872 Vergi Kayıtları )
Aslında olduğu gibi Osmanlıca yazılı Vergi Kayıtları Defterinden aşağıya aynen alıyorum.
Topak Oğlu Hasan Kethüda.
Solak Oğlu Hüseyin. (Geniş aile)...
Hıdır Oğlu Ali.
Elmalı Oğlu Kara Mehmet.
Sarı Hüseyin Oğlu Muslu.
Tercan Oğlu Mahmut (Geniş aile)
Ince Halil Oğlu Ömer.
Sırık Oğlu Mehmet.
Madak Oğlu Ahmet.
Boz bıyık Oğlu Ahmet. (Geniş aile)
Nazlı Ağa Oğlu Satılmış.
Ayvaz Oğlu Yetim Ali.
Durmuş Oğlu Ilyas Ağa.(Geniş aile)
Tevatür Oğlu Abdurrahman.
Nazlı Han Oğlu Ibrahim.
Hamü Oğlu Mehmet. (Geniş aile)
Ismail Oğlu Hasan Ali Ağa.
Hamza Oğlu Mustafa.
El Baki Oğlu Ahmet. (Geniş aile)
Isa Oğlu Ali.
Isa Oğlu Hasan.(Geniş aile)
Ayrı Oğlu Himmet.
Avşar Oğlu Mustafa.
Himmet Oğlu Himmet.
Habip Oğlu Ali.
Mürsel Oğlu Hacı Murat.
Emir Ağa Oğlu Abdullah.
Halil Ibrahim Oğlu Ömer.
Uğurlu Oğlu Mehmet.
Altın Oğlu Hasan.
Bayram Ali Ağa.
Karanın Oğlu Mustafa.
Isa Kethüda Oğlu Mustafa.
Kara Bekir Oğlu Mustafa Kethüda.
Abdül Kadir Oğlu Abbas.
Arap Oğlu Hasan. (Geniş aile)
Ince Kız Oğlu Ibrahim. (Geniş aile)
Tağuz Oğlu Süleyman.
Sakallı Süleyman.
Mehmet Oğlu Süleyman.
Asaf Oğlu Süleyman.
Sırık? Oğlu Mehmet. (Geniş aile)
Hayran Oğlu Ali
Köse Mehmet Oğlu Mustafa.
Süleyman Oğlu Hacı Ahmet.
Boz Bıyık Oğlu Bekir.(Geniş aile)
Merdan Oğlu Hacı Ahmet.
Uzun Ağa Oğlu Mehmet
Emin Oğlu Ömer.
Diller Ali.
Gizir Ismail.
Deveci Ismail.
Kara Oğlu Molla Murat.
Ferhat Oğlu Mehmet.
Uğurlu Oğlu Ismail Efendi.
Uğurlu Oğlu Mustafa (Geniş aile)
Abdülhamit Oğlu Abbas.
Kır Ahmet Oğlu Şeyh Mustafa Efendi.
Kaleli baş Oğlu Yusuf.
Kara Oğlu Hacı Arap (Geniş aile)
Solak Oğlu Mustafa (Geniş aile)
Abbas Kethüda Oğlu Mustafa.
Kethüda: Farsça bir kelime olup, Türkçe anlamı Bey’dir. İkinci anlamı Yeniçeri Ocağında, Yeniçeri Ağası’ndan sonra gelen en yüksek makamdaki Subaydır. Üçüncü anlamı ise, zengin kimse ve devlet adamlarının buyruğunda çalışan kimse, Kâhya anlamlarını taşır.
Mektep Banisi (yapıcısı) Köy halkı.
Cami Banisi Köy halkı.
Misafir Hane Hacı Ali Ağa.
Seten Köy halkının.
Hane 111
Değirmen 4 adet.
Ekilebilir arazi 5925 Dönüm. (Tarlalık alan)
Oda Uzun Ağa Oğlu Mehmet.
Oda Uğurlu Oğlu Mehmet Efendi.
Oda Topal Hasan.
(Bu odalar evlerden ayrı olarak müstakil yapılar olup misafir ağırlamada kullanılmaktadırlar)
Kullanılan Yer Adları:
Köy Önü Mezar Üstü Mevkii.
Gesi Doğan Mevkii. Mor Akan Ardıç?
Çatal Tepe. Balacık Mevkii.
Osman Oluğu Deli Ali Çayırı.
Mühüklü Öz Çukur Ardıç.
Yurtlu Mevkii. Çatal Tepe Mevkii.
Gesi Boğan Mevkii. Tuzlu Yurt Mevkii.
Kurt Pınarı Mevkii. Kafir Harmanı Mevkii.
Ak Yol Mevkii. Cebel Mevkii.
Sarı Ağıl Mevkii. Hürsüm Boz Mevkii.
Göl Yeri Mevkii. Ala Çam Boğazı Mevkii.
Satılmış Oğlu Ağılı Mevkii. Kafir Hanı Mevkii.
Acı Pınar Mevkii. Yor Başı Mevkii.
Bucak Mevkii Honas Pınarı
Honas Pınarı Kafir Harmanı
YENİ İL KADILIĞI AKKIŞLA/KULULU:
BAYINDIRLAR (Malatya’da da bu isimle iki köy vardır) Battallar – Kavlaklar – Bayındırlar, Beyazıtlar – Celiloğulları – Haşimler – Uva (Yıva olabilir?) – Kurtfakılar – Cinahmetoğulları – Pehlivanlıoğulları.
GÖMÜRGEN(İLBEYLİ): Hacımüdürler, Hacıabidinler, Şekerler, Karayılanlar, Karaömerler, Çalıklar, Bulaşıklar, Çincikler, Avanoğulları, İlbeyli
GANİŞEYH: Avane (Avanoğulları) Bu isimde Artvin ve Kahramanmaraş’ta beş köy var. (Avcılar?) 16
KÖTÜKÖY: Deliler (Deller)
KOYUNABDAL: Koyunabdal Türkmenleri (Akhunlar’dandır)17
UĞURLUUŞAĞI: Mukayyetler (Uğurlu Oğulları), Karalar,
(Akkışla, Karaözü, Ardahan (Beykent), İncesu/Karataş Ankara(Bir köy ismi), Kahramanmaraş(İki, Köy ismi) Bu isimle anılmaktadır. Bu aşiretten "Cenupta Türkmen Oymakları" adlı eserinde bahseden Ali Rıza YALMAN, sayfa 127 KARALAR aşiretinin ADANA: Çimenli, Terliksiz, Halvacı, Oymaklı, Yüzbaşı(Yozbaşı), Kamışlı ve Sakallıağça köylerinde yaşadığından bahseder. Mehmet ERÖZ'de Atma Boyu'ndan bahsederken: KARALAR oymağını sekizinci boy olarak gösterir. Hilmi GÖKTÜRK:"ANADOLU'nun DAĞINDA, OVASINDA, TÜRK MÜHRÜ" adlı eseri Cilt.I.sayfa 92-93'de KARALAR'dan bahsederek: "Türkmenler de bir oymak da KARALI ismini taşır; ve Divan'da Hakâniye Hanlarına, KARA isimlerinin verildiğini de görmekteyiz." demektedir.
Yazın yaylaklara, kışın da kışlaklara çekilerek kışı orada geçiren TÜRKMEN CEMAATİ sonraki yıllarda KIŞLAK adı ile anılmağa başlanıyor. KIŞLAK: Kışın geçirildiği yer anlamındadır. Halk Ücepur (Yücepur) denilen kayalara, soğuğun şiddetinden, yağmur ve sellerden korunabilecek kuytu yerler olarak sığınır. Ev ve barınak yapar.
Ücepur denilen yer, yağmurların yağarak, kayaların tozunu üzerinden almasıyla aklaşır, bembeyaz olur. Burasını, yüksek yaylalara (Üsküdar, Pamucak, Göğderesi, Uçağıl, Bügelek Tepesi, Kapaklı, Aridağ’ın Dibi) gidip dönenler, bembeyaz haliyle daha güzel bulurlar. KIŞLAK’ın başına “AK” kelimesini de koyarak, burasını AKKIŞLAK şeklinde söylemeğe başlarlar. Bu dördüncü isim AKKIŞLAK, “K” harfinin düşmesiyle AKKIŞLA bugüne kadar değişmeden kalabilen son ismidir. Bugüne kadar yörede:
Cumhuriyet Bayramı Töreni’nden Görüntüler
CUNA (CUNALI, CONALI)
KUZUGÜDENLI
KIŞLAK
AK KIŞLAK
AKKIŞLA
İsimleri kullanılmıştır.
Folklörük zenginlikleriyle ünlü bir bölgemiz olan AKKIŞLA, evvelce ADANA SANCAĞI, YENİ İL MINTIKASI’na, ŞARKIŞLA İLÇESİ’ne dahil olarak SİVAS’a; PINARBAŞI (AZİZİYE)’na dahil olarak SİVAS’a; SARIMSAKLI, HAMİDİYE (BÜNYAN) vasytasyıla da KAYSERİ’ye dahil iken, 1987’de ilçelik durumuna geçirilmesiyle doğrudan KAYSERİ’ye bağlanıştır.
KAMUS EL ÂLÂM’da:
“SİVAS VİLÂYET ve SANCAĞI’nın AZİZİYE KAZASI’nda BİR NAHİYEDİR.” şeklinde söz edilmektedir. 24
Eski dönemde, bölge tamamen sazlık ve ormanlıktı. Yöre halkı eski geleneklere bağlı olarak Oğuzlar (TÜRKMENLER)’a has ağız özellikleriyle dikkatleri çeker. Bunlar yaylaklara çıkış, kışlaklara dönüş şeklinde konar göçer bir hayatı benimsemiş görülürler. Yaylalarda çadır biçiminde konaklanma ve barınma yerleri bulunmaktadır. Yöre halkı, buralara yukarıda da bahsedildiği gibi ve bölgedeki dil, folklör, isim ve bölgelere göre; Suriye, Belve, Cullap Deresi Mevkii, Halep (Suriye Havalisi), Adana, Misis, Kozan, Amik Ovası, Karataş, Tuzla, İncirlik, Hatay ve Merkezi Maraş olmak üzere Afşin, Göksun; Erzurum Horasan bölgelerinden gelerek yerleşmişlerdir. Bölge, Danişment devri Melik Gazi ve kardeşi Şeyh Gani (GANİŞEYH) Türbesi’nin çevresindedir. İlk yerleşim ACISU yatağı, KESDOĞAN’ın suladğı değirmenler bölgesi, İRECEP’in GÖLÜ (TERCEN’in GÖLÜ) ve bu iki suyun birleşim bölgesi ve ayağıdır
KAYSERİYYE SANCAĞI AKKIŞLA İLÇESİ
PREHİSTORİK DEVİR:
Sulak bölgede, çevrenin ERCİYES lavları ile dolu olan görünümü ve buralarda çok sayıda bulunan oyma kaya mezarları MÖ. XI. y.y.’a aittir. 25
Geç Hitit devirlerine ait mermer mezar taşları, sütunlar (Uğurlu Mahallesi, Kululu, Gömürgen Kavşağı, Ganişeyh), muhteşem bir tümülüs (Kululu) III. Hattuşili dönemine ait olup yeni yeni kazılmaktadır. 26 Yöre, antik devir Geç Hitit dönemi ile Roma, Bizans Çağı’na kadar zengin bir kültüre kaynaklık etmektedir. Mağaraların yanında bulunan gizli kaya mezarları, lahit içindedirler; Pontus kırallarının yaşama biçimini belgelemektedir. Yükseklerdeki barınma yerleri dışındaki toprak altında kalan yerleşim yerleri,
antik kentler (Gavurharmanı, Berçin, Pamucak, Üsküdar, Kapaklı Yaylaları, Büğelek Tepesi, Kızlarini, Uva, Gömürgen Tümseği, İrecebin Gölü (Tercen), Avanoğlu Kalesi, Göğdere, Değirmenler Bölgesi) hakkındaki bilgilerimiz kıttır. 27-28
Yöre halkının yerlilerinin anlattıklarına göre: Ganişeyh Türbesi’ne giden yol ve Uğurlu Köyü (Uğurlu Mahallesi) girişindeki bir yığma tepede (bugün hâlâ duruyor), hazine arayıcıları tarafından, bilinmeyen harflerden oluşan, sayfaları som altın pilakalardan meydana gettirilmiş ikibin (2.000) sayfalık bir KLASÖR’ün bulunduğu anlatılır. Gömürgen yolu üzerinde ise yeraltı şehrinin varlığı, arkeoloğlar tarafından henüz bilinmemektedir.
Bugün, tepelerin üzerindeki yüzeyin dik yamaçlarında bulunan GİZLİ KAYA MEZARLARI’nın zaman zaman, yerli halk ve yabancı hazine arayıcıları tarafından kazılarak açığa çıkartıldığı görülmektedir.
Bölge havalisinde (Merkez Akkışla, Kululu, Akin, Gömürgen, Uğurluuşağı, Avanoğlu) oluşan üçgende yer altı mağaralarının oluşturduğu ve barınak olarak kullanıldığı bilinen geçitler, yerleşme yerleri bulunmaktadır. Bu agarta mağaraları Ihlara Vadisi (Kapadokya) ile bağlantılı olup sığınılan yerlerdir. Berçin Yaylası’nda bulunan ve Kızlarini olarak adlandırılan OYMA KAYA EVİ, oturtma taşkapı girişli, yer altı kilisesi ev şehrinin var sayıldığı kısım, bugün hâlâ gün ışığına çıkartılamamıştır. Üstelik yöre gençleri ve çobanlarınca da aşağılara kadar inilen merdiven kısmı atılan taşarla tamamen kapatılmış durumdadır. Bu kısmın daha aşağılarda TİLKİCİLER’in İNİ adı ile bilinen yeraltı mağaralarına kadar uzandığı ve irtibat halinde olduğu kabul edilmektedir.
Buraların Bizans (Kostantin) devrinde de önemli bir yer olduğu bulunan tarihi parçalardan anlaşılmaktadır. Türkler XI. yy. da buralara kadar gelerek, en eski yerleşme yerlerini YAYLA KÜLTÜRÜ olarak kurmuşlardı. Yöreye ilk gelindiğinde her yer balta girmemiş ormanlarla kaplıydı.Sular, geçit vermeyen sazlıklar, yabani kuşların ve kelaynakların ve diğer kuş türlerinin yüzlerce çeşidi burada yaşamaktaydı. Develerin ve atların geçebilmesi için balta ve benzeri aletlerle kesilerek yolların açılmağa çalışıldığı yörenin en yaşlılarından Mevkiş KURTPINAR, Kara Kahya ( Karakâ) ‘nın HASAN harılarında nakletmekteydi.29 Ihlara vadisinin bir bölümü ışık ülkesi, ağartanın devamının burada olduğu düşünülmektedir. Develerin ve atların geçebilmesi için balta vb. aletlerle kesilerek yolların açılmağa çalışıldığı yörenin en yaşlılarından MEVKİŞ KURTPINAR, KARA KAHYA’NIN HASAN hatıralarında nakletmekteydi. 29 IHLARA VADISI’nın bir bölümü ışık ülkesi, agartanın devamının burada olduğu
KAYSERİ, AKKIŞLA İLÇESİNİN COĞRAFÎ YAPISI
Doğusunda bulunan Hınzır’ı dağı ve Karatepe en yüksek noktasıdır. Kuzeybatısında, Sarıoğlan; batısında, Koyunabdal ve Çerkez Söğütlü; güneyinde, Pınarbaşı, Malak; Doğusunda da Küçüktuzhisar ve Sivas ile çevrili bulunmaktaydı.
Bunlardan başka; Bozdağı, Büğelek Tepesi, Berçin Yaylası ikinci yükseltileri arasında yer alır.
Eskiden (yöre yaşlılarının anlattıklarına göre) burası, sulak, sazlık ve girilemeyen gür ormanlıklarla tatlı su kaynakları, sazlıklarla kaplıydı. Çevrenin BERÇİN, ÜSKÜDAR, BÜYÜK PAMUCAK, ORTA PAMUCAK, KÜÇÜK PAMUCAK, OVA, KEÇİHAKKI, SULTANYURDU, TOZLUYUR gibi düzlükleri YÖRE TÜRKMENLERİ’nin YAYLAK (yayla) bölgesi olarak bilinir.
İlçe, iki suyun (KESDOĞAN, ACISU) birleştiği vadide kurulmuş olup, emsalsiz kaynak ve şelâleler yöreyi kucaklar. İlçenin güneyinde saniyede 900 – 1000 litre su akıtan KESDOĞAN ŞELALESİ ile Avanoğlu’ndan gelen ACISU isimli iki büyük suyu dikkate değer özellikleri arasındadır. Bunun yanında ufak çaplı suları da bulunmaktadır.
Akkışla çevresi, bütünüyle Prehistorik ve Hitit yerleşme yerleriyle iç içedir. Çevre avcılık cenneti olarak vasıflandırılır. Yaylaklar da bu çevrededir. Yaylaklarda YURT’lar ve ALAÇIK’lar içinde kalınır Yurtlar ve alaçıkların öbek öbek bulunduğu yerlere OBA veya HALAKA adı verilir. Türkiye’nin en lezzetli et, süt, yoğurt kaymak, peynir ve yağları burada bulunur. Türkmen göçebe ürünleri ve el dokumaları birbirlerini tamamlayan görülmeğe değer güzellikleridir.
TÜRBE
Ganişeyh Türbesi şelâle yanında bulunur. Burası tabiat güzellikleri ve tarih ile iç içedir. Ganişeyh, Melik Gazi’nin kardeşi olup inası oradadır. XI. y.y.’a kadar inen tarihi Avanoğlu ile bağlantılıdır. İçindeki iki sütun, ikibin (2.000) yıllıktır. Toprak altında kalanı antik Akkışla MÖ 500 yıllarına aittir. 30
UĞURLU MAHALLESİ KALINTILARI
Bu bölgedeki birkaç tümülüs, yer altı geçitleri gibi buluntular hemen yol kenarında görülebilir; ancak oyma kaya mezarları hâlâ (kaçak olarak kazılıp, ortaya çıkarılanlar hariç) gizliliğini korumağa devam etmektedir.
Bölge Rum Pontus Kıralları Devri izlerini taşımaktadır. 1950’lere kadar, Rum-Ermeni-Türkmen gruplarının birlikte barındığı bölgede bugün Rum ve Ermeniler buradan İstanbul veya İzmir'e taşınmışlardır. Bölgenin birkaç tümülüsü altında, kıral veya devrin ünlü şahsiyetlerini barındıran mezarların bulunduğu izlenimi vermektedir. 31 Hazine avcıları tarafından, zaman zaman yapılan izinsiz kazıların, birçok OYMA KAYA MEZARLARI’nı açığa çıkarmış olduğu görülmektedir. Gömürgen'e (İlbeyli) doğru giderken, yol üzerinde yeni keşfedilen yeraltı şehri arkeoloğların araştırmalarını beklerken, hazine avcılarının da iştahını kabartmaktadır.
Kışın karlar yağdıktan ve bahara doğru erimeğe yüz tuttuğu günlerde oyma kaya mezarlarının içlerinin boş olmasından dolayı karlarının normal yerlere göre daha çabuk eridiği görülür. Böylece, mezarları tespit eden hazine arayıcıları, geceleri gelerek bu mezarları kazdıklarından yöre halkı sitayişle söz etmektedirler.
Bölge halkının yerleşim alanı, Rum Pontus Kırallığı yerleşim alanı dışında, kayalıkların yamaçlarına doğrudur. Bununla beraber yerini yeni yapılanmalar, bu tümülüslere doğru kaymaktadır.
BİTKİ ÖRTÜSÜ ve İKLİM
Kayseri'nin bu yöresinin; en çok ekilen tahılı buğday, arpa yulaf, mercimek, nohut, fasulye, ayçiçeği, kabak, salatalık, pürçüklü (havuç), yerelması, patates, pancar, domates, mısır (darı), ekilen ürünler arasındadır. Bunlardan fasulye, ayçiçeği, patates, soğan, sarımsak, pancar kâr etmek amacıyla da ekilir. Meyve olarak elmanın her çeşidine bol miktarda rastlanır. Bunların bir kısmı da meyve suyu fabrikaların satılır. Bunlardan başka ceviz, dut, palıt, kayısı, kara erik sarı erik, armut, ayva, şeftalinin yetiştirildiği de görülmektedir.
Akkışla ve yöresi yeşillik bir bölge olmakla birlikte, bol meyve ağaçları ile kuşatılmış bir koruluk görünümündedir.
Bu yeşil görünüm büyük bir bölümünü meyve ağaçları oluşturmaktadır. Bunların yanında karakavak, selvi kavak, söğüt, karaçal, iğde, selvi söğüt, salkım söğüt, karamık, girebolu, alıç, mamuk, itburnu vb. ağaçlar bulunur.
Karasal iklimin hüküm sürdüğü yörede kışlar, soğuk ve yağışlı yazlar sıcak ve kurak geçer. Son dönemlerde bu durumun biraz daha değişebilmekte olduğu da söylenebilir. Yaz ve kış aylarındaki sıcaklık farkları 370 kg/m’dir.
İlçeden Zeynep Hanım ve Eşi
YERYÜZÜ ZENGİNLiKLERİ ve AKARSULARI
Kayseri'nin bu yöresi; kömür, altın, civa, mermer, alçıtaşı yataklarını barındırır. Dünyanın en güzel yeşil, siyah ve sarı mermeri buradadır. Diğer maden cevheri ürünleri kârlılık bakımından incelenmektedir. Çevre dünya maden devrinde işletilmiş pek çok ilginç ocaklarla doludur. Bunların geçmişleri taa tarihten evvelki devirelere kadar inmektedir. Büyük alçıtaşı stokları yeni çıkmaktadır.
Kesdoğan, Acısu yörenin en önemli suyu olup, Akkışla içinde birleşmektedir. Acısu, Zincirdağı’ndan doğarak Akkışla’da birleştikten sonra, Sarıoğlan Havzasını sulayarak Kızılırmak’a dökülür. Akkışla sınırları içerisinde Kötüköy – Karabekirli Havzası içerisinde KESDOĞAN ve ACISU, sularının birleşmesinden oluşan AKKIŞLA BARAJI inşaasına başlanmış olup, Çiftlik ve Sarıoğlan havzalarını sulayacaktır.
Akkışla İlçesi içerisinde bugün, suyu tamamen çekilmiş bin beşyüz (1.500 m) metrekare büyüklüğünde İrecep’in Gölü (Tercen) yokolmuş durumdadır. Karabekirli (Akin) Tuz Gölü ise 1.500 m büyüklüğünde olup, içinde fazla miktarda sodyumklor bulundurur.
Akkışla Yaylalarından Bir Görünüm
TABİİ GÜZELLİKLERİ
Kayseri İli'nin bu yöresi tabii güzellikleri barındıran en çarpıcı yerlerden biridir. KESDOĞAN ve ACISU güzergahı piknik yapmak, balık yakalamak, avcılık etmek ve dinlenmek için vazgeçilmez yerlerdendir.
Keklik, tavşan, bıldırcın, karabatak, suculuğu, yaban ördeği, sığırcık, kurt, tilki avlanılabilecek hayvanlardan birkaçıdır. Bunlardan; doğan, atmaca, şahin, kelçerkez, akbaba, leylek ise nesli azalmağa başlayan yabanilerdendir. Dağlarda; çakal, ayı, yabani domuz ve keçi olduğu da yöre avcıları tarafından söylenmekte ise de son zamanlarda giderek azalmaktadır.
İnsanın üzerine üzerine geliyormuşçasına duran Ücepur’u, Avanoğlu Kalesi, Kızlarini, Tilkiciler’in İni gibi agarta mağaraları ve Tabal, III. Geç Hitit Tarhuttina Kırallığı devriyle Kululu Kalesi, Hitit ve Bizans, Rum Pontus Kırallarından kalma gizli, Oyma Kaya Mezarları, Ganişeyh Türbesi ve şelâlesinin sularının, gümüş lavı gibi, pırıl pırıl aktığı gizemli yerler, görülmeğe değer tabii güzelliklerinden bazılarıdır.
GEÇİM KAYNAKLARI
Yörenin geçim kaynakları olarak çiftçilik ve tahıl ekimi baş yeri almaktadır. Bunlardan başka Almanya’da bulunan işçiler de yöre ekonomisine büyük destek ve katkı sağlamaktadır. Bununla birlikte son yıllarda ekilen ayçiçeği, pancar, fasulye, nohut da ekonomiye katkıda bulunanlar arasındadır. Nüfus başına düşen arazinin yetersiz olması, köyden şehre göçü mecburî kılmaktadır. Bugün yeni yetişen gençliğin büyük bir bölümü hayatını şehirde sürdürmektedir.
KAYSERİ, AKKIŞLA’YA BAĞLI KÖYLER
(Eskiden Teşkilatlı NAHİYE iken Bağlı Köyler)
1. Koyunabdâl
2. Kululu
3. Karabekirli (Akin)
4. Kötüköy (Gümüşsu, Nurvana)
5. Keklikoğlu
6. Kırıklı
7. Kömürören
8. Kiliseköy
9. Kayaaltı
10. Karaerkek
11. Büyükkozaklı
12. Küçükkozaklı
13. Karagöl
14. Karaağal
15. Aşağı Kozaklı
16. Ganişeyh (Avanoğlu)
17. Alevkışla
18. Cevizcik
19. Çiçekoğlu
20. Dereköy
21. Deller
22. Düzencik
23. Tuzhisar
24. Uçağıl
25. Yukarı Kozaklı
26. Yeniköy (Hınzırı)
27. Girinci
28. Gömürgen (İbeli)
29. Hacıyusuf
30. Mudarasan
31. Muratbeyli (Arıcıoğlu)
32. Uzunçayır (Manavuz)
33. Örtlek
34. Ortaköy
35. Sıyırmalı
36. Sarıkaya
37. Seydinali
38. Sarıçiçek
39. Sofumahmut (Hacılı) (Küçükhanifili)
40. Uğurluuşağı
41. Zek
42. Zerezek
43. Karadayı
44. Ebulhayır
İlçeye Bugün Bağlı Bulunan Köyler:
Köy Adı: Nüfusu: İlçeye Uzaklığı:
1. Alevkışla (Kötüköy) 305 5 km.
2. Ganişeyh (Avanoğlu) 670 6 km.
3. Girinci 545 15 km.
4. Gömürgen (İbeli, İlbeyli) 1500 8 km.
5. Gümüşsu (Nurvana, Kötüköy) 260 8 km.
6. Kululu 1180 5 km.
7. Uzunçayır 300 10 km.
8. Akkışla 7000 -
KAYSERİ, KANİŞ KURUM
(DEMİR DEVRİNDE KULULU, KÜLTEPE ve CİVARI)
Bu yörede bulunan tarih ve kültür Prof.Tahsin Özgüç'e göre: H. Th. Bossert, Kululu’da bulunmuş olan kitabelerden ilkinin sahibinin Ruwas (Ruvas -Tabal ülkesinin büyük Kıralı Tuwatis’in vazali); ikincisinin de Panunas olduğunu tesbit etmiştir. Kululu’nun üçüncü prensi de A-la?-li-s’dir. Panunas ve A-la?-li-s’in Tabal ülkesinin büyük kırallarından hangisinin vazali olduğu bilinmiyor. Büyük kıral Wasusarmas, Tuwatis’in oğludur. A-la?-li-s’in bu iki kıralla münasebeti hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Yalnız, A-la?-li-s yazıtındaki başı (ben”-im”) ve ensesi üstündeki saç topuzunun, sakalının şekli, yukarıda incelediğimiz, tanrı başlarının üslûbundan farklı ve onlardan daha eskidir. Kanımca bu baş, en geç, M.Ö. 8 inci yüzyılın son çeyreğine ve hatta biraz daha eskiye tarihlenebilir.
III. Shalmaneser Tabal seferinde söz eder. Kayseri Ovası, bu kırallığın çok önemli bir bölgesini teşkil etmiş olmalıdır. Bu görüşümüzü, hiyeroglifli kitabelerin, heykellerin, kabartmalı taşların çoğunun bu bölgede bulunmuş olması doğrulamaktadır. Doğudan, güneydoğudan, yani Gürün (Eski Til-garimmu) üstünde, Elbistan Ovasından, Sivas yönünden gelebilecek akınlara karşı Kayseri Ovası'nı en iyi müdafaa edebilecek durumda olan Kululu Kalesi, Tabal ülkesinin stratejik bir merkezidir. Kayseri, Sultanhan ve Kayseri, Kültepe ona en yakın olan iki Tabal ülkesi şehridir.
Kayseri, Kültepe’deki Geç-Hitit sarayının II. Sargon’un Tabal’a yaptığı seferden önce yakıldığını gösteren ipuçları vardır.Kayseri, Kültepe kabartmalarının, Kululu’dakilere bakınca, daha eski bir tarihe ait olmaları da bizi desteklemektedir.
Kayseri, Kululu, en geç tahrip olunmuş, çok dayanmış, kudretli Assur kırallarını çok uğraştırmış merkezlerden biri olmalıdır.
Tabal tarihinin çeşitli safhalarını, muhtelif şehirlerdeki kalıntılara, yapı katlarına göre incelemek, bunları Assur kaynaklarının ve hiyeroglifli anıtların yardımı ile değerlendirmek lazımdır. Bugüne kadar araştırmalar bu şekilde yürütülmemiştir. Her disiplin konuya kendi sınırı içinde ayrı bir katkıda bulundu. Tabal ülkesi ile ilgili problemlerin çözümlenmesinde bu ülkede yapılacak sistemli kazıların büyük payı olacaktır.
Kurşun Levhalar
Kululu köylülerinden Mustafa Yıldız tarlasında bulduğu kurşun levhaları, Müzenin satın alması için, 1967 baharında Müzenin eski asistanlarından Sargon Erdem eliyle Kayeri’ye göndermiştir. Kurşun levhalar, kurulan bir heyetin takdir ettiği 1000 lira karşılığında, Müzeye mal edilmiştir.
Kurşun levhaların bulunduğu yer, kesin olarak bilinmiyor. Mustafa Yıldız bunları Kululu-Akkışla İlçesi yolu kenarındaki tarlada bulduğunu söylemiştir; ancak, bu tarlada yaptığımız araştırmalar bu ifadeyi doğrulamamıştır. Kanımca, kurşun levhalar, Mustafa Yıldız’a ait olan, 2,8,11 numaralı tarlalardan birinde ve en kuvvetli ihtimalle 2 numaralıda bulunmuş olmalıdır. M. Yıldız’ın ifadesine göre, kurşun levhalar dar olanları içeride, en genişi dışta olmak üzere, iç-içe sarılmış-tek rulo halinde bulunmuştur. Bu bakımdan, Assur’da Anu-Adad mabetinde bulunanlardan farklıdır. Bilindiği gibi, orada her kurşun levha ayrı bir rulo halinde bulunmuş; yalnız, f + g kurşun levhaları, bir araya, tek rulo halinde sarılmıştır. M. Yıldız'ın bulduğu levhalar, açıldıkları zaman içteki kurşun levhaların düzenli bir şekilde açılmadığından düz bir satıh haline getirilememiş, yer yer çatlamalarına, kopmalarına mani olunamamıştır.
Kurşun levhalar yumuşaktır; kolayca bükülmektedir. Bunun için, Assur’dakilerde olduğu gibi, bunlar da yazılırken sert bir madde üstüne konularak, madeni bir kalemle yazılmış olmalıdır. Yumuşak kurşun üzerinde hatalar düzeltmede, kullanılmış işi bitmiş levhanın yazılarını silmek ve üstüne yenilerini yazmak, daima, mümkün olmuştur.
Assur’da 1905 yılında bulunmuş olan yedi kurun levhanın Berlin’de (Vorderasiatisches Museum)’da laboratuvarda kontrol altına alınmış olmalarına rağmen, dayanmadıkları, kül haline geldikleri malumdur. Bu durumu göz önünde tutan heyetimiz, kurşun levhaların, koruma ve kontrol etme imkanları daha iyi olan, Ankara Arkeolojik Müzesine getirilmesini teklif etti. Bu teklifimizi olumlu karşılayan Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürlüğü, bunların ; Ankara’ya naklini sağladı.
Tek rulo halinde kurşun levhaların, önce dıştaki en geniş olanı açılmış ve uçlarından kesilerek, koparılarak tüfekleri için saçma yapılmıştır. Bunun için, en geniş en uzun olduğu anlaşılan kurşun levhadan elimize küçük bir parça kalmıştır:
1. Parça’nın uzunluğu 7.8 cm., genişliği, 6.2 cm. dir. Her iki yüzünde de üçer satırlık birer kitabe var. Bu parçanın fotoğrafını burada yayınlamıyoruz. Aşağıdaki levhalarla ilgili verilen bilgilerde görüleceği gibi, bunda, Kişilere verilmiş koyunlardan söz edilmektedir.
1 inci kurşun levha (Lev. L, 1 aŞb):
Elimizdeki levhalardan en geniş ve en uzun olanı. Uzunluğu 37 cm., genişliği 5.2 cm., kalınlığı 1.2 mm. kırılmış ve dört parçaya ayrılmış. Yer yer çatlamış, üst ve alt kenarındaki işaretlerden bazıları kopmuş. üç satırlı. Ön yüzde, birinci satırın sağ başından başlayan metin sola doğru, ikinci satırda soldan sağa, üçüncü satırda sağdan sola ve satırın sonuna kadar devam etmektedir. (Lev, L, 1 a) Metin, arka yüzde dörtüncü satırda soldan sağa, beşinci de sağdan sola, altıncı da soldan sağa devam ile son satırın ucuna yakın kısmında sona ermektedir. (Lev. L, 1 b) Beşinci satırın sağ başındaki işaretler çok siliktir. Satırın ondan sonraki kısmında ise işaretleri görmek mümkün değildir.
İkinci kurşun levha (Lev, LI, 1 aŞb; B,2):
En iyi korunmuş olanlardan biri. Uzunluğu 16 cm. genişliği 4.2 cm., kalınlığı 1.6 mm. Bu levha kırılmış ve iki parçaya ayrılmış. Uzun parça iki yerinden çatlak. iki satırlı. Önyüzde birinci satırın sağ başından başlayan metin sola doğru, ikinci satırda soldan sağa (satırın sonuna kadar) devam etmektedir. (Lev. LI, 1 a; B,2) Metin, arka yüzde üçüncü satırda sağdan sola, dörtüncü satırda soldan sağa devam ile satırın ucuna iki santimetre kala sona ermektedir. (Lev. LI, 1 b) Bu levhanın işaretleri iyi korunmuştur. Yalnız, ikinci satırın sol başında küçük bir kısmı ve aynı satırın ortasında, yarım ay şeklinde, düzenli bir kertik meydana gelmiştir.
3 üncü kurşun levha (Lev. LII, 1 aŞb):
Uzunluğu: 21 cm., genişliği: 3.8 cm., kalınlığı: 1.4 mm. Kırılmış ve dört parçaya ayrılmış. Önyüzde, sağdan başlayan birinci satırın (başlangıçtan itibaren) işaretleri silinmiş, okunamaz bir hal almış. Yalnız, bu işaretler satırın sonuna doğru okunabilmektedir. (Lev. LII, 1 a) Soldan başlayan ikinci satırın baş kısmında işaretler sezilebilmekte ise de, sağa doğru hiçbir işaret görülememektedir; hepsi silinmiştir. Arka yüzde sağdan başlayan üçüncü satırın büyük bir kısmında işaretler, tamamen silinmiş olmasına rağmen, satırın sonuna doğru olanlar çok iyi korunmuştur. Ayrıca, satırın sol kenarındaki işaretler de silinmiştir. dördüncü satırın soldan sağa devam eden işaretleri de tamamen silinmiştir. Metin, bu satırın ortasında sona ermiştir. (Lev. LII, 1 b)
İkinci parça’nın uzunluğu 6 cm., genişliği 4 cm., kalınlığı 1 mm. dir. Saçma yapmak için çok kesildiğinden, bu kadarı korunabilmiştir. Metin iki satır halindedir. Önyüzdeki birinci ve ikinci satırların işaretleri siliktir. (Lev. XLVII, 1) Bunun için çok zorlukla okunabilmektedir. Arka yüzde üçüncü satırın işaretleri iyi korunmuştur. (Lev. XLVIII, 1) 4 üncü de yazı yoktur.
M. Yıldız kurşun rulonun bulunduğu anda uzunluğunun, aşağı yukarı iki metreyi bulduğunu ifade etti. Elimizdekilerin uzunluğunun 87.8 cm. olduğu düşünülürse, M. Yıldız’ın mübalağa etmediği anlaşılır. Bu, Kululu levhalarının Assur’dakilerden daha uzun olduğunu göstermektedir. Yalnız, Assur levhaları daha sağlam durumda ele geçmiştir.
Kurşun levhalardan, av tüfeklerine saçma yapmak üzere, M. Yıldız’ın akrabaları da istifade etmiştir. Bunun için, M. Yıldız kurşun levha parçalarından bazılarının, hâlâ, komşularının elinde kamış olabileceğini söylemektedir.
Piero Merigg otuzbeş, ve Th. H. Bossert, F. Steinherr yirmi sene önce, Assur kurşun levhaları üstündeki incelemelerinin sonuçlarını yayınlamışlardır. Şimdi, Kayseri/Akkışla, Kululu buluntuları bunların ışığında daha iyi incelenibilcektir. Hiyeroglifli kurşun levhaların Anadolu’da, ilk defa, bulunduğu yazılmıştır. Halbuki, Boğazköy’de, Büyükkale’de otuzdört sene önce onüçüncü veya ondörtüncü yüzyıla ait, tek rulo halinde ve yalnız bir yüzü yazılı bir kurşun levha bulunmuştur. Rapora göre levha Assur’da (veya şimdi Kululu’da) bulunanlara bakınca daha dardır. İşaretler de iyi korunmamıştır. K. Bittel’in daha o zaman da ifade ettiği gibi, Bükükkale levhasının en büyük önemi, kurşun üzerine yazmanın Hitit İmparatorluk çağında da bilindiğinin isbat edilmiş olmasındandır.
………………..
Porf.Dr.Tahsin ÖZGÜÇ-Akkışla-Kululu Kalesi Kazı Notları ve Belleten Sayfaları.
AKKIŞLA YÖRESİ OYUNLARI
(DERLEMELER)
HÖL OYUNU
Bu oyun en az üç kişinin bir araya gelmesiyle kurulur. Oyun en işe aşağı bir eğimde oynanır. Oyunun oynanacağı yere yuvarlak KARAMIK ağacının kökünden yapılmış, ağaçtan bir top konur. Bu ağaçtan topun adına HÖL denir. Höl toprağın yüzeyinde hafif oyulmuş yuvasına yerleştirilir. Ebe seçimi için önceden kararlaştırılmış belli bir mesafedeki çizgiden sopalar fırlatılır. Bu yapılan işleme DÜŞME denir.
Düşme esnasında fırlatılan sopalardan en arkada kalan sopa sahibi EBE olur. Ebe holün koruyucusudur. Sopasını holün üzerine koyarak, belirlenen mesafeden atan oyuncuların hölü çıkarmasına mani olur. Höl bu düşme esnasında bir oyuncu tarafından çıkarılırsa ebe hölü eski yuvasına getirmek için yerinden ayrılır. Bu duruma HÖL KOVALAMA veya GÜTME adı verilir. Sırasıyla atılan sopalar hölü yerinden çıkaramamışsa, sahipleri tarafından getirilerek hölün arkasına gelecek şekilde dizilirler. Höl yerinden bir oyuncu tarafından çykarılmış ise, değneğini koyan oyuncular ebe hölü eliyle yerine getirmek için yerinden ayrılınca değnek sahipleri de değneklerini hemen alırlar. Bu arada henüz düşmeimiş veya sopasını hölün arkasından almış olan oyuncular, hölü daha uzağa fırlatmak için höle vururlar. Eğer ebe hölü eline alabilmişse yeniden yalağına koyarak oyuna devam eder.
Ebenin ebelikten kurtulabilmesi için, oyunculardan birine sopası ile dokunabilmesi gerekir. Hölün yerinden hiçbir oyuncu tarafından çıkarılamamış ve sopaların ebede rehin kalması halinde, oyuncular ebenin etrafını sararlar. Ebeyi sıkıştırarak sopalarını almak isterler. Ebenin sopaları vermemesi halinde oyunculara EBE ÇİLLENDİ der. Bu sözden sonra oyuna yeniden başlanır.
Kaynak:Sabri ELGÜN 1925
Hanım ELGÜN 1933
Hamet ELGÜN 1933
Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
KÖY GÖÇTÜ OYUNU
Bu oyun da höl oyununa benzer; ancak her oyuncunun kendi yalağı olduğu gibi, ortada bir de ebe yalağı olur. Oyuncular kendi yalaklarına sopalarını bırakırlar, başına dikilirler. Bu oyun kızlı erkekli karma da oynanabilir. Oyun beş yada yedi kişiden kurulur.
Oyuncular kendi yalaklarında değnekleriyle beklerken, bu arada KÖYGÖÇTÜ’yü çıkarmada çalışırlar. Oyuncuların kendi yalaklarını sahiplenmemesi halinde, yalağı boş kalan oyuncunun yalağına ebe sopasını koyarsa, sopası boşta kalan oyuncu ebe olur. Bütün oyuncular KÖYGÖÇTÜ diye bağırırlar.Başa dönülerek yeni oyuna başlanır.
Kaynak:Sabri ELGÜN 1925
Hanım ELGÜN 1933
Hamet ELGÜN 1933
Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
EŞAMİZ TAZELENDİ
Sayma ya da kura yoluyla oyunculardan biri ebe seçilir. Bu oyunda oyuncu sayısı sınırlı değildir. Oyuncu ne kadar çok olursa o kadar zevk alınır. Seçilen ebe ellerini diz kapaklarına gelecek şekilde koyarak eğilir, yere paralel durur. Diğer oyuncular da bu ebenin üzerinden atlarlar. Birinci atlayışta bütün oyuncular:
BİR, BİRDUR BİR
İKİ, İKİ FINDIK GIR
ÜÇ, ÜÇ GÖT VUR
DÖRT, DAHA SERT VUR
BEŞ, EL ETEK DEĞMEZ, derler.
Bu oyunda, beşe kadar olan sözleri kim yanlış söylerse veya eteğini (elbisesini) kıçını ebenin sırtına kim değdirirse, o oyuncu ebe olur ve oyun yeniden başar.
Kaynak:Sabri ELGÜN 1925
Hanım ELGÜN 1933
Hamet ELGÜN 1933
Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
TUTUCUM ALDIM VARIYOM
Oyuncular iki guruba ayrılarak saf alırlar. Rakip gruplardaki oyunculardan biri (kendine güvenen cesur), kendi grubundan CİNTE sinden ayrılarak, rakibin çintesine yaklaşır ve tükürür. Tahrik edilen rakip oyunculardan cesaret sahibi herhangi biri çintesi dışına çıkarak kendilerine yaklaşmış olan rakip oyuncuya kovalamağa başlar. Rakip oyuncu kendi çintesine varmadan yakalanırsa ,yakalayan tarafından esir edilir. Oyun bu şekilde devam eder.
Sonuçta esir tarafı fazla olun grup oyunun galibi olur.
Kaynak: Süleyman ELGÜN 1927
Fadime ELGÜN 1930
Aynur ELGÜN 1931
Feride ELGÜN 1929
KAYSERİ/Akkışla
GUŞUM GUŞUM OYUNU
Oyuncular halka oluştururlar. Bir ebe seçilir. “Bir elma, iki elma, al elma, mor elma...” diyerek sayım yapılır. MOR ELMA hangi oyuncuya tesadüf ederse, o ebe seçilmiş olur. Ebenin eline verilmek üzere bir yağlık (eşarp) kıvrılarak ucu bağlanır ve jop oluşturulur. Ebe aklından bir kuş tutar. Bunu da oyuncuların bulmasını ister. “Bir guşum var. mendiliyle benzetme yapar, misâl gösterir: Kanadı var şu kadar, gözü var boncuk kadar, götü var nohut kadar diyerek tarif eder.Oyunculara, bilen var mı? Diye sorar. Cevap veren bilen olursa turayı, bilen oyuncuya vererek diğer oyunculara, bilemiyenlere vurdurur. Oyun böyle devam eder. Tarif edilen guşu bilen ebe olur, sopadan da kurtulur.
Kaynak: Süleyman ELGÜN 1927
Mehmet ELGÜN 1929
Feride ELGÜN 1929
KAYSERİ/Akkışla
VIZ VIZ OYUNU
Bu oyunda da oyuncu sayısı sınırlı değildir. Oyuncuların çokluğu oyunu neşeli kılar. Oyunculardan her biri, çömelmiş bir vaziyette daire şeklinde otururlar. İçlerinden seçtikleri birine bir mendil verirler. Mendili alan oyuncu mendili arkasında saklayarak “YAĞ SATARIM, BAL SATARIM, USTAM ÖLDÜ BEN SATARIM” tekerlemesini söyleyerek oyuncuların arkasından tur atar. Bu turlardan birinde elindeki mendili birinin arkasına bırakır. Arkasına mendil bırakılan oyuncu, mendilin kendisinin arkasında olduğunun farkına varıp yerinden kalkmazsa ebeden sırtına yumruk yer. Eğer hemen fark ederse mendili arkasından alarak o da ebeyi kovalar. Ebe koşarak arkasına mendil bıraktığı oyuncunun yerine oturana kadar bu durumdan kurtulmamış sayılır. Yine, yeniden ebe olan oyuncu aynı tekerlemeyi söyleyerek oyuncuların arkasında dolaşmasına devam eder.Oyun oyunculardan ebenin mendil bırakması, mendili kapanın kovalaması şeklinde devam eder .Oyunda oyuncular iyice azaldığı veya oyundan sıkılındığı zaman oyun bırakılır.
Kaynak: Aliefedi ALTINOLUK 1920
Cennet ALTINOLUK 1332
KAYSERİ/Akkışla
BEZİRGANBAŞI
Bu oyunda da oyuncuların çokluğu önemlidir. İki kişinin ebeliğinde oynanır. İki ebe kendi aralarında kendilerine iki isim bulurlar. Diğer oyuncular ebelerin işaretiyle sekerek tünele gelirler. Arka arkaya dizilen bu oyunculara KERVAN adı verilir. İlk gelen oyuncu “AÇ KAPIYI BEZİRGANBAŞI BEN GELDİM” der. Ebeler de açacağız ne vereceksin derler .İlk gelen oyunu da arkamdaki senin olsun der. Buna tekrar sorarlar: ELMA MI İSTERSİN, ARMUT MU? Söylenen isme göre o ebelerden birinin arkasına geçilir. Aynı işlem oyuncular bitene kadar devam eder. Daha sonra ebe olan şahıslar ortaya bir çizgi çizerler. Her iki tarafın oyuncuları da ebelerinin bellerinden yakalayarak, birbirlerini çekmeğe başlarlar.Ellerini birbirlerinden tutan ebelerden hangisi diğerini, belirtilen çizgiden kendi tarafına geçirirse galip o ebenin grubu olur. Oyun bu şekilde devam eder. Yalnız daha güçlü bir ebe diğerinin yerini alabilir.
Kaynak: Aliefedi ALTINOLUK 1920
Cennet ALTINOLUK 1332
KAYSERİ/Akkışla
ÇELMELİ TOP
Bu oyun bez parçalarından dikilmiş, çeşitli büyüklüklerdeki toplarla oynanır. Top, içi bezlerle iyice sıkıştırılarak dikilir ve sertleştirilir. Oyun iki grup tarafından oynanır. Birinci grup içeride ÇİNTE denilen yerde bulunurken, diğer grup da ÇİNTE dışında çelinen topları yakalamak için bekler. Her grupta eşit sayıda oyuncu bulunur. Birinci grup beş ise ikinci gruptaki oyuncu sayısı da beş olmak durumundadır. Çinte içinde olmak bir ayrıcalık olduğu için, bu durum kura ile tesbit edilir. Kazanan taraf çintenin içine geçer.
Çintenin içinde kalan gruba, dışarıdaki grup oyuncularından topu elinde bulunduran oyuncu, çinte içinde topu çelecek olanın kaldırdığı elinin avucunun içine gelebilecek şekilde atar. Bu atılan topu çinte içindeki oyuncu kuvvetine göre uzağa fırlatmak ister. Top ne kadar giderse, uzağa fırlatılabilirse o kadar iyidir.Çelinen top uzaklara veya yakınlarda bir yere düşebileceği gibi rakip oyunculardan biri tarafından da yakalanabilir. Top rakip oyunculardan biri tarafından yakalanması durumunda, çintedeki topu çelen oyuncu topu tutan rakip tarafından vurulma korkusu ile uzak çinteleri dolaşmayabilir; ancak ANA ÇİNTE’de kalamaz. Çinteden mutlaka çıkmak zorundadır. Ana çinteden çıkamayan oyuncu vurulursa oyundan çıkar ve safdışı kalır.
Eğer top çok uzaklara çelinmiş ise oyuncu, topu karşı gurubundan gidip getirmesine kadar belirlenen çinteleri dolaşarak kendi çintesine vurulma korkusu olmadan gelebilir. Bu durum oyunun akışı için çok önemlidir. Oyuncuların bütünü çelip hiçbirinin vurulmadan çintelerine dönmesi halinde bu grup çinte içinde kalmayı bu defa da başarmış kabuledilir.
Oyunculardan birkaçının vurulması ve sonradan bu vurulan oyuncuların sağaltılması, yani çinteye yeniden döndürülmesi şeklinde devam edilir; ancak bütün oyuncular safdışı kalırsa ve çintedeki oyuncu da hiç kimseyi sağaltamazsa çintedekiler dışarı çıkar, rakip oyuncular içeri girer. Bu defa da rakiplerin topu çelmesiyle oyuna devam edilir.Oyun içindekilerin dışarı, dışarıdakilerin içeri geçme heyecanı ile devam eder.
Kaynak: K. Mehmet KARADUMAN 1335
Hacca(Hatice) KARADUMAN 1930
KAYSERİ/Akkışla
ÇİVİ OYUNU
Bu oyun için öncelikle ıslak, alt tarafı gevşek bir zemin seçilir. Kerme dökülmüş yer bu oyun için müsait yerlerdendir. Oyun için atmış seksen santimetre arası ağaçlar kesilerek uç kısımları sivriltilir. Bu çivilerden her oyuncuda belirli bir miktar bulunur. Oyunun oynanacağı bir zemine elli ölçeklik bir kazanın oturabileceği bir daire çizilir. Beş altı kişiden kurulan oyunda ilk düşecek (çivisini yere saplayacak) kişi, kura veya sayımla tesbit edilir. Çiviler sırası ile düşülürken, dairenin dışına çıkan çivinin sahipleri çivilerini yeniden atabilirler. Daire dışında da olsa çivi dikili kalmışsa, o çivi geçerli sayılır ev sahibi tarafından yeniden atılamaz. Eğer oyuncular tarafından atılan çivilerden daire içinde zemine saplanmayan, yıkılı kalan çivi, kaybedilmiş sayılır; çünkü, ondan sonra dairenin içine atacak başka bir oyuncu, yerde yatan çivilerden herhangi birini çıkarabilir. Çıkarılan çiviler çıkaran tarafından kazanılmış olur.
Çivilerden herhangi birini kazanmak için, daire içindeki dikili bulunan veya yatık duran çivilerden birini daire çizgisinin dışına çıkarmak yeterlidir. Bu iş ise yatan çivilerde daha kolaydır. Oyunun galibi en çok çivi kazanan kişidir.
Kaynak: K. Mehmet KARADUMAN 1335 -Hacca(Hatice) KARADUMAN 1930
KAYSERİ/Akkışla
SÖBE (SAKLANBAÇ)
Söbe, saklanbaç da denilen bu oyun yörenin en eski oyunları arasında yer alır. Bu oyunda oyuncu sayısı sınırlı olmamakla birlikte yedi sekiz kişiden kurulur. Sayım yolu ile bir ebe belirlenir. Ebe, çintedekiler yeniden gözlerini elleriyle kapatarak saymağa başlar. Kararlaştırılan sayıya ulaşınca, saymayı bırakarak “ARKAMA, ÖNÜME, SAĞIMA, SOLUMA SAKLANAN SÖBE” tekerlemesini söyledikten sonra gözlerini de açar. Böylece yakınlarına saklanmış olan diğer oyunculardan bazılarının, ebe gözlerini açar açmaz çinteye elini değdirerek “SÖBE” demelerini engellemiş olur.
Ebe saklanan oyuncuları görerek, söbelemek için çinteden ayrıldığında, diğer oyunculardan herhangi biri, çinteye gelerek elini çinteye değdirip “SÖBE” diye bağırır, ebeye sesini duyurursa ikinci oyunda ebe olmaktan kurtulmuş olur. Ebenin söbelediği oyuncu ise o oyunda ebe olmak zorundadır.Eğer söbelenen oyuncu birden fazla ise aralarında kura çekilir veya sayım yapılır. Oyuna bu şekilde devam edilir.
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925 -Hanım ELGÜN 1933-Feride ELGÜN 1929
KAYSERİ/Akkışla
KÖREBE
Bu oyunda da bir ebe, sayım yoluyla seçilerek gözleri bağlanır. Büyük bir daire çizilerek, ebe bu dairenin içine getirilir. Diğer oyuncular dairenin dışında ve ebeye yakalanmadan ebenin sırtına elleriyle vururlar. Böylece KÖREBEyi kızdırırlar. Kızan KÖREBE dışarıdaki oyuncuları kendi çizgisinden dışarıya çıkmadan yakalamağa çalışır. Dairesinden dışarı çıkarsa diğer oyuncular tarafından kendisine bu durum hatırlatılarak daire içerisine girmesi sağlanır.
Ebenin, dışarıdaki oyunculardan birinin yakalaması ile KÖREBELİK yakalanan oyuncuya geçer. Bu defa da bu oyuncunun gözleri bağlanarak KÖREBE yapılır. Böylece oyun devam eder.
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925- Hanım ELGÜN 1933-Feride ELGÜN 1929
KAYSERİ/Akkışla
EBE GELDİ
Sayım yoluyla oyunculardan biri ebe seçilir. Bu oyun iki grup arasında oynanan bir oyundur. Her iki grup için seçilen ebeler, kendi gruplarını yönetirler. Bu oyun biraz da ecik becik oyununu andırır.Kura ile göz yumacak grup belirlendikten sonra, bu grup çintede çizilen bir dairenin içerisine girer. Çintenin içinde kalan grubun ebesi kollarını gererek çinte içindeki eşlerini koruma altına alır. Yani onların sırtlarına gelecek şekilde ellerini uzatır. Kararlaştırılan bir rakama kadar sayımdan sonra gözler açılır. Çintede kalan oyuncuların sadece ebesi saklanan grubu bulmakla görevlidir. Ebenin dışındaki oyuncu çinte adı verilen çizgiden dışarı adım atamaz.
Ebenin çintesinden karşı grup oyuncularını bulmak için ayrılmasından sonra saklanmış olan diğer grubun oyuncularından biri veya hepsi gelerek (gözükmeden), çintedeki oyunculara vurmağa başlarlar. Çintesinde sopa yiyen oyuncular EBEGELDİ diye bağırarak, ebenin oyuncuları aramasını bırakıp, çintesine dönmesini sağlarlar. Bu arada, ebenin gelmesinden veya kendilerini görmesinden çekinen karşı grup oyuncular kaçarak yeniden saklanırlar. Ebe tekrar bunları aramaya çıkınca tekrar dönerek oyunculara sopa atabilirler. Bu işi çintedeki grubun ebesine görünmeden yapmak zorundadırlar. Aksi halde ebe, onlardan birini görür ve tanırsa saklanan grubun bütün oyuncuları çinteye toplanır. Eğer ebe, gördüğü oyunculardan birinin ismini karıştırır, yanlış söylerse saklanan grup ÇANAK ÇÖMLEK PATLADI diye bağırarak çinteye toplanırlar ve yeniden saklanma hakkını elde ederler. Yani oyuna yeniden başlarlar.
Bu durumda ebelik yapan grup ebeliği yeniden üstlenir ve yedikleri sopa da yanlarına kalır. Bu durum grup ebesinin beceriksizliğini gösterir ki ebeyi değiştirmek gerekebilir.Ebenin oyunculardan birini tanıyarak adını söylemesi durumunda çinteye toplanan, saklanan grup oyuncuları bu defa da çintedeki oyunculara ebelerinin koruyuculuğunda sopa atmağa çalışırlar. Ebenin koruyuculuk yapamadığı yerlere öyle yumruklar atılır ki bu oyunda bazan tartışmalar çıkar. Canı acıyan çintedeki oyuncular ebelerinin koltuğuna girmek için birbirlerini iterler.Çintedeki oyuncuların bu durumdan kurtulabilmesi ebelerinin maharetine bağlıdır. Çintedeki ebe, karşı grup oyuncularından birine vurabilir veya yakalayabilirse oyun biter ve ebelik öbür saklanan gruba geçer. Karşı grup da birinci grup gibi gözlerini yumarak oyuna devam edilir.
Kaynak: Elif(Gökız) ERYILMAZ 1927
Fadime ERYILMAZ 1925
Ahmet EROĞLU 1312
Melek EROĞLU 1318
KAYSERİ/Akkışla
GARELÖV OYUNU
Bu oyun üç beş veya daha fazla oyuncu ile oynanır. Oyuncuların her biri kendine göre dokuz taş ayarlarlar Her oyuncu oynadığı yere kendi yalağını(küçük çukur) açar. Dokuz taştan birini eline alır ve YETİK denen büyük çukura taşını atar. Ortada taş çoğalır. Oyun sırası kendine kadar gelen oyuncu:
Üç Üç Daha Burçak Sultan Gariyi Alak Gaçak
Tekerlemesini söyler. Daha sonra da, tekerlemenin bittiği yerde: İKİ KAYASI BEL BERÇEK diyerek kimin kayasına (çukuru) rast gelmişse onun iki taşını alarak kaçırır. Sıra öbür oyuncuya gelir. Bu oyuncu da diğer oyuncuların yaptığı gibi, tekerlemeyi söyler. Tekerleme kimin çukurunda biterse, o çukurdaki birikmiş taşları alarak kaçırır. Oyun sonunda kayası en çok olan kazanır Kimin kayası hiç kalmamışsa on kararlaştırılan ceza verilir.
Kaynak: Elif(Gökız) ERYILMAZ 1927
Fadime ERYILMAZ 1925
Ahmet EROĞLU 1312
Melek EROĞLU 1318
KAYSERİ/Akkışla
GIRDIM GIRDIM
Oyun beş altı kişiden oluşan grupla kurulur. Oyuncuların ellerinde bir on veya bir yirmi santimetre uzunluğunda sopalar bulunur. Oyuncular, ellerindeki sopaları belli bir aralıkla birbirlerine paralel olacak şekilde dizerler. Sayım sonucu ilk çıkan oyuncu ebe olur. Oyunu başlatır. Bu oyuncu tek ayağı üzerinde sekerek sopaların arasından geçip kendi sopasını alarak yine aynı şekilde diğer sopalara değmeden:
Girdim Girdim Değneğimi Alip Çiktim
Diyerek sopaların arasından zıplayarak çıkar. Diğer oyuncular da bu şekilde yaparak oyunu tamamlarlar. Bu arada geçerken sopalardan birine değen veya onları birbirlerine karıştıran, üstüne basan olursa bu oyunculara önceden belirlenen ceza uygulanır.
Oyun cezanın bitiminde yeniden, aynı şekilde başlar.
Kaynak: Süleyman DUMAN 1912
Esma(Esik) DUMAN 1916
KAYSERİ/Akkışla
YÜZÜK OYUNU
Bu oyun yedi fincanla oynanır. Oyuncular iki gruba ayrılırlar. Birinci grup yüzüğü saklar. Diğer gruba yüzüğü tepsi içerisinde getirir. Bekleyen gruptan, fincanların altındaki yüzüğü bulmasını ister. Yüzüğü arayan gruba iki fincan kaldırma hakkı verilir. Kaldıran fincanların altında yüzük çıkarsa oyun hakkı karşı gruba geçer. Yüzüğü bulamazsa fincanları kaldırmaya devam eder. Geriye üç fincan kalınca, bu fincanlardan ikisini çalar. Yine de bulamazsa, oyunu kaybetmiş sayılır.Fincanı ilk kez saklayan taraf, fincanı saklama hakkını yeniden elde etmiş olur. Bir puan kazanır. Böylece oyuna devam edilir .On iki puana ulaşan grup Destegül adı verilen altısı kapalı, biri açık ve boş olmak üzere yedi fincanı tekrar getirir. Altısı kapalı olan fincanların altında yüzük saklıdır. Bir defaya mahsus olmak üzere karşı gruba bir fincan kaldırma hakkı tanınır. Buna Çalma da denir. Tek çalışta fincanı bulursa, sayılarının üstünlüğüne rağmen fincanı bulan grup oyunu kazanmış kabul edilir. Diğer gruba kararlaştırılan ceza verilir.Eğer fincanın altında saklı olan yüzüğü bir çalışta bulamazsa, oyunda sayı üstünlüğü olan grup oyunu kazanır. Karşı gruba ceza verileceği gibi ceza yerine grubun arzusu da yerine getirilebilir. Bu arada yenen grup yenilen gruba bir soru sorar:Yolunda Yolda Misin? Der. Bu soru ile grubun sözünde durup durmadığı kontrol edilmek istenir. Yolunda Yoldayim derse iş tatlılıkla biter. Eğer karşı grup Ormanda Balta Misin? Diyerek karşılık verirse, sözümüzü yerine getirmiyoruz demektir ki netice nizahla (kavgayla) biter.
Kaynak: Süleyman DUMAN 1912
Esma(Esik) DUMAN 1916
KAYSERİ/Akkışla
AYAKBASMAÇ
Oyun iki gruptan teşekkül eder. Bir daire çizilir. Beş altı kişiden oluşan gruplardan biri kura sonucu dairenin içerisine girer. Bu grubun içinde bir de ebe bulunur. Grubun içindeki diğer oyuncular çömelerek, dairenin içinde otururlar. Grubun ebesi ayakta durarak eşlerini korumağa çalışır. Dışarıdaki oyunculardan her biri ebeye yakalanmadan daire içindeki oyunculara vurmağa çalışırlar. İçerdeki grubun ebesi, dışarıdakilerden herhangi bir oyuncunun ayağına basabilirse oyun sona erer. Bu durumda dışarıda bulunan grup oyuncuları içeri, içerideki oyuncular da dışarı çıkarlar. Oyun böyle devam ederken, içeride bulunan ebenin sırtına dışarıdan bir oyunu atlayarak binebilirse, o oyuncu ebeliği sona erer. Yerine bir başka oyuncu ebeliği üstlenir. Bu durum karşı gruptan bir oyuncunun diğer oyunculardan birinin ayağına basmasıyla sona erer.
Kaynak:Mustafa GÜNER 1925
Mehmet GÜNER 1337
Yeter GÜNER 1927
KAYSERİ/Akkışla
Duran KARAKUŞ ve Çavuş ÖZTÜRK Ailesi
LELECİK OYUNU
Bu oyun grupsuz oynanır. Her oyuncunun elinde; 1.20 – 1.30 cm. lik değnekler bulunur. Belli bir çizgiden bütün oyuncular değneklerini fırlatırlar. Değneği en arkada kalan oyuncu oyunu kaybeder. Diğerlerinin sopalarını toplama görevi bu şahsa verilir. Bu şahıs nefesini tutarak:Lelecik Leblebicik Gurucuk Gurbağacik Diyerek, sopaları toplayıp dönüp gelebilirse ve bunu da grup oyuncuları kabul ederse, bu oyuncu gruba katılır ve oyun yeniden başlar. Eğer bu oyuncu, nefesini tutarak bir nefeste sopaları toplayıp gelemezse bu oyuncuya ceza verilir. Bu oyununun çekeceği ceza için büyük bir çukur açılır. Cezalı oyuncu çukura diz kapaklarına kadar gömülür. Gömme yapılırken diğer oyuncular da oyuncunun kolay kolay çıkmaması için, toprak atılırken iyice çığnarlar. Oyuncu, bu zor durumdan bazan tek başına çıkar. Kendi başına çıkamazsa bir müddet sonra diğer oyuncular tarafından çıkartılır.
Kaynak:Mustafa GÜNER 1925
Mehmet GÜNER 1337
Yeter GÜNER 1927
KAYSERİ/Akkışla
KAYA OYUNU (KÜRTKALESİ, KALE OYUNU)
Üç adet büyük ve sivri taş bulunur. Bu taşlar arka arkaya ve biri yıkıldığında, diğerini de devirebilecek şekilde zemine oturtulur. AYALAMA denilen taşlarla belirlenen çizgiden düşülür.
Ayalamalarla belli bir mesafeden atarak kalelerden birini yıkan oyuncu üç puan (taş) kazanır. İkisini yıkan altı, üçünü yıkan da altı taş kazanmış olur. En çok puan alan oyuncu oyunu kazamış kabul edilir.
Kaynak:Bekir ELGÜN 1918
Ayşe ELGÜN 1920
Abdurahman ELGÜN 1930
KAYSERİ/Akkışla
Gani TOSUN, Büyük Oğlunun Evlilik Töreninde
TURA OYUNU
Bir grup oyunudur. Bir ebe seçilerek yüzük ve palaska ebenin eline verilir. Yüzük ve palaskayı elinde bulunduran ebe gelerek oyuncuların ortasında durur. Diğer oyuncular da bir daire veya yarım ay şeklinde bağdaş kurarak otururlar.
Ebe, yüzük elinde olduğu halde bütün oyunculara veriyormuşçasına dolaşır. Bu dolaşma esnasında yüzüğü de oturan oyunculardan birinin eline gizlice bırakır. Ebe, başa dönerek, yeniden oyuncuları dolaşır ve YÜZÜK KİMDE? Diyerek sorar. O oyuncu cevap vermeden önce palaska ile oyuncunun eline bir defa vurur. Vuruş çok şiddetli olur. Bunun şiddetli olmasının sebebi, oyuncunun dikkatli davranarak yerinde bir cevap vermesi içindir. Bu soru ile yüzüğün kimde bulunduğunu bilirse, ebe oyunu ya bir defa daha vurur ve palaska ile yüzük kendisine teslim edilerek ebe olur.
Bilemezse, yani Ahmet’te veya Hasan’da derse söylediği isme gidilir ve ebe elini açar palaska ile bir defa vurur. Bu şekilde yüzük bulununcaya kadar oyuna devam edilir. Söylenen son isim de kendisine sorulan soru ile anlar ki ebe yüzüğü kimseye bırakmamış, yüzük kendisinde kalmıştır. Son oyuncu bu duruma ebeye yönelerek ÜSTÜN BAŞIN DÖKÜLSÜN der. Yüzüğün ebede oluğu anlaşılır. Oyun sona erer.
Kaynak: Elif(Gökız) ERYILMAZ 1927
Fadime ERYILMAZ 1925
Ahmet EROĞLU 1312
Melek EROĞLU 1318
Gazi GÜLER 1945
Kezban GÜLER 1945
KAYSERİ/Akkışla
KAYIŞ OYUNU (PALASKA)
Palaskalarla oynanan bir oyundur. Bu oyuna herkes alınmaz. Dayanıklılık ve cesaret gerektiren bir oyundur. Yörede en çok sevilen oyunlardan bir tanesi de budur.Bu oyun için, büyükçe bir daire çizilir. Sayımla veya kura ile bir ebe tesbiti yapılır. Tesbit edilen bu ebe dairenin içerisine girer. Bütün oyuncuların palaskaları, demir kısmı dairenin içinde kalacak şekilde ve yarısına yakın bölümü dairede olacak şekilde dizilirler. Ebe, dairenin içindeki palaskaları oyunculara kaptırmadan ve çizilen dairenin içinden çıkmadan ayağı (tepik) ile bir oyuncuya vurabilirse ebelikten kurtulabilir. Tepikle vurduğu oyuncu ebe olur. Vuramazsa ve palaskalardan birini veya bir kaçını dışarıdaki oyunculara kaptırırsa dışarıdan bir oyuncuyu tepikleyinceye kadar yani oyunculardan birine tepikle vuruncaya kadar, öyle palaskalar yer ki acısını asla unutamaz.Hatta palaskaların acısına dayanamayan ebelerle palaskayı vuranlar arasında zaman zaman kavgalar dahi görülür;ancak bu kavgalar uzun sürmez. Bu oyun kıyasıya bir mücadeleyi gerektirir. Ebelerin değişimi ile oyuna devam edilir.
Kaynak: Elif(Gökız) ERYILMAZ 1927
Fadime ERYILMAZ 1925
Ahmet EROĞLU 1312
Melek EROĞLU 1318
Gazi GÜLER 1945
Kezban GÜLER 1945
KAYSERİ/Akkışla
LEBBİK OYUNU (HÖSEM)
Oyunun asıl kahramanları iki kişidir. Diğerleri ise seyircidir. Bu oyunu oynamak için her iki oyuncu da, kucaklarına birer yastık alırlar.
Sedir üzerinde oynanan bu oyunda ortada da bir yastık bulunur . Ortadaki yastığın bir ucundan bir oyuncu, diğer bir ucundan da öbür oyuncu tutar.Her iki oyuncunun da gözleri bağlanır. Bu oyuncuların her ikisinin de ellerine de tura denen uçları bağlı bir sağlık bulunur. Oyun hakemin başla işaretiyle başlarlar. Oyunculardan biri hösem der, diğer oyuncu da lebbik diye karşılık verir. Her iki oyuncu da birbirlerini göremediği için çıkardığı sese yönelerek ellerinde ucu bağlı mendili, yağlığı sesin geldiği yere doğru savururlar. Cevap veren oyuncu kendini saklayamazsa turayı yer. Dışarıdaki seyirciler buna gülüşürler. Bu oyun kıvraklık ve büyük dikkat ister Hösem (Kösem) seslenişine Lebbik cevabıyla birlikte Turalar savrularak oynanır.Bu oyun, daha çok kışları oynanır ve rağbet bulur.
Kaynak:Kezban TUTAL 1317
Abdullah KARAKOYUN 1925
Hasan ALATAŞ 1327
Mustafa AkPINAR 1320
KAYSERİ/Akkışla
ATSIZ CIRIT OYUNU
İki grup arasında oynanan bir oyundur. Gruplar beşer veya altışar kişilerden teşekkül edebilir. Her grup kendi önüne bir çizgi çizer. Buna kale çizgisi de denir. Grupların içinden seçilen başkanlar, sayım ya da kura ile hangi grubun, önce ciriti atacağını kararlaştırırlar.
Başkanlar ellerindeki 1.20 – 1.30 cm. uzunluğunda değnekleri (GUTUR), ciriti, attığı rakibin ismini de söyleyerek tam orta noktaya geldiğinde ciriti fırlatırlar. Fırlatılan cirit değsin, değmesin fırlatan oyuncu geri dönerek, kendi grubuna doğru koşmağa başlar. Kendi çizgilerini geçmeden yakalanırsa rakipleri tarafından esir alınır. Oyun bu şekilde devam eder.Guturunu atan oyuncu rakipleri tarafından yakalanmazsa kendi grubuna ulaşır. Sonuçta, esir sayısı çok olan grup, oyunu kazanmış kabul edilir.Kaybeden taraf evvelden kararlaştırılmış olan cezaya çarptırılır.
ATLI CIRIT
Bu oyun atsız cirit oyunu gibidir. Sadece değişen oyuncuların bu oyunu at üzerinde yapmalarıdır.
Kaynak:Kezban TUTAL 1317- Ali TUTAL 1314-Abdullah KARAKOYUN 1925
Hasan ALATAŞ 1327- Mustafa AkPINAR 1320-K.Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
SİNSİN OYUNU
Düğünlerde ve bayramlarda genellikle akşam başlayıp, gece geç saatlere kadar devam eden bir oyundur. Bu iş için gündüzden yaş söğüt dalları kesilerek üst üste yığılır. Bu öyle bir hal alır ki tepesini alttan görmek mümkün olmaz. Bu yaş söğüt dallarından oluşturan yığın üst tarafından tutuşturulur. Etrafına büyükçe bir daire çizilir. Bu dairenin etrafını da oyuncular ve seyirciler sararlar. Yaş olan bu çubukların yanarken çıkardığı seslerin ahengine kapılan Türkmen gençlerinden kendine güvenen biri sekerek dairenin içine girip oyunu başlatır. Ellerini vurarak ve sekerek ateş yığınının etrafında dolaşmağa başlar.
Diğer bir oyuncu, bu gezinen, seken oyuncuyu çemberden çıkarmak için koşarak varır. Yakalayabilirse sırtına bir iki yumruk sallar. Yumrukları yiyen oyuncularla oyun kızışırr. Bazan da dairenin etrafında sekerek dolaşan oyuncu, başka birinin yumruğuna hedef olmamak için oyun sahasının, çizginin dışına hemen kendini atar. Bugün bu oyun yörede kağnı mazısının üstüne konan içi külle doldurulmuş ve karıştırılmş bir ateşin yakılmasıyla oynanmaktadır. Sinsin oyunu yörenin en eski oyunlarından olup etkinliğini hâlâ muhafaza etmektedir.
Kaynak:Kezban TUTAL 1317
Ali TUTAL 1314
Abdullah KARAKOYUN 1925
Hasan ALATAŞ 1327
Mustafa AkPINAR 1320
K.Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
ÇEKTİRMEÇ OYUNU
İki grup halinde oynanan bir oyundur. Bu gruplar düğünlerde, kız ve erkek tarafından gelen oyunculardan oluşur. Bu arada iki hakem seçilir. Bir yazmanın ucu topuz yapılarak bağlanır. Bağlanan yağlığın her iki ucundan da gruplar tutarlar. Seçilen hakemler aynı zamanda oyuncudurlar. Bunlardan A grubunun hakemi B, B grubunun hakemi de A grubuna geçerler.Her iki ucundun tutan yağlık çekiştirilir. Karşı taraf kapmaya bu taraf da vermemeye çalışır. Belirlenen çizgiyi geçenler olursa kendi hakemleri tarafından tura ile vurularak çizgiyi geçtiği hatırlatılır .Geri çekilmeleri sağlanır .Çizgiyi buna rağmen aşmış olan oyuncular bulunduğu grubu terk ederek karşı gruba geçerler ve o grubun oyuncusu olurlar. Karşı taraftan geçen oyuncularla kuvvetlenerek yağlığı çeken taraf oyunu kazanır. Oyun sonunda daha önce belirlenen ödül veya ceza uygulanır.
Kaynak:Kezban TUTAL 1317
Ali TUTAL 1314
Abdullah KARAKOYUN 1925
Hasan ALATAŞ 1327
Mustafa AkPINAR 1320
K.Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
AŞIK OYUNU
Bu oyun genellikle kış günlerinde vakit geçirmek için oynanan bir oyundur. Karlardan temizlenen belirli bir bölgenin iki tarafına oyuncu ve seyirciler dizilirler.
Bu oyun hem eşli, gruplar halinde hem de ferdî tek tek oynanabilmektedir; ancak AŞIĞI olmayanlar bu grupta yer alamazlar. AŞIK: Kesilen koyun ve keçilerin arka bacak kemiklerinin bilekle birleştiği bölümlerdeki oynak merkezlerini birbirlerine bağlayan bölgede oluşan kemiktir.Bu birleşmeyi meydana getiren kemiğe AŞIK KEMİĞİ denir. Hayvanların bacak kemiklerinden çıkarılan aşıklar bir altın gibi kıymetlidir.
Aşık kaçar tane düşülecekse (dizilecekse), o kadarı, oynayan oyuncular tarafından yere dizilir. Dizilme işleminin tamamlanmasından sonra, belirlenen çizgiden demir veya taş TURUÇLARla düşme yapılır. Düşme esnasında aşığın, oradakilerin ayak ölçüsü ile üç ayak dışarı çıkarabilenler aşıkları (çıkardıkları) kazanmış kabul edilirler. O mesafeyi geçemediği kanaatine varılırsa, hemen ölçüm yapılır. Ölçüm sonunda, mesafeyi geçemeyen aşıklar eski yerlerine dikilirler. Turuç atım esnasında aşıkların yerleri bozulursa, oradaki oyuncular tarafından eksi durumlarına getirilirler.
Düşme işinin tamamlanıp aşıkların da düzeltilmesiyle en yakın mesafeye atmış olan kişi turuçunu bulunduğu yerden alarak hakkını kullanır. Turuç atma esnasında aşıkları istenilen uzaklığa çıkarabilen oyuncular o aşıkları kazanmış olur. Bu esnada yerde hiç aşık kalmayabileceği gibi yerdekilerin bir kısmı ütülmüş veya hiç ütülmemiş de olabilir. Böyle durumlarda oyuncular aralığa, yere tekrar aşık atmak dikerek, ilave yapmak, isteyenler çıkarsa, isteğe genellikle uyulur.Böyle bir durumda yerde ilk oyundan daha fazla aşık olduğundan bu düşüşler daha bir başka heyecan taşır ; çünkü yerdeki aşıkların tamamını kazanma hevesi oyuncuları sabırsızlandırır. Yere düşülen aşıkların dizilmesinden sonra tekrar başa dönülerek düşme yapılır.
En yakına düşen turuç sahibi atışını kullanarak oyuna devam edilir.
Kaynak: Bekir ELGÜN 1918
Ayşe ELGÜN 1920
Abdurahman ELGÜN 1930
Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
GAF, GÜZEL, PEYNİR
Oyunda oyunu idare eden bir grup başı bulunur. Oyuncu sayısı sınırlı olmamakla birlikte, oyun beş altı kişiden teşekkül eder. Oyuncular tarafından üç değişik nebat (ağaç, taş, kağıt)’a isim olarak GAF-GÜZEL-PEYNİR denir. Bunlardan hangisine gaf, hangisine güzel, hangisine peynir denileceği oyuncular tarafından tesbit edilir. Ayrıca bu isimler ve nebatlar oyuncuların her biri tarafından iyice tanınır.Sayım veya kura ile bir ebe tesbiti yapılır. Grubun başı bir kütüğün, bir taşın, bir tümseğin üstüne oturur. Tesbit edilen ebe de sırtı, yere paralel gelecek şekilde, başı da grup başkanının dizleri arasında olacak şekilde, ellerini başkanın dizlerine dayayarak durur.Grup başkanı ebeye, ellerindeki nebatları göstererek isimlerini tekrar hatırlatır. Bu durum, ebenin sırtına binen oyuncularla birlikte iken bir itirazı olursa, bu itirazı önlemek içindir .Oyunculardan ilk sırada olan gelerek ebenin sırtına biner. Grup başkanı ebeye, arkasında saklayıp, yalnız birini avucunda getirerek ensesinde tutuğu nebatın adını sorar. Bu sorma nebatların üçünün de ismini söyleyerek olur (Gaf-Güzel-Peynir?)Gaf derse, gaf değil, peynirdi, bak bilemedin. Bir daha saklıyorum der. Oyunculardan biri sırtında olduğu halde ebeye grup başkanı ikinci kez sorar: Gaf-Güzel-Peynir? Der. Bu kez de bilemezse saklama işi aynı şekilde devam eder. Bilinceye kadar sırtından oyuncu inmez.
Eğer oyunun oynanma şekli de, başka türlü türlü kararlaştırılmışsa bu defa, ebe, sorulan sorulardan birini tahmin edemezse, sırtına binmiş olan oyuncu, ebenin sırtından iner. Bu defa diğer oyunculardan biri gelerek ebenin sırtına biner. Ebeye aynı sorular tekrar edilir. Ebe bunları tahmin edemezse, sırtındaki oyuncu iner, bir diğeri biner. Ebe, Gaf-Güzel-Peynir ? sorularını bilirse sırtındaki oyuncu yatar, ebe olur. Eski ebe de ebelikten kurtulur.
Oyuna bu şekilde yatanların(ebeler) değişmesi ve alttakilerin, üstte binme hakkı kazanmaları şeklinde devam eder.
Kaynak: Halil KIZILASLAN 1335
Ayşe KIZILASLAN 1340
DÖNE BOZDOĞAN 1924
KAYSERİ/Akkışla
UÇTU UÇTU
Genellikle küçük yaştaki çocukların oynadığı bir oyundur. Bu oyunun yöneticileri genellikle büyüklerdir. Daire şeklinde dizilen oyuncular parmaklarını yere koyarak ebenin söylediği “Uçtu Uçtu Uçtu” tekerlemesini tekrar ederler. Ama ebe uçmayan bir canlı söylediğinde, parmağını yerden kaldıran olursa o oyuncu, oturduğu yerde sırtüstü yatırılarak oyuncuların elleri sırtına konur. Yatan oyuncuya, oyunu idare edenin başkanlığına “El Elin Üstünde Kimin Eli Var?” diyerek sorulur. Yatan oyuncu en üsteki eli bilemezse bütün oyuncular birlikte yavaşça “Kaldir Kaldir Vur” diyerek hep birlikte yatanın sırtına vururlar.
Bu durum yatan oyuncunun en üstteki eli bilinceye kadar devam eder. En üsteki el bilinince, oyun yeniden eski durumuna dönülür. Grup başkanı Uçtu Uçtu Uçtu diyerek yanıltmalı bir şey söylerse (At Uçtu) Aa!.. At Uçar mi? Denilerek bu oyuncuyu yatırırlar. Herkes elini yatan oyuncunun sırtına koyar. El Elin Üstünde Kimin Eli Var? Diye sorularak oyuna devam edilir.
Kaynak:Hacca KARADUMAN 1930
Hamet ELGÜN 1933
Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
MENDİL KAPMACA(YAĞSATARIM, BAL SATARIM)
Oyuncu sayısı sınırsızdır. Oyuncular bir daire oluşturacak şekilde yere bağdaş kurarak otururlar. Bir ebe seçilerek elini bir mendil verilir. Bu mendili alan ebe oyuncuların arkasından dolaşarak, oturanların birisinin arkasına mendili bırakır. Mendili bırakıp dolaşmasına devam eder. Arkasına mendil bırakılan oyuncu mendilden habersiz olursa, mendili bırakıp tekrar gelen ebe tarafından sırtına vurularak dövülür. Arkasında mendil bulunan oyuncu mendili kaparak koşmaya başlar. Yerine de ebe oturur.Oyun bu şekilde, birinin mendil bırakması, diğerinin de mendili kapmasıyla devam eder.
Kaynak:Hacca KARADUMAN 1930
Hamet ELGÜN 1933
Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
ÇANAK ÇÖMLEK
Oyun, beş altı kişilik grupla oynanır. Oyuna başlamadan önce yedi adet çanak kırığı, parçası bulunur. Bunlar üst üste gelecek şekilde yığılır. Yığılan çanak parçalarını yıkabilecek büyüklükte bir top bulunur. Bu top kaşağı ile sıyrılmış inek, öküz, at ve benzerlerinin kıllarından yapılır.
Bir ebe tesbit edilerek çanakların başına bırakılır. Belirtilen mesafeden top fırlatılır. Topu fırlatan oyuncu çanaklardan bir kısmını devirebilirse bütün oyuncular kaçışırlar. Ebe topu yakalamak için uzaklaşınca, bütün oyuncular gelerek çanakları yeniden dizerek eski durumuna getirirler.
Ebe topu yakalayıp dönünceye kadar çanaklar diğer oyuncular tarafından dizilemezse, ebeyi sıkıştırırlar. Ebe gözünün kestirdiği birine topunu fırlatır. Oyuncuyu vurabilirse vurulan oyuncu ebe olur. Eski ebe de oyuncuların arasına karışır. Eğer topu attığı oyuncuyu vuramazsa, bu ebe için çok kötü bir durumdur; çünkü, attığı topu yerinden getirinceye kadar çanaklar dizilmiş olur ki bu ikinci oyunda yeniden ebe olarak kalmak demektir.
Oyun bu şekilde tekrarlarla devam edilir.
Kaynak: Halil KIZILASLAN 1335
Ayşe KIZILAZLAN 1340
DÖNE BOZDOĞAN 1924
KAYSERİ/Akkışla
Süleyman ELGÜN, Muharrem TOSUN bir düğün çeyizi uğurlamasında
ÇELİK OYUNU
Bu grup iki grup ile oynanır. Oyuna başlamadan önce 1.10, 1.20 cm. uzunluğundaki sopalar hazırlanır. Her oyuncunun sopası ayrıdır. İki düz taş alınarak yanyana getirilir. Yanyana getirilen taşların üzerine 13-14 cm. uzunluk ve oklava kalınlığında bir ağaç konur. Buna ÇELİK adı verilir. Bu arada yedek çeliklerde bir yere bırakılır. Çelik çelecek grup kura ile tesbit edildikten sonra oyunu başlanır.Oyuna başlamadan önce, çeliğin havada yakalanması, vurulması yerde tutulması ...vb ile ilgili oyunun kuralları açıklanır.
Daha sonra oyuna başlayan gruptan biri çeliği iki taşın arasına kor. Elindeki sopa ile taşların üstüne koydğu çeliği sopası ile havaya kaldırarak ona vurup uzaklara doğru fırlatır. Çeliği dengeli bir şekilde havaya kaldıramayanlar olduğu gibi sopa ile ona vuramayan; çelemeyenler de olabilir. Çok iyi çelen oyunculardan kurtulmak için çeliğin başta açıklanan kuralları uygulanır. Örneğin; Çeliğin başından hiç ayrılmayan devamlı çok iyi çelebilen oyuncunun da uyması gereken kurallar vardır. Hiç fiyaskoda bulunmayan çok güzel çelen iyi bir oyuncuya, üçüncü atıştan itibaren çelme işlemini zorlaştırıcı kurallar uygulanır.Bacak arasından sokarak, çeliği kaldırıp çelmesi, dördüncü atışta sırtını dönerek çelmesinin beklenmesi gibi. Oyuncuların hepsinin fiyasko yapıp son oyuncu da çeliği iyi çelememesi sonucu birinci grup oyunu bırakarak dışarı çıkar. Diğer oyuncular içeri girerler.
Eğer bütün oyuncular fiyaskoyla neticelenip son oyuncu iyi çelerse bütün oyuncuları sağaltabilir. Yani, yanan oyuncular oyuna yeniden dahil edilirler.Oyun esnasında çelik dışarıdaki oyuncular tarafından elle tutulabilirse, çinte içindeki bütün oyuncular ölmüş sayılacağından çintedekiler dışarı, dışarıdakiler de içeri girerler .Oyun bu şekilde sürdürülür.Çelik oyunu da sert ve tehlikeli oyunlardandır.
Kaynak: Bayram Ali KARADUMAN 1925
Murat YURDUSEV 1328
İsmail ALTUN 1320
Hasan ALATAŞ 1327
BATTI BALIK OYUNU
Bu oyunda TURA adı altında bir yağlık bağlanır. Bu bir mendil de olabilir. Sekiz-on kişilik bir grup ayakları, karşılarındakinin ayaklarına değecek şekilde otururlar. Ortada dolaşmak ve batan balığı bulmak için bir ebe tayin edilir. (BATTI BALIK) daire şeklinde oturan grup tarafından saklanır.
Ebe dairenin içinde dolaşmağa başlar. şüphelendiği kimseyi hemen arar. Bu arada hemen bütün oyuncular BATTI BALIK BENDE diyerek ebeyi şaşırtırlar. Battı balık oturan oyuncuların bacaklarının arasında durmadan dolaşır. Renk vermeyen kişiler turayı bir müddet bacaklarının arasında bekletebilir. Ebe şüphelendiği kişide BATTI BALIĞI bulursa, elinde battı balık bulunan oyuncu ebe olur. Ebe de kalkan oyununun yerine oturarak oyuna devam edilir. Oyun da bu şekilde devam eder.
Kaynak: Bayram Ali KARADUMAN 1925
Murat YURDUSEV 1328
İsmail ALTUN 1320
Hasan ALATAŞ 1327
ÜÇTAŞ OYUNU
Düz bir taşın veya tahtanın üzerine, dikdörtgen veya kare çizilir. Bu dikdörtgen de eşit bir şekilde dört kısma ayrılır. Kısaca bu şekil ayrı ayrı dikdörtgenlerden veya karelerden oluşan dört şekil olur.Oyun iki kişi ile oynanır. Birinci şahısın taşlarının ikincisinin taşları ile karışmaması için onun taşlarınn renginin daha farklı olması gerekir. Eğer oyuncu yoksa, yerine üç tane kısa çöp konur. Her taş çizgilerin kesiştiği noktaya taşlarını konmağa başlar. Bu konma esnasında kim, aynı çizgi üzerindeki kesişme noktalarında üç taşını aynı hizaya getirebilirse taşları DÜZÜLÜ olur. Taşlarını düzmüş olan oyuncu, oyunu kazanır.
Sağdan: Kelhacı’nın Kezban (TUTAL1317), Danacı’nın İsmail (ALTUN 1320), Hapçavuşlar’ın Mustafa (AKPINAR 1320), Yazar A.Ç.(ELGÜN 1954), Haşim’in Hasan (ALATAŞ 1327),
Bu oyun, dokuz ve on iki taşlarla da oynanabilir. Bu durumda çizgilerin de değişmesi gerekir. Bunun için iç içe üç kare çizilir. Çizilen bu karelerin kenar çizgilerinin ortasından birer çizgi geçirilir. Daha sonra da köşeleri birleştirilir. Böylece şekil, oynanmağa hazır hale getirilir. Aynı çizgi üzerinde üç taşın dizilmesi ile karşı oyuncunun, bir taşı alınır. Bu durum rakibin üç taşı kalıncaya kadar devam eder. Rakibin üç taşı kalınca oyun daha büyük bir dikkatle oynanır; çünkü rakip bu üç taş ile istediği yere atlayabilir (uçabilir). Sonuçta iki taşı kalan oyuncu, bu oyunda yenilmiş kabul edilir.
Kaynak:Gani TOSUN 1923
Sabri ELGÜN 1925
Ahmet ELGÜN 1318
KAYSERİ/Akkışla
CÜŞBİNDİRİM OYUNU
En az üç kişi ile iki grup haline oynanan bir oyundur. Her iki grubun da maharetli bir dayanağı, başkanı bulunur Bu kişiye YASTIK adı verilir. Oyuncular kura ile binilecek grubu tesbit ederler. Yastıklar grubun kendi içlerinde en yakınlarından teşekkül eder. Yatan gruptan ilk oyuncu yastığın karnına kafasını dayayarak, elleriyle de diz kapağının arka boşluğundan yakalar. Diğer oyuncular da yatan oyuncunun paçasının arasından kafasını sokarak, yere paralel bir şekilde durarak belinden sıkıca kavrar.Diğer oyuncularda bu takip ederler.Bir tiren katarı oluştururlar. İkinci grup başkanı ilk atlayan kişidir. Bu şahsın maharet göstererek en öndeki oyuncunun ensesine doğru atlaması lazımdır ki diğer atlayacak oyuncular dışarıda kalmasınlar. Eğer ayakta olan oyunculardan biri atlayamaz veya yere değerse oyun kaybedilmiş sayılır.
Bu defa da ayaktakiler yatarlar. Oyun bu şeklide devam eder. Oyunun başında belirtilen kuraldışı atlamalar oyunun kaybedilmesine sebep olur. Bazan da oyuncular bir kişinin üzerine o kadar yüklenirler ki alttaki oyuncu yükü çekemez. Bu durumda oyunculardan üstte olanlar yere düşerler. Oyun diğer gruba geçer
Kaynak:Gani TOSUN 1923
Sabri ELGÜN 1925
Ahmet ELGÜN 1318
KAYSERİ/Akkışla
COTU MU MANTI MI?
Oyuncular kendi aralarında bir grup oluştururlar. Aralarından birini sayım yoluyla ebe seçerler. Zeminin yüzeyine hafif bir çukur kazılır. Ebe sopasını yerdeki çintesine koyar. Diğer oyuncular da kararlaştırılan çizgiden sırası ile sopalarını atarlar. Bu olaya DÜŞME adı verilir. Fırlatılan, düşülen sopalarla çintede bulunan ve CONTU adı ile anılan sopa, çıkarılmağa çalışılır.
Atan oyunculardan hiçbiri contuyu çıkaramazsa, yeniden sıraya girilecek düşmeye bağlanır. Bu düşme esnasında, sopasını ebenin contu adı verilen değneğine çok yakın bir mesafede bırakan oyuncunun sopası rehin alınır. Bu tesbit ölçüm yoluyla yapılır. Bu göz kararıyla yapılmazsa bir adımla ölçülebilir. Belirlenen mesafenin dışındaki sopa, sahibi tarafından alınarak tekrar sıraya girer. Belirlenen mesafenin içinde kalan sopaları, ebe alarak kendi contusununu yanına koyar. Bazan bu şekilde, burada oyuncuların çoğunun sopası birikebilir. Bu durumda yeniden düşen oyuculardan biri bu değneklerden birini veya contuyu çıkarabilir. Eğer contuyu çıkarırsa ebe, yerinden ayrılarak contuyu yerine getirmek ister. Bu arada sopa sahipleri de bütün değnekleri oradan kaçırırlar. Böylece yeniden oyunun başına dönülür.
Bütün değnekler çintenin içinde, Contunun yanında toplanırsa, habersizce gelip oyunculardan biri ebeyi iter. Ebenin sopaların yanından uzaklaşmasıyla sopaların bir kısmı kaçırılabilir.
Ebe çintesinden, contunun başından ayrılamaz. Ayrılırsa contusu uzaklara fırlatılabilir. Bu esnada oyunculardan birine ebe sopasıyla dürtebilir,ebenin sopası ile dokunduğu şahıs ebe olur. Oyun bu şekilde sürdürülür.
Kaynak:Gani TOSUN 1923
Sabri ELGÜN 1925
Ahmet ELGÜN 131
KAYSERİ/Akkışla
TAPA OYUNU
Tapa, kayısı çekirdeği ile oynanan bir oyundur. Bu oyun için küçük bir çukur kazılır. Oyunu oynayacak şahıslar çukura ikişer üçer çekirdek düzerler. Bu oyun genellikle üç dört kişi ile oynanır. Her oyuncunun elinde TAPA denilen normal çekirdeğin biraz büyüğü bulunur. Oyuncular bu tapaları ile içeri bıraktıkları çekirdeklerini çıkarmağa çalışırlar. Bu işlem oyundan düşme sırasına göredir.Çok çekirdek çıkaran oyuncu bu oyunu kazanmış olur. Çekirdeği hiç kalmayan oyuncu diğerlerinden ödünç çekirdek alarak bu oyuna devam edebilirler; ancak devamlı ütülen bir oyuncuya da kimse çekirdek vermez. Oyun genellikle kış aylarında vakit geçirmek için oynanır. Tapa oyununda yenilen şahsa kararlaştırılan ceza uygulanır.
Kaynak:Gani TOSUN 1923
Sabri ELGÜN 1925
Ahmet ELGÜN 1318
Süleyman ELGÜN 1927
Feride ELGÜN 1927
Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
GABBAN GAYA OYUNU
Bu oyun, on iki taş ile eşli veya eşsiz bir şekilde oynanıyor. Bu oyuna ilk başlayacak kişi sayım yoluyla tesbit edilir. “fatma has, altin tas, tahtaya basma, ayağima bas, tahta cürük mih tutmaz. veya bir elma, iki alma, üç alma... on alma mor alma” şeklinde sayım yapılır. Çıkan kimse, oyunda önceliği alır.
Avuç içine alınan taşlar iyice ayarlandıktan sonra havaya atılarak elin üzerine kondurulur. Bu taşlardan bir kısmı yere düşebilir. Bu, o kadar önemli değildir .El üstüne kondurulan taşları düşürmeden avuçlarının içine getirilebilirse, oyuncu o taşları kazanmış kabul edilir. Kalan diğer taşları da kapma hakkını elde eder. Onu da kapabilirse oyunu kazanır. Kapamazsa oyun sıradaki diğer oyuncuya geçer. Oyun bu şekilde kapma işini en iyi becerenin kazanmasıyla sonuçlanır. En çok kaya kapan oyunu kazanır. En çok taş kapmış olan oyuncu oyunu kazanmış sayıldığından, yenilenlere ceza verme hakkına sahiptir.
Oyunda hiç kaya kapamamış kimselere ceza pay edilir.Bu ceza su taşıtmak, çay yaptırmak, bir yerden bir yere kadar koşturmak,türkü söyletmek,fıkra anlattırmak veya oyun içinde el yüzeyini çimdiklemek şeklinde olur.
Kaynak:Gani TOSUN 1923
Sabri ELGÜN 1925
Ahmet ELGÜN 1318
Süleyman ELGÜN 1927
Feride ELGÜN 1927
Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
BEŞTAŞ OYUNU
Beş adet taşla, eşli veya eşsiz bir şekilde oynanan bir oyundur. Her taşın renginin de ayrı olmasına dikkat edilir. Kura yoluyla ilk kapacak oyuncunun tesbitiyle oyuna başlanır. Oyuncu eline beş adet taşı alarak yere dağınık gelebilecek şekilde atar. Bunlardan, birbirlerine en yakın olanlardan birini alır. Bu kapma esnasında elin diğer kapma esnasına elin diğer taşlara değmesini önlemek içindir. Aldığı taşı havaya atarak, yerden aldığı taşla beraber yine havada yakalar. Yani eline iki taş gelmiş olur. Yerden aldığı taşla havada tuttuğu taşlardan birini ki bu yerdeki taştır. Yan tarafına koyar. Buna Birleme denir. Beş taşın beşi de bu şekilde kapılıncaya kadar işleme devam edilir. Bu kapma işlemimin bitiminden sonra ikinci oyuna geçilir. Birinci oyunda olduğu gibi taşlar yeniden atılır. Bu atışta oyunu biraz ayarlama yapar.İki taşlardan dördü ikişer ikişer yanyana gelebilsin. Bu defa oynayan oyuncu taşlardan birbirlerine en uzak mesafedekini alır. Eline aldığı taşı havaya atarak, yerdeki ikişerli taş gruplarından birini alır. Daha sonra da diğerini kapar. Kapamazsa, oyuncunun ikişerli oyunda kaldığı kabul edilerek, fırsat diğer oyuncuya verilir.
Gani TOSUN, Aile Efradıyla Birlikte (Akkışla)
Kaparsa üçleme adı verilen diğer, sıradaki oyuna geçilir. Taşlarını yine ayarlayarak atan oyuncu, taşlardan birini alarak havaya atar. Bunlardan sadece birini bir defada, diğer üçünü de ikinci defada kapmak zorundadır. Bunu da kapan oyuncu Yaşlama adı verilen diğer oyuna geçer. Yaşlamada bir taş havaya atılarak dört taş avuç içinde olmak üzere atılan taş tutulur; ancak bu tutma esnasynda işaret parmağı ile de zemin parmakla yalanıyormuşçasına silinir. Arkasından Koma adı verilen oyuna geçilir. Bir taş havaya atılıp, avuçtaki diğer dört taş yere bırakılır. Yeniden atılan taş ile yere bırakılan taşlar havadaki ile birlikte kapılır. Bunu bitiren oyuncu diğer oyuna geçme hakkı kazanır. Bu oyunun adı Köprü dür. Köprüde oyuncu, işaret parmağını orta parmağına sararak, baş parmağı ve orta parmağı yere gelecek şekilde bir köprü kurar Kurulan bu köprüden beş taşı alıp elini bileğinin arkasından (altından) sokarak ön tarafa doğru atar. Oyunculardan biri bu taşın üzerine işaret parmağını koyarak o taşı seçtiğini belirtir. Bu taşın en karmaşık bir yerde olmasına dikkat edilir. Seçilen taşın haricinde bir taşı alarak havaya atar. Diğer taşları da buradaki köprüden diğer taşlara dokundurmadan ve havaya atıp tuttuğu taşı da düşürmeden geçirir.
En son taş rakibin seçtiği taştır. Bu taşı oynayanın birde elindeki taşı havaya atarak,yerdekini alıp havadakini tututarak, atıp tutma ile taşı köprüden geçirmesi gerekir. Geçiremezse diğer oyunlarda olduğu gibi oyun, diğer oyunculara geçer ve sırasını bekler. Köprü oyununu bitiren oyuncu Kapma adıyla anılan oyuna geçer. Beş taş avucun içine alınarak ayarlanır. Bu taşlar aynı maharetle el üzerine döndürülerek aynı maharetle de kapılır. Bütün bu oyunları sırasıyla bitiren oyunu kazanır. Rakiplerin ellerine sırası ile ve rasgele taşları dizerek kapmasını ister. Oyunculardan her birinin bu taşları kapması pek mümkün olmaz.
El üzerine dizilen taşlara, önem durumuna göre kazanan oyuncu (Çakmak-Tokmak-Yağlama-Cizzik-Cimcizzik) adlarını verir. İsmi belirlenmiş bu taşlardan hangisi düşerse, düşürdüğü taş adeti ve taşın isimlerine göre işlem uygulanır.
Bu oyun bir bakıma kazanamayanlara yapılan işkencedir. Bu eziyet taşları kapan oyuncunun, taşları elinden düşürmesi ile son bulur. Sıra diğer oyuncuya yapılacak oyuna gelir. Aynı oyun düşürülen taşın adına has oyunla rakibe yapılır. Bu arada yenilen tarafın oyuncuları verilen eziyetten dolayı mızıkçılık edebilirler. Tokmak, cızzık ve cımcızzıktan canı acıyan oyuncular arasında tartışma hazırdır. Bu oyunun bitiminde, yeniden oyun kurulur.
Kaynak:Gülizar ÖZCAN 1935
Hacca KARADUMAN 1930
KAYSERİ/Akkışla
EBE BENİ KURDA VERME OYUNU:
Bu oyun çocuk oyunudur. İki ebe arkalarına on, on beşer çocuk dizer, karşılarına biri çıkar, buna kurt derler. Kurt, bu iki sürüye saldırır ve en sondaki çocuğu koparmağa çalışır; ebe savunur. Eğer kurdu elle tutarsa bu kurt ölür, yerine başkası kurt olur.Oyun devam ederken çocuklar hep bir ağızdan “ebe beni kurda verme” diye bağırırlar. Yöre çocukları bu oyunu pek zevkle oynarlar. Ebenin bir ismi de “başçıl”dır.
Kaynak:Gülizar ÖZCAN 1935
Salih ÖZCAN 1930
KAYSERİ/Akkışla
KATIR KAZIĞI OYUNU:
Toprağa büyükçe bir daire çizilir; dairenin merkezine bir kazık çakılır; kazığa dairenin yarı çapı boyunca bir ip bağlanır. Başçıl eline ipi alır ve bir elinde de tura ile kendisine doğru saldırıp tokat vurmak isteyenleri kovalar. Başçıl bu arada dairenin dışına çıkamaz. Zaten ip ve daire de bunun içindir.Turayı oyundakilerden biri yerse derhal kazığın başına geçer; oyun böyle devam eder.
Kaynak:Gülizar ÖZCAN 1935
Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
ARASI KESTİM OYUNU:
Bu oyunda arkadaş seçmek en önemli iştir. Oyun, yirmi otuz kişi ile iki grup olarak oynanır.
Arkadaş nasıl seçilir? Oyunu idare edecek başçıllar karşı karşıya geçerler ve ayak saymağa başlarlar. Birbirlerine doğru ilerlerken başçılardan ilk ayak basanı “bastım”, diğeri “kestim” der; yüksek sesle “bastım, kestim, bastım, kestim...” diyerek birbirlerine yaklaşırlar; tam karşı karşıya gelirler. Ayağı üstte kalan başçıl, orada hazır bulunan oyunculardan beğendiğini seçer. Bu tabii olarak oyunu en iyi oynayan bir arkadaş olmalıdır. Bundan sonra, ayağı altta kalan başçıllar tarafından oyuncular seçilir. O sırada ebe bağırır ve ara kestim oyunu başlar:Arkadaş seçmek için ikinci bir usul: Ebenin biri bağırır:
(1976), Hacca Gitmek Üzere Hazırlanan HAC YOLCULARI
“Bana gelen ballıca, iki eli kanlıca" oyuncular isteklerine göre iki ebeye ayrılırlar; fakat bu seçim adetli olmadığı için yöredekiler, daima yukarıdaki usulle arkadaş seçerler.
Oyun şöyle oynanır: Bir dairenin merkezine bir aba konur. Grubun biri, abanın koruyucusu, diğeri; yakalayıcısyı sayılır. Koruyucular daireden içine sokulup abayı almaya çalışanlara yumrukla karşılık verirler ve dışarıdan biri vurulursa oyundan çıkar; fakat dışarıdan biri vurulmadan daireden çıkarılısa ve böylelikle oyuncusu yorulan taraf oyunu kaybeder. Bu oyun, yöredekilerin büyük küçük hepsi tarafından oynanmakta ve çok sevilmektedir.
Kaynak:Gülizar ÖZCAN 1935
Salih ÖZCAN 1930
Hamet ELGÜN 1933
Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
KARACÖR OYUNU:
Bu oyun çok garip ve pek eski bir Türk kukla oyunundur. Bir adam yüzüne bir örtü geçirerek arkası üstü yatar, bir eline kukla, diğer eline başka bir kukla bağlar. Dizine de büyücek bir çömçe gelin (büyük bir bebek) bağladıktan sonra halkın karşısında, ellerinde bağlı olan; biri erkek, diğeri kız kıyafetli bebekleri karşılıklı oynatmağa başlar. Bebekler oynar ve birbirlerine sarılmağa çalışırlarken, ansızın oyun oynatanın dizine bağlı olan büyük çömçe, bu sevişmeye engel olmak için aralarına girer ve iki küçük bebek hemen yerlerinde pusarlar, çömçe geri dönünce, tekrar oynamağa başlarlar. Böylelikle bu oyun yarım saat kadar heyecanla ve çeşitli hayâller yaşatarak seyredilen bir oyundur. İki kişinin arasını bozmağa çalışan üçüncü adamlara da “karaçor, kara cadı” denir.
Kaynak:Gülizar ÖZCAN 1935
Hanım ELGÜN 1933
Aynur ELGÜN 1930
KAYSERİ/Akkışla
DEĞNEK OYUNU:
Herkes çift olarak birer eş sahibi olduktan sonra, ellerine kısa bir değnek alır. Yalnız içlerinden bir tanesi uzun bir değnekle meydana gelir ve saflara saldırır; küçük değnekliler elerindeki değnekleri kalkan gibi kullanarak kendilerini savunurlar. Bu oyunda kollar türlü hareketler yapar ve sonunda kendini koruyamayan yenilmiş sayılara koynundan çıkarılır. Uzun sopalının ismine başçıl yani (ebe) derler.
Kaynak:Hacca KARADUMAN 1930
Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Mehmet BOZDOĞAN’in Düğünü İçin Sabri ELGÜN’ün Evinin Bahçesinde Toplanmış Akkışlalılar
ZİNCİR KIRMA OYUNU:
Birbirlerinin dengi iki grup kendi başçıllarının arkalarına, abalarından tutunmak suretiyle zincir gibi bağlanırlar. Urgan çekişme oyununda olduğu gibi iki grup da sıra ile, bu zincirlerlerden adam koparmağa çalışır; hangi taraf fazla adam koparırsa oyunu o grup kazanmış olur.
ARAP OYUNU:
Arap oyunu temsille ilgili bir oyundur. Bu oyun düğünlerde heyecanla seyredilir. Delikanlılardan bir kısmı Arap kıyafetine girer, diğer bir kısmı da Türk kıyafetinde bulunur. Davul alabildiğine çalar. Araplar ateşin çevresinde oynar.
Kaynak:Hacca KARADUMAN 1930
Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
AKKIŞLA’DA SÖYLENEN TEKERLEMELER
TEKERLEME
Tekerleme: Yuvarlama, yuvarlak, tekerlek bir şeyi hareket ettirmek mânâsını taşır. Meddah(hikâye anlatıcısı) Masalcı, Karagöz Oynatıcısı, hoşsohbet kişi; güldürü ustası, sahneye çıkıp maksadını anlatmaya başlamadan önce kendisini seyredenlerin dikkatlerini bir noktada birleştirmeyi arzu eder. Bunun için anlatacağı halk edebiyatı türlerinden önce, bir tekerleme okur.
Bu tekerleme, sinema, tiyatro, piyes...vb seyirlik halk eğlencelerinin başladığını anlatan bir bakıma gong sesidir. Bu hareket anlatıcıyı, seyreden halkın bütün dikkatlerini tekerlemeyi söyleyen kişinin doğrudan doğruya, birebir, yüzyüze muhatabıdır.
Tekerlemeyi söyleyen kişi söz sanatlarının hemen hepsinden yararlanarak sözlerini ilgi, yakınlık, uzaklık, uyumlu uzumsuzluk veya birbirlerine zıt kavramları mecazlı, secili, belli bir kafiye ve redif düzeni içerisinde sıralar. Birbirbiri ardısıra zekâ, kâbiliyet, bilgi ve tecrübesi ölçüsünde ustalıkla sıralayıp yuvarlar.Seyredenler bu ilgiç İlksöz Ve Odaklamanin arkasından asıl konuya girmiş olur.Aslında konu bu tekerlemenin içinde bir ipucudur.Yani sözün nereye varacağı, sohbetin konusunun ne olacağı bu tekerleme ile sezdirilir, geleceğe ışık yakılır. Sözünün başında: “Diri Viri, Vittiri Zittiri”, ”Tencere Tava Herbiri Bir Hava” diyen bir tekerlemecinin birincide: Boş anlamsız; inanılması zor, havadan sudan şeylerden bahsedeceği; ikincisinde ise: Anlatanın ev hayatının âhenk içinde gitmediği, aksaklık ve pürüzlerin olduğu sezilir. Buradan tekerlemenin konusunun nereye geleceği sezdirilir.Tekerlemelerin kaynağı akıl ve mantık kurallarının dışında, hayâl mahsulü, bir kısım gerçek veya tamamıyla uyduruma söz, hadise, vaka ve maceralardır. Tekerlemeler konuları bakımından MASAL ve Oyun Tekerlemesi olarak isimlendirilirler. En zengin tekerlemeler masalların girişi olarak dinleyenlere aktarılan tekerlemelerdir. Bununla birlikte Masalin Ortasinda, Masalin Sonunda da tekerlemelere rastlanır.
Yöre özelliklerine göre değişik adlarla anılan bu tekerlemelere: Döşeme(Doğu Anadolu); Sayiştirma (Güney Anadolu) da denmektedir. Bunlardan başka çocukların günlük hayatta oynadıkları oyun öncesinde içlerinden birini ebe olarak belirlemek veya dışarı çıkarmak için söyledikleri EBE Çikarma(sayışma) tekerlemeleri vardır :
Bir iki
Kurnaz tilki
Fındık fıstık
Kadife yastık
Al çık -bal çık
Sen- bu- o- yun –dan –
çık” sözleriyle, üç ve daha fazla mısradan oluşan manzume parçaları, mizahî, fikrî, tasavvufî konularda serbest tarzda söylenmiş manzum parçalar da TEKERLEME olarak adlandırılmaktadır.
“Tekerlemeler” söz kelime ve ses benzerliğinden yararlanılarak söylenen kısa hoş cümleciklerdir. Tekerlemeler, söz cambazlığı ve hayâl mahsulü oldukları için yarı mânâlı ve mânâsız olabilirler.Özellikle masalların başlarında, çocuk oyunlarının aralarında, birbirlerine benzer kelimelereden oluşturulurlar.1
“Tekerleme söyleyicisi, vezin, kafiye, aliterasyon ve secîden faydalanılarak, hisleri, fikirleri, hayâlleri zıtlığa, abartmaya, güldürmeye, tuhaflık ve şaşırtmaya dayalı birtakım söz kalıpları içinide, ardarda, bazan kapalı bazan açık bir şekilde ustalıkla sıralar ve yuvarlarlar…2 “
“…Tekerlemelerin kaynağını, aklın kanunları dışında, hayâlî, uydurma söz ve vakalarla, gerçek mâcerâlar teşkil eder.3”
Tekerlemelerin çeşitleri şöyle sıralanabilir:
1.Oyun Tekerlemeleri: Genellikle çocuk oyunlar arasında yer almaktadır. Oyun kurulurken veya oyunu idare edecek kişi seçilirken tekerlemeler söylenir. Tekerlemenin son kelimesinin isabet ettiği şahıs ebe veya oyun idarecisi olur…
2.Masal Tekerlemeleri: Masalcı anlatacaklarına başlamadan önce, akla, mantığa sığmayan karmakarışık, birbirlerine çapraz, şaşırtıcı, ilgi çekici giriş cümleleri ile hadiseyi anlatmaya çalışır. Bunlar, vezin ve kafiyeye uyarak, şiir veya nesir karışımı olarak söylenir…
3. Söylenmesi İnsanlara Zor Gelen Tekerlemeler: “Eller bazlamalandı da biz bazlamalanamadık” gibi.Çocuk oyunları, çocuğun değişik şartlarda oyun ihtiyacını karşılamak için çeşitlilik arzeder. Sokakta, meydanda, oyunun seyrine uygun mahallerde, kapalı ve açık yerlerde, ev içinde, oturarak veya hareket halinde oynanabilirler. Gündüzde, gecede, değişik mevsimlerde; dışarıda içeride, çocukların oynayabileceği bir oyun mutlaka vardır.Oyunlarda ebe seçmede kullanılanların dışında, evde oynanmak mecburiyetinin hasıl olduğu zamanlarda çocukların oyun ihtiyacını büyük ölçüde tekerlemeler veya tekerlemelere dayalı oyunlar teşkil eder.
Oyunlar bir çocuk için yemek, içmek kadar büyük bir ihtiyaçtır. Çocuk çocukluğunu, oyunlarla yaşar, şahsiyetinin teşekkülünde en önemli yeri de oyunlar teşkil eder. Çocuğun enerjisini, haşarılıktan uzak ve zararsız halde kullanılması, oyunla mümkündür. Bugün apartman dairesine hapsedilmiş, televizyon karşısına mıhlanmış olarak oynayamayan çocukların sarf edemedikleri enerji ve karşılanamayan ihtiyacı, patlayabilecek bir mermi gibi çocuğun içinde kalır. Onu pısırık veya uysal bir ruh haline sokabilir.Oyun, çocuğun bedeni, rûhî, zihnî kabiliyetlerini geliştirir .Onun düşündürür, muhakeme kabiliyetini artırır. Çareler bulmayı, zamanında tedbirler almayı, zamanın değerini, ânî hadiseler karşısında apışıp kalmamayı, soğukkanlı olmayı, hazırcevaplılığı ve dikkatini bir noktaya odaklamayı, her an tetikte olmayı, kendi kendine yetmeyi, başkalarını idare etmeyi, toplulukla âhenk içinde olmayı, birlik beraberliğin önemini ve faydalarını, geçim ehli olmayı, grupla ve toplu hareketin yararlarını, psikolojik harbi, kazanmanın zevki yanında yenilgiyi de olağan kabul eder. Sabretmeyi, ümitsizliğe, bedbinliğe düşmemeyi, vazife mesuliyetini, kaide ve kurallara uymayı, disiplinli olmayı öğretir.
Oyun oynayan çocuk televizyon karşısındaki çocuk gibi sadece alıcı değildir. Türkçe’yi sadece dinlemez, tasarruf eder. Zihnini, muhakemesini kuvvetlendirir. Bilhassa tekerlemelerle, nefis bir konuşma yeteneği kazanır. Hayâl gücü kuvvetlenir. Âhenkli ve nükteli söze aşinalık kazanır, ezber kabiliyeti gelişir.
Akkışla tekerlemeleri günlük hayatın çetrefilli, karmaşık hengamesi içerisinde Akkışla insanının bilgi, birikim ve tecrübesiyle sağlamlaşmış kıvrak ve cin düşünüşünün bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Akkışla tekerlemeleri, Akkışla halkının zekâsının, dehasının, zihnî aktivitelerinin nasıl işleyiş gösterdiğine, hafızalarının tutarlılığına, muhteşemliğine, zayıf ve güçlü oluşlarına dair geçmişten günümüze bizi aydınlatan önemli halk verimleridirler. Akkışlalı hayatı şen, neşe içinde dolu dizgin yaşamak isterken, ruhunu neşelendirmek, zihnî faaliyetini artırmak ve kafasını işletmek ister.Akkışla tekerlemeleri; insan zekâsının, dahiyane düşünüşünün ve Akkışla halkının bilge, kıvrak, zeki, duyuş, düşünüş buluş, kavrayış ve muhakemesinden doğmuştur. Bu tekerlemeleri yörede yaşayan insanların ürettiklerinin yanında herkesçe malûm ve bilinen tekerlemelerden de katkılar ve eklemeler yamış olduklarını söylemekte de yarar vardır.Akkışla tekerlemeleri, Akkışla halkının fikrî kabiliyeti, zekâ düzeyi, olayları algılamaktaki yeteneği, aklî muhakemesi ve aklını nasıl kullandığını gösteren yazılı ve sözlü belgelerdir. Bu oyunlar: ZEKÂ, BİLGİ, BECERİ, KABİLİYET, MUHAKEME, DENEY, TECRÜBE, SAĞLAMLIK, DAYANIKLILIK, ACI Ve ISTIRABLARA Mukavemet, Direnç gerektiren hızlı, sert ve enerjik; hayat tarzlarının ve yaşama biçimlerinin ve sözlü kültürlerinin bir parçasıdır.
Çocuk oyunlarındaki tekerlemeleri birkaç kısımda incelemek mümkündür:
1. Ebeyi seçmek için kullanılan tekerlemeler.
2.Oyun içinde bir çeşni olarak bulunan tekerlemeler.
3.Oyunun esasını teşkil eden tekerlemeler.
4.Çocukları bir oyun gibi meşgul edecek tekerlemeler.
5.Çocukların söyleşmek veya sataşmak için kullandıkları tekerlemeler.
6.Çocukların etkilenediği hadiselerle söylenen tekerlemeler.
1. Ebeyi seçmekte kullanılan tekerlemelerin her bir kelimesi veya hecesi ağızdan çıkarken, sayım yapanın etrafında toplanmış olan çocuklara parmakla dokunarak söylenir. Tekerlemenin son hecesinde parmakla dokunulan çocuk çıkar. Ebe olur veya ebe olmaktan kurtulur:
a.Bir iki üç
Ebelik güç
b.Ya bun da
Ya şun da
Ke çe kü lah
Ba şın da…
c. Bir parmağım
İki parmağım
Üç, üçten geçtim
Dört parmağım,
Beş…
ç.Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi;
Bunu sana kim dedi;
Diyen dedi.
On yedi.
d.Oo!
Mo;
Ka,
Ra,
Do.
Si,
Ne.
Si,
Ne.
Si
Ne.
Do…
e.İskender
Eski
Minder.
Yüzünü,
Dönder,
Halep’e
Gönder…
f. Ak,
Dana.
Kara,
Dana.
Şükür,
Bizi,
Yaradana…
g. İğne battı,
Canımı yaktı,
Tombul kuş,
Arabaya koş,
Arabanın tekeri,
İstanbul’un şekeri.
Hap hup altıntop
Bundan başka oyun yok
ğ.Çarşıdan bir top bez aldım
Saydım saydım yiğirmi
Keloğlan’ın zinciri,
Top top çıkar inciri.
Tarçına hooo!
Karanfile hooo!..
h.Ahmet bizim nemiz olur?
Tebârekten temiz olur.
Sen dur; sen çık…
ı.Yemenimi yudumudu
Gül dalına kodumudu
Sen alırken gördümüdü
Çarşıda pekmez,
Çiğerimi kesmez
Arap kızı, şarak kızı,
Hiç Allah’tan korkmaz.
2.Oyun içinde söylenen, oyunda ağırlık teşkil etmeyen tekerlemelere, çocuk oyunlarının dışında geçenler de vardır:
a. “Hamama Kızdı” oyununda, iki veya üç kişinin başlarını bir araya getirip, ayakta sarılarak meydana getirdikleri piramidin üstüne atlayıp çıkan, çocuğun orada kalma müddetini tayin eden bir tekerleme:
Kara,
Tavuk.
Karnı,
Yarık.
Beş,
Getir.
Onbeş,
Getir.
Yirmi,
Getir.
Yirmibeş,
Getir.
…
Elli,
Getir.
Ellibeş,
Getir.
Ben,
Gidiyorum.
Eş,
Getir.
b.“Uzun Urgan” oyununda söylenen tekerleme:
Uzun,
Urgan.
Lebbek,
Çoban.
Sürülerin,
Hangi,
Dağda,
Yayılır?
-Ali Dağında…
-Ne yer?
-Ne sı…r?
…….
c.”Bezirganbaşı” oyunundaki tekerlemeler:
-Aç kapıyı
Bezirganbaşı bezirganbaşı…
-Kapı hakkı,
Ne verirsin ne verirsin?
-Arkamdaki yadiğâr olsun…
ç.İp atlarken, her kelimesi bir sıçrayışta söylenen tekerleme:
Makas,
Makas,
Makas…
Ali,
Baba.
Noktaya,
Bas…
d.Zıplatarak top oynarken söylenen tekerlemeler:
Bir,
İki,
Üç,
Buçuk…
Dört,
Beş,
Altı,
Buçuk…
Yedi,
Sekiz,
Dokuz,
Buçuk…
On,
Buçuk…
e.Evcilik oynayan çocuklardan erkeklerin satıcılık yapmaları halinde söyledikleri tekerleme:
Can eriği,
Erik…
Satılmazsa,
Yerik…
Elbet,
Sahibine,
Birşey,
Derik…
Yağ,
Satarım.
Bal,
Satarım.
Ustam,
Ölmüş,
Ben,
Satarım.
3.Oyunun esasını teşkil eden tekerlemelere örnek olarak “Aç Kilit” oyununun sözlerini gösterebiliriz. Oyuna iştirak edenler, ellerini yumruk yaparak üst üste koyarlar. Ebe en üsteki yumruktan başlamak üzere, parmağını sokarak “Aç Kilit” diyerek yumruğun açılmasını ister. Yumruklar bu taleple en alttakine varıncaya kadar açılır. En alttaki ile tekerleme başlar:
-Aç kilit
-Açmam kilit.
-Anahtarın nerede?
-Suya düştü
-Su nerede?
-İnek içti
-İnek nerede?
-Dağa kaçtı.
-Dağ nerede?
-Yandı bitti kül oldu.
-Kapınızın önünden bir tavşan geçti mi?
-Geçti
-Tuttunuz mu?
-Tuttuk
-Kestiniz mi?
-Kestik
-Pişirdiniz mi?
-Pişirdik
-Yediniz mi?
-Yedik
-Bana pay koydunuz mu?
-Koyduk.
-Hangi dolapta saklı?
-Çıtçıtı dolapta.
-Kaç bakta vursam açılır?
-Beş(on, yirmi…)
-Bir… İki… Üç… Dört… Beş… açılmayan yumruk yurukla darbelenir. Son darbe ile son yumruk da açılır. Bakılır ki içinde bir şey yok. Başlanır sakal bıyık yolunarak hayıflanmaya:
-Vay sakalım vay bıyığım…
-Vay sakalım vay bıyığım…
-Vay sakalım vay bıyığım…
b.Ev içinde oynanan oyunların başında “Elim elim epelek” gelir. Çocuklar bir daire yaparak otururlar. Herkes bir elini öne uzatarak, yere koyar. Ebe tekerleme ile sayar. Her hece ve kelimede birinin eline parmağı ile dokunur. Tekerleme bittiğinde parmağın isabet ettiği el kiminse o oyundan çıkar:
Elim elim epenek
Elden çıkan topalak
Topalağın yavrusu
Bitbidenin karısı
 dem, bû dem
Sil bunu süpür bunu.
Çek bunu çıkar bunu…
Bu oyunun sözlerinin bir başka söylenişi:
Elim elim el bastı
Sivri sivri gül bastı
Horoz öttü
Tavuk tepti
Bülbül kızı
Selam etti
Sen dur
Sen çık…
c.Birler:
Birbirini yerler.
İkiler:
Miskin kediler.
Üçler:
İnci gibi dişler.
Dörtler:
Gözleri pötler.
Beşler:
Makine gibi işler.
Altılar:
Altınımı çaldılar.
Yediler:
Yemeğimi yetiler.
Sekizler:
Seke seke gittiler.
Dokuzlar:
Doktor olup çıktılar.
Onlar:
Kırmızı donlar(Balonlar).
4.Çocukları bir oyun kadar meşgûl edecek tekerlemeler, bilen biri tarafından masal söylüyor gibi anlatılır. Bazısı masal girişinde de söylenebilir ve herhalde diğer tekerlemelere nazaran daha uzundur:
a. Karga karga “gak!” dedi
Çık şu dala bak dedi
Karga fındık getirmiş
Bicik(dana) burnunu batırmış
Bu kimin biciği?
Ali Bey’in biciği
Ali Bey’in nesi var?
Göğe çıkan atı var.
İnci dizen kızı var.
Çektim incisini üzdüm
Oturdum birem birem düzdüm.
Düzdüğümü görmüşler,
Beye haber salmışlar.
Beyden haber gelince
Pırttım deliğe kaçtım.
Delikte bir yumak buldum.
Tat’ta verdim
Tat bana bir at verdi.
Bindim gittim Karasu’ya
Karasu’da kanlar akar,
İki bülbül bana bakar.
Çektim birini vurdum.
Bana kanlı dediler.
Getir kanını içeyim.
Akkkışla’ya göçeyim.
Akkışla’nın kilidi,
Gece gelen kimidi?
Emmim oğlu Musacık,
Kolu, budu kısacık
Aş verdim yemedi.
Oklava vurdum kaçamadı.
Domaldı sı…..madı…
b. Bir varmış bir yokmuş,
Allah’ın kulu çokmuş,
Çok demesi çok günahmış.
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Develer tellal iken,
Pireler berber iken
Ben ninemin beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
Ninem düştü beşikten
Ben hopladım eşikten
Dolapta koptu patırtı
Yoğurt üstüme atıldı
Annem kaptı maşayı
Babam kaptı meşeyi
Dolandırdılar bana dört köşeyi,
Oradan dışarı çıktım.
Yollara düştüm
Az gittim, uz gittim
Dere tepe düz gittim.
Bir de dönüp arkama baktım ki
Çuvaldızın enince
Bir iğnenin boyunca
Bir yol gitmişim.
Yolda bir beş para buldum
Harcadım harcadım bitmedi
Komşulara ziyafet çektim yine bitmedi.
Bir çakı ile karpuz aldım
Karpuzu keseyim derken çakım içine kaçtı.
Ben de arkasından daldım.
Karşıma bir kervancı çıktı
Sordum:
-Ne arıyorsun?
-Sarı eşeğimi arıyorum. Dedi.
-Sen ne arıyorsun? Diye sordu.
-Ben de çakımı arıyorum.
Kervancı bana:
Ben koca eşeği kırk gündür arıyorum,
Bulamıyorum da,
Sen küçücük çakıyı nasıl bulacaksın? Dedi.
Kervancıdan ayrılıp yollara düştüm.
Camileri cebime koydum darıdır diye.
Minareleri belime soktum borudur diye.
Yolda bir eşek gördüm,
Yanına vardım bu eşek sarıdır diye.
Kaçtım gittim
Üç adam gördüm:
Biri kör,
Biri topal,
Biri çıplak.
Kör dedi ki: Durun!
O birileri dediler: Ne var?
Bitmemiş çalının dibinde bir tavşan yatıyor, vurun.
Topal gitti koşa koşa getirdi.
Çıplak aldı koynuna koydu.
Tavşanı dibi delik tencerede pişirdiler.
Yediler yediler doymadılar.
Ben bunaldım sıkıldım.
Karpuzun içinden çıktım.
Anamın dizine,
Babamın eşiğine geldim.
Bizim yalanımız dolanımız bu kadar.
Armudu taşlayalım,
Dibinde kışlayalım.
Müsaade ederseniz
Masala başlayalım…
5.a.Çocukların söyleşme, sataşma tekerlemeleri:
Dana dana das dana
Danalar girmiş bostana
Danayı bıçaklarım,
Kızını kucaklarım.
b.Dana dana das dana
Danalar girmiş bostana
Kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı.
c.Ökçeli mas
Kadifeli fes,
İtim sana barışmam
Ümüdini kes
c.Leğençede su durur,
İtim mendil yudurur
Nişanlısı gelince,
Köşelerde kudurur.
ç.Ahmet met met,
Kuyruğu çet çet
Bir sıçan tutmuş,
Yalamadan yutmuş.
d.Mustafa Mıstık,
Çükünü kestik,
Duvara astık,
Oğlanlar bakıştı,
Kızlar kapıştı.
e.Ooo ooo Ömer
Belinde kemer
Taş atar, tavşan tutar.
Kâbe’ye gider,
Kâbe’nin kapısı kilitli,
Ömer’in başa bitli.
f.İtim itim şak şak
İstiyor barışmak
Barışmassan küserim
Selmımı keserim.
g.Fatma fatıra
Binmiş katıra
İçti tütünü
Salladı kıçını
ğ.Ahmet hasta,
Çorbası tasta
Püskülü mavi
İnadına kavî
h.Alnı kemençe burnu biz
Kulakları çuvaldız
Al yanak, buğday beniz,
Benim alacağım kız
ı.Mehmet Mehmet met atar,
Tarlalarda kıç atar
Kıç atmaktan yorulur
Otursa çuvaldız batar
i.Ayağımın altı pekmez
Yala yala bitmez
j.Kadiriyye kandilliye
Kalk gidelim Çandırlıya
Çandırlıda yemek pişer,
Kadiriye içine düşer
k. Kara kız kaytan kız
İt pisliği şeytan kız
6.Çocukları etkileyen hadiseler karşısında söylenen tekerlemeler:
a.Söğüt dalından, kabuğunu kavlatarak yapılan, kaval gibi düdüğe “düllüm düdük” denir. Dalın kabuğunu kavlatabilmek için çakının sapı ile dal hafif hafif darbelenir. Bu sırada şu tekerleme söylenir:
Düllüm düdük
Anan ölmüş baban ölmüş,
Yorgan döşek sana kalmış
Çıkarsan severim,
Çıkmazsan,
Böyle böyle döverim.
b.Bir iki günlük hilâl halinde ay görüldüğünde çocuklar koro halinde:
Ay gördüm Allah
Âmentü billâh,
Günahlarım çok
Affeder, Allah diyerek tekrarlarlar.Geceleri ayın dolunay veya ona
yakın halinde bol ışığından neşelenen çocuğun tekerlemesi:
Aydede evin nerede?
İki taşın arasında
Bal getir, kaymak getir
Ben yiyim sen bak
Senin adın tombak
c.Soğuk ve kapalı havalarda, güneşin kendilerini ısıtmasını isteyen çocuklar, hep bir ağızdan güneşi çağırırlar:
Gün gel gün gel,
Al atına bin gel
Eline bir kaşık yağ al,
Duvarlara süre süre gel…
ç.Yağmur tekerlemeleri de sık sık söylenenlerdendir. Bunlardan üçünü belirtelim:
Yağ yağ yağmur,
Teknede hamur,
Tarlada çamur,
Ver Allah’ım ver
Sellice yağmur
Yağmur yağar biber biber
Benim babam köye gider
Gitme baba ben gideyim.
Sulu sulu yağmur
Tarlada çamur
Teknede hamur,
Ver Allah’ım ver
Sellice yağmur.
Yağmur yağar
Seller akar
Arap kızı
Camdan bakar
d.Çocukların getirdikleri yemekleri karıştırıp, birlikte yedikleri, ortak meşguliyete “Dazdaz” denir. Bu iş kırda oluyor, hava güzel ve çocukların keyfi de yerinde ise koro halinde seslenirler:
Bir baba hindi
Heyyy Allah!
Olsa da şimdi,
Heyyy Allah!
Pilavda zerde
Heyyy Allah!
Kaşık da nerde?
Heyyy Allah!
Heyyy Allah!
Heyyy Allah!
e.Muhatabının “Hayır” lı itirazlarından usanan çocuk, bir tekerleme ile arkadaşını protesto eder.
Hayır hayır hayır!…
Tut paçasından ayır.
f.Akkışla’da mandaya, “camus”dan bozma olarak “camız” denir. İri ve fil yavrusu cüssesi ve boznuzları ile dikkate değer hayvandır.Çocuklar gördüklerinde hep birden bağrışırlar:
Hoo deli camız!..
Bir gelin almış,
Almadan ölmüş,
Hacı baba gelmiş,
Mezara gömmüş.
g. Sokakta akşama kadar oynayan çocuklar, evi bırakıp da evlerine gitmek istemezler. Vakit geciktiği için de ebeveynlerinden korkarlar. Bu korku ile içlerinden biri:
“Ayağımın altında davul,
Evine gitmeyen herkes gavur”, dedi mi bir eli kanda olsa da; bütün çocuklar oyunu bırakıp evlerine dağılırlar.
ğ. Çocuk toplantılarında gürültü fazla olur. Sessiz olunması gereken zamanlarda, umumiyetle ebe olmak üzere, içlerinden biri aşağıdaki tekerlemeyi söylediğinde çıt çıkmaz olur:
Kaleden bir avrat düşmüş
Kıçına başına kurt düşmüş,
Konuşan onu yesin.
Konuşmayan bal baklava yesin…
Elim elim epenek
Elden çıktı kepenek
Kepeneğin yarısı
Bitli beyin karısı
Dedem yoğurt getirdi
Püsük burnun batırdı
Püsük burnun kesile
Minareden asıla
Tandır içi çok sıcak
Üstünde demir ocak
Demir ocak kilitli
Ömer’in başı bitli
Epenek epenek,
Elden çıkan kepenek
Kepeneğin ne sucu
Süleyman’ın papucu
İndim deve boyuna
Sürdüm Halep yoluna
Halep yolu can bazar
İçinde ayı gezer
Ayı beni korkuttu
Kulağımı sarkıttı
Salla sulla çek şunu
Kaynak:Selvi Koçak 1965
KAYSERİ/Merkez
Bir zamanlardan köylerden bir köyde
Ben diyeyim Bakır köyde, siz diyesinez Demir köyde
Köyler taşınıyor şehirlere, şehirler bulanıyor zehirlere
Kaynak : Elif KARAYEMİŞ 1936
KAYSERİ/Merkez
Herkes yemek bekliyor, tencere boş tava boş
Çocuklar misket arıyor, yumurtasız yuva boş
Ekilmemiş tarladan hasadı bekleyen çok
Dokuz çocuk sofrada sekizi aç, biri tok
Biz geçelim masala, kısmetten ötesi yok.
Kaynak : Elif KARAYEMİŞ 1936
KAYSERİ/Merkez
Elim, elim öpenek
Elden çıkan topanak
Topanağın yavrusu
Bitbilenin karısı
Alçık, balçık
Sen şu aradan çık
Mavili boncuk
Kaynak Şükran Mazlum 1952
KAYSERİ/Merkez
Bir varmış, bir yokmuş
Allah'ın deli kulu çokmuş
Bizden daha delisi yokmuş
Çok demesi pek günahmış
Azdan çoktan
Hoppala hoptan
Düğmeleri turptan
Kaynak : Yaşa MAZLUM 1947
KAYSERİ/Merkez
Develer dellal iken, pireler berber iken
Ben anamın beşiğini, tıngır mıngır sallerken
Biden babam geldi, aldı eline maşayı
Bize verdi şişeyi demediği şey bırakmadı
Kaynak : Rahmi MAZLUM 1983
KAYSERİ/Merkez
Bir berber bir berbere,
Gel bire berber ,
Beraber, bir berber
Dükkanı açalım demiş.
Şinasi bu senin son şansın
Hakkı'nın Hakkı'da hakkı varmış.
Hakkı Hakkı’nın hakkını vermeyince,
Hakkı Hakkı’nın hakkından gelmiş.
Dal sarkar kartal kalkar.
Kartal kalkar, dal sarkar
O pikap, bu pikap, şu pikap
Hep pikapın üstü kap,
Ne kap aman Yarabbi
Sanki zıp zıp altın top
Kaynak : Zekiye BURUL Yaş:60
KAYSERİ/Merkez
Şu yoğurdu samırsaklasak da mı saklasak?
Samırsaklamasaktak da mı saklasak?
İndim kuyu dibine
Sildim süpürdüm,
Silkindim çıktım
Yünü diktim kıla kattım
Kılı diktim, yüne kattım
Lokumu yiddim balı yuttum
Kaynak : Zekiye Burul Yaş: 60
KAYSERİ/Merkez
Tellerden müezzin olmaz
Minareyi yıkar sesinen
Hizmetçiden hanım olmaz
Gurnayı kırar taşınan
Kaynak : Zekiye Burul Yaş:60
KAYSERİ/Merkez
Eveleme
Develeme
Devekuşu
Kovalama
Eskiyi,
Kamber,
Miskiyi,
Çember
Alis iki
Bülbül
Çıkan adam
Sümbül.
Kaynak: Gülfem ELGÜN 1995
KAYSERİ/Merkez
Dama açıktım
Çalı kestim
Bir alaca
Yılan gördüm
Yılan bizim
Nemiz olur?
Ağzı yüzü
Temiz olur
Al çık
Bal çık
Gel araya
Sen çık
Kaynak : Nurçin Eser 1996
KAYSERİ/Merkez
İğne iğne
Ucuz iğne
Bal bal iğne
Sadağacı
Sadır götür,
Hod ağacı
Hodur götür
Al dene
***
Ul dene
Naneye
Bakış
Çemberi
Kaynak : Nurçin Eser 1996
KAYSERİ/Merkez
Çok söz hatasız olmaz
Yalan söz günahsız olmaz
Yerinde durmayı,
Deminde susmayı
Akledelim
En iyisi biz bu masalı
Duyduğumuz gibi nakledelim
Kaynak : Nursel GÜNEŞ Yaş : 16
KAYSERİ/Merkez
Birem birem
İkem ikem
Kamçı boylu,
Kara diken
Bir mut,
İki mut
Üç mut
Dört mut
Beş mut
Altı mut
Yedi mut
Sekiz mut
Dokuz mut
On mut
Cumbut
Kaynak: Kutay ELGÜN 1987
KAYSERİ/Merkez
Herkes yemek bekliyor
Tencere boş tava boş
Kuşlar misket arıyor
Yumurtasız yuva boş
Ekilmemiş tarlada hasadı
Bekleyen çok
Dokuz çoçuk sofrada
Sekizi aç, biri tok
Biz geçelim masala,
Kısmetten ötesi yok
Kaynak : Alper Eser 1994
KAYSERİ/Merkez
***
Kim osurdu?
İt osurdu
Elekçinin
Bit osurdu
Yorgan aldı
Yola çıktı
Dan dedi
Dun dedi
Gümbelek
Pıs, tıs
Kaynak : Alper Eser 1994
KAYSERİ/Merkez
Bir varmış bir yokmuş
Allah'ın deli kulu çokmuş
Bizden daha delisi yokmuş
Çok demesi pek günahmış
Azdan çoktan
Hobbala hoptan
Düğmeleri turptan
Kaynak : Umay Gülfem ELGÜN 1995
KAYSERİ/Merkez
Bir topum var lastikten
Lastik değil çelikten
Ne yırtılır ne patlar
Vurdukça zıplar atlar
Atar oynarım hop hop
Ne güzeldir lastik top
Kaynak : Alper Eser 1994
KAYSERİ/Merkez
Bir varmış bir yokmuş
Evel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Deve dellal iken
Pire hamal iken
Ben annemin beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
Annem düştü beşikten
Babam düştü eşikten
Biri kaptı maşayı
Biri kaptı meşeyi
Dadandım dört köşeyi
Nasılsa bir delikten atladım dışarı
Düştüm yola
Var varanın, sür sürenin
Baykuşu çoktur viranenin
Az gittim uz gittim
Dere tepe düz gittim
Çayır çemin geçerek
Lale sümbül biçerek
Altı ay bir güz gittim
Bir de arkama baktım ki
Ne görsem iyi?!.
Arpa boyu yol gitmişim
Neyse efendime söyleyeyim
İyi dinleyin bunu
Maval değil masaldır bu.
Kaynak : Alper ESER 1994
KAYSERİ/Merkez
Naldır naç
Kundura biç
Kırk üç
Kırk dört
Kırk beş
Kırk altı
Kırk yedi
Kırk sekiz
Kırk dokuz
Elli
Pahası
Belli
Bir mut,
İki mut,
Üç mut
Dört mut
Beş mut
Altı mut
Yedi mut
Sekiz mut
Dokuz mut
On mut
Cumbut
Kaynak : Altar ELGÜN 1973
KAYSERİ/Akkışla
Bir varmış bir yokmuş
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Cinler cirit oynar iken
Eski hamam içinde
Develer tellal
Pireler berber iken
Ben annemin beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
Anam düştü beşikten
Babam geçti eşikten
Anam kaptı maşayı
Babam tuttu meşeyi
Dolandırdılar beni
Dört bucak bir köşeyi
Az gittik uz gittik
Bir de dönüp baktık ki
Bi iğnenin boyunca
Çuvaldızın enince
Yol gitmişiz
Gide gide İstanbul şehrine vardım
Yeni Cami’nin
Duvarlarına yaslandım
Yalıdır diye
Kubbelerini cebime attım
Darıdır diye
Minarelerini belime soktum
Borudur diye
Beni tımarhaneye attılar
Delidir diye
Padişahtan emir geldi
Bırakın o, onun
Eski huyudur diye
Fermanı aldım yollara düştüm
Yolda bir boyalı eşek gördüm
Yanına vardım
Sordum, meğer Kayserili
Ondan Pastırma yaparmış
At eşek ayırt etmez satarmış
Eşekle anlaşamadık tabi
Sarıdır diye
Eşek bana bir tekme vurdu
Geri dur diye
O tekmeyi yiyince
Ah anam deyince...
Soluğu evde aldım.
Kaynak : Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
O
Mo
Diğ
Ne
U
Cu
İğ
Ne
Fil
Fillice
Kuş
Dillice
Laka
Luka
Pirinç Almanyada Çalışan İşçilerimiz
Turunç
Kaynak : Turan KRAKUŞ 1986
KAYSERİ/Akkışla
Çarşı büyük para yok
Gezin Mehmed Ağa gezin
Mangal büyük ateş yok
Kızın Mehmed Ağa kızın
Yorgan güccük boy uzun
Büzül Mehmed Ağa büzül
Tuz iyi şey yağa yarar
Amma bala yaramaz
Kaynak : Turan KRAKUŞ 1986
KAYSERİ/Akkışla
Şemsi Paşa pasajında
Ağzı büzüşesiceler
Kaynak : Turan KRAKUŞ 1986
KAYSERİ/Akkışla
Farfara, Fatma, fırında fareyi görünce. Elindeki feneri fırlattıp feryadı bastı
***
Al şu taka tukaları
Taka tukacıya götür
Taka tukacı taka tukayı
Taka tukalamam derse
Taka tukaları taka tukalatırmadan
Alda gel.
***
Sayışma beni, üttüm seni, kovanı koydum dağa, eş gerek bağa.
Kaynak : Turan KARAKUŞ 1986
KAYSERİ/Akkışla
Baba bir hırsız tuttum; al getir; gelmiyor; bırak gitsin; gitmiyor; bırak gel;
bırakmıyor
Bir market bir markete
Bire market gel beraber
Bir market açalım
Eğer market market gibi çalışmazsa
Bu marketi bırakıp
Başka yere gaçalım demiş
Kaynak: İsmet DUMAN Yaş:14
KAYSERİ/Akkışla
Ebe ebe gel bize
Uzaktan vur elimize
Eğer vuramazsan ebesin ebe!
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi
Bunu sana kim dedi?
Diyen dedi, onyedi
Yağlı böreği kim yedi?
Kaynak: İsmet DUMAN Yaş:14
KAYSERİ/Akkışla
Emiş, Memiş, kavga etmiş
Mahkemeye gitmişler
Mahkemede mahkelemişler mi?
Mahkemeleşmemişler mi?
Kaynak: Süleyman DUMAN Yaş:16
KAYSERİ/Akkışla
O da yalan
Bu da yalan
Fili yuttu bir yılan
Gel biraz da
Sen oyalan
Kaynak: Süleyman DUMAN Yaş:16
KAYSERİ/Akkışla
Gökten üç elma düştü
Biri ham
Biri çürük
Biri de sağlamdı
Onu da ben yedim
Kaynak: Süleyman DUMAN Yaş:16
KAYSERİ/Akkışla
Değirmene girdi köpek, hem kepek yedi köpek, hem kötek yedi köpek.
Kaynak: Süleyman DUMAN Yaş:16
KAYSERİ/Akkışla
İğne miğne, ucu tiğne; fillice kuş, dillice laka luka; oruç, turunç,
pirinç,bu yaptığımın hepsi şaka...
Kaynak : Alper ESER 1994
KAYSERİ/Merkez
İğne iğne Ucuz iğne, Bal bal iğne Bakış iğne Sadağacı Sadır götür Hod ağacı Hodur götür, Al dene, Ul dene, Naneye, Bakış Çemberi, Çürük
Kaynak: Pınar ULUYURT Yaş:16
KAYSERİ/Akkışla/Kululu
Yağ yağ yağmur Tarlada çamur Ver Allah’ım ver Sicim gibi yağmur Sellice Çamur
Ne vakit geldin Yazın geldim Yazalım çizelim Bir tahtaya dizilelim
Kaynak: Süleyman DUMAN Yaş:16
KAYSERİ/Akkışla
Ifarda bardak içinde zambak Ben kokayayım sen bak Ali bak Ali Baba'ya Kon gamaya Konamazsan gir komaya
Kaynak: Fatma Çimen Yaş : 16
KAYSERİ/Merkez
Bir elmayı Alladım Pulladım Asiye’ye Yolladım Asiye’nin İti Kapkaradır Biti Asiye’ye Söyleyin Çektirmesin Eziyeti
Kaynak: Fatma Çimen Yaş: 16
KAYSERİ/Merkez
Elim Elim Epenek
Elden Çıktı Kepenek
Kepeneğin Yarısı
Yumurtanın Sarısı
Bit Bitinin Karısı
Elma Verdim Çiğnedi
Kıçına Vurdum Oynadı
Kaynak: Gülfem ELGÜN Yaş: 7
KAYSERİ/Merkez
Şu odayı badanalasak ta mı otursak?
Badanalamasakta mı otursak?
Kaynak: Çimen Atak Yaş: 13
KAYSERİ/Merkez
Karşıdaki ekinler, ekmeklenmiş mi?
Ekmeklenmemiş mi?
***
Leylek Leylek Lekirdek
Hani Bana Çekirdek?
Çekirdeğin Yarısı
Yumurtanın Sarısı
Bit Bitinin Karısı
Elma Verdim Almadı
Sakız Verdim Çiğnedi
Kıçına Vurdum Oynadı
Kaynak: Yeşim Selvi Yaş:11
KAYSERİ/Merkez
Kırk kartal
Kırkının da kanadı kırık kartal
Kırkı kalkar, kırkı yatar
Kaynak : Osman Kaya
KAYSERİ/Merkez
Ali Bey hasta
Çorbası tasta
Mendili ipek
İnatçı köpek
Kaynak: Yeşim Selvi Yaş:11
KAYSERİ/Merkez
Bir iki
Kurnaz tilki
Fındık fıstık
Kadifeden yastık
Alçık balçık
Bu oyundan
Sen çık
Kaynak: Osman Seçkin :11
KAYSERİ/Merkez
Ali BabanınAtları
KişirKişirKişniyor
ArpaSamanİstiyor
ArpaSamanYokmuş
KilimcideÇokmuş
KilimciKilim Dokur
İçindeBülbül Okur.
OBülbülBenimOlsa
İki KardeşimOlsa
BiriAyBiriYıldız
HopÇikolataÇikolata Sabah Yedim Salata KızSeninBabanKe-Ra-Ta…
Kaynak: Ali Yeşil Yaş: 11 KAYSERİ/Akkışla
Testim kırıldı Suyum döküldü Annem duyarsa Babam döverse Hak, mık, çık
Kaynak: Ali Yeşil Yaş:11 KAYSERİ/Akkışla Çıt pıt Mavi boncuk Arap kızı Sen çık
Kaynak: Ali Atın Yaş: 12 KAYSERİ/Akkışla
Bir kaz aldım ben karıdan Boynu da uzun borudan Kırk abdâl kanın kurudan Kık gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kaynak: Ali Atın Yaş: 12
KAYSERİ/Akkışla
Bir elinde değnek
Sırtında yırtık göynek
Hangimizi bilirsen
Sana yeni bir göynek
Kaynak: Ahmet Kara Yaş: 12
KAYSERİ/Akkışla/Uğurluuşağı
Ebe ebe hasası
Elindedir tasası
Ha bildi ha bilecek
Bize düşer tasası
Kaynak : Alper ESER 1994
KAYSERİ/Merkez
Şu yoğurdu
Sarımsaklasakta mı saklasak?
Sarımsaklamasakta mı saklasak?
Kaynak: Ahmet Kara Yaş:12
KAYSERİ/Akkışla/Uğurluuşağı
Kediler köpekler ile savaşır
Miçik, mucuk, sucuk deyi
Çarşı çarşı dolaşır
Azcık uzcuk sucuk deyi
Kaynak: Ülkü Kara Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla/Uğurluuşağı
Bir Gelinim Var
Alladım Pulladım
Kara Kediye Yolladım
Kara Kedi Miyav Dedi
Annem Bana Bul Dedi
İstanbul’da Bir Kuş Var
Kanadında Gümüş Var…
Kaynak: Ülkü Kara Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla/Uğurluuşağı
Adem madene gitti.
Madende badem yedi
Madem, Adem maden’e gitti
Madende badem yedi de
Neden bize söylemedi?
Çatal dağda topal çoban
Çatal yapar çatal satar
Çatal dağda topal çoban
Neden çatal yapar çatal satar?
Siz hâlâ
Avusturalyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?
Kaynak : Damla Gazioğlu 1982
KAYSERİ/Merkez
Elim elim epenek
Elden çıkan kepenek
Kepeneğin yarısı
Bit bitinin karısı
Bindim deve boynuna
Sürdüm Akkışla yoluna
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Cinler cirit oynamış
Eski hamam içinde
Hamamcının tası kırık
Köyde bir tazı gezer
Boynunun halkası kırık
Kaynak : Turan KRAKUŞ 1986
KAYSERİ/Akkışla
Minarede bir kuş var
Kanadında gümüş var
Eniştemin cebinde
Türlü türlü yemiş var
Kaynak: Mehmet Yörük Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla/Mânâvuz
Şakir’in şükürün
İhtiyarın Bekir’in
Alacağım varsa getirin
Vereceğim varsa helâli hoş olsun
Kaynak : Ersegün ESER 1987
KAYSERİ/Merkez
Pisi pisi mav dedi
Bir kaşıkçık yağ dedi
Yağ olmazsa , bal olsun
Benim yavrum sağ olsun
Kaynak : Gülay Çolak 1953
KAYSERİ/Merkez
İğnem düştü yakamdan
Kıral geliyor arkamdan
Gelme kıral gelme
Annem bakıyor
Balkondan
Kaynak: Şefika Tekatlı 1975
KAYSERİ/Merkez
Çıktım erik dalına
Baktım tiren yoluna
Üç gemi geliyor
Biri ağa, biri Paşa
Ortasında Kemal Paşa
Kaynak : Murat Tekatlı 1984
KAYSERİ/Merkez
Hacı nine kına döver
Ben bilirim kimi sever
Altın paşa çardakta
Gümüş yüzük parmakta
Kaynak : Yaşar Karaca 1961
KAYSERİ/Merkez
Türkü söyler döneriz
Bil bakalım biz kimiz
Elindeki değnekle
Göster bizi körebe
Kaynak : Mustafa ATİK 1942
KAYSERİ/Merkez
Üşüdün üşüdüm
Daldan elma düşürdüm
Elmayı yediler
Bana cüce dediler
Cücelikten çıktım
Evime gittim
Annem pilav pişirmiş
Tokum diyemem
Tuzsuz olmuş yiyemem
Buz dolabında ne var?
Elma, armut, kiraz
Buraya gelir misin biraz
Bizim Ali hasta
Çorbası tasta Kim demiş ona usta? Kaynak: Mustafa ATİK 1942 KAYSERİ/Merkez
Ayı beni korkuttu Kulağını sarkıttı Elma verdim yemedi Sakız verdim çiğnedi Hap hup kırmızı top Kaynak : Onur ERİŞEN 1980 KAYSERİ/Merkez Akdeniz , Karadeniz, Marmara
Türkiye’nin başkenti Ankara
Ankara’da kadife
Kızın adı Latife
Oturmuş halı dokur
Dibinde bülbül okur
Ne bülbül, ne bülbül
Şen olsun deli gönül
Kaynak: Ayşe Selçuk Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla/Akin
Bir tabak aşım olsa
İki kardeşim olsa
Biri oğan biri kız
Biri ay, biri yıldız
Bayrak yapsam başıma
Toprağıma taşıma
Kaynak : Hatice Aydemir Yaş: 17
KAYSERİ/MERKEZ
Bir bakarım, bayram olur
Bir bakarım, seyran olur
Arap kızı bana hayran olur
Kaynak: Şükrü Kilci Yaş: 16
KAYSERİ/Merkez
Azdan çoktan, vardan yoktan
Gece başka, gündüz başka
Kaynak: Fadime KİLCİ Yaş: 16
KAYSERİ/Merkez
Kırk karga kırkının da ayağı kırık karga.
Kırk küp kırkının da kulpu kırık küp
Kaynak: Ayşe Selçuk Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla
Bir uçak durur gökyüzünde
Uçupta gitmek acı
Tanrı mı, dost mu, düşman mı?
Ayırt etmek acı.
Kaynak: Ayşe Selçuk Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla/Akin
Mezarımı çarşının ortasına koysunlar
Akça kadınlar
İnce kadınlar
Başucuma gelip ağasınlar
Kaynak: Fatma Çelik Yaş: 9
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen
Kumbara her gün en az para
Yutuyor bu kumbara
Bu gün yarın olacak
Gene benim olacak
Bütün biriken para
Şeker evde doludur
Bebek isen korkuludur
Düşer kırılır birden
Yok nerden vereyim ben
Bir metelik boş yere
Dur sayalım bir kere
On iki ay olunca
Bu yılbaşı dolunca
Açılacak kumbaram
Olacak dokuz liram
Kaynak: Fatma Çelik Yaş: 9
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen
Avradın baktığı öküz çift sürmez
Herifin baktığı inek süt vermez
Kaynak: Osman Çelik Yaş: 11
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen
Yağmur yağıyor
Seller akıyor
Arap kızı camdan bakıyor
Kaynak: Osman Çelik Yaş: 11
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen
Yağ yağ yağmur
Teknede hamur
Tarlada çamur
Ver Allah’ım ver
Sen bize yağmur
Kaynak : Fatma Öztürk Yaş: 23
KAYSERİ/Merkez
Portakalı soydum baş ucuma koydum
Ben bir yalan uydurdum
Duma duma dum
Kırmızı mum
Kaynak : Özlem Kaya 1982
KAYSERİ/Merkez
Çatalcalı topal çoban
Çatal sapan yapar satar
Çatalcalı topal çobanın
Parası var da mı?
Çatal yapar satar
Çatalcalı topal çobanın
Parası yok mu da
Çatal sapan yapar satar
Kaynak : Ayşe Kaan
KAYSERİ/Merkez
Boz tilki
Dama çıktım, yıldız saydım
On iki on iki hani bizim boz tilki?
Kaynak : Ayşe Kaan Yaş: 23
KAYSERİ/Merkez
O lili lili papatya dilli
Kız senin adın kaç türlü?
Kaynak : Ayşe Kaan Yaş: 23
KAYSERİ/Merkez
Ooo oya
Oya gitti maça
Maç bileti kaça
Kaynak : Ayşe Kaan Yaş:23
KAYSERİ/Merkez
Arabam geliyor
Düüt düüt ediyor
Lastik patladı
Şöför atladı
İçindeki bayanın ödü patladı
Kaynak : Fatma Öztürk Yaş: 23
KAYSERİ/Merkez
-Oğlum geldin mi?
-Geldi
-Ne getirdi ?
-İnci boncuk
-Kime kime?
-Sana, bana
-Başka kime?
-Kara kediye
-Ağaca çıktı mı?
-Ağaç nerede?
-Balta kesti
-Balta nerede?
-Suya düştü
-Su nerede?
-İnek içti
-İnek nerede?
-Dağa kaçtı
-Dağ nerede?
-Yandı,
Bitti,
Kül ol du
Kaynak : Melek Uzun Yaş: 12
KAYSERİ/Merkez
Goca ceviz gocadıkça
Işgın verir budadıkça
Kaynak : Melek Uzun Yaş: 12
KAYSERİ/Merkez
Şuraya bir camız basmış ki
Nasıl da bir basış basmış
Kaynak : Nafi Aykaç 1976
KAYSERİ/Merkez
Bizim damda
Başı boz, beş boz ördek var
Bizim damdaki
Başı boz, beş boz ördekten
Üçü dişi, biri erkek, biri de bilinmiyor
Bizim damdaki
Başı boz, beş boz ördekten
Biri ölmüş
Geriye kalan ördeklerden üçü
Başı boz, beş boz tilki tüyünden
Yapılmış kürk almışlar
Başı boz, beş boz ördeğin
Aldıkları mantolar
Yırtık olduğu için
Başı boz, beş boz ördek
Mantolarını bir birine dikmişler
Kaynak : Melek Uzunyaş: 12
KAYSERİ/Merkez
Eveleme develeme
Devekuşu kovalama
Halkada bülbül
Çıkana da sümbül
Sümbül kızı
Ne zaman gelir
Yazın gelir
Yazılalım çizilelim
Aynada boncuk
Ufacık çocuk
Biz sıraya dizilelim
Kaynak : Melek Uzun Yaş: 12
KAYSERİ/Merkez
Var varadan, sür süreden
Amasa’dan Tire’den
Geldi geçti buradan
Anadolu Kastamolu
Yalan desen o da dolu
Hay hay dedim gahdı bi dilki
Tüfengim olaydı vururdum belki
Bit pazarında satılan kürkü
Param olaydı alırdım belki
Bir tavuğum var bir tek cüceli
Gaç yıl oldu çaylak alıp gaçalı
Bir goyunum var sırtı keçeli
Akşam yatırdım yatahda
Sedasın diynerdim otlahda
Gapımızın önü ulu gavahda
Lah lah eden goca leyleh ni’coldu?
Kaynak: Muzaffer Aykaç Yaş: 45
Kayseri/Merkez
Girinci'de çifte oluk
Çağırdım yetmedi soluk
Sana diyom güzel gelin
Kulaklarım sağır moluh
Kaynak : Havva Taş Yaş: 33
KAYSERİ/Koyunabdal
Metel metel met iki
Oğlan uşak on iki
Metel başını bağamış
Döne döne ağamış
Kaynak : Melek Uzun Yaş: 12
KAYSERİ/Merkez
Ene mene dosi
Dosi çikolata
Buz gibi limonata
Limonata bitti
Goca garı yitdi
Arıya arıya
İşim gücüm bitti
Kaynak : Zeki Durmuş Yaş: 12
KAYSERİ/Merkez
Ay dede
Evin nerede
Akkışla’da
Akkışla’nın neresinde
İki daşın arasında
Nahıt gelir?
Yazın gelir
Yazılasın büzülesin
İt gannına düzülesin
Tangala mangala
Tas tis pis
Kaynak: Ayşe Selçuk Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla/Akin
Portakalı soydum
Baş ucuma koydum
Ben bir yalan uydurdum
Duma duma dum
Kırmızı mum
Dolapta bekmez
Yala yala bitmez
Ayşecik, Fatmacık
Sen bu oyundan çık
Kaynak : Zeki Durmuş Yaş: 12
KAYSERİ/Merkez
-Huu huu komşu!
-Sırtındaki ne?
-Arpa
-Kaça sattın ?
-Kırka
-Eve ne aldın ?
-Hırka
-Çocuğa ne aldın?
-Halka
-Annen ne yapar?
-Pamuk atar
-Baban ne yapar?
-Yün dider
-Adın ne ?
-Hasan
-Ha ben ha sen
-Ha bana ha sana ELGÜN Ailesinin bir düğünü
-Döndüm Baktım
-Kel Hasan'a
Kaynak: Ayşe Selçuk Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla/Akin
Ene mene dosi
Dosi safran bosi
Anasının kuzusu
Orta orta of
Linge linge lof
Soya soya sof
Tiren gelir pof pof
Kaynak: Ayşe Selçuk Yaş: 10
KAYSERİ/Akkışla/Akin
Şu karşıdaki kuru kavak, karardın mı ey kara kuru kavak, sarardın mı ey kara kuru kavak?
Kaynak : Adem KAYA 1976
KAYSERİ/Merkez
Bir tarlaya kemeken ekmişler. İki, kürkü yırtık kel kör kirpi dadanmış. Biri, erkek kürklü yırtık kel kör kirpi, öteki dişi kürkü yırtık kel kör kirpi. Kürkü yırtık erkek, kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürküne, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürküne eklemişler.
Kaynak : Adem KAYA 1976
KAYSERİ/Merkez
Ocak kıvılcımlandıranlardan mısınız?
Yoksa kapı kıcırdatıcılardan mısınız?
Kaynak : Adem KAYA 1976
KAYSERİ/Merkez
Kayseri’nin köyünde
Komser Kâmil
Kayseri’nin köylüsü Kemal’e
Kemal Karakova
Adliye kararıyla karakola koydu
Kaynak : Adem KAYA 1976
KAYSERİ/Merkez
Bol bol yiyen bel bel bakar
Kaynak : Adem KAYA 1976
KAYSERİ/Merkez
Sizin damda var
Beş boz başlı boz ördek
Bizim damda var
Beş boz başlı boz ördek
Sizin damdaki
Beş boz başlı boz ördek
Bizim damdaki
Beş boz başlı boz ördeğe
Sizde bizcileyin
Beş boz başlı boz ördek misiniz demiş.
Kaynak : Adem KAYA 1976
KAYSERİ/Merkez
Minarenin kilidi
Aşam gelen kim idi?
Emmim oğu Musacık
Eli kolu kısacık
Çek ayağını topacık
-Bir baltam var, kim alır?
-Ben alırım
-Kaça ?
-Beşe
-Vermem beleşe,
Vururum taşa
Kaynak : Zeki Akkoca Yaş: 12
KAYSERİ/Merkez
Kızın adı Hediye
Ekmek vermez kediye
Kedi gider kadıya
Kadının kapısı kitli
Hediye’nin başı bitli
KAYNAK : Zeki Akkoca Yaş: 12
KAYSERİ/Merkez
Pireli peyniri,
Perhizli pireler tepelerse
Pireli peynirler
Pır pır pervaz ederler
Kaynak : Ahmet Akkoca Yas: 10
KAYSERİ/Merkez
10,20,30,40,50,60,70,80,90,100
Dere, tepe düz
Ördek suda yüz
Vak, vak vak
Lambaları yak
Bir göbek at
Yatağına yat
Kaynak : Ahmet Akkoca Yaş: 10
KAYSERİ/Merkez
Ellem bellem
Şimşir gallem
Horuz öttü
Tavuk tepti
Bülbül kızına
Selam gitti
Ne zaman gitti?
Yazın gitti
Yazılası, büzülesi
Kırk ipe dizilesi
Tas , tus
Var gel kus
Kaynak : Mustafa DEMİRCİ 1950
KAYSERİ/Merkez
Develer tellal, pireler berber, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken... babam düştü beşikten, ben hopladım eşikten... Koptu dolapta bir patırtı, yoğurt üstüme atıldı... Anam kaptı meşeyi, kova kova dolandırdılar dört köşeye
Kaynak : Ersegün ESER 1987
KAYSERİ/Merkez
Var varanın, sür sürenin
Destursuz bağa girenin
Sopa yemesi çokmuş...
Çok demesi günahmış...
Kaynak : Ersegün ESER 1987
KAYSERİ/Merkez
Leylek leylek havada
Yumurtası tavada
Çağıralım et yesin
Et yemedi ot yesin
Gömlek diktim giymedi
Uç dedim uçmadı
Hay koca leylek hay
Kuzu kuzu mee
Haydi gidelim Ayşe teyzeme
Kar yağıyor karga bağırıyor
Anam çörek pişirmiş
Seni çağırıyor
Mustafa mısık
Arabaya kıstık
Üç mum yaktık
Seyrine baktık
Kaynak: Fatma Büyükkürkçü 1970
KAYSERİ/Merkez
A telli durna
Yeşilli durna
Soğuk suda kanatları
Büzülür büzülür
Sıcak suda kanatları
Açılır açılır
Aslanım, kaplanım
Kimi kapacaksan kap bakalım.
Kaynak : Kezban Akkoca Yas: 9
KAYSERİ/Merkez
Az gitmiş, uz gitmiş
Dere tepe düz gitmiş
Altı ay bir güz gitmiş
Bir de arkasına bakmış
Ne görsün gide gide
Bir arpa boyu yol gitmiş
Gitmiş gitmiş ya dağlardan atlı
Ovalardan yaya yürüye yürüye
Varmış bir çaya
Çay değil umman,
Bir ucu var, bir ucu yok
Avuçladım suyunu
Ne bileceksin huyucuğunu
Hemen oracıkta oldum bir kelebek
Her yanım değişti tek tek
Süzüldüm gittim anama
Yavaşca kondum yanağına
Görünce beni bağırdı
Nereden girdi içeri
Ne lanet hayvan
Camı açık bırakmış biri
Ancak attım kendimi dışarı
Kimin elinde ağ, kimi ister kanadımı
Çiçek ağaç gökyüzü
Derken karıştırdım
Gece ile gündüzü
Dönmek istedim eski halime
Bir türlü dönemedim kendi halime
Günlerce ağlandım sızlandım
Gene o çay ağzına vardım
İçince suyu döndüm eski halime
Kurtuldum kelebek olmaktan
Kaynak : Kezban Akkoca Yaş: 9
KAYSERİ/Merkez
Karışık düzen
Çok bizi üzen
Kuvvetli ezen
Paralı gezen
Yabancı yazan
Yalancı çizen
Kaynıyor kazan
İçinde yüzen
Çalışmaz izan
Parayı dizen
Doydukça azan
Seni gidi düzen
Paslanmış tüzen
Bitecek vizen
Dağ patlar bazen
Kaynak : Reyhan FIRAT 1981
KAYSERİ/Merkez
Kelkitte keklikler
Keşmike dadanmışlar
Kelkitlilerde keşmikteki
Kekliklerin etine dadanmışlar
Keşmike dadanmasaydılar
Kelkitliler de keşmikteki
Kelkitlerin etine dadanmazdı
Kaynak: Ahmet BÜYÜKKÜRKÇÜ 1969
KAYSERİ/Merkez
Al çömre ver çemre
Sarı ineği kim sağar?
Cücem sağar
Cücem beni okuttu
Keten, göynek dokuttu
Keten, göynek dizine
Süphanallah gözüne
Kaynak: Fatma BÜYÜKKÜRKÇÜ 1970
KAYSERİ/Merkez
O bahçe başka bahçe
Bu bahçe başka bahçe
Şu bahçenin içinde
Yer bul kendine Eşe
Ay Eşe kız vay Eşe
Seni satam beleşe
Beleşe gitmek olmaz
Verek seni keleşe
Kaynak : Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Farfara Fatma
Fırında fareyi görünce
Feneri atıp feryadı bastı
Kaynak : Ahmet ÖNER 1958
KAYSERİ/Merkez
Bir, iki ,üç; seçmesi güç
Dört, beş, haydi kardeş
Altı ile yedi Barış niye gelmedi
Sekiz, dokuz, on kırmızı don
Komşu damına kon
Anya, Konya, Kumpanya
Çıktın aramızdan ya
Kaynak : Şeyda ÖNER 1990
KAYSERİ/Merkez
Daldan dala atladım
Sarı çiçek topladım
Çiçekleri döküldü
Dere aldı götürdü
Dere boyu çalılık
Derede olur balık
Oltamı attım
Balığı tuttum
Balık suya dalamaz
Ebe beni bulamaz
Kaynak : Pelin Su YILDIRIM 1984
KAYSERİ/Merkez
Herkes lahana almış lahalanmış
Bizde lahana alalım lahanalalım
Kaynak : Ülkem ÇAM 1982
KAYSERİ/Merkez
Oğlanın adı Kamber
Boğazına takarlar çenber
Minareden uzun bumbar
Yedim karnım doymadı
Ne sakalım töm töm etti
Ne bıyığım com com etti
Hiç bana keyif gelmedi
İki ce'ler me'ler
Dört şıngır mıngır
Yedim karnım doymadı
Ana bacı kaldır sacı
Altı mı altı bazlamacı
Yedim karnım doymadı
Harda hurda eşeği yedirdik kurda
Atmış tarla firik buğda
Yedim karnım doymadı
Denizi çorba ettik
Gemiyi kepçe ettik
Bir gün de evden kaçtım. İki atla bir anahtar deliğindene geçtim. Gittim gittim. Bir de arkama baktım, telllallar bağırıyor:"Kırk kazan keşkekle, kırk kazan yoğurdu kim yiyecek." Diye…Evimizin önünde bir ağaç vardı Kırk kişi tuttum yontturdum Kırk kazan keşkekle Kırk kazan yoğurdu içine doldurdum Oturdum yedim. Dudaklarımın bile haberi olmadı.Karşıya baktım. Dere gibi hoşaflarTepe gibi pilavlar Kolum gibi dolmalar Budum gibi sarmalar Ye yemez misin?Hani de görmez misin? Karnım davula döndü.
Ağzımın birşeylerden haberi yok… Birazını da eşeğe yükledim size getiriyordum. Dereden geçerken kurbağalar: "Vırak vırak!"deyince: Ben anladım:" Bırak bırak!" Diyorlar. Bıraktım orada dere ateşten eşeğimin de bacakları mumdanmış. Orada eriyip kayboluverdi.
Kaynak: Halil KIZILASLAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
Bağ başında bir köyde
Toprak damlı bir evde
Evlat, ana,
Bir inek bir danası
Beraber yaşarlarmış
Her işe koşarlarmış
Ay aman vay amanla
Gel zamanla git zamanla
Küçük yerleri sürümüş
Ve nihayet yürümüş
Gitmiş odun dağına
Gelmiş okul çağına
Omuzunda bir yaba
Demiş oğuluna baba:
“Ey benim güzel balam
Uğrunda yolda kalam
Bak burası dağ başı
İşin yoksa baş kaşı
Gelir Hak’tan bir emir
Sona erer bu ömür
Aklım işi dererken
Git bir seher eline
Ve sahip ol diline
Milim milim oku ilim
İlimden doku kilim”
Kaynak :Ertuğrul KAPUSUZOĞLU Yaş: 45
KAYSERİ/Merkez
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken, eski hamam kalma, kulpu kırık kenarı yok, şu ahım şahım fincan…
O akşam ne cezveyi kıpırdatabildim, ne kahveyi köpürdetebildim. Akın hele şu ettiği yetmiyormuş gibi bir de karşıma çıkıp oh çekmez mi ya bizim güdük fare!..Kızmayın benim canım efendim, bu farenin derdinden bittim, tükendim.Benim gibi bir yalınkat adam değil kambur felek, kadife yelek bile dayanamaz buna. Bir gece değil beş gece değil, her gece bu kuyruğunu yay ediyor, unu bulguru pay ediyor; yağı kıymayı zay ediyor…Öyle ya, hani han, hani harman? Evimizin ardı tarladır, ekini kor, bizi zorlatır. Karanlıkta göz parlatır; ama gel gelelim, kaçak dövüşene metin, ne var ne yok teslim ettik bütün. Bacamızdan çıkmaz oldu tütün.Gayrı ya bu fare durur ya biz.Bu gece düşündüm taşındım, tatlı tatlı kaşındım.Baktım ki olur gibi olacak gibi, durur gibi duracak gibi değil.Ne yapıp yapıp yaptım.Yine telli pullu bir arzuhal yazdım kediye, dilediğim yerini bulursa kilerde nöbet bekleteceğim.
Kaynak: Halil KIZILASLAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken eski hamam içinde. Hamamcının tası yok; külhancının baltası yok. Bu yalanın ötesi yok. Hu, diyelim hu! Hu diyenin huyu kurusun. Dolmasın suyu kurusun. Hu diyelim hu! Hu demiyenin başı kel olsun.Hu hu hu! Ben kirleteyim, sen yu.
Kaynak: Hasan ALATAŞ 1327
KAYSERİ/Akkışla
Masal masal maliki
Yolda saydım oniki
Onikinin yarısı
Tilki çakal karısı
Masal masal martladı
İki fare atladı
Kurbağa kanatlandı
Tos vurdu bardağa
Çocuk çıktı çardağa
Masal masal maliki
Kuyruğu var on iki
Kuyruğunda beni var
Kulağında çanı var.
Masal masal matadar
Dil okur damak tadar.
Kaynak: Hasan ALATAŞ 1327
KAYSERİ/Akkışla
Yaranı safa Bekri Mustafa
Kaynadı kafa
Ak sakallı gök sakallı
Mavi sakallı kızıl sakallı
Yeni berber
Elinden çıkmış taze bir kafa
Ali dost Veli dost
Tekkede kaldı bizim post
Ben de kaldım bir oba ile
Ben dikerim o sökülür
Arasından şeker badem dökülür.
Dinle hikâyeti, dilber elinden şikâyeti
Güzelller elinden yâd,
Çirkinler elinden dâd ile feryâd
Güzeller dilber olur, çirkinler neler olur.
Ey zengin ve fakirler
Feleğin devranı böyle gelir böyle geçermiş
Uzatmayalım metaneyi
Patlatırlar kestaneyi
Sözün azı uzu
Köseye verme sakızı
Yad elllere dokutmayın bezi
Akşam gider para der, sabah gelir para der.
Kaz kaz ile baz baz ile
Aylaca tavuk çil horoz ile
Annesi genç kız ile
Anlaşırlar pek naz ile
Kaşık oynar göz ile
Aşık meydana gelir saz ile
Meclis de dinler haz ile
Armudu taşlayalım, dibinde kışlayalım.
İzin verirseniz masala başlayalım.
Kaynak: İsmail ALTUN 1320
KAYSERİ/Akkışla
Astın, Ustun babam Kör Mustun, bir de ben, ava gittik. Dere tepe düz gittik Altı ay bir güz gittik. Akama baktım ki bir pabuç boyu yer gitmişiz. İğneyi diktim, bizi diktim. Üstüne çıkıp baktım. Kayseri'nin yazısında bir sinek. Astın sıktı vuramadı, Ustun sıktı vuramadı. Babam kör Mustun sıktı, azıcık çizdirdi. Ben daha yiğittim. Bir tüfeğe dokandıydım, devirdim kodum.Vardık sineğin yanına. Astın çaldı boğazlayamadı. Ustun çaldı boğazlayamadı. Babam Kör Mustun çaldı azıcık çizdirdi. Ben daha babayiğittim. Hemen bıçağı çalıverdim boğazladım. Bunu yüzdük.Atmış okka dış yağı çıktı, yetmiş okka iç yağı. Bir çift çizmem vardı, birine bu yağı sürttüm, birine yetmedi.Neyse orada yattık… Gece kalktıydım, çizmeler birbirleriyle dövüşüyorlar. Biri: yağlı yüzünü yiyor. Biri yavan yüzünü yiyor. Kalktım bunların suratına iki sille attım yine yattım.Sabah oldu baktım çizmeler yok. Oradan bunları aramaya gittim. İğneyi diktim bizi diktim, üstüne çıktım baktım. Küçük bir meydanda çizmeler çift sürüyorlar. Vardım sineğin derisini attım. Büyük bir meydan belirdi. Çifti elime aldım, sürdüm ektim. Bir ekin oldu ki yatsam sakalımda dinlesem topuğumda; ama adam yutuyor.Bunu nasıl biçeriz nasıl biçeriz? Derken öteden bir çakal geldi. Orağı bu çakala bir attım. Orağın sabı çakalın karnına girdi, ağzı kaldı dışarıda. Çakal kaçtı, orak biçti. Çakal kaçtı orak biçti. Ekinin hepsi biçildi. Bunu neyle toplarız neyle toplarız? Derken öteden bir kasırga koptu, ekin topladı. Harman etti.Bunu bizim ihtiyar çil horoza sürdürdüm., savurturdum. Atmış okka bir yanına,yetmiş okka bir yanına vurdum.
Ben de çil horozun üstüne bindim sürdüm değirmene…Değirmene yaklaşınca susadım. Oradaki pınara indim.Pınardan ağzım ile içtim gözüm istedi. Gözüm ile içtim kulağım istedi. Edemedim kafamı kestim, pınarın içine attım. Oradan değirmene vardımDeğirmenci: Hani kafan dedi?Pınara attım dedim. Onu şimdi çakal yer dedi. Oradan kalktım pınara gittim. Baktıydım. çakal kulağımın uçundan tutmuş. Çakala bir yumruk attım.Yumruğum çakalın karnına girdi.İçini karıştırdım. Kusur kusur ediyor.Çektim çıkardım.Bir kağıt okudum: Bir yanı yalan bir yanı dolan.
Kaynak: İsmail ALTUN 1320
KAYSERİ/Akkışla
Aşağıdan birden:
"-Tutun bire, vurun bire!" Diye bir patırdı koptu.
"-Eyvah, beni tutmayalar !" dedim. İki kalktım bir hopladım, seksen ayak merdiveni birden atladım. Baktım beşyüz atlı asker. Nereye gidiyorsunuz? Dedim. Sıkbasan oğlu Hasan'ı aramaya dediler. Ben bundan birşey anlamadım bir daha sordum. Gene Sıkbasan oğlu Hasan'ı dediler. Neyse katıldım ben de onlara,vardık Edirne'ye Sıkbasanoğlu Hasan'ı tuttuk. Meğer o da pireymiş…
Bildim pireye, vardım Tire'ye,
Anam ve yeğenim, oradaki pireye…
Pire gelir çatur çutur,
Ev sahibi balta getir.
Bak şu pirenin işine
Halat bağladım dişine;
At hamalı şaştı, sırık hamalı şaştı,
Üsküdar'ın vapuru Beşiktaş'a yanaştı.
Tuttum pirenin birisini,
Kırdım ufağını irisini,
Dadağa sattım gerisini…
Gel gelmez misin, yol bilmez misin?
Bu işlere sen gülmez misin?
Tuttum pirenin irisini,
Çadır yaptım derisini.
Altmış adam altında sığınmadık mı?
Tuttum pirenin eşini,
Neler getirdi başıma:
Osekizbin baytaya çektirdim leşini!
Tuttum pirenin ağını,
Çektim çıkardım yağını
Doksan okka tartmadık mı?
Tuttum pirenin beyini
Sırtına kurduk düğünü
Atmış batman bağırsak yığını
Gidip pazar da satmadık mı?
Pireye vurdum paylanı,
Altından çektim kolanı
Dinleyin ağalar benim koca yalanı.
Pireye vurdum palanı
Kırdı kaçtı kolanı,
Sen de beğendin mi benim düzdüğüm yalanı?..
Kaynak: Mustafa AKPINAR 1320
KAYSERİ/Akkışla
Evvel zamanda iken, kalbur samanda iken az iken uz iken. Deve tersi toz iken.Kara tavuk kömürcü, saksağan berber iken. At ekmekçi, köpek dülger iken. Deve bez satan, horoz tellal iken. Tavuk saatçi eşek tuzcu iken. Koyun kayyum, keçi müezzin iken. Tilki simsar, kedi çuhadar iken. Anam eşikte, babam beşikte iken. Anam ağlar anamı sallardım. Babam ağlar babamı sallardım.Derken babam düştü beşikten, ben hopladım eşikten.Anam kaptı maşayı, babam çekti şişeyi. Yüklendiler sırtıma meşeyi. Dolandırdılar bana dört köşeyi.Anam kaptı yarmayı, ben ocaktan dolmayı. Dolapta koptu patırdı. Yoğurt üstüne atıldı. Aklım kaçtı kurtuldu.
Kaynak: Mustafa AKPINAR 1320
KAYSERİ/Akkışla
Çıktım tavan arasına bir kırık sandık buldum.Açtım baktım içinde: Bir kırık altın. Almayacaktım; ama aldım sarıdır diye. Ordan gittim Kayseri'ye bir kase yoğurt aldım. Durudur diye. Dokuyüz doksan testi su kattım kuyudur diye.Kurşunlu Camii'nin minarelerini cebime soktum. Darıdır diye. Nacağı aldık kapalı çarşıya daldım korudur diye. Kızılırmak'a girdim kıyıdır diye.Ortasına bastım kuyudur diye.Hunat Camii'nin duvarına dayandım. Yalıdır diye. Erciyes dağına bir tekme vurdum "Geri dur!" diye.Üçlük beşlik verdiler beğenmedim iridir diye. Reşat altını verdiler almadım.Sarıdır diye. Beni aldılar tımarhaneye götürdüler delidir diye.İki adam geldi şahitlik etti Veli oğlu Velidir diye.Tımarhaneyi dürdüm katladım, sırtladım halıdır diye.Beş on sopa vurdular yeridir diye.Beni padişaha bildirdiler delidir diye.
Padişahtan ferman çıktı: "Bırakın onu, eski huyudur diye."Fermanı aldım cadde boyu gidiyordum.Bir boz eşek gördüm peşine takıldım.Eşek bana bir tekme vurdu: " Geri dur!" Diye.
Kaynak: Ahmet EROĞLU 1312
KAYSERİ/Akkışla
Elim elim epenek
Elden çıktı kepenek
Kepeneğin yarısı
Bitli beyin karısı
At gider katır gider
Dedem yoğurt getirdi
Püsük burnun kesile
Minareden asıla
İçinde demir ocak
Demir ocak kilitli
Ömer’in başı bitli
Epenek epenek,
Elden çıkan kepenek
Kepeneğin ne sucu
Süleyman’ın papucu
İndim deve boyuna
Sürdüm Halep yoluna
Halep yolu can bazar
İçinde ayı gezer
Ayı beni korkuttu
Kulağımı sarkıttı
Salla sulla çek şunu
Kaynak : Alper ESER 1994
KAYSERİ/Merkez
Herkes yemek bekliyor,tencere boş tava boş
Koşlar misket arıyor, yumurtasız yuva boş
Ekilmemiş tarladan hasadı bekleyen çok
Dokuz çocuk sofrada sekizi aç, biri tok
Biz geçelim masala, kısmetten ötesi yok.
KAYSERİ/Merkez
Al Allah elimi
Zapdeyle deliyi
Yola revan oluyorlar
Nasıl gittiğini bilmez
Depelerden yel gibi
Derelerden sel gibi
Gonarak göçerek
Anam sütün içerek
Kaynak : Elmas DEMİREL 1933
KAYSERİ/Merkez
Bir varmış, bir yokmuş
Allah'ın deli kulu çokmuş
Bizden daha delisi yokmuş
Çok demesi pek günahmış
Yünü diktim kıla kattım
Kılı diktim, yüne kattım
Lokumu yiddim balı yuddum
Kaynak: Osman Akçalı
KAYSERİ/Merkez
Tellerden müezzin olmaz
Minareyi yıkar sesinen
Hizmetçiden hanım olmaz
Gurnayı kırar taşınan
Kaynak: Sabri Elgün 1925
KAYSERİ/Akkışla
Deh demeden yürüyen at
Buyurmadan tutan evlât
Bir de güzel oldu mu avrat
Ölüm neyine, gir oyna; çık oyna
Deh demeden yürümeyen at
Buyurmadan tutmayan evlât
Bir de çirkin oldu mu avrat
Ölüm neyine, gir ağla; çık ağa
Kaynak: Sabri Elgün 1925
KAYSERİ/Akkışla
Şu köşe kış köşesi
Şu köşe yaz köşesi
Ortasında su şişesi
Kaynak: Zeynep İdiz 1955
KAYSERİ/Akkışla
Koştum eve vardım: "Baban doğdu." Dediler. Kucağıma bir yumurta verdiler. Yumurta elimden düştü. İçinden kocaman bir horoz çıktı, sokağa kaçtı.
Kovalamaya başladım taş attım değemedi.Ceviz attım…Cevizden bir kocaman ağaç bitti.Üstündeki cevizleri düşüreyem diye taş attım, değmedi.Toprak attım ağacın başı tarla oldu.Kimi dedi: "Buğday ek." Kimi dedi:" Karpuz ek."
Karpuz ektim öyle karpuz verdi ki tarla.Develer taşıyamadı.Karşıma bir adam çıktı:"Karpuzundan versene." Dedi.Bir karpuz verdim bir ordu yedi, yarısı arttı…Ben de bir karpuz keseydim dedim. Keserken çakım içine kaçıverdi.Elimi soktum alamadım gözümü soktum göremedim.Kendim girdim yedisene aradım, bulamadım.Yedisene gezdim dolaştım sonunuda karpuzun kapısına ulaştım.
Vay anam karpuz, evin köyün yıkılası karpuz…Bir yanı sazlık samanlık, bir yanı tozluk dumanlık. Bir yanında demirciler demir döver, denk ile; bir yanında boyacılar boya yapar binbir çeşit renk ile.Bir yanında Türk devleti cenk eder top ile tüfek ile…
Kaynak: Ahmet EROĞLU 1312
KAYSERİ/Akkışla
Babamın dokuz arısı vardı: Sayar alırdı içeri sayar verirdi dışarı. Birgün baktım topal arı yok…Eve geldim, ahırdan çil horozu çektim. Boynuna kıldan başlığı vurdum üstüne bindim .Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi. Hamza Pehlivan gibi Gittim… Baktım bizim arıyı camız ile kağnıya koşmuşlar. Arının boynu yara olmuş. Dedim:" Bunu neden böyle yaptınız?" Dediler: "İncir yaprağını sür boynuna iyi olur."
Gittim incir yaprağı aramaya.
Kaynak: K.Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
For foradan, sür süreden Manisa'dan Tire'den, konaraktan göçerekten. Lâle sümbül biçerekten. Kahve sütün içerekten. Sulu yerde peynir ekmek, susuz yerde kavuun karpuz yiyerekten.Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Altı ay bir güz gittim… Bir de arkama dönüp baktım ki, bir arpa boyu yol gitmişim.
Kaynak: K.Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
Çıtır pıtır hanımın çıtı pıtı
Kızının çıt kırıldım çoçuğu olmuş
Çıtı pıtı hanım çıt kırıldım kızıyla
Çıtır pıtır annesine öğünmüş
Kaynak : Ümre ÇAM 1981
KAYSERİ/Merkez
Kelkik’te keklikler Kesmik’e dadanmışlar. Kelkitliler de Kesmik'teki kekliklerin etine dadanmışlar. Kelkit’e keklikler dadanmıyaydı. Kelkitliler de Kesmik'teki kekliklerin etine dadanmazlardı.
Bitmedik yavşan dibinde
Doğmadık davşan
Balağına rast geldik
İsa, attı vuramadı
Musa, attı vuramadı
Ben atınca, tak dedi, vurdum
Ve delik heybenin, gözüne koydum
Bir değirmene geldik
Oradan un öğüttük
Davşanın etini pişirdik
Baba susadım, dedim
Git çark evinden iç dedi
Çark evine elimi uzatınca
Dilki deliğine girdi
Çektim çıkardım, bir kağıt
Okudum bir yanı palan
Bir yanı kolan
Bu dediklerimin hepsi yalan
Kaynak : Mehmet KARADUMAN 1935
KAYSERİ/Akkışla
İnekten emzirdin
Hademeylen gezdirdin
Oğlunda ne hakkın var
Tapusunu üstüne yazdırdın
Kaynak : Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Cevizine koz
Tamamlandı söz
Kalkın gidin siz
Yatacağız biz
Kaynak : Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Var varadan, sür süreden
Amasya'dan çıktık
Siladan girdik
Üç arkadaştık severdik
Ne olduysa ayrıldık
Kaynak : Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Ya şundadır ya bunda
Keçek külak başında
Şu tarlaya bir şirik kekere mekere ekmişler. Karşı tarlaya da bir şirik kekere mekere ekmişler. Bu tarlaya ekilen bir şirik kekere mekereye boz ala başlı pis porsuk dadanmış. Hadi bak buraya gir sıraya çakte görsünler. Bir liraya çek çekler çekilsin, bonolar imzalansın, yolcular yerlerine biletler ellerine, konforlu jet yataklı mersedes saati saatine kalkar vallahi, yolcusunu bekleyemez.
Kaynak : Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Dise varsam, dimese küssem
…….
İyi insan ise, “kokmuş suya koy iç”
…….
Öd ağacından kaşık olur
Fasulye yimenin hakkı deel
……
O mo kara do
Zımba zımba beri do
……
-Gızım seni Ömer’e vereyim mi?
-İstemem babacım istemem
-Onun adı Ömer.
-Her gün beni döver
-İstemem babacığım istemem
-Gızım seni çobana vereyim mi?
-İstemem babacığım istemem
Onun adı çoban goyunları çohtur
Sağdırır bana istemem
-Gızım seni Engin’e vereyim mi?
-İsterim babacım isterim.
-Onun adı Engin
-O da benim dengim,
-İsterim babacığm isterim
Kaynak : Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Yağ satarım bal satarım.
Ustam ölmüş ben satarım
Ustam yükü ağırdır
Satsam on beş liradır
Zambah zumbah
Dön arhana iyi bah
Kaynak : Mehmet KARADUMAN 1935
KAYSERİ/Akkışla
Sarı çiçi
Çamaşır ipi
Gızdırma beni
Satarım seni
Kaynak : Mehmet KARADUMAN 1935
KAYSERİ/Akkışla
-Gomşu gomşu hu!
-Hu!
-Oğlun gızıma ne dimiş
-Ne dimiş ?
-Gel bu gece gaçalım dimiş?
-Hii.
Yedirdiğim ekmek, içirdiğim süt.
Hepsi de haram olsun çek git.
Kaynak : Mehmet KARADUMAN 1935
KAYSERİ/Akkışla
Karşıdaki dağlar
İçin için ağlar
Annesi ölmüş
Onun için ağlar
Uçurtma kanatlı
Kızlar elma yanaklı
Erkekleri sorarsan
Hepsi maymun suratlı
Kaynak : Durmuş KARADUMAN 1963
KAYSERİ/Akkışla
Evden çıktım
Âbime vardım
Âbim pilav pişirmiş
İçine sıçan düşürmüş
Bu sıçanı ne yapmalı
Minareden atmalı
Minarede bir kuş var
Kanadında gümüş var
Âbimin cebinde
Türlü türlü yemiş var
Kaynak : Durmuş KARADUMAN 1963
KAYSERİ/Akkışla
Çık çıkalım çardağa
Yem verelim ördeğe
Çiyak mıyah demeden
Ördek yemini yemeden
Attım vrdum çektim çıkardım
Fındır fıstık
Kadife yastık
Vallahi yenge
Ben yapmadım
Horoz yaptı
Al çık bal çık
Saydım sen çık
Kaynak : Durmuş KARADUMAN 1963
KAYSERİ/Akkışla
Ceviz adam
Şap şap şap
Kaşları keman
Gıy gıy gıy
Burnu uzun
Lu lu lu
Karnı davul
Güm güm güm
Kaynak : Durmuş KARADUMAN 1963
KAYSERİ/Akkışla
Allah’tan başlayalım
Şeytanı taşlayalım
1 can 2 can 3 can 4 can
5 can 6 can 7 can 8 can
9 can 10 can
Hacivat benim amcam
Karagöz benim dayım
Kaynak : Durmuş KARADUMAN 1963
KAYSERİ/Akkışla
İğne attım denize
Geliyor yüze yüze
Kız senin adın Pakize
Saat geliyor sekize
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
Kaynak : Ayşe KARADUMAN 1932
KAYSERİ/Akkışla
Kayseri’nin kazasında kazancılar çarşısında, Kara Kâzım’ın kızını kaçırmışlar. Kayseri Kapalı Çarışı esnafının hepsinin kapısına Kapalı Çarşı'dan alınan asma kiliti vurmuşlar. Kapalı Çarşı esnafı bu kapalı çarşıdan alınan ve kendilerini kiltleyen kiliti yapan Kapalı Çarşı Esnafına Çok kızmışlar. Kızı kaçıranı bularak Kapalı Çarşı Esnafını Kapalı Çarşıya koymuşlar.
Kaynak : Ayşe KARADUMAN 1932
KAYSERİ/Akkışla
Kambur Kadriye kavanozu kırdı
Kırdığını kırdığına katıp kaçtı
Kaynak : Ayşe KARADUMAN 1932
KAYSERİ/Akkışla
İdilik bidilik
Saçlar başlar kıvırık
Sen bu oyundan çıkınik
Kaynak : Ayşe KARADUMAN 1932
KAYSERİ/Akkışla
-Nereden geliyorsun?
-Zirzop Kalesi’nden
-Üstün neden yaş?
-Denizden geçtim
-Çok derin miydi?
-Kıyısında dolaştım
-Üstün başın neden beyaz ?
-Değirmenden geçtim
-Çok kalabalık mıydı?
-Çarkından işittim
-Akşam nerede idin ?
-Bey konağında
-Ne yedin?
-Koç
-Neresinden ?
-Hiç
-Nerede yattın ?
-Minarede
-Çok kaba mıydı?
-Kup kuru yerde
-Üstüne ne örttüler?
-Perde
-Sen uğrattın beni bu derde
Kaynak : Ayşe KARADUMAN 1932
KAYSERİ/Akkışla
Daldan dala atladım
Kara çiçek topladım
Çiçeklerim döküldü
Dere aldı götürdü
Dere boyu çalılık
Derede olur balık
Al çık bal çık
Sen bu oyundan çık
Kaynak : Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
Şu dağarda bal kabak
Açılır tabak tabak
Ne oldum dememeli
Sen işin sonuna bak
Kaynak : Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
Gıdı mıdı mahallesi
Ahçı dükkanı
Hor hor çeşmesi
Aynacıklar
Kemancıklar
Düz bayır
Bitli çayır
Kaynak : Ayşe ELGÜN 1938
KAYSERİ/Akkışla
Türkü mürkü
Ninemin eski kürkü
Bir çektim yırtıldı
Ninem dikmekten kurtuldu
Kar yağıyor karga bağırıyor
Anam çörek pişirmiş beni çağırıyor
Kaynak : Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Tahta tahta ben var
Uzun uzun şam var
Kalk öküze yem ver
Ben vermem sen ver
Ablam babama küstü
Cam elini kesti
Amcam yoğurt getirdi
Kedi burnunu batırdı
Kedinin burnunu kestiler
Minareye astılar
Minarenin kilidi
Akşam gelen cin miydi?
Amcamın oğu Musacık
Eli kolu kısacık
Çekil buradan topacık
Kaynak : Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
O piti piti
Karamela sepeti
Terazi lastik
Jimnastik
Biz size geldik bitlendik
Hamama gittik temizlendik
Dik dik dik temizlendik
Kaynak : Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
He sesi hü sesi
Ömer beyin kesesi
Alyoz balyoz
Seksen, doksan, yüz
Kaynak : Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Evelem, develem mevziyi
Kuvalam, gambel, miskil
Çengel is, tıs, tömbele tös
Deve bindim tombul
Soğa çoğu sopanın olu filfili çıktılı
Kaynak : Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Birem ikem konzem dökem
Saram sakız tamamı otuz
Kaynak : Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Karga karga gak dedi. Çık şu dala bak dedi. Çıktım baktım o dala. Bu karga ne budala. Karga fındık getirdi. Fare yedi bitirdi. Onu tuttu bir kedi. Miyav dedi av dadi. Karga uçtu gitti, dere tepe düz gitti. Altı ay bir güz gitti. Müjde alfabe bitti.
Kaynak : Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Üşüdüm üşüdüm
A benim canım üşüdüm
Kürkünü giy kürkün giy
A benim canım kürkünü giy
Kürküm yok kürküm yok
A benim canım kürküm yok
Alsana, alsana
A benim canım alsana
Kaynak : Hamet ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Karga karga gak dedi
Çık şu dala bak dedi
Hacinine kına döver
Ben bilirim kimi sever
Altın paşayı çardakta
Gümüş yüzük parmakta
Kaynak : Esik DUMAN 1924
KAYSERİ/Akkışla
Çık çıkalım çorbağa
yem verilim ördeğe
Ördek yemini yemeden
Gıyak mıyak demeden
Ak kıdı, mık kıdı
Çıkıtım çıkardım
Kaynak : Esik DUMAN 1924
KAYSERİ/Akkışla
Odun buldum kirpit yok
Kirbit buldum odun yok
Para buldum cüzdan yok
At buldum meydan yok
Meydan buldum at yok
Kaynak : Esik DUMAN 1924
KAYSERİ/Akkışla
Çocuktum ufacıktım
Top oynadım acıktım
Buldum yerde bir erik
Kaptı bir ala geyik
Kaçtı hemen ormânâ
Bindim bir ak doğana
Doğan yolu şaşırdı
Kaf Dağı’ndan aşırdı
Attı beni bir göle
Gölden çıktım bir çöle
Buldum çölde izini
Koştum tuttum dizini dedi ki:
Ey Türk Beyi!
Tanıdın mı geyiği?
Kimse beni bu devden
Alamazken; ancak sen
Kaya deldin dağ deldin
Geldin beni kurtardın
Ah ne imiş anladım
Sevincimden ağladım
Kaynak:Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
Leylek leylek havada
Yumurtası tavada
Gel bizim hayata
Hayatımız yıkıldı
Burnu bala dikildi
Kaynak : Süleyman Duman 1918
KAYSERİ/Akkışla
Eveleme geveleme
Deve kuşu kovalama
Kovalarsan yaralama
Şekerleri yuvalama
Sağdan girdi birisi
Bu oyunun perisi
Çorum’dan Van’dan
Kedi düştü damdan
Kaynak : Süleyman Duman 1918
KAYSERİ/Akkışla
Hu hu hu başı
Altın bilezik başı
Senin baban bey ise
Benimki de yüzbaşı
Yüzbaşının atları
Kıyır kıyır kişnerler
Neyin için kişnerler
Arpanın için kişnerler
Arpayı nereden alalım?
Deveciden alalım
Devecide yokmuş
Karıncada çokmuş
Birini vursam yatırsam
Elimi kana bulasam
Elimi nerede yıkayım
Akkışla’da yıkayım
Kaynak : Süleyman Duman 1918
KAYSERİ/Akkışla
O mo kadife
Kızın adı Latife
Kız oturmuş halı dokur
İçinde bülbül okur
O bülbül benim olsa
İki kardeşim olsa
Biri ay, biri yıldız
Hop çikolata, piyasa
Akşam yedik salata
Kaynak : Süleyman Duman 1918
KAYSERİ/Akkışla
O beti beti
Karalama sepeti
Çezgi çember
Miçgi amber
Çıkana sümbül
Doğan aya bülbül
Kaynak : Süleyman Duman 1918
KAYSERİ/Akkışla
Eller ala dana aldı alalandı
Bizde ala dana alalımda
Alalanalım mı?
Daldan dala atladım
Sarı çiçek topladım
Çiçeklerim döküldü
Dere aldı götürdü
Dere boyu çalılık
Derede olur balık
Oltamı attım
Balığı tuttum
Balık suya dalamaz
Ebe beni bulamaz
Kaynak : Kezban DUMAN 1949
KAYSERİ/Akkışla
Düya âlem söylemiş,
Yediler yemiş
Tilkiler demiş;
Parayla biter her iş.
Dediler:"Abdal,
Gitme burda kal."
Bana bir kız aldılar, nikah etiler.
Açtım bir duvak,
Baktım kıza
Sandımdı bir kabak.
Adamdan azma,
Dişleri benzerdi kazma
Ensesi telli
Kurbağaydı besbelli.
Sağlamdır yapısı
Sağlıkla oturası
Eksik olmasın bu fakirin parası
Elbette olurdu bir kaç çocuk anası…
Kaynak: K.Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
Var varanın sür sürenin
Çok baykuşu olur viranenin
Destursuz bağa girenin,
Hali yaman dediler…
Enteşten menteşten
Üç oğlan çıktı çirleşten(Meyve)
İkisi sallak mallak
Birinin gömleği yok çıplak.
Çıplak oğlanın çebinde üç kuruş buldum.Aldım çarşıya gittim.Bir karpuz satıyorlar ki mazı(Meşenin mevvesi, selvi kozalağı) kadar.Kaldırılmaz, koltuğa sığmaz.Karpuzu aldım, keserken çaktım içine kaçıverdi. Çakımı çıkarayım derken, kendim içine kaçtım.Karpuzur içinde başım kaldırdım, o yana bu yana bakarken, bir adam bana bir tokat vurdu.Kafam koptu.Odun pazarına soğan, sarımsak satmaya gitti.Ben de arkasından koştum.Kafama yetiştim.Orada: "Kafamsın!""Kafan değilim." Diye orada epey bir patırdı ettik. Sürdük,sürüştürdük, mürüştürdük.Kadının kapısında buluştuk.Baktık ki kadı evinde yok.Karşıdaki mercimek ağacına çıkmış mercimek topluyor.Kafamla oraya gittim.Kadı ağacın tepesinden bize bağırdı. Sesini güç duyduk. Dedi ki:
-Sizin davanız büyük dava…Kırk dabaka kağıt, kırk kuçak kamış kalem getirin!.. Sonra da kırk ayak merdiven bulun da ben buradan ineyim.
Gittik kırk dabaka kağıtla geldik.Kırk kucak kamış kalem getirdik…Kırk ayaklı merdiven aramaya gittik.Nihayet onu da bulup getirdik. Mercimeğin ağacına dayadık.Kadı inerken merdiven bir kırıldı.
Kadı öldü kafam da bana döndü.
Kaynak: K.Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
Çıktım yola tozuyarak, elimde bir ağaç çeltiği kazıyarak.Dağıldım yollara yerdeki çakıl, kum gibi.Gittim bir memlekete postu attım. Oracıkta bilmem kaç zaman gece ve gündüz yattım.Bakkal olsam kaldramam kantarı. Kasap olsam sallayamam satırı. Berber olsam eşin dostun hatırı…Oldum bir hamamcı.Elimde beş kuruş sermaye var. O geldi yıkadım. Bu geldi yıkadım.Eş geldi yıkadım. Dost geldi yıkadım.Beş kuruş sermaye bitti.Eşe dosta rezil rüsva olmaktansa dönüp baba memleketine gideyim dedim.Çıktım yola…Etrafta düzülü binlerce Zala. Zalalara sordum bu yol bizim eve gider mi. Onlar dediler: Gider. Ben gidere inandım. Mehtabı gökte sandım.Vurdum yola.Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim, gördüm bir tepede bir ışık yanar. Gökyüzü karışmış, bir alevgibi tutuşup yanar.Geldim tepenin başına.Baktım aşağısı bir düz ova. Ovanın ortasında bir saray, pırıl pırıl yanar.Gittim saraya baktım.Kırk ayak taş merdiven.Çıktım yukarı, büyük bir sofa. Sofanın köşesinde kırk siyah perde. Kırk siyah perdeyi açtım: Baktım bir hanım…Başında fesi, konuştukça açılırdı sesi. Güldükçe Başından çıkardı fesi. Bana bakar güler durur. Hanıma uzun uzun bakmışım.Gönlümü saçının teline takmışım.Bilinmez birlikte kaç zaman yakmışız.
Kaynak: Cennet BAYKARA 1924
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen Kasabası
Bindim çamlık tepesine çelik oynardım.Gördüm ki bir kız yatar.Pabucunu bir atar bir tutar. Kız dedi ki bana:"Baban dünyaya gelmiş"Oraya saldırdım, buraya saldırdım. Bir beşik buldum, verdim kıza, kızı yerden kaldırdım.Eve gittim.Babamı sarmışlar sarmalamışlar, otuz urgan, dokuz yorganla un çuvalı gibi bir halatla bağlamışlar. Evin münasip yerine dayaya koymuşlar.Annem dedi ki: "Kızım,babanı salla!" Ben de sallarken tıngır mıngır, kırk merdiven aşağı atladım.Annem gitti çeşmeye, babam gitti eşmeye.Ben gittim ağlayıp sızlayıp dertleşmeye. Elimde bir çuvaldız vardı, çuvalları diktim oturdum.
Bizim sıçanın kasası var,
Mor sümbüllü kesesi var.
Her dükkanda hissesi var,
Gidi kuzgun yörük sıçan…
Eğri büğrü yolları var.
Bizim evde beyleri var,
Tasvir tabanca belinde,
Dün akşam Kayseri yolunda,
Bir kaç kişiyi öldürmüş
Gidi kuzgun yörük sıçan
Tavanda tıngır mıngır,
Benzannettim halı dokur,
Yanık sesle Kur'an okur.
Gidi kuzgun yörük sıçan.
Kaynak: Şevket BAYKARA 1916
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen Kasabası
Nerden geliyorsun derviş?
Nedir bu geliş?
Var mıdır bir iş?
Nerden geliyorsun Abdal?
Sen burada kal.
Alalım sana bir ebru hilâl.
Zülüfler yaldız, benler yıldız,
Devlet tacı başında,
On üç ondört yaşında
Elinde yüzük, bakmalara yazık.
Öptüm ellerini çıktım yukarı
Üç otuzunda bir koca karı.
Burnunuda bir gözlük
Sümüğü sarkar, görenler korkar.
Koca karının kınası,
Tez zamanda bunayası.
Koca karının düzgünü
İçinden dışına vurmuş kızgını
Sağlıkla gelmeseydim, ben seni almasaydım.
Yolunda böyle baka kalmasaydım.
Kaynak: Şevket BAYKARA 1916
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen Kasabası
"Bir gün ben nişanlımı görmeye gitiştim. Bana: "Nişanlın kaçıyor" dediler.Koştum girdim bir sokağa.Rastladım bir duvağa.Duvağı kaldırdım:Karşıma bir kazma başlı, çapa dişli karı koca çıktı.Öyle korktum öyle korktum ki gerisin geriye koşmaya başladım.
Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim…Altı ay bir güz gitttim. Bir de baktım ki ne göreyim.Bir arpa boyu yol gitmişim.
Kaynak: Cennet BAYKARA 1924
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen Kasabası
Var varanın sür süreninn destursuz bağa girenin hali budur.Evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Develer tellal iken pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.Horoz şahin iken, serçe huma, karınca beylerin beyi iken… Hamamcının tası yok, külhancının baltası yok. Çarşıda bir adam gezer. Peştemalının ortası yok.
Biz üç kardeştik. Birimiz kör, birimiz topal, birimiz çolak…Babam Allah rahmet eylesin, pek erken öldü.Bize yalnız üç duvarı sağlam, bir duvarı yıkık bir ev ve çakmaksız bir tüfek, dipsiz bir kazan bıraktı.Bir gün hep birlikte ava gittik. Kör kardeşimiz birden:"Bak, bitmemiş bir ağacın dibinde, doğmamış bir tavşan yatıyor!" diye bağırdı. Hep gözlerimizi oraya diktik. Çolak kardeş tüfeği kapıp, nişan aldı.Kör kardeş de ateş etti. Topal kardeş koşup tavşanı getirdi. Böylece bitmemiş ormanın dibinde, doğmamış tavşanı, çakmaksız tüfeğimiz, çolak elimiz, kör gözümüzle; vurup, topal bacağımızla koşup yakalayarak eve getirip yüzdük. Dipsiz kazana koyup altını ateşledik. Ağzımızın suyunu akıtarak tavşanın pişmesini bekledik.
Çok yorulduğumuzdan, açıkmıştık. Beklemeye de sabrımız yoktu.Kazanın kapağını kaldırınca ne görelim?.. Tavşan ortadan kaybolmuş.Meğer tavşan kaçmış da üsteki kapağın haberi bile olmamış. Ellerimiz böğrümde kala kaldık.Hepimiz süt dökmüş kedi gibi kuyruğumuzu kıstırıp, süklüm büklüm yola koyulduk.Çare üstüne çare düşünüp çareler aradık.Sonunda bir çare düşünüp bulduk:"Şunun suyu ile yemenilerimizi boyayalım." Dedim. Hemen işe başladım; fakat su mu az geldi, yoksa ben mi çok sürdüm bilemem. Ne olduysa yemenimin birini yağlayınca, diğer yemenime yağ kalmadı.Sen misin beni yağsız bırakan deyip, öbür yemenim başını alıp gitti.Bana küstü. Derken ben de arkasından yola düştüm. Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim. Tam bir arpa boyu yol gitmişim ki yemenimin tekini çift süren bir ihtiyarın ayağında gördüm.Hey baba! Bu yemeni benimdir!.. Çiftçi yalvarırcasına yüzüme baktı:"Aman evlâdım" dedi, " bu yemeniyi benden al da, şu ekili tarla senin olsun…" diyerek, bir buğday tarlasnı gösterdi. Bir tek yemeniyle koca bir tarlanın bağışlanmasına pek memnun olarak, çiftçiye ben de yemeniyi bağışladığımı söyledim. Tarlanın bir köşesine gidip postu serip uyudum. Aradan günler, aylar geçti. Bizim buğday tarlası biçilmeye hazır oldu. Bir sabah erken kalkıp, yapayalnız bir koca tarlayı tek orakla nasıl biçeçeğimi düşünürken, birden karşıdan gözleriniden alev saçan bir kurt göründü. Bana doğru gelmeğe başladığını görünce, korkumdan elimdeki orağı sallayıp kurda doğru attım. Orağın sapı gidip, kurdun karnına gömüldü.Can acısından ne yapacağını şaşıran hayvan, tarlanın içinde dolanıp dönmeye başladı.
Kurt kaçtı, orak biçti. Kurt kaçtı orak biçti.Ben de korkumdan bir ağaca çıkıp seyrettim. Bir saatte kalmadan koca tarla dümdüz oldu.Kurt da bırakıp gitti. Tarlanın biçildiğine ne kadar sevindim, bir görseniz.Sonra birden başakların yığın edilmesi aklıma geldi.Ben günlerce çalışsam bunu beceremezdim. Hele bir sabah olsun diye, yatmaya gittim. Gece bir fırtına çıktı, bir fırtına çıktı.Sanki yeri göğe karıştıracaktı. Korkumdan bir sütleğen otuna tutundum.Birden sabah oldu. Fırtına dindi.Yerimden kalkıp da ne göreyim?Bizim tarladaki buğday başakları, değme çiftçinin yapamayacağı, bir ustalıkla harman olmamış mı?..Eh dedim!...Bir yardımcı bulup, harmanımı döveyim; ama lafımı bitirmemiştim ki karşıdan azgın, kocaman bir ayı göründü harmanın yanından bana doğru geliyordu. Yerden bir taş alıp belki korkuturum diye fırlattım. Taşı atmamla, alevin çıkması bir oldu. Meğerse attığım taş çakmak ayının dişi ise çeliktenmiş. Çıkan alev de bizim harmandanmış. Üç gün üç gece harmandaki alevin sönmesini bekledim.Sönünce külleri karıştırmağa başladım. Yalnız yarısı yanıp gerisi sağlam kalmış.Aradım aradım bu yükü kaldırabilecek ne bir deve ne bir fil ne de bir at bulamadım.Bula bula belinden yaralı bir karıncacık bulabildim.
Buğday tanesini karıncanın sırtına yükleyip, bizim meşhur eve götürdüm; fakat karıncanın sırtı yük taşımaktan fenalaşmıştı..Hayvancağızı böyle salıvermek günah olacaktı.ilaç aradım, taradım zar zor buldum.
Ağaç pek yüksekti.Üstüne çıkmağa üşendim, taşlmaya başladım; fakat tek ceviz düşüremedim.attıklarım da geri yere düşmüyordu. Merak edip, ağaca çıktım.Bir de ne göreyim? Ağacın üzerinde kocaman bir tarla varmış. Ne âlâ.Buraya karpuz ekerim, deyip çekirdek getirdim.Karpuz ektim. Çok beklemeden, öyle büyük karpuzlar oldu ki bir tanesini fil dahi götüremez.Hele kesip tadına bakayım deyip, bıçağı sapladım.Bıçak gitti, elim gitti, kolum gitti,sonunda ben de gittim karpuzun içine… Yedi yıl aradım bulamadım.Evin köyün yıkılası karpuz. Bir yanında sazlık, samanlık, bir yanında tozluk dumanlık.Bir yanında demirciler demir döver denk ile… Bir yanında Türkiye cenk eder top ile tüfek ile… Bir at aldım bindim, dorudur diye, bir tekme vurdu,"Geri dur!" diye. Çifte minareleri belime doladım brudur diye…Bir baktım adamcağızın biri:"Bir deve kaybettim, bulan var mı?" diye bağırır durur.Adama yaklaştım: "Amca, ben de bir bıçak kaybettim görmedin mi?"Adam bu sözümün üzerine bir kızdı ki bana bir tokat sallamadan yanından kaçtım.
Opeşimden hâlâ söyleniyordu.: "Ben koskoca deveeyi bulamıyorum da o benden bıçağı soruyor!"Meğerse burası başka bir dünya imiş. Korkumdan hemen geri döndüm; fakat orda bıraktığım çeket ve ayakkabım beni sorguya çektiler. Orası başka dünya olduğu için, karpuzlar okadar büyümüş okadar büyümüş; kolları okadar uzamış okadar uzamış kti bir tanesi de orada bulunan büyük bir ırmağa köprü olmuştu. Benim bu dalgınlığımdan kızmış olacaklar ki: "Kimsin, necisin, söylesene ey insanoğlu?.. diye bağıran çeketimle ayakkabıma kızdım: "Ey size ne oluyor be! Size ne oluyor?" diyerek karpuzları kökünden çekmeye başladım; fakat ne göreyim, köprüden geçen insanlar, hep nehre yuvarlanmamışlar mı? Tuhaf!.. Suya atladım, bir kaçını kurtarayım derken, beni koskoca bir balık yutmasın mı? "Aman!" diye ağlamaya başlamıştım ki birden gözlerimi açtım. Sıcak havanın etkisiyle uyuyukaldığım deniz kıyısından yuvarlanıp suya düşmemiş miyim? Bu sırada suya düşen kâğıt gözüme ilişti. Hemen açıp okudum: "Falan falan falan; söylediklerimin hepsi yalan…"
Kaynak: Cennet BAYKARA 1924
KAYSERİ/Akkışla/Gömürgen Kasabası
Eke teke
Sen gül teke
Çayır çimen nal mıh
Gel kurtul çık
Kaynak : Kezban DUMAN 1949
KAYSERİ/Akkışla
Ebe ebe gel bize
Uzaktan vur elimize
Eğer vurmazsan bize
Ebesin ebe
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7
Bunu sana kim dedi?
Diyen dedi 17
Yağı böreği kim yedi?
Kaynak : Kezban DUMAN 1949
KAYSERİ/Akkışla
Allı kiraz
Ballı kiraz
Bana gel biraz
Kiraz vakti geçti
Gel beraber oynayalım
Eşim seni seçti
Kaynak : Kezban DUMAN 1949
KAYSERİ/Akkışla
Vah vah babalık
Ne kötü şu hastalık
Yattın gittin yatağa
Hasret kaldın sokağa
Acı acı ilaçlar
İğneler, tozlar, haplar
Tuzsuz çorba iç bol bol
Aman çabuk iyi ol
Kaynak : Kezban DUMAN 1949
KAYSERİ/Akkışla
Keçilerin inatçısı
Suya düşer boğulur
İnsanların inatçısı
Kimbilir ne olur
Karınca karınca
Dükkana varınca
Dükkandan üzüm alınca
Ellere verince
Ellere haram olsun
Yengeme helâl olsun
Kaynak : Kezban DUMAN 1949
KAYSERİ/Akkışla
Yarım kilo etli
Kapısı kilitli
Üniversiteyi bitirmiş
Anasını babasını yitirmiş
Taksiyi getirmiş
Gelini götürmüş
Kaynak : Yusuf BOZDOĞAN Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
-Adın ne?
-Muallâ
-Yaşın kaç?
-On sekiz
-Eviniz nerede?
-Köşe başında
-Bizimki de yan başında
-Sevdiğin yemek?
-Ceviz içi
-Bindiğin araba?
-Üçyüz iki
Kaynak : Yusuf BOZDOĞAN Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Yataklar yün idi
Gelinler bön idi
Yataklar pamuk oldu
Gelinler fındık oldu
Erkekler kılıbık oldu
Kaynak : Halil BOZDOĞAN Yaş: 56
KAYSERİ/Akkışla
Kösem kösem
Acından öldü desem
Ağızları bulamaçlı kösem
Dondu da öldü desem
Ayakları köstekli kösem
Kahraman Maraş Göllüce
Kaynak : Yusuf BOZDOĞAN Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Ocak başında kuyu
Kuyunun içinde suyu
Suyun içinde yılan
Yılanın ağzında mercan
Kaynak : Yusuf BOZDOĞAN Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Bir karı ile bir koca
Mırmır eder her gece
-Karı der ki:
-Hey koca
-Acep İstanbul nice?
-İstanbul bucak bucak
-Çevresi mermer ocak
-İçinde bir sandıcak
-İçi dolu boncucak
Kaynak : Halil BOZDOĞAN Yaş: 56
KAYSERİ/Akkışla
Dağdan gelir takla makla
Aman anne beni sakla
Ne nohut ne bakla
Kaynak : Yusuf BOZDOĞAN Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Tavada kaygana pişmez
Tasası sana düşmez
Baklalar fasıl oldu
Bu işler nasıl oldu
Kaynak : Celil ALDEMİR Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Damına dik söğüdü
Kendine ver öğüdü
Dere bağdan bağım yok
Senin ile iddiam yok
Kaynak : Celil ALDEMİR Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Kabının kalayına bak
İşinin kolayına bak
Dağdan indi bir tırtır
Yaprakları yedi kıtır kıtır
Pir tırtır hain tırtır
Niye yedin yaprakları kıtır kıtır
Kaynak : Celil ALDEMİR Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Dört takı takı
İki bakı bakı
Bir dinki dinki
İki finki finki
Kaynak : Celil ALDEMİR Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Çam ağacını oyarlar,
İçine tinton koyarlar
Ağlama tinton ağlama
Şimdi kulağını burarlar
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş:8
KAYSERİ/Akkışla
Kat ekmek
Ondan pişer bir yemek
Yemeği yedim
Daha yok mu dedim,
Annem beni haşladı
Kar yağmağa başladı
Gittim karda ağladım
Boynuma atkı bağladım
Altına kurdum bir dam
Yaptım kardan bir adam
Arkadaşlar toplandık
Kar topu yapıp oynadık.
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş:8
KAYSERİ/Akkışla
Kaplu kaplu boğalar
Kanatlanmış uçmaya
Kertenkele dirilmiş
Kırım suyun geçmeye
Bir karınca devenin
Tapmiş oğlunu ezmiş
Bir budunu götürmüş
Bir yan edip yemeye
Kelebek ok yay almış
Ava çıkmış dağlara
Geyikleri ürkütmüş
Dönüp ister kaçmağa
Kaynak : Hamıs ÖRT Yaş: 34
KAYSERİ/Akkışla
Asma yıkıldı
Suyu sıkıldı
Benim kara köpeğin
Canı sıkıldı
Kaynak : İbrahim ALATAŞ Yaş: 44
KAYSERİ/Akkışla
Al dereden bul dereden
Nine fakir, çember çürük
Sana üfürük
Bana tükürük
Kaynak : Rabia DUMAN Yaş: 39
KAYSERİ/Merkez
Dört derede dört deve
Dört dereden
Dört deveyi mi getirmeli?
Dört deveden
Dört dereyi mi getirmeli?
Dört deveyi
Dört dereye mi götürmeli?
Kaynak : Hamıs ÖRT Yaş: 34
KAYSERİ/Akkışla
Dam üstünde gelincik
Yârim geldi incecik
Yârim geldi gelecek
Eğer yârim gelmezse
Bu aşk hemen bitecek
Kaynak : Hamıs ÖRT Yaş: 34
KAYSERİ/Akkışla
Bağ başka bahçe başka
(üç defa hızlı söylenecek)
Şemsi Şinasi’nin şapkasını
Şâpir şâpir şapırdattı. Şapka
şap deyip denize uçtu.
Kaynak : İbrahim ALATAŞ Yaş: 44
KAYSERİ/Akkışla
A telli durna
Yeşilli durna
Soğuk suda kanatları
Büzülür büzülür
Sıcak suda kanatları
Açılır açılır
Aslanım kaplanım
Kimi kapacaksan kap bakalım
Kaynak : İbrahim ALATAŞ Yaş: 44
KAYSERİ/Akkışla
Olmayan kendine nefsine hakim
Bir gün olur lazım olur hakim
Ben beni bildim bileli,
Babam bana
Bir kere evladım demedi
Kaynak : İbrahim ALATAŞ Yaş: 44
KAYSERİ/Akkışla
Kutu kutu pense
Elmalar yense
Arkadaşım Azize
Arkasını dönse
-Yerde ne var?
-Yer boncuk
-Gökte ne var?
-Gök boncuk
-Anneyin adı ne?
-Ayşecik
-Kaldır beni hobbacık
Kaynak : İbrahim ALATAŞ Yaş: 44
KAYSERİ/Akkışla
Havada uçar kırlangıç
Kanadı kılıç kılıç
Ahmet ile Ayşe’yi ayıran
Kan kussun avuç avuç
Tirenin penceresi
İçinin çerçevesi
Beni sevmeyen
Bulaşık tenceresi
Anan tut, baban şalgam
Ne idiğim belli senin
Disem varsam dimese küssem
Kaynak : Zeynep ALATAŞ Yaş: 62
KAYSERİ/Akkışla
Aç kapıyı bezirgan başı!
Kapı hakkın ne verirsin?
Arkamdaki yadigâr olsun!
Top top kadife
Kızın adı Hanife
Kız oturmuş halı dokur
Önünde bülbül okur
Kaynak : Zeynep ALATAŞ Yaş: 62
KAYSERİ/Akkışla
Hekâ hekmiş, çamura çökmüş
Çektiydim kuyruğu kopmuş
Ekincinin tarlasına
Karamaz’ın kuyusuna
Sellice bir yağmur
Ver Allah’ım ver
Kaynak : Hanifi KARACA Yaş: 34
KAYSERİ/Akkışla
Sen kapı gıcırdatıcılarından mısın?
Yoksa kıvılcım sıçratıcılarından mısın?
Kaynak : Hanifi KARACA Yaş: 34
KAYSERİ/Akkışla
Bir varmış bir yokmuş
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Deve tellal iken
İki hamam içinde
Hamamcının tası yok
Külhancının baltası yok
Koca karılar hamama gider
Koltuğunda bohçası yok
Kaynak : Kezban TUTAL 1317
KAYSERİ/Akkışla
Hancılar handa
Yetmiş iki zorba ile
Bir manda yedik içtik
Dişimizin dibi et görmedi
Bereket versin Hacı Cambaza
Bize at verdi, dut diye
At bize tekme vurdu
Geri dur diye
Kaynak : Kezban TUTAL 1317
KAYSERİ/Akkışla
Masalda söylenenin adı
Söylemekle çıkar bunun tadı
Her kim dinlemezse
Hakkında gelsin Kambur Kadı
Kaynak : Kezban TUTAL 1317
KAYSERİ/Akkışla
Asmalarda olur üzüm
Sen mi geldin iki gözüm
İstemeye olsun yüzüm
Vermez isen çıksın gözün
Kaynak : Zeynep ALATAŞ Yaş: 62
KAYSERİ/Akkışla
Ak kız kara kız
Saçlarını tara kız
Eğer baban vermezse
Der bohçanı kaçak kız
Kaynak : Bekir İNCEKIZ Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Keşkekçinin keşkelenmemiş keşkek kepçesi
Kaynak : Bekir İNCEKIZ Yaş: 54
KAYSERİ/Akkışla
Daldan dala atladım
Sarı çiçek topladım
Çiçeklerim döküldü
Dere aldı götürdü
Dere de olur balık
Oltayı attım
Balığı tuttum
Balık suya dalamaz
Ebe beni bulamaz
Kaynak : Duran İNCEKIZ Yaş: 50
KAYSERİ/Akkışla
Gâvurun oğlu
Boylu mu boylu
Kürkünü giymiş
Tüylümü tüylü
Astığı astık
Kestiği kestik
Apışıp kalmış
Mustafa Mıstık
Kaynak : Zeynep ALATAŞ Yaş: 62
KAYSERİ/Akkışla
Domuzun dölü
Deli mi deli
Curnal yazıyor
Akşam üzeri
Yazdığı yazdık
Çizdiği çizdik
Bir uzun âdem
Kafası bızdık
Kaynak : Abdullah AYDIN Yaş: 60
KAYSERİ/Akkışla
Köpeğin piçi
Avcı mı avcı
Bir tüfek almış
Burnumda ucu
Attığı attık
Tuttuğu tuttuk
İki mum yaktık
Seyrine baktık
Kaynak : Abdullah AYDIN Yaş: 60
KAYSERİ/Akkışla
O piti piti
Karemala sepeti
Terazi lastik, cimlastik
Biz size gittik bitlendik
Hamama gittik temizlendik
Ooo ..... bitli, Ooo...... bitli
Mustafa mıstık
Arabaya kısdık
Üç mum yaktık
Seyrine baktık
Kaynak : Hüsne TÜRKOĞLU
KAYSERİ/Akkışla
Babam yoğurt getirdi
Bebek yedi bitirdi
Minik seni tutarım
Yanağını okşarım
Kaynak : Hüsne TÜRKOĞLU Yaş: 56
KAYSERİ/Akkışla
Evimizin kilidi
Kapıya gelen kimdi
Çok sevdiğim ninemdi
Bastonu elindeydi
Kardeşimin bir topu var
Yumuşacık yuvarlak
Bir de çekici var
Bak vuruyor yavrucak
Kaynak : Zeynep ALATAŞ Yaş: 62
KAYSERİ/Akkışla
Borazanı var düt düt diye
Öttürürde öttürür
Bazen de e e yapıp
Herkesi güldürür
Kaynak : Zeynep ALATAŞ Yaş: 62
KAYSERİ/Akkışla
Madımânâg ince darak
Eve varak yaprak yiyek
Hocaya varak şaplak yiyek
İzleme dedim izledi
Hep yolumu gözledi
Taklidimi yaptı kızmadım
Morelimi bozmadım
Tıkır tıkır atar
Bunu herkes satar
Su içmeyi sevmez
Tam zamanında çalar
Kaynak : Feride ELGÜN Yaş: 72
KAYSERİ/Akkışla
Gözlerindeki sözler,
Sözlerindeki gözler
Gözlerindeki sözleri
Dudakların anlatmıyor
Kaynak : Feride ELGÜN Yaş: 72
KAYSERİ/Akkışla
Leylek leylek lekirdek
Hani bana çekirdek
Çekirdeğin içi yok
Koca kızın saçı yok
Kaynak : Feride ELGÜN Yaş: 72
KAYSERİ/Akkışla
Çürük çürük cümene
Cücük gitti imene
Cümen başı çekilmiş
Altın küpe takılmış
Hop hop hop
Gel sıyrılıp kop
Tilki tuttuk
Kapana da koyduk
Ava gidiyoruz
Çatlasa da patlasa da konuşmuyoruz
Kaynak : Refik BOZDOĞAN Yaş: 55
KAYSERİ/Akkışla
Kara tavuk
Karını yarık
Suya düştü
Su bulanık
Ekmek ettim
Ardı yanık
Gelsin gitsin
Kara tavuk
Kaynak : Refik BOZDOĞAN Yaş: 55
KAYSERİ/Akkışla
Ooo eveleme develeme
Deve kuşu kovalama
Çengi çember
Mis gibi amber
Lep be a çocuk
Sana dedim sencik
Bana dedim bencik
Çık ortaya çık
Yalancı kancık
Kaynak : Mustafa AKPINAR 1320
KAYSERİ/Akkışla
Pireler berber iken
Kimse tıraş olamazmış
Taş ne kadar kaynasa
Yine aş olmazmış
Alında bıyık bitmez
Çenede kaş olmazmış
Kim demiş ki
Seçilen pirinçte taş olmazmış
Köstebek kanat taksa
Yine de kuş olmazmış
Gerçekleri görmeyen gözlerde
Yaş olmazmış
Çok söz ufak darıdır
Az söz yiğit kârıdır
Sözü kısa tutalım,
Uzun söz hoş olmazmış...
Dost olanı darıltır
Kaynak : Mustafa AKPINAR 1320
KAYSERİ/Akkışla
Ben ninemin beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
El dedemin kaşığını
Her lokmada kollar iken
Bir baktım ki
Bahçeden içeriye dalmışlar
Benim olan herşeyi
Birer birer çalmışlar...
Kuyudan kurbamı
Önümdem çorbamı
Sırtımdan urbamı almışlar
Kalanları kurtarayım diyerek
Saman ile doldurmuşum torbamı...
Kaynak : Melek EROĞLU 1318
KAYSERİ/Akkışla
Keşke sallamasaydım
Ninemin beşiğini
Düşman uyumaz
Çalarlar evinin eşiğini...
Yeşil olmalı, al olmalı
Masallar masal olmalı...
Her masalda bir ibret var
Gerçeği misal olmalı
Tiridine banmayalım masalların
Çatal batıralım etine
Neden onlar ersin muradına da
Biz çıkalım kerevetine...
Kaynak : Melek EROĞLU 1318
KAYSERİ/Akkışla
Bir varmış bir yokmuş
Kalebeği arı sokmuş...
Davul gibi şişi vermiş
Kelebeğin kanadı
Yine de geçmemiş
Arının inadı...
Islık çalmış seheryeli
Arı bala koşmuş ...
Dal dallanmış
Bal ballanmış...
Yolcu almış heybesini yollanmış...
Bir yol var gama gider
Bir yol var Şam’a gider
Karınca bu yürüyüşle
Ancak akşama gider...
Akşam olur, sabah olur,
Aşık dilinde ah olur...
Çok söz hata yaptırır
Yalan sözler günah olur...
Yerinde durmayı
Deminde susmayı akledelim
En iyisi biz bu masalı
Bildiğimiz gibi nakledelim...
Kaynak : K.Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
Etekleri pile pile
Saçları lüle lüle
Doktor bana ne dedi
Beş yumurta ye, dedi
Beş yumurta yemedim
Ay karnım ay başım
Ölüyorum arkadaşım
Kaynak : Refik BOZDOĞAN Yaş: 55
KAYSERİ/Akkışla
Bacadan bakan midine göz
Biri kara biri boz
Bindim bozun üstüne
Sürdüm Halep yoluna
Halep yolu Şam pazar
İçinde ayı gezer
Ayı beni korkuttu
Kulağımı sarkıttı
Salla şunu çek şunu
Kaynak : Refik BOZDOĞAN Yaş: 55
KAYSERİ/Akkışla
Dünyamız yuvarlaktır
Fakat ay ondan parlaktır
Em emelek süt içerek
Göster bana bir renk
Kaynak : Refik BOZDOĞAN Yaş: 55
KAYSERİ/Akkışla
O yalan bu yalan
Deveyi yuttu bir yılan
Eşeğe binip de
Deveyi kucağına alan
Camızım heybeden düştü
Buda mı yalan?
Kaynak : Bayram ALİ KARADUMAN 1926
KAYSERİ/Akkışla
Karıncaya vurdum palanı
Kırk yerinden bağadım kolonu
Evvel zaman içinde
Ben öyle bir kabadayı idim ki
Karıncaya biner,
Deveyi kucağıma alırdım
Tophane güllerini
Leblebi diye yutar
Minareleri boru diye
Belime sokardım
Kaynak : Bayram ALİ KARADUMAN 1926
KAYSERİ/Akkışla
Bir tabak aşım olsa
İki kardeşim olsa
Biri oğan biri kız
Bir ay biri yıldız
Bayrak yapsam taşıma
Toprağıma aşıma
Develer tellal iken
Horoz berber iken
Devecinin tası yok
Meydancının fesi yok
Meydan da bir kadın gördüm
Paştamalın ortası yok
Sordum kadın adın ne?
Eğildim baktım damına
Yanı sazlık samanlık
Bir yanı tozluk dumanlık
Bir yanı da harman
Bomboş yatıyor
Kaynak : Refik BOZDOĞAN Yaş: 55
KAYSERİ/Akkışla
Ellem bellem
Şimşir gallem
Horoz öttü
Tavuk tepti
Bülbül kızına
Selam gitti
Ne zaman gitti?
Yazın gitti
Yazılası büzülesi
Gırk ipe dizilesi
Tas tus var gel kus
Kaynak : Refik BOZDOĞAN Yaş: 55
KAYSERİ/Akkışla
Pireli peynirli perhizli
Pireler tepelerse pireli
Peynirli de pır pır
Pervaz ederler
Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Az iken uz iken
Dere pisliği kaz iken
Kara tavuk kömürcü saksağan
Berber iken
At ekmekçi, köpek dülger
Horoz saatçi, eşek tuzcu
Cinler cirit oynarken
Anam eşikte babam beşikte iken
Anam ağlar anamı sallardım
Babam ağlar babamı sallardım
Derken babam düştü beşikten
Ben hopladım eşikten
Anam kaptı maşayı
Babam kaptı meşeyi
Dolandım dört bir köşeyi
Buldu bir fare deliği
Attım kendimi içeri
Az gittim uz gittim
Bir altı ay bir güz gittim
Bir de baktım ne göreyim
Bir arpa boyu yol gitmişim
En iyisi
Bu fare deliğinden çıkayım dedim
Çıktım bir de ne göreyim
Anam kaptı yarmayı
Dolapta koptu patırtı
Yoğurt üstüme atıldı
Aklım uçtu ben kurtuldum
Kaynak : Bayram ALİ KARADUMAN 1926
KAYSERİ/Akkışla
Patlıcan patlıcan
Patlıcan senin kocan
Biberler biberler
Topkapıda inerler
Elimi kestim, kan çıktı
Kavunu kestim, bal çıktı
Kız senin kocan kel çıktı
Yok yok kayıkçı
Aman çabuk kayıkçı
Evde benim etim var
Bir yaramaz kedim var
Kedim eti yerse
Anam beni döverse
Vay başıma hay başıma
Ebe ebe gümeci
Ver elini cebeci
Doktorların ilâcı ebe gümeci
Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Biren biren
Hiken hiken
Ayva diken
Saran sekiz
Soran dokuz
Kamçılı ballı
Kara domuz
Al çık balçık
Sana dedim
Sen çık
Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Alaylar alaylar bizim alaylar
Düğünde çekerler halaylar
Buyurun içeri işte saraylar
Güzellere kavuştuk
Biz bu yerlerden uçtuk
Kaynak : Hasan ALATAŞ 1927
KAYSERİ/Akkışla
Ah poşullar poşullar
Bu çeşmeler bu sular
Yârim, zülfünü yumuş
Miskle kokar bu sular
Kaynak : Hasan ALATAŞ 1927
KAYSERİ/Akkışla
Aaa o asma
Baba basma
Se se sümbül
Menekşe gül
Yemesi zül
Kaynak : Hasan ALATAŞ 1927
KAYSERİ/Akkışla
Horoz öttü
Tavuk tepti
Kadın kıza selam etti
Al çık morcuk
Sana dedim sen çık
Kaynak : Hasan ALATAŞ 1927
KAYSERİ/Akkışla
Has has hasatane
Hasataneden sana ne
Hastane olmuş hasta
Çorbası bekler tasta
Çorbayı içti kedi
Annem sana ne dedi?
Sıkı giyin kalma aç
Kışın hastalıkltan kaç
Kaynak : Hasan ALATAŞ 1927
KAYSERİ/Akkışla
Bu tarlaya bi çinik kekire mekire ekilmiş. Diğer tarlaya da bi çinik kekire mekire ekilmiş. Bu tarlaya ekilen bi çinik kekire mekireye boz tüylü boz ala boz başlı boz pis porsuk dadanmış. Diğer tarlaya ekilen bi çinik kekire mekireye de boz tüylü boz ala boz başlı boz pis porsuk dadanmış. Bu tarlaya ekilen bi çinik kekire mekireye dadanan boz tüylü boz ala boz başlı boz pis porsuk. Diğer tarlaya ekilen bi çinik kekire mekireye dadanan boz tüylü boz ala boz başlı boz pis porsuğa demiş ki:
-Sen ne zamandan beri bu tarlaya ekilen bi çinik kekire mekireye dadanan boz tüylü boz ala boz başlı boz pis porsuksun.?
O da demişki :
-Sen ne zamandan beri diğer tarlaya ekilen bi çinik kekire mekireye dadanan boz tüylü boz ala boz başlı boz pis porsuksan ben de o zamandan beri bu tarlaya ekilen bi çinik kekire mekireye dadanan boz tüylü boz ala başlı boz pis porsuğum. Demiş.
Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Derviş, ne demiş ne dememiş
Demiş demiş diyememiş
Sana vermiş
Bana vermemiş.
Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Bir bacada gıdık eti
Diğer bacada gudik eti
Gıdiye gittim gıdiye yedim
Gudiya gittim gudiye yedim
Karnım doymadı
Daha yok mu dedim?
Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Oya'nın Oya'da oyası varmış
Oya Oyadan oyasını almaya gelmiş
Oya Oya'nın oyasını vermeyince
Oya oyanın oyasını almış
Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Kar yağıyor karga begiriyor
Anam çörek bişirmiş seni çağırıyor
Bir, iki, üç ebelik çok güç
Sonra dört, beş,
Haydi kardeş altıya geç
Yediyle sekiz bilgide tekiz
Dokuzla, on oyuna kon
Herkes yemek bekliyor,
Tencere boş tava boş
Kuşlar misket arıyor
Yumurtasız yava boş
Ekilmemiş tarlada
Hasadı bekleyen çok
Dokuz çocuk sofrada
Sekizi ana biri tek
Biz geçelim masala
Kısmetten ötesi yok
Sen seni bil, sen seni
Bilsen seni, bilsen seni Sen seni bilmezsen Patlatırlar enseni Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Aç çık, kaç çık Kara kedi mum mum Aşi maşi televizyon İnekli dağar minekli bağar İnek mi zannettin hey, Birine mi benzettin Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
Nuri attı bir taş Bir cam gırdı bir taş Bu Nuri’yi ne yapmalı? Merdivenden atmalı Tıngır mıngır düşerken Arkasından gülmeli Kaynak : Cennet KARAASLAN Yaş: 53
KAYSERİ/Akkışla
-Açıl kilidim açıl? -Açılmam -Kilit nerede? -Suya düştü
-Su nerede?
-İnek içti
-İnek nerede?
-Dağa kaçtı
-Dağ nerede?
-Yandı bitti kül oldu
-Külünü ne yaptın?
-Kınaya verdim
-Kınayı ne yaptın?
-Sakalıma çaldım
-Oy köse sakalım
-Vay köse sakalım
Kayrak:Murat YURDUSEV 1328
KAYSERİ/Akkışla
Bir varmış bir yokmuş
Evvel zaman içinde Kalbur saman içinde Cinler cirit oynar iken Eski hamam içinde Develer tellal Pireler berber iken Ben annemin beşiğini Tıngır mıngır sallar iken Anam düştü beşikten Babam geçti eşikten Anam kaptı maşayı Babam tuttu meşeyi Dolandırdılar beni Dört bir köşeyi Az gittik uz gittik
Dere tepe düz gittik. Birde dönüp baktık ki Bi iğneni boyunca Çuvaldızın enince Yol gitmişiz Gide gide İstanbul şehrine vardım Yeni Cami’nin Duvarlarına yaslandım Yalıdır diye Kubbelerini cebime attım Darıdır diye Minarelerini belime soktum Borudur diye
Beni tımarhaneye attılar
Delidir diye
Padişahtan emir geldi
Bırakın, o onun
Eski huyudur diye
Fermanı aldım yollara düştüm
Yolda bir boyalı eşek gördüm
Yanına vardım
Sarıdır diye
Eşek bana bir tekme vurdu
Geri dur diye
O tekmeyi yiyince
Ah anam deyince...
Aklım başıma geldi
Önüme düşen
Bana yol ve yer gösteren yeldi
Bindim yele
İndim göle
Kurbağalara selam verip oturdum
Arkamı taşa vurdum.
Biraz acıdı
Yerde garnım sancıdı
Bir de baktım balıklar
Gölde hoplayıp zıplıyorlar
Misafir oldum
Bol bol Havyarından yedim
Bıraktım eyvallah deyip geldim.
Kayrak: K. Mehmet KARADUMAN 1335
KAYSERİ/Akkışla
Birem birem
İkem ikem
Kamçı boylu kara titken
Ebem aldı
Elma yedi
Saren sekiz
Varan dokuz
Kurt ebiç
Eli kara, yüzü kura
Çek bire gözü kara
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Tahta tahta tebeşir
Anan baban kumaşır
Kumaşırın adları
Kikir kikir kikreşir
Ne diye kikreşir
Arpa diye kikreşir
Arpayı nereden alalım
Satıcıdan alalyım
Satıcıda yokmuş
Karıncada çokmuş
Cıncı çık karaböcük
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Çık çıkhanım çardağa
Yem verelim ördeğe
Ördek başını kaldırdı
Ayvaları çaldırdı
Ayvacı lefter
Çık boynunu göster
Yarin geldi çevreyi ister
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Sıra hendekler
Bu hendeği kim bekler
Ergene yol vermiyor
Şu sakallı köpekler
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Ol hanım geldi, şol hanım geldi
Balaban bakışlı, keklik sekişli
Narin turuncu mısır pirinci
Kızların genci öldüm bayıldım
Güldüm ayıldım
Eller alası berber aynası
Bel tabancası, kulluk sopası
Dere karpuzu, gül gül gülüstanda
Aforoz hanım
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Anam tut, babam şalgam
Ne idiğin belli senin
Tencere yuvarlanır
Kapağını bulur
Fışkı yuvarlanır topağını bulur
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Kayseri’dir dedikleri
Mantıdır yedikleri
Çok hoşuma gidiyor
Nörüyon lan dedikleri
Hiç su olur akmaz mı?
Ateş olur yakmaz mı?
Tutalım sultan oldun
Sultan kula bakmaz mı?
İskender
Eski minder
Yüzünü dönder
Helebe gönder Sevim GÜN’ün Evlenme Merasimi
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Çarşıdan bir top bez aldım
Saydım saydım yirmi
Keloğanın zenciri
Top top çıkar inciri
Tacına hooo!
Karanfil hooo!....
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Çamçalı gelin can ister
Dünya alem un ister
Un verenin kızı olsun
Tuz verenin oğlu olsun
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Kırk gün yağmur yağsın
Elli gün çamur olsun
Gobekli harman olsun
Koca öküz kurban olsun
Gökten uçan kıralın
Yelesi kat kat olsun
Kaynak: Gani TOSUN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Ebe ebe nesi var
Yedi delikli taşı var
Taşının içinde nesi var
Sırma saçlı kızı var
Kızının ne suçu var
İki parmaklı eli var
Sarı samanın sarı suyu
Az gelir çok gider
Güzel kızlara naz eyler
O bunu hep böyle eyler
Kendini paşa gibi seyreyler
Halbuki havası boşa gider
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla Aldemir’lerden bir tören
Damdan dama taş atar
Kızlara çalım satar
Çalımına tükürdüğüm
Akşam mitilde yatar
Kaynak: Ahmet KARAKUŞ 1930
KAYSERİ/Akkışla
Beni beğenmeyen mestan
Yüzü görülmez postan
Al çömçe ver çömçe
Sarı ineği kim sağar
Cücem sağar
Cücem beni okuttu
Keten göynek dokuttu
Keten göynek dizine
Süpan Allah gözüne
Kaynak: Ahmet KARAKUŞ 1930
KAYSERİ/Akkışla
Karşıdan bir ay doğdu
Işığı ışığını boğdu
Anası beşikte iken
Kızı oğan doğurdu
Kaynak: Ahmet KARAKUŞ 1930
KAYSERİ/Akkışla
Antarinin moruna
Varmam köylü oğluna
Altmış bilezik taksa
Yine girmem koluna
O yalan, bu yalan
Fili yuttu bir yılan
Eşeğe binip
Deveyi kucağına alan
Bu da mı yalan?
O da yalan, bu da yalan
Dünya çok geniş
Var birazda sen oyalan
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Tuttum pirenin birisini
Yüzdüm çıkardım derisini
Çadır kurdum yarısını
Çarık diktim gerisini
Yörük yörük yürüdü
Dağa duman bürüdü
Yörük bizim dostumuz
Ağzı gümüş testimiz
Gittim bir ülkeye
Baktım köye köylüye
Kamışlar kaval olmuş
Ağaçlar dal dal olmuş
Yapraklar sararmış
Çiçekler kurumuş hayâl olmuş
Dilim varmıyor söylemeye
Her şey masal, martaval olmuş
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Armudun sapı var
Üzümün çöpü var
Buldum bir para,
Gittim pazara
Gördüm bir sekili at
Dedim “amca bu atı sat”
Atın bir gözü kör, biri ağı
Art bacağı çifte dağı
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Kuru idim ıslandım
Sel beni neyler?
Bulut oldum uslandım
Yel beni neyler?
Emekçi söyler, yemekçi güler
Kavanoz tipli dünyada
Kimi ağar, kimi gönül eyler
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Dört deryanın deresini
Dört tezgâhın derbendine devrederler
Dört deryadan dört dert
Dört tezgâhtan dört dev çıkar
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
İnne iplik, yıldız kiprik,
Sandığım safarayım
Bülbülüm makarayım
Çıksın gülüm...
Bir elmayı aldım pulladım
Adana’ya yolladım
Adana’nın iti,
Biti dibindeki tutu
Atlıcı gelir takır, takır
Biri ağam biri paşam
Dağdan gelir taştan gelir
Koyun gelir kuzu gelir Ahmet DENİZ, Süleyman ELGÜN, Mehmet KARAKUŞ
Ayağında tozu gelir
Loka luka pirinç, turunç
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Hacı baba havada
Yumurtası tavada
Kondu bizim hayada
Ebem bulgur kaynatır
Dedem ayı oynatır
Leylek leylek lekirdek
Hani bana çekirdek
Çekirdeğin içi yok
Sarı kızın saçı yok
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Ara beni sıfır iki yedi yedi
Konuşan kedi
Miyav dedi.
Denizde dalga
Hoş geldin abla
Eteğini topla
Rahat otur abla
Etek, buliz, kaptan polis
Deniz deniz karpuz keseriz
Kızlar giyer misket çorabı
Ebe ebe nerede
Su doldurur derede
Dere boyu çalılık
Şu ebe de ne alık
Ebe suya dalamaz
Arasa da bulamaz
Ene mene dostum
Ben sana küstüm
Armudu kestim
Tavana astım
Top dedi düştü
Kargalar uçtu
Kaynak: Sabri ELGÜN 1925
KAYSERİ/Akkışla
Ettike
Bettike
Vâma vastık
Civana kıstık
Çelik çubuk çık
İncilerim döküldü toplayamadım
Küçük hanım geldi saklayamadım
Ikırcık mıkırcık
Kızların saçları kıvırcık
Sana dedim “sen çık”
Kaynak: Aynur ELGÜN 1930
KAYSERİ/Akkışla
Avalama tavalama
Tantan tavalama
Ev kuşu dev kuşu
Aslan gelir garıl garıl
Çıkta kurtul
Bircik, ikicik, üçücük, dördücük,
Beşicik, altıcık, yedicik, sekizcik,
Dokuzcuk, oncuk
Mavi boncuk, sen gir-çık
Ermini mermini
Fazla yeme peyniri
Cehenneme dödürür
Cehennemin cadıları
İstanbul’un kadıları
Ik mık
Sen oradan çık
Kaynak: Aynur ELGÜN 1930
KAYSERİ/Akkışla
Man , mânâdan mânâdan
Manisa’dan , Tire’den
Gonarah , göçerek
Lale sümbül biçereh
Gayfe tütün içereh
Hamıs efendime söyleyim
Siz efendime söyleyin
Saat dokuzu beş geçe
Atam Dolmabahçe’de
Gözlerini kapamış,
Bütün dünya ağlamış.
Doktor toktor baksana
Lambaları yaksana
Atam elden gidiyor
Çaresine baksana
Uzun uzun kavaklar,
Dökülüyor yapraklar
Ben Atama doymadım
Doysun kara topraklar.
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Cumhuriyet cumhuriyet
En güzel şey hürriyet
Nice zahmet nice emek
Verdi sana bu milllet
Atatürk’ün en büyük bir
Yadigarısın bana
Korumaktır ve yüceltmek
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
O o o o o !
Ayşe Hanım’ın Keçileri
Kişne kişne kişniyor,
Arpa saman istiyor
Arpa saman yok,
Kilimcide çok
Kilimci kilimci
Dokur içinde inci
İçinde bülbül şakır
O bülbül benim olsa
İki kardeşim olsa
Biri ay biri yıldız
Biri oğlan biri kız
Oğlan çeşme başında
Kızı bekler taşında
Çeşmenin dibi delik
Bana geldi ebelik.
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Çan çan çikolata
Hani bana limonata
Limonata bitti
Hanım kızı gitti
Nereye gitti?
İstanbul’a gitti
İstanbul’da ne yapacak?
Terlik papuç alacak
Terlik pabucu ne yapacak?
Düğünlerde şıngır mıngır giyecek.
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Fış fış kayıkçı
Kayıkçının küreği
Zıp zıp eder yüreği
Akşama fincan böreği
Sabaha bayram çöreği
Kaynak: Kutay ELGÜN Yaş: 14
Kayseri/Merkez
O O Oya!
Oya Gitti Maça
Maç Bileti KaÇa?
Sekiz Bir Iki Üçü
Dört Beş Altı Yedi Sekiz
Sen Çık.
Kaynak: Kutay ELGÜN Yaş: 14
Kayseri/Merkez
O o o o o!
Portakalı soydum
Baş uçuma koydum
Ben bir yalan uydurdum
Duma duma dum
Kırmızı mum
Dolapta pekmez
Yala yala bitmez
Ayşeçik
Çik çik çik
Fatmacık
Çik çik çik
Sen Bu O Yun Dan Çık!...
Kaynak: Kutay ELGÜN Yaş: 14
Kayseri/Merkez
Ay pusuda pusuda
Altı ördek bir suda
Üç gitmiş vak vak vak
Nasıl yüzüyor bak bak bak
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Elma attım denize
Geliyor yüze yüze
Kız senin adın Pakize
Saat geliyor sekize
Bir İki Üç Dört Beş
Altı Yedi Sekiz
Sen çık
Kaynak: Kutay ELGÜN Yaş: 14
Kayseri/Merkez
Ah ne süslü kelebek
Üstü mavi al bebek
Aman tutsam şunu ben
Hemen uçup gitmeden
Kaynak: Kutay ELGÜN Yaş: 14
Kayseri/Merkez
Hendek mendek
Saksağan leylek
Çikolata sümbül melek
Eline verdim bir bebek
Kaynak: Kutay ELGÜN Yaş: 14
Kayseri/Merkez
Yeşil yandı geçti
Kırmızı yandı dur
Bunu oyun sanma
Kurallara uy
Haydi gelin gidelim
Caddeyi seyredelim.
Kaldırımdan inmeden
Taşıtları görelim
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Patlıcan var patlıcan
Patlasın oyunbozan
Biberler var biberler
Arabaya binerler
Elimi kestim kan çıktı
Karpuz kestim bal çıktı
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Armadu kestim
Tavana astım
Şıp dedi düştü
Kargalar uçtu
Annem yoğurt etirdi
Kedi burnnunu batırdı.
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Bir elimde beş parmak
İnanmazsan say da bak
Bir iki üç dört beş
Beşte öteki elimde
On etmez mi kardeşim
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
İncilerim döküldü
Toplayamadım
Küçük hanım geldi
Saklayamadım
Ikırcık mıkırcık
Kız senin saçın kıvırcık
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Karga seni tutarım
Kanadını yolarım
Yelpazeler yaparım
Kışın mangal yaparım
Yazın sinek kovarım
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Hacı nine kına döver
Ben bilirim kimi sever
Altın Paşayı sever
Altın Paşa bardakta
Gümüş yüzük parmakta
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Küçük dostum gelsene
Ellerini versene
Ellerinle şap şap şap
Ayakların rap rap rap
Bir böyle bir şöyle
Dans edelim seninle
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Kardeşim Acar
Dolabı açar
Annemi görünce
Pır diye kaçar
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Ay dede ay dede
Senin evin nerede?
Benim evim ikitaşın arasında
Bir ekmeğim var
Yağa batır tuza batır
Sen yemezsen bana getir.
Ettike bettike
Vama vastık
Çıvana kıstık
Çelik çomak çık.
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Oyunun başı
Su çeşmeden su taştı
Çeşmenin suyu acı
Kovanın dibi delik
Sana geldi ebelik.
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Sekiz kuş,
Mini mini
Bir dala yuva kurmuş
Beşi pır pır havada
Üçü kalmış yuvada
Avalama tavalama
Kuşları kovalama
Kaynak: Umay Gülfem ELGÜN Yaş: 8
Kayseri/Merkez
Goyun ha, goyun ha
Biz geldik duyun ha
Saya vardıh , sahındıh
Demir değnek tahındık
Verdiyseniz verdiniz
Vermediyseniz çolunuzu
Çocuğunuzu alır gaçarıh
Kaynak. Aynur ELGÜN Yaş: 1930
KAYSERİ/Akkışla
BAŞVURU KAYNAKALARI :
MASAL TEKERLEMELERİNİN ÇEŞİTLERİ (Nemeth Armağanı) Pertev Naili BORATAV s. 79 -88. 1962. Ankara
TEKERLEMELER NEREDE, NASIL ve NE ZAMAN SÖYLENİR? Yaşar Kemal GÖĞÇELİ, TFA. Sayı 32. Mart. 1952. Ankara
MONOLOĞ ve TEKERLEMELER, Baha DÜDER,Remzi Kitabevi Ankara Cad. No: 93.Evrim Matbaası, 1981 İstanbul
GÜLNAR’DA DERLENEN TEKERLEMELER, Gündüz ARTAN, Türk Folkloru Araştırmaları (TFA) Sayı 169. Ağustos 1963 Ankara
HALK EDEBİYATINDA TEKERLEMELER, Numan KARTAL TFA.SAYI 170. Eylül. 1963. Ankara
ŞEYH OSMAN KÖYÜ TEKERLEMELERİ. Cafer ÖZTÜRK. TFA. Sayı 138. Ocak 1961. Ankara
KAYSERİ ÇOCUK OYUNLARINDA TEKERLEMELER Av.Nevzat TÜRKTEN, (Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folklörü Konğresi, Selçuk Üniversitesi Konya.) ERCİYES DERGİSİ C.3 s. 12 .KAYSERİ
TÜRKİYE GAZETESİ REHBER ANSİKLOPEDİSİ,C.16.s.182 Tekerlemeler Bahsi.
HALK EDEBİYATINA GİRİŞ. Prof Dr.Şükrü ELÇİN, Kültür Bakanlığı Yayınları 365, s.589 ANKARA.1969
DÜĞÜNLER
YÖREDEKİ DÜĞÜN ADETLERİ
Düğün duygusal bağlarla birbirlerini seven gençlerin birleşmek istemesi üzerine gerçekleştirilir. Erkek tarafından, oğlanın yakınlarından bir iki kişi gizlice giderek kız evinin fikrini alırlar. Cevap olumlu olursa, bir su istenerek kızın genel görünüşü sesi, işitmesi de bu kısacık anda tecrübe edilir. Bu duruma GÖRÜCÜ USULÜ denir. Olay kimseye durulmadan eve gelinir.
Erkek evi tarafından, bir heyet tesbiti yapılır. Bu heyette köyün ileri gelenleri, kız evine sözü geçebilecek yakın dostları ve iş bilir yaşlı kimseler bulunur. Bu topluluğun sayısı altı yedi kişiyi geçmez.
Seçilen heyet akşam namazından sonra kız evinin kapısını çalarlar. Eve davet edilen misafirler hoş, beş ve tanışıp, hâl hatırdan sonra ev sahipliği yapan grup içinden biri tarafından, Sebebi Ziyaret sorulur. Bunun üzerine misafirlerin sözcüsü durumu izah eder ve der ki: Allah’ı ın emri Hz. muhammet mustafa (sav). efendimizin gavli mucibince kızınız ... yı, oğlumuz ... ya isteriz. sizce de münasibse.. dendikten sonra, karşı taraf da allah kismet etmişse biz neden bozalım, yalnız bir de kızımızın fikrini öğrenelim. Diyerek bir haftalık veya daha kısa bir süre istenir. Aslında bu süre, ailenin takı ve düğün masraflarının konuşulması içindir.
Bu sürenin sonunda aynı heyet, yeniden kız evindedir. Yine hoş beşten sonra ziyaret sebebi kız evinin sözcüsü tarafından sorulur. Oğlan evi de usül gereği efendim, eğer danışıp konuştuysanız, Allah'ın emri Hz. Muhammet Mustafa (sav). efendimizin gavli mucibince kızınız ... y, oğlumuz... ya isteriz. Denir. Kız evinin sözcüsü veya babasının cevabı beklenir. Babası da: Allah'ın yazgısına bizim gücümüz yetmez. verdim gitti... dedikten sonra bir müddet sessizlik olur. Sonra hep bir ağızdan hayırlı uğurlu olsun, Allah ağızlarının tadını bozmasın denir. yine hep birlikte amin.. denir. Bu arada hemen kahveler gelir. Kahveler içilirken de genel anlamıyla takılar konuşulur. Burada detaya inilmez. Nişan ve şerbet günü tesbit edilir.
Kaynak:K.Kerim Mehmet KARADUMAN 1918
Hacca KARADUMAN 1930
Hamet ELGÜN 1933
Ayşe ELGÜN 1938
Hanım ELGÜN 1933
KAYSERİ/Akkışla
ŞERBET GÜNÜ
Bugün her iki tarafın kadın ve erkekleri kız evine davet edilir. Şerbetin bütün masraflarını oğlan evi karşılar. Oğlan evinin maddiyatı yerinde değilse bu masraflar kız evi tarafından da karşılanabilir. Bu konuda, taraflar hayırlı bir iş için birbirlerini sıkmazlar.
Şerbet oğlan evinin keyfeneleri tarafından kız evinde yapılır ve misafirlere dağıtılır. Şerbet; nişanla birlikte de yapılabilir.
Kaynak:K.Kerim Mehmet KARADUMAN 1918
Hacca KARADUMAN 1930
Bayram Ali KARADUMAN 1346
KAYSERİ/Akkışla
NİŞAN GÜNÜ
Nişan günü de oğlanevi kız evinin bulunduğu yerde toplanır. Burada kararlaştırılan takılar takıldıktan sonra. Varsa anne ve babanın, kardeşlerin takacağı ziynete geçilir. Bundan sonra yakınları ve komşular da bütçelerine göre takı takarlar Takı, kız ve oğlana olabileceği gibi. Sadece kıza da olabilir. Yörede asıl olan takı, KIZA YAPILANDIR. Son zamanlarda bu durumun değişerek takının oğlan ve kıza, birlikte takıldığı görülüyor.
Kaynak:K.Kerim Mehmet KARADUMAN 1918
Hacca KARADUMAN 1930
Bayram Ali KARADUMAN 1346
KAYSERİ/Akkışla
ÇEYİZ
Çeyiz birlikte hazırlanabileceği gibi, sadece kız evi tarafından oğlan evinin verdiği süt hakkına karşılık yapılabilir. Kızın bitmemiş, yarım kalmış çeyizleri de komşuları ve kızın arkadaşları tarafından imece usulüyle tamamlanır. Bu imece halindeyken genç kızlar türküler okur, mânîler söylerler. Çeyizin bitiminde, bir oda hazırlanarak çeyiz bu odada sergilenir. Herkesin bu çeyizi görmesi sağlanır
Kaynak:K.Kerim Mehmet KARADUMAN 1918
Hacca KARADUMAN 1930
Bayram Ali KARADUMAN 1346
KAYSERİ/Akkışla
DÜĞÜN
Kararlaştırılan düğün günü geldiğinde, erkek evi tarafından bir davul tutulur. Bu yörede genellikle davulsuz düğün yapılmaz. Düğünü çarşamba, Perşembe günü başlatıp Pazar günü bitirmek gerekir; ancak işi biran önce bitirmek isteyenler, Perşembe günü davulu getirip, Pazar günü öğleden sonra düğün bitirilir.
Düğüne bütün dost, akraba, konu komşu hepsi davet edilir. Davete icabet edenler erkek evine gidiyorlarsa çay, şeker, sigara; kız evine gidiyorlarsa, hediyelik akla gelebilecek ev eşyalarından alarak götürürler. Düğün evine gelen bütün misafirlerle ayrı ayrı tokalaşılır. İzzet ve ikramlar yapılır. Yer gösterilir.
Her iki tarafta da düğün evini simgeleyen bir bayrak bulunur. Bu bayrağın üzerinde; ayna, elma ve yünden örülmüş bir çorap asılı bulunur. Bu bayrak zaman zaman bulunduğu yüksek yerden alınarak halay çekmek isteyen gençlerin önünde yürütülür. Halay esnasında eğlenceyi daha da neşelendirmek maksadıyla güreşler de yapılır. Gece geç saatlere kadar eğlenilir. Düğünün üçüncü günü kına gecesi yapılır.
Kaynak:K.Kerim Mehmet KARADUMAN 1918
Hacca KARADUMAN 1930
Bayram Ali KARADUMAN 1346
Zeynep TOPAKTAŞ 1918
KAYSERİ/Akkışla
KINA GECESİ
Gece geç saatlere kadar hazırlanan kına tepsisi getirilir. Kız ortaya oturtulur, kızın yanında yengesi, ablası veya tecrübeli bir yakını bulunur. Kızın eline kına, yanında bulunan yakınlarından biri tarafından yakılır. Kına yakanın analı babalı birisi olmasına dikkat edilir. Gelen bütün misafirlere de kına dağıtılır. Gece geç vakitlere kadar yüzük, şama donlandırma, göz bağlama adı verilen oyunlar oynanır.
Kız evinde, kıza kına yakıldıktan sonra kızı biraz hüzünlendirmek maksadıyla türküler söylenir:
Gız anası gız anası
Elinde mumlar yanası
İşte goyup gidiyorum
Güveğinin gaynanası
Çattılar çatma taşını
Kurdular düğün aşını
Gız ağlatma gardaşını
İşte goyup gidiyorsun
Elimi yuduğum püğer
Sırtımı verdiğim duvar
Yetik büyüdüğüm yuvar
İşte goyup gidiyorsun
Büyük evde büyük gelin
Kaba yorganlar örttüğüm
Gardaşsız gelin ettiğim
İşte goyup gidiyorsun
Büyük evin ağıl gibi
Ufak gabım çağıl gibi
Bugün bir kız gelin olmuş
Bu ev benim değil gibi
Atladı geçti eşiği
Sofrada galdı gaşığı
Büyük evin yakışığı
İşte goyup gidiyorsun
Baba koyunun beş miydi?
Birbirlerine eş miydi?
Körolası emmilerim
Hiç oğlunuz yok muyudu?
Hamamdan gelir bacılar
Gurbette çifte bacılar
Yürekten çıkmaz acılar
Gız anam gınan gutlolsun
Orta direk orta direk
Gümbürdüyor bizim yürek
Büyük eve gelin gerek
Gız anam gınan gutlolsun
Kara yorgan kara taşlar
Don yuduğum büyük taşlar
Emmi dayı din gardaşlar
İşte goyup gidiyorum
Orta direk orta direk
Gümbürdüyor bizim yürek
Gurbete giden gızların
Arkasında bacı gerek
Gel otur anam yanıma
Başımı koyam dalına
Bir bu günlük misafirim
Bir daha gelmem yanına
Tuz çanağını tuzsuz goydun
Büyük evi ıssız goydun
İşte goyup gidiyorsun
Gız anam gınan gutlolsun
Gidiyorum gelmem gayri
Ağlasam da gülmem gayri
Yeşil başlı ördek olsam
Gölünüzde yüzmem gayrı.
O gece kızın yakın arkadaşlarıyla genç kızlar, kızın yanında kalırlar. Erkek evinde, kız evini temsilen gelen genç kızlar gelinler davul eşliğinde, yakınsa yürüyerek; uzaksa arabayla götürülürler.
Kız evinden yengelere ve oğlan evinden gelini almağa gelenlere çeşitli oyunlar düzenlenir. Yol Alma da bu arada olur. Yolu, dayı, kardeş ve amcalardan biri alabilir Diğer yakınlara yol verilmez. Kız evdeki yakınları tarafından güzelce süslenir, giydirilir. Gelinin küçük kız veya erkek kardeşi gelinin odasını içeriden kilitler. Sandığın üzerine oturur sandığın bu odadan çıkmasını engeller. Bu davranış oğlan evinden bahşiş koparmak içindir. Bahşiş verilip kapı açıldıktan sonra, oğlan evi tarafından çeyiz sayılmak üzere sandık dışarı çıkarılır.
Kızın çeyizi bilirkişi kabul edilen bir heyet tarafından değeri o günkü değerden hesap edilerek zapta geçirilir. Bununla ilgili senet kız, oğlan ve her iki tarafın babaları ve şahitler huzurunda imzalanır.Senet yapıldıktan sonra eşyalar yükletilerek oğlan evine götürülür.
Bu arada kızın yastığı, oğlan evinde bir genç tarafından dağmada teslim edilmek üzere kaçırılır. Bu kaçırma yastığı götürmede taliplinin çok olmasından dolayıdır. Yastığı götürerek dağmada teslim eden genç bahşişini alır. Bu olaya Yastik Kaçirma Adi Verilir. Çok nadir de olsa, oğlan tarafından dağmadın elbisesi de bahşiş almak maksadıyla kaçırılabilir.
Kız ana evinden çıkar. Dışaryda kızın yakın akrabaları bir sıra oluşturur. Damat kolunda olarak, bütün aile efradının elleri öpülür. Bu arada kızın beline babası kırmızı bir kuşak bağlar.
Gelin ne ile gidecekse, arkasında yakınlarından birinin tuttuğu ayna olduğu halde, taksinin veya atın etrafında üç defa tur atılır. Dördüncü tur yapıldıktan sonra da gelin ve damat arabaya bindirilir. Araba hareket ettikten sonra kızın annesi tarafından yoluna su serpilir.
Gelin alayı davullu zurnalı, oğlan evinin yolunu tutarlar. Bu arada seğmenler oynar, arap, gelin, kamçılı adı verilen düğün şenlendiriciler de düğüne ayrı bir hareketlilik katarlar.
Gelin arabası, gelin evine varmadan köyün mezarlığını dolaşır. Bir hoca eşliğinde dualar edilir. Duadan sonra bir defa da köy içinde tur atabilir. Ondan sonra gelin arabası oğlan evine varmak için düğün alayını bekler. Bu arada yol kesenler için önceden hazırlanmış zarflardaki paralar, yolu kesenlere dağıtılır. Düğün alayı ile birlikte gelin arabası oğlan evine veya gelini ilk defa indirmek isteyen oğlanın yakınlarından birinin evine indirilir.
Bu indirme esnasında da büyük oyunlar düzenlenir. Kızın kayınvalidesi, yukarıdan içinde çerez ve para dolu bir çanak atarak kırar. Eve ilk adım atan kız ve oğlana bir kaşık bal yedirilir. Bu arada kayınbaba tarafından kıza verilen hediye herkesin önünde açıklanır. Çayirliktaki Büyük Baği Kizima Hediye Ediyorum, İki Metrelik Zinciri Kizima Hediye Ediyorum gibi. Buna Üzengilik adı verilir. Gelin akşam olmadan indirilmiş ise indirilen evden damat evine getirilir .Kızın yakınlarından biri damat evine gelinle birlikte gelir.
Damat bütün gününü sağdıçla birlikte geçirir. Sağdıçların görevi damadı çeşitli durumlara karşı korumak ve gerdek gecesine hazırlamaktır. Bir kişi olabileceği gibi, iki kişiden de sağdıç olabilir. Kızın oğlan evine gelip oturmasından sonra BAŞÖĞME denilen şu türküler söylenir:
Gelin gelin kimin gelinisin?
Allar giyer sallanırsın
Nerden baksam görünürsün
Gel gel otur taş üstüne
Her sözlerin baş üstüne
Gelinin giydiği atlas
Atlasa iğneler batmaz
Onbeş tane gelin gelse
Bu kızın yerini tutmaz
Gel gel otur taş üstüne
Her sözlerin baş üstüne
Örtün penceresin örtün
Penceresine perde tutun
Bu kız muradın almamış
Gudmusun üstüne ördün
Gel gel otur taş üstüne
Her sözlerin baş üstüne
Gelinin yeşil sandığı
Daha gendinin goyduğu
İçerime oy veriyor
Gidiyom anam dediği
Gel gel otur taş üstüne
Her sözlerin baş üstüne
Ogün kızın başına, oğlanın akrabaları tarafından SAÇI adı verilen para toplanır. Buna karşı sonradan kızın başına takı için getirilen çeyizlerde bir kısmı dağıtılır. Aynı gün birkaç kişi ile birlikte, kızın eşyaları bir odaya yerleştirilir. Akşam damat, sağdıçla birlikte kızın yanına gelir. Kız bunlara baba evinden getirdiği yiyeceklerden ikram edilir. Bir müddet sonra sağdıçlar çıkarlar.
Damat, gerdek gecesi için abdest alır. Namazdan sonra damat gerdek için içeri girmek üzere iken, arkadaşları tarafından sırtına yumruk atılır. Damat gelinini gönlünü almak ve yüzünü kendisine açtırmak için YÜZ GÖRÜMLÜĞÜ denilen bir takı takar. Bu arada aklı başında olan kız veya oğlan birbirinin ayağına basarlar. Bu gelenek, o kişi üzerinde hakimiyet kurmak isteği içindir.
Daha sonra damat ve gelin ayrı ayrı iki rekat namaz kılarlar. Allah’a dua eder, evliliğin hayırlı ve uğurlu olması ve zürriyetin çoğalmasını isterler. Kendilerine hayırlı evlatlar nasip etmesini dilerler. Bu dua birlikte yapılır.
Bu arada damadın bulunduğu odanın damında silahlı veya silahsız yakınlarından biri gözcülük eder.
Damat, gelin odasından başları ile çıktıktan sonra iki el havaya ateş edilir. Bu kızın, kadınlığa, erkeğin de herifliğe geçtiğinin işaretidir. Bundan sonra düğün evinde kimse kalmaz. Herkes odasına çekilir.
Düğünden bir iki gün sonra komşu kadınlar, davet edilerek kızın duvağı açılır. Kızın yüzüne bir tülbent örtülür. Kız gelin geldikten beş on gün sonra, damatla birlikte eski evine ana ve baba evine gönderilir. Orada birkaç gün kaldıktan sonra, tekrar ömrünü geçireceği eve dönerler.
Kaynak:K.Kerim Mehmet KARADUMAN 1918
Hacca KARADUMAN 1930
Bayram Ali KARADUMAN 1346
Zeynep TOPAKTAŞ 1918
KAYSERİ/Akkışla
AKKIŞLA GELİNLERİ
YENİ YOĞURT BAYRAMI
(ŞÖLEN VERME)
Bu kültür, başlangıçtan günümüze kadar sözlü ve yazılı belgelere dayalı ve belgesiz olarak günümüze kadar devam edegelmiş millî değerlerimizin dağınık ve derli toplu hiç bitmeyen kaynağıdır.
Büyük milletlerin , eski ve zengin kültürleri ve bu kültürlerin esaslı bir kısmını teşkil eden tarih ve edebiyatları vardır. Mensubu olmaktan övünç ve kıvanç duyduğumuz Türk milleti de böyle milletlerden biridir. Bizim de Türk tarihi gibi ne zaman başladığını tam olarak bilemediğimiz; yalnız çok eski, köklü ve zengin bir edebiyatımız bulunmaktadır. Yazının bilinmediği çağlarda bu sözlü olarak yürütülen edebî gelenekler: koşuklar, savlar, sagular, sığır, şölen, yuğ adı verilen saz ve sözün dillendirildiği eğlence günleridir. Oyuncuların ve dansçıların hop oturup hop kalktığı, kopuz eşliğinde Oyun(Yakutlar), Kam(Altaylar), Baksh(Kırgızlar), şaman(Tunguzlar), ozan(Oğuzlar) adı verilen halk aşıklarının ölen, şır, koşuk gibi söylendiği türkü ve ezgilerle eğlence, av, güreş ve ziyafetlerin verildiği şölenlerdir. Bu eğlencelere, Dedem Korkut gelir boy boylayıp soy soylar. Yiğitlik yapan ad konmamış gençlere ad verir. Tanrıteâlâya dua ve nizazlarda bulunur ve gözden kaybolurdu.
Eski Türkler’de görülen bu eğlencelerin yansıması olarak devamedegelen “Yeni yoğurt Bayramı” kutlamaları da Akkışla Türkmenler’inde benzer şekilde devam etmektedir. Bu şölen, bayram(Yeni Yoğurt Bayramı), mayıs ayının son günü ile haziran ayının ilk beş gün içinde yapılır. Bayram olmadan birkaç gün önceden hemen bütün evlerde imece usulüyle yufka ekmekler hazırlanır, sütler kaymağa dönüştürülür. Kesilecek kısır koyun ve koçlar sürüden ayrılır; davetiyeler dağıtılır.
Kesilecek olan koçlar ve kısırlar renklerle boyanarak üstlerine elma ayna veya barut adı verilen topuz yapılmış yünler takılır. Çeşitli renklerde boyanan ve bu koyun ve koçlarda bayram sevincine ayrı bir renk katarlar.Çeşitli pınarlardan getirilen buz gibi sular, Türkmen gençlerinin ellerinde içi yananlara sunulur. Bu hayvanlar sabahleyin gelen misafirlerin önlerinde kesilirler. Öğleyin yemyeşil çimenlerin üzerine, alabildiğince renkli kilimler, halılar serilerek paralel duruma getirilir.
Bu iki şerit halinde uzanan halı ve kilimlerin ortasında kurulan yer sofrasında, etlerin yanında hemen her türlü yiyecekler bulunur. Yufkanın içine dürülen etli pilavın tadına doyum olmaz.Bütün bunları yanında tavuk ve horozların da çocuklar için boğazlanarak pişirildiği görülen manzaralardan bir kaçıdır.
Öğleden sonra Türkmen gençlerinden ya da çevreden gelen saygın güreşçiler, davetliler huzurunda güreş tutarlar. Seğmenler oynanır. Bunlara da ödülleri düzenleyici komite tarafından dağıtılır. Misafirler evlerine dönerken Türkmen töresince boş gönderilmezler. Torbalarda katılaştırılmış yoğurt, peynir, yağ, yumurtalardan ve üzüm, haspir, kavurga vb. karışımdan oluşan çerezler misafirlerin ellerine tutuşturulur. Fakirlerin karınları doyurulduğu gibi çoğunun da yiyecekleri temin edilir.
Yeniyoğurt bayramından sonra kuzular sütten kesilir. Çobana teslim edilen kuzulardan dolayı, sütten peynir ve yağ elde etme imkanı doğar. O günden sona koyunların sütünden azami ölçüde yararlanılır. Bayram, genellikle yaylanın düzlüğünde ayrı bir renk ve ayrı bir nefes alma imkanı sağlar.
Kaynak:1929-Feride ELGÜN
1922-Zeynep TOPAKTAŞ
1930-Hatice KARADUMAN
1933-Hanım ELGÜN
KAYSERİ/Akkışla
YERLEŞMİŞ ADET ve GELENEKLERİMİZ
SAYIL ÇIKARMA(SAYA GEZME)
Yöre âdetlerinden biri de sayıldır. Şubat ayının on beşi ile yirmisi arasında devam eden eğlenceli bir gelenektir.Sayıl, genellikle, mahallenin gençlerinin bir araya gelmesi ile oluşan topluluklar tarafından çıkartılır. Bu oyun bazan da çobanın başkanlığında birkaç kişi tarafından gerçekleştirilir.Sayıl çıkaran gençlerden her birinin değişik adları bulunur. Bunlar adlarına bağlı olarak kendilerine elbise uydururlar. Bunlar aralarında görev taksimi yaparak Köse, Gelin, Çoban, Arap, Kamçılı ve birkaç tane de Uşaklar bulunur.
KÖSE: iyi oynayan oyunculukta maharet sahibi, rol kabiliyeti gelişmiş kimselerden teşekkül eder. Bir bakıma oyunun bel kemiğini oluşturur.
GELİN: Sesi güzel, sakalsız ve bıyıksız, kız olabilecek adaylar arasından seçilir. Bunun dağarcığında birçok türkü olması ve gerektiğinde ev sakinlerini neşelendirmek için birkaç türkü söylemesi icap edebilir.
ÇOBAN: Elinde sopası, sırtında abası, başında kalpağı veya yünden yapılmış terliği ile ekibin tamamlayıcılarındandır.
ARAP: Ekipte şamatayı sağlayanlardan bir tanesidir. Eli yüzü siyahlara boyanmış, ilk görüşte insanları korkutan biridir.
KAMÇILI: Bu oyuncu da arap kıyafetinde olup elinde bir kamçı bulunur. Maksat, oyun anında veya oyundan sonra oyuncuların peşine takılıp gelmek isteyen çocukları ve gençleri kovmaktır.
UŞAKLAR: Bunlar da köylü kıyafetindedirler. Bazan iki sayıl çıkartan ekip birbirleriyle karşılaşıp, o mahalleye biz gideceğiz bu mahalleye siz gideceksiniz nizahını önlemek için hazır kuvvettir. Bunlar aynı zamanda oyuncuları neşelendirirler.
Bunların çoğunun elinde sopa bulunur. İhtimal, sokak arasında veya evlerin önünde köpeklerin saldırılarından korunmak da gerekebilir. Özellikle uşakların sırtlarında heybe ve torbalar bulunur. Bunlar girdikleri evlerden verilen yağ, bulgur, un, para vb. lerini bunların içine doldururlar. Daha sonra toplanılan şeyler paylaşılır veya bakkala satılarak karşılığında yiyecek şeyler alınır, yenilir ve içilir.
Köseye, büyük uzun bir sakal, bıyık takılır. Ayrıca makyaj yapılır. Ayağına çarık giydirilip, sırtına bir kürk verilir. Oynarken sesler çıkarması için beline dangırdak ve zil takılır, eline de teft verilebilir. Başına da bir kalpak geçirilir.
Gelin olan şahsa, bir entari (fistan) giydirilir. Gümüş kemer, boncuk işlemeli beyaz bir yelek, göğüslerine de iki büyük yumak konur ki gerçek bir gelinden ayırt etmek mümkün olmaz. Fes üstünden bir yağlık atılır ve bağlıdır. Alın kısmında birkaç altın bulunur. Bu görev dağılımından sonra köse, gelin, çoban ve arap önde diğerleri onların arkasında çıngırak, zil ve teft eşliğinde hep bir ağızdan:
Çobanin ayı yetti
Guzunun tüyü bitti
Hey deyin uşaklar hey!..
Diyerek tempo tutarlar. kapı kapı dalaşarak yağ, bulgur, un, para toplarlar. Burada ev sahibinin verdiği her şeyi alırlar. Alınan malzemeler heybe, torba ve helkelere(bakraç) doldurulur.Her kapının çalınışında hasta ve çocuklar da göz önüne alınır. Genellikle hastası olanların evlerine şamatasız varılır.Cenazesi yakında kalkmış evin kapısından geçilirken, sessiz olunur. Bunların kapıları çalınmadan geçilir. Eğer bu kapılardan biri çıkıp da kendilerini çağırırsa, sadece taşıyıcı uşaklardan biri giderek verileni alır.Herhangi bir eve varıldığında şamata da başlar. Gelin ve köse karşılıklı oynarlar. Çoban da teft çalar. Diğerleri de türkü söyleyerek bunlara eşlik ederler. Daha sonra ev sahibesinin samimiyetine göre köse kapının eşiğine yatar. Diğerleri türkü söyleyerek şamata yaparken, çoban da teftiyle yerdeki köseyi neşelendirir. Bu durumdan ev sahibinin kurtulabilmesi için kösenin ağzına Harçlik (Altın, para) atması gerekir. Bu da yoksa vereceği un bulgur veya buğdaydan getirdiği kapla iki misli vermesi gerekir ki bu gösteri her hanede uygulanmaz.
Yere yatan köseye şaka yapmak maksadı ile ev sahipleri bazan şeker atarlar. Bazan da kösenin ağzını acı biberle doldururlar ki köse yerinde duramaz hale gelir. Ev sahibi işi tatlıya bağlamak için çobana veya geline para uzatır; çünkü artık köse kapı eşiğinden kalkmıştır. Kösenin yerde yatması esnasında gelin yere eğilerek türkü söyler köseyi kaldırmak ister; ancak bu arada kösenin niçin yerde yattığını da türküsünde imâ eder.
Aşağıdan gelen tatar
Kamçısını atar tutar
Benim derdim bana yeter
Kalk gidelim köseciğim
Uyy..Uy..Uy!..
Aşağıdan gelen Urumlu
Çarığının burnu sırımlı
Ayran içmiş köpek karınlı
Kalk gidelim köseciğim
Uyy..Uy..Uy!..
Bir ineğim vardı ala
Ala ineği verdim bala Bal yerine avucunu yala Kalk gidelim köseciğim Uyy..Uy..Uy!..
Kösemin de gözü humar
Birinin açıp, birini yumar
Ağasından harçlık umar
Kalk gidelim köseciğim
Uyy..Uy..Uy!..
Bu arada evin beyi veya hanımı mesajı almıştır. Verilecek yiyecek veya harçlığı hazırlar Eğer bu para veya altınsa kösenin ağzına eliyle kor. Köse yerden kalkıp, oynayarak ve sekerek diğer kapıya yönelir.Topluluk aynı tempoyla da türkü tuttururlar:
Sivas’ın tahtaları
Ben gülemem gayrı yar...
Üstünün noktaları...
Yar..Yar..Yar!..
Sivas’ın bacaları
Ben gülemem gayrı yar
Ders verir hocaları
Yar..Yar..Yar!.. Yari bana verseler Ben gülemem gayrı yar Cuma geceleri Yar..Yar..Yar!.. Sivas'a varmak varmak Ben gülemem gayrı yar Hurması parmak parmak (Mantısı parmak parmak) Yar..Yar..Yar!..
Kayseri'ye varmak varmak Ben gülemem gayrı yar Mantısı parmak parmak Yar..Yar..Yar!.. Bu türküde yöre isimleri değişebilir. Sivas yöresine yakın köy ve ilçeler de bu isimleri Sivas diye söylerler.Geç vakte kadar kapı kapı dolaşıp, çeşitli yiyeceklerle para toplayan oyuncular sabaha yakın bir zamanda oyunu terk ederler. Sabahleyin erzak bakkala götürülüp tatlı, pestik, bandırma, akide şekeri vb. yiyecekler alınarak, mahallenin gençleri de davet edilip bunlar yenir.Eğer bu iş gece yapılmışsa mahallenin gençleri çağırılmaz.
Kaynak:1929-Feride ELGÜN Zeynep TOPAKTAŞ 1922 Hatice KARADUMAN 1930 Hanım ELGÜN 1933 KAYSERİ/Akkışla
AKKIŞLA ve YÖRESİ YEMEKLERİ
A- ÇORBALAR 1. Dutmaç 2. Bulamaç 3. Sütlü 4. Döğme 5. Tarhana 6. Ayrannaş 7. Cüğürcük Çorbası 8. Mercimek Çorbası B- YEMEKLER 1. Boğmaç 2. Oğmaç 3. Yağlamaç 4.Garmaç 5. Hölleme 6. Haliz 7. Aşir 8. Bulguraşı 9. Cüğürcükgatması 10. İçli Köfte 11. Mercimek Pilavı 12. Soğanlama 13. Arabaşı 14. Mantı a) Kırcı b) Kuşdili c) Yumma ç) Yoğurtlu
C- HAMURLA YAPILANLAR 1. Çörek 2. Bazlama 3. İçli çörek 4. Dürüm 5. Tandır çöreği 6. Yağlı çörek 7. Katmer 8. Yufka 9. Kete 10. Kömbe (Gömbe) 11. Tekerlek Çörek 12. Kızartma 13. Besmeç
D- SÜT ve SÜT MAMÜLLERİ 1. Sütlaç 2. Ağız 3. Kaymak 4. Tereyağı 5. Peynir 6. Köremez 7. Çömlek Peynir 8. Yumurtalı Ağız 9. Tor (Kestirme) 10. Tulum Peyniri 11. Deri Peyniri 12. Çökelek 13. Salamura Peynir E- ET ve ET MAMÜLLERİ 1. Kurutulmuş Et 2. Sızgıt 3. Kızartma 4. Haşlama 5. Kavurma 6. Besleme 7. Germeç: Kemikli ve kemikliksiz ettir. Kurutulduktan sonra, dağarcık adı verilen koyun veya keçi derisinden yapılan, bir torbada saklanır. Kışın yenir. İMECELER 1. Kece Dökme(Bükme) ve Tepme 2. Koyun Kırkımı 3. Yün Yıkama, Tarama, Burma 4. Ekin Biçme, Sap Taşıma, Tarla Sürme 5. Kuzu Yıkama ve Kırkma 6. Bulgur Çekme 7. Soku Döğme 8. Kerpiç çıkarma 9. Bağ, Bostan Bozumu 10. Yol Yapımı 11. Akarsu Yatağı ve Köprü Onarımı 12. Harman Kaldırma Kaynak:1929-Feride ELGÜN 1922-Zeynep TOPAKTAŞ 1930-Hatice KARADUMAN 1933-Hanım ELGÜN KAYSERİ/Akkışla
KAYSERİ/AKKIŞLA ve YÖRESİNDE KULLANILAN HAYVAN İSİMLERİ Serçe, karga, alakarga, ibibik, cikdelik, turna, angıt, leylek, kartal, akbaba, baykuş, kayışkanat (yarasa), ördek, bağırtlak, bıldırcın, keklik, bülbül, sarıebe tavuk, karabatak, su culuğu, sukuşu, ağaçkakan, bülbül, kaz, karakuş, karga, atmaca, sığırcık, kelçerkez, humakuşu, doğan, şahin, kartal. Kurt, tilki, tavşan, sansar, gelincik, fare, sıçan, sucarbığı, köstebek, yılan yastığı, kirpi, göbelek (kelebek), karsinek, sivrisinek, yeşilbaş, arı, eşekarısı, bit, pire, yavsun, atsineği, yeşilbaş, kırkayak, danaburnu, solucan, uğurböceği, sülük, tırtıl, böyü, örümcek, kurt (tırtıl), gene, otyavrusu, sakırga, elmayuvarlıyan (bokböcüğü), sülük, salyangoz (nünük)
DİĞER KELİMELER (İSİMLER) Yemlik, kıvrım, tülü, çiğdem, navruz, madımak, hardal, ısırgan, ebemgömeci, ekşimen, kuzukulağı, oğlakkulağı, ebelik, deve tabanı, kenger, sıyırma, kaymakotu, yağlıcak, kangal, gavurpancarı, payam kökü, nane, yarpız, kaza, kazayağı, teke sakalı, gelincik, çiriş, çetene, haspir, ızgın, zeyrek, boy, mercimek, pancar, küncü (susam), kabak, turp, soğan, sarımsak, nohut, dere otu, hıyar, kelek, acur, kırmızı (domates), marul, lahana, çilek, yulaf, arpa, buğday, pürçüklü, kavun, karpuz, gumpur (patates), pakla, darı, köygöçüren, ocak, göbelek (mantar), kuzugöbeleği, kızılca pancar. Yonca, çakıldak, gocöz (koyun gözü), çoban döşeği, çayotu, çalba, itdirsa, sütlagan, ısırganotu, sıyırma, ennik, sümbül, lâle, çiçek, kekik, çıtlık, keven, karın keveni, peryavşanı, çakırdikeni, kuşkonmaz, suvan, üzellikotu, acımıkotu, bostangüzeli, gelincik (eşşekgüzeli), yarotu, gunalık, yaryaprağı, kırksenir, yeniyoğurtçiçeği, papatya (koyungözü), eşeknavruzu, fi, mucuk otu, kargakozağı, görelge yonca, karayonca, kabayonca, sübürgeotu, çitleğen, yelkovan, kılytopuz, karakangal, devekangalı, kuş madımağı, köygöçüren, domuzbıtırağı, bıtırak, ayrıkotu, sarmaşık, körkeven, mühlüzotu, gavursaçı, eşeksavanı, gındıra mucupotu, şebem, kimyaotu, ballıbaba, küllükotu, deli acımık koçdağaşı, itüzümü, tilkiüzümü. Söğüt, kavak, iğde, boziğde, karamuk, cehri, öküzböğürtleni, payam (payamotu), girebolu, kayısı, erik, armut, vişne, kiraz, armut, taşarmudu, yabani armut, alıç, mamık, itburnu, hatıngöbeği, böğürtlen, elma, şeftali, fındık, ayva, keçibağlacı, hasiğde, sarısöğüt, üzüm, ceviz, dud, palamut.
Akkışla Yaylaları
TAKVİM
AYLAR: 1. Karakış: 23-31 Aralık tarihleri arası. Sekizgün sürer. 2. Zehmeri: 31 gündür. Ocak ayının tamamına denir. 3. Zehmeri Yamacı: 1 Şubat –24 Mart arasıdır. Şubat ayında başlayıp mart ayının yirmi dördüne kadar devam eder. Elli iki gündür. (52) MEVSİMLER 1. Yaz: bu isim ilkbahar mevsimine verilir.
YAZ AYLARI: a)İlkbahar b) Ortabahar c)Sonbahar 2. Yaz: Yaz mevsiminin ismidir. Şu kısımlara ayrılır: a) Ülger: 1-7 Haziran arası altı (6) gündür. b)Terazi: 1-31 Temmuz arasıdır. Otuz bir(31) gündür. c)Kuyruk: 13 Ağustos – 5 Eylül arasıdır. Yirmi dört (24) gündür. ç) Buhur: 12-25 Eylül arasıdır. On iki (12) gündür. 3. Güz: Sonbahara verilen isimdir. Bu da: a) İlkgüz: 23-30 Eylül arası (8) sekiz gündür. b) Ortagüz: 1-31 Ekim arası (31) otuz bir gündür. c) Songüz: 2 Kasym – 24 Aralık arası (53) gündür. GÜNLER: 1. Pazartesi : - 2. Salı : - 3. Çarşamba : Erbâ, Yevmül Erbâ 4. Perşembe : Erbaertesi 5. Cuma : Hamıs, Yevmül hamıs 6. Cumaertesi : Hamısertesi 7. Pazar : - AYLAR: 1. Ocak : Zehmeri 2. Şubat : Gücük 3. Mart : - Mart mart martlatır, tavuğu yumurtlatır. Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır. 4. Nisan : Ebrıl (Aprıl) Sakın aprıl beşinden, camuz ayrılır eşinden. Nisanın beşi, severim güneşi… 5. Mayıs : - 6. Haziran : - 7. Temmuz : - 8. Ağustos : - 9. Eylül : İlkgüz 10. Ekim : Ortagüz 11. Kasım : Songüz 12. Aralık : Karakış
PARMAKLA İLGİLİ İSİMLER: 1. Başparmak : Başparmak 2. İşaretparmağı : Bedenek parmak 3. Ortaparmak : Ortadirek 4. Yüzükparmağı : Gülağacı 5. Serçeparmağı : Küçükhacı Parmaklarla ilgili olarak çocuklar şöyle bir tekerleme şakası yaparlar: Kuş, koşmuş koşmuş koşmuş.Avucuna konmuş. Baş parmak kovalamış. İşaret parmağı yakalamış. Orta parmak, pişirmiş. Yüzük parmağı, yemiş. Küçük parmak, hani bana hani bana? Demiş... ATASÖZLERİ ve DEYİMLER 1. El atına binen çabuk iner. 2. Güzel görünür, çirkin bürünür. 3. Ayran bulamaz içmeye; kürkünen gider s…. 4. Arpa katsan at yemez; kemiğini atsan it yemez. 5. El aşından öğün olmaz, oda vaktinde bulunmaz.
6. Yazın başı pişmeyenin, kışın aşı pişmez. 7. Ne verirsen elinilen, o da gider seninilen. 8. İyi insan lafının üstüne gelir. 9. İtağ çomağı hazırla. 10. At, avrat, silah 11. Anasına bak kızını al; kenarına bak,bezini al. 12. Erkek evin seli, kadın onun gölü. 13. Oğlan ocaktan, ayran bucaktan olmalı. 14. At ölür meydan kalır; yiğit ölür namı kalır. 15. Sağır duymaz; yakıştırır. 16. Eşeğin çamura çökünce yol gösteren çok olur. 17. Yuvayı dişi kuş yapar. 18. At, avrat, silah yabana verilmez. 19. El elin eşeğini türkü çağırarak arar. 20. Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfürerek yer. 21. Azıcık aşım, kaygusuz başım. 22. Kısmetsiz it, kurbanda sılaya gider. 23. Aç ayı oynamaz. 24. Keskin sirke küpüne zarar verir 25. Söyleme sırrın dostuna; dostunun dostu vardır, o da söyler dostuna. 26. Ayranım ekşi diyen olmaz. 27. Ne yüksek ol asıl, ne de alçak ol basıl, yorganına göre ayağın kösül. 28. Öfkeyle kalkan zararla oturur. 29. Keskin yel gün batanaca, arsız avrat el yatanaca. 30. Heybesiz at, donsuz avrat olmaz. 31. Dostun yayında başını bağla, düşman önünde tırnağını kes. 32. Sakla samanı, gelir zamanı. 33. Kırkında azanı teneşir pekler. 34. Güzellik güz elmasına benzer çabuk geçer. 35.Hatunun çirkinse giyindir.(Avradın çirkinse donunu değiştir.) 36. El elden üstündür. 37. Ölü de komşuyunan, diri de komşuyunan. 38. Erken öten horozun başı kesilir. 39. Kapını kiletle komşunu hırsız çıkarma. 40. Oğlan babadan öğrenir sofra dizmeyi; kız anadan öğrenir sokak gezmeyi. (Kız anadan öğrenir sofra dizmeyi, oğlan babadan öğrenir sokak gezmeyi) şeklinde de söylenir. 41. Demir kapının ağaç kapıya dilâ düşer. 42. Görmeyenin oğlu olmuş çemiş de çükünü koparmış. 43. Ateş düştüğü yeri yakar. 44. Ateş olsa cürmü kadar yer yakar. 45. Kavun değil ki g… koklayasın. 46. Soydur çeker, b… kokar. 47. Sap yeyip saman s…. 48. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. 49. Ot değil ki atak, yurt değil ki tutak. 50. Öküz olacak dana göpe s…ından belli olur. 51. Asıl asmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, aslı yoğurttur. 52. Ayran gibi ekşime 53. Bir kimseye ne gelirse; elinden, belinden, dilinden gelir. 54. Eline, beline, diline sahip ol. 55. Ağır otur batman götür. 56. Biliyorsan konuş sözünden hikmet alsınlar; bilmiyorsan sus, seni kamil sansınlar. 57. Akıllı evladın var malı niden; akılsız evladın var malı niden? 58. Azan it, cami duvarına i…. 59. Arpasız at koşamaz. 60. Kin ve düşmanlıklar babadan oğula geçer. 61. Adam at da doğurur avrat da... 62. Yere bakan, yürek yakan. 63. Suyun akanından; insanın yere bakanından. 64. Dost başa düşman ayağa bakar. 65.Klavuzu karga o anın, burnu b… kurtulmaz. 66. Analar dert yesin yarım yarım dört yesin. 67. Değirmenin suyu nerden geliyor. 68. Acı patlıcanı kırağı çalmaz. 69.Baltanın sapı ağaç, unutma. 70. Ağaca çıkan keçinin minareye çıkan yavrusu olur. 71. Aşına da karışmam işine de karışmam. 72.Al sana bir kaya nerene dayarsan daya. 73. Doğacak oğlan donundan belli olur. 74.Abdestsiz adama namaz mı dayanır? 78.Bir el ötekini yıkar; iki el yüzü yıkar.
79. Bir elin nesi var iki elin sesi var. 80. Az veren candan; çok veren maldan. 81. Kötü komşu iyi hacat sahibi yapar. 82. Su gelince teyemmün bozulur. 83. Eziyet ve sıkıntı insan için. 84. Körle yatan şaşı kalkar. 85. Rüzgâr esmese ,dal sallanmaz. 86. Kasap et derdinde koyun can derdinde. 87. Dereye su gelinceye kadar kurbağanın gözü çıkar. 88. Zenginin malı züğürdün çenesini yorar.
89. Gahir çekilmeyince, gün görülmez.
90. Ev alma, komşu al.
91. Kızını dövmeyen dizini döver.
92. Ev gör evine ısın; er gör erine ısın.
93. Her delinin bir bayrağı olsa; caddelerde bayraksız adam kalmaz.
94. Gittiğin yer kör ise gözünü kırpta bak.
95. Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı.
96. Hamuru ekmekçiye ver de yarısını çalarsa çalsın.
97. Körün istediği bir göz Tanrı verdi iki göz.
98. Kısrak erkeğine göre kişner.
99. Kelin merhemi olsa kendi başına sürer.
100. Güzellikle aptallık iki eski arkadaştır.
101. Çıkar koynundan bir elma ver.
102. Abdalın yoldaşlığı köyü görene kadar.
103. Az verme hırsız eden; çok verme yüzsüz eden
104. Aç koma hırsız olur; çok deme yüzsüz olur.
105. Adam sandık eşeği, anlımıza değdi daş….
106. Ağzından çıkanı it yemez.
107. Aklı ermeyenin koyununu gütme diye boşuna dememişler..
108. Akşamdan kalmış aş gibi kendini ortaya atma.
109. Alacağına nasılsın? Diyene: "Demir gibiyim.";Vereceğine: "İki iyilik birarada olmaz."
110. Anan sarmısak, baban soğan; nerden oldun kel doğan?
111.Daha ananın yuduğu ile duruyorsun.
112. Atı alan üsküdarı geçti.
113. Geçti borun bazarı, sür eşeğin Niğde'ye.
114. Aşığın yok yer süpürüyorsun.
115. Ayrandan aşağısı su daha ne olacak?
116. Görmemişin oğlu olmuş; çekmiş şeyini koparmış.
117. Beni diyenin bendesiyim; beni demeyenin ben nesiyim?
118. Bey belirsiz meydan üssüz.
119. Bilmediğim yere varsam da bildiğim kadar övünsem.
120. Bilen bilir,bilmeyen bir dal mercimek sanır.
121. Bir dana bir nahırı b… .
122. Boyun uzun yakısırsın halaya; sen bu akılla boşa giden sılaya.
123. Buyrulmadık yumuşu puşt oğlan tutar.
124. Çene dedin mi yatıya gidiyor?
125. Çobanın gönlü olunca tekeden köremez çıkarırmış.
126.Dağı görüp davşan,puru görüp tilki olmak.
127.Davetsiz gelen döşeksiz oturur.
128. Deliyinen gitme yola, başına getirir bela.
129. Dervişin fikri ne ise zikri de odur.
130. Dibi görünmeyen kuyuya inme.
131. Dürzü dürzüyü bulur meyhanede,orospu orospuyu bulur kerhanede.
132. Düven öküzünün ağzı bağlanmaz.
133. Eğri mastardan doğru çizgi çıkmaz.
134. Ekmeği ekmekçiye yaptıracak, beş ekmek de üste vereceksin.
135. Ektiğin nohut biçtiğin nohut şehire vardın da leblebi mi oldun?
136. El delisiz, yol çalısız olmaz.
137. El eli yur, el de yüzü.
138. Elin iyisi itin dayısı olmaz.
139. Eliye edik, Veli'ye düdük etmek.
140. El öpmeyinen ağız pis olmaz.
141. Bekâra(ergene) avrat boşaması kolay.
142. Erkek eşeğin sıpası olmaz.
143. Eşeği sattım çü demeden kurtuldum.
144. Eşeği çamura çökene akıl veren çok olur.
145. Eşek çamura bir defa çöker.
146. Garip kuşun yuvasını Allah yapar.
147. Garip kuşun yuvası olmaz.
148. Geline görümcen geliyor demişler; görünmez yere gitsin demiş.
149. Göçün geri gittiği aksak ite yaradı.
150. Sanki güverip de bostan mı olacaksın?
151. Haline bakmadan Hasan Dağı'na oduna gidiyor.
152. Herkesin evi ayrı yolu sapa.
153. İki eliyle bir şeyini doğrultamaz.
154. İş de sabahtan aş da sabahtan.
155. Kaş yapayım derken göz çıkarmak.
156. Yumurta kıçına gelmeden telaşa düşmez.
157. Kıç ıslanmadan balık tutulmaz.
158. İş yapayım derken çiş yapmak.
159. İtinen çuvala girilmez.
160. İt kavağın gölgesinde yatmış da kendi gölgesi zannetmiş.
161. İt kavağın gölgesini görmüş bu benim gölgem demiş.
162. İt korktuğu yere ürür.
163. İt ürür kervan yürür.
164. Çağırıldığın yere erinme, çağırılmadığın yerde görünme.
165. Para söyleyiş; elbise yürüyüş öğretir. 166. Elinin hamuru ile erkek işine karışma
BİR TAKIM İNANIŞLAR:
1. LEYLEKLE İLGİLİ:
Baharın başlangıcında ilk defa leyleği gören beline taş sokar. Çok seyahat etmeğe delalettir.
2. ZEHMERİ KARISI:
Kışın şiddetli günlerinde, hayâli bir karının evleri dolaştığına inanılır. Bu karı dolaştığı evlerdeki erkekleri ismiyle çağırır. Çağırılan erkek ardından giderse bir daha dönmezmiş.
3. ALKIZLARI:
Doğum yapan kadınlar yalnız bırakılmaz. Bırakılırsa, alkızları denilen kızlar bu kırk gün içinde bir gün gelerek kadını öldürebilirler.
4. ALBASMASI:
Lohusa hanım doğumdan sonraki kırk gün içinde (Çocuğun kırkı çıkıncaya kadar) dışarıdan erkek kabul etmez. Eve erkek gelirse doğan çocuğun öleceğine inanılır.
5. GÖKKUŞAĞI:
Gökkuşağının oluştuğu yağmurlu günlerde, gökkuşağının altından geçen erkekler kız, kızların da erkek olacağına inanılır.
6. HORTLAK:
Ölen bazı kimselerin günahlarnın çok olmasından dolayı acılara dayanamayarak, hortladığına inanılır. Mezarlarda geceleri dolaşmak, tehlikeli sayılır.
7. KÖPEK, KURT ULUMASI:
Köpek ve kurdun uluması bir uğursuzluğun işaretidir. Hangi evin kapısında ulursa, o evden cenaze çıkacağı inancı yaygındır.
8. BAYKUŞ:
Yörede uğursuzluğun sembolü olarak kabul edilir. Viran, harabe, yıkılmış, ören yerlerinde öter. Nerede öterse o bölgeye uğursuzluk getireceğine inanılır.
9. KIRKINCI GÜNLE İLGİLİ:
Çocuk doğduğunda, babası gurbette, uzakta bir yerde ise babası eve döndüğünde eve alınmaz. Önce çocuğun beşiği çocukla birlikte dışarı çıkarılıp, babası eve girdikten sonra beşik eve getirilir aksi halde çocuğun öleceğine inanılır.
10. EVRENİN UĞURU(Yılanın Büyüğü):
Koruyucu güç ve bereketin simgesi olarak kabul edilir. Bazı evlerin musurlarında, samanlıklarında, sekilerde evren yatar. Ona dokunulmadığı müddetçe, koyunlar, keçiler, inekler ikişer üçer doğurur. Saman kes çoğalır .Yüklükteki buğday ve un çuvalları hiç bitmez.
11. NAZAR:
Bu yörenin, hemen bütün evlerinde at, boğa, kurtun kemiklerinden bir parça asılı durur. Bunların genellikle baş kısmının tamamının kemiği ile kurumuş bir iğdeden sabah namazını müteakip, dua ile kesilen bir dal parçası, bir mavi boncuk (gö) üçü, birbirlerine bağlanarak yüksekçe bir yere asılır. Böylece o bina, ev nazardan korunmuş olur.
At, boğa, inek, tosun, koç , köpek, vb. ile evlerde bulunan eşyalardan halı, TV. Araba gibilerine ve korunmak istenen insanlara aynı nazarlığın küçük üçlüsü (KEMİK, İĞDE DALI, GÖBONCUK) asılır.
HALAY ÇEKME
Yörede Oynanan Oyunlar:
1. Antep Ağırlama
2. Sivas Ağırlama
3. Sivas Üçayağı
4. Hoşbilezik
5. Üçayak
6. Sekmeç
7. Dokuzlu
8. Oğuzlama
9. Köçek
10. Delilo
11. Bızdık
12. Serçe
13. Sarhoş
Bunlardan başka:
Şirvan Havası,
Çobanbey Havası,
Com
Düzü,
Ağır ,
Halay,
Akkışlanın Yıkılan Umutları…….AKİŞAŞ
AKKIŞLADA SÖYLENEN MANİLER
Akkışla’nın kızları Derelerde baz yılan
Halbur gibi gözleri Gözüm doldu tozunan
Gözlerine bakarken Benim gibi var mı ola?
Kaçırdım öküzleri Yarinden ayrı kalan
Gökte uçan tiyare Ben varmam inekliye
Selâm söyle o yare Ayranı sinekliye
Ben kendime yar buldum Babam verse ben varmam
Bulsun kendine çare Senin gibi deliye
Gökte uçan tiyare Su içinde immeçer
Kanatların soldu mu? Yağlığı belinden düşer
Yarimi asker aldın Geleceksen gel gayrı
Taburların doldu mu? Zaman elden tez geçer
Kaşıklık dolu kaşık Kaynak:Esma YÜZÜGÜLLÜ 1916
Oğlunuz bana aşık KAYSERİ/Akkışla
Oğlunuza varırdım
Soyunuz pek dolaşık
İn deriye deriye
Gel beriye beriye
Babam verse ben varsam
Senin gibi deliye
(Omuzu tüfekliye)
Su içinde immeçer
Kara gün gelir geçer
Alacaksan al beni
Gençlik elden tez geçer
Mavi yeleğin oğlan
Nedir dileğin oğlan?
Senden üstün yar buldum
Yansın yüreğin oğlan
Gökte uçan tiyare
Mazotu doldursana
Yarimi asker aldın
İzine göndersene
Gavakların gazeli
Nerdeydin sen ezeli
Nerde olsa severler
Senin gibi güzeli
Yeşil örme örmeyim Kapının ardındayım
Yar sevdayı görmeyim Saatin dördündeyim
Senden başka seversem Eller yatmış uyumuş
Gençliğime doymayım Ben yarim derdindeyim
Karşıdan gel göreyim Karşımdan gel karşımdan
El uzat gül vereyim Karanfil al çarşıdan
Sınanmamış puslara Evimizi bilmezsen
Nasıl meyil vereyim? Sor sual et komşudan
Pur dibinde kışlarım Saçım uzun örmezler
Telli peşkil işlerim Beni sana vermezler
Senin gibi ergeni Bin atına çek gemi
Serçe diye taşlarım Ay karanlık görmezler
Sırtında da var abalar Kalafiri yolaydım
Yel dedikçe havalar Dallarına konaydım
Ben yarimi uydurdum Gelen geçen yolcudan
Onlar niye çabalar Ben yarimi soraydım.
Karşıda görünürsün Kaynak:Esma YÜZÜGÜLLÜ 1916
Habaya bürünürsün KAYSERİ/Akkışla
Almaya paran mı yok?
Hep görür yerinirsin
Karadan gel karadan
Dağlar kaksın oradan
Kavuşmam mümkünü yok
Kavuştursun yaradan
Akkışla Düğünleri
AKKIŞLA’YA YERLEŞEN
TÜRKMENLER'İN ÖRF ve ÂDETLERİ
Türkmen: Türkçede, kocaman, şişman, kocamanlık, şişmanlık; büyük, iriyarı, dev, devasa, muazzam gibi muhteşemlik ifade eden kelimeler olarak kullanılmıştır.
Hakikaten Türkmenler'in cesur ve kahraman oluşları bakımından bu mütalâğâ yerindedir.Mütercim Asım, bazı Türk kavimlerinin eski din ve inanışlarını terk edip Müslümanlığı kabul ettikten sonra, Türkmen adını aldıklarını ve bunun da bu şekilde terk-i iman mânâsına geldiğini iddia etmekte ise de; bu iddianın doğru olmadığı kanaatindeyiz; çünkü Türkmenler dokuzuncu asırda var olmayıp bilinmeyen senelerden beri mevcut olan büyük bir Türk kabilesidir.
Türkmen sözü Türk adam, iyi Türk, gerçek Türk, has Türk, Türk'ün özü ve hası anlamlarını da taşır.Bunlar genellikle beyaz tenli, parlak, uzun boylu ve gösterişli insanlardır.Osmanlı İmparatorluğun'nda Hassa Alayları kurulurken genç boylu boslu, yakışıklı Türkmenler’den oluşturulduğunu tarihçiler kaydetmektedirler.
Bazı tarihçilere göre de Türkmen; ululuk, yiğitlik ve kuvvetlilik mânâsına gelen bir kelimedir; fakat Türkmenlik yukarıda sayılan meziyetleri ihtiva etmekle beraber bir asaletin de ifadesidir; çünkü Türkmenler OĞUZHAN’ın çocuklarına verilen bir şeref ünvandır. Oğuz Han'ın soyundan gelenlere Türkmen denilmiştir. Oğuzhan kendi kabilesini, diğer Türk kavimlerinden tefrik etmek için, Türk kelimesinin sonuna MEN getirmek suretiyle TÜRKMEN demiştir. Bundan sonra da bu isim yerleşmiştir.
İşte bu şekilde OĞUZ KARAHAN'IN oniki oğlunun neslinden meydana gelen kabileye de Türkmen adı verilmiştir. Oğuz'un her oğlundan bir Türkmen aşireti teşekkül etmiştir. Meselâ OĞUZ KARAHAN’nın oniki oğlundan biri olan KAYAHAN’dan KAYI Aşireti teşekkül etmiştir. Bu aşiretin reisi olan SÜLEYMAN ŞAH, maiyetinde 200 bin çadır evinden müteşekkil aşiret mensupları ile 13 üncü asrın sonlarında Orta Asya’dan göç ederek Anadolu’ya akın etmişlerdir. Süleyman Şah, Suriye’nin ARKAK mıntıkasında aşireti ile birlikte Fırat nehrini geçerken suda boğulup Hakk’ın rahmetine kavuşuyor.. Halen türbesi o mıntıkada CABER KALESİ'nde bulunuyor. Türkiye-Suriye anlaşmasına göre; daimi olarak, bir kıta Türk askeri bugün bu türbeyi beklemektedir.
"Ben bir Türk'üm unutmam Caber'i" şiiri bunun için söylenmiştir.
Türkmenler'in örf, adetleri, yaşayışları, aile vaziyetleri düğün ve dernekleri neşe ve kederleri, ayrı birer hususiyet arz eder.
Aile mânâ ve mefhumu sağlam esaslar üzerine kurmuşlardır. Türkmenler'de pederşahı aile, yani babanın hakimiyetine dayanan aile sistemi mevcuttur. Baba hanımnın ve çocuklarının hakimidir; fakat diğer taraftan, karının da aile içinde mühim mevkii vardır. Türkmen kadınları dayanıklıdır. Özü sözü doğrudur, merttir, cesurdur. Kadın, kocasıyla serbestçe konuşur, fikirlerini bildirir, kocasının yanlış hareketlerini tenkit edebilir, velhasıl müşterek hayatlarının devamı için hür düşünür ve hür hareket eder. Kadın evine, çocuklarına ve kocasına bağlıdır, vefalıdır, nankör değildir, asla kocasına hıyâneti düşünülemez.
Türkmenler'de; kadın boşamak çok ayıptır. Gerçi evlenmede, resmî usullere pek ehemmiyet vermezler, daima eski usul, dinî nikahla evlenme olur. Onlar için asıl olan dinî evlenmedir. Öbür evlenme sadece bir şekilden ibarettir ve hatta resmî evlenme adeta bir külfettir. Geleneğe dayalı değer yargıları kanunlardan kuvvetlidir. Resmi evlenme usulüne İZİNNAME derler. Çok defa bu izinnameden, eşlerin haberi dahi olmaz. Bir takım matbu kağıtlar, muhtarlar tarafından doldurulur, altı mühürlenir nüfus kütüğüne bile tescil edilmeden, bu kağıtlar evin bir köşesinde saklanır; fakat bütün bunlara rağmen söz muteberdir. Din kuvveti altında sözlü anlaşma muteberdir. Karı koca, imam huzurunda, Allah’ın emriyle, Peygamber'in kavli ile aldım kabul ettim dedikten sonra evlenme tamam olmuştur. Artık ölünceye kadar müşterek hayatları devam eder.
Bugün, artık resmî nikahın önemi gittikçe artmıştır. Gençler dinî nikahla birlikte resmi nikahı mutlaka isterler ve yaptırırlar.Burada kadınlar için bir hususiyeti de belirtmek lazımdır:Kocası vefat eden, genç bir kadının kocası öldüğünde, eğer o, ölen kocasından erkek çocuğu varsa, artık o kadın için evlenme mevzu bahis değildir .Ömrünün sonuna kadar, çocuğunun yanında oturur ve onu yetiştirir. Kocasının hatırası ve oğlunun hatırı için evlenmez. Ölünceye kadar dul olarak yaşar. Eğer oğlan çocuğu olmayıp da sadece kız çocuğu varsa; veyahutta hiç çocuğu olmamışsa o zaman evlenebilir. Bu takdirde kadının akrabalık bakımından yakınları babası veya kardeşleri dayıları, dul kalan kadını ikinci bir kocaya verirler. Ya da ölen erkeğin kardeşi varsa genellikle onunla evlendirilir. Gelinin yabancıya gitmesi önlenir.
Halen Türkmenler'de başlık usulü mevcuttur. Başlık, kızların kocaya verilmesi esnasında, koca tarafından kız tarafına verilen bir miktar paradır. Buna KALIN da denir. Kalının veya başlığınn miktarını kız tarafı ile oğlan tarafı tayin ve tesbit ederler. Sosyal durumlarına göre, bu miktar az veya çok olabilir. Başlık almanın asıl gayesi; kıza çeyiz hazırlamak içindir. Kıza yapılacak olan elbise ve sairenin karşılığıdır. Bir kız gelin giderken elbetteki elbisesiz ve çeyizsiz gitmeyecektir. Aşiret usulüne ve mali vaziyetine göre, en az, eşyalarını koymak için bir tahta sandık, bir boy aynası, birkaç kat elbise, gittiği yerin sakinlerine ve güveğinin yakınlarına verilmek üzere mendil çorap gibi bazı hediyeler lazımdır. Bunun için kızın önceden işlediği bir çok bohça hazırlanır. İşte bu eşyalar için başlık parası alınır. Aslında iyi olan ve temiz bir maksada dayanan başlık usulü, sonradan bozulmuştur. Bazı açıkgöz kız babaları bunu bir ticaret vesilesi yapmışlardır. Çok defa güveği tarafından fazla para alınır ve kıza az bir miktar çeyiz yapılarak geri kalan başlık kız babasının malı olur.
Bugün, alınan başlığın tamamı ve de fazlası kıza çeyiş olarak harcanır.Başlık veya kalından başka YOL ismi verilen bir miktar para veya hediyeler de alınır. Gelin olacak kızın en büyük erkek kardeşi ve en büyük kız kardeşi, amcası, dayısı, kızın bulunduğu köyün muhtarı, ergen gençleri yol alabilirler. Erkek kardeşe, umumiyetle bir tabanca veya nakit para kız kardeşe ise, bir top kumaş verilir. Ayrıca köy yolu namı altında kurbanlık davarlar, şeker ve kahvelere de gönderilir. Köy yolu, ergenler yolu, muhtar yolu ve kardeşler yolu gelin götürüleceği sırada verilir. Amca ve dayı yolu daha evvelden sağlanır. Başlık tamamen ödendikten veya bu konuda anlaşma sağlandıktan sonra, kız tarafı düğün yapılmasına müsaade eder. Kız tarafı düğün müsadesi vermezse, oğlan tarafı düğün yapamaz. Farz edelim kız tarafı yaslı ise, oğlan tarafı düğün yapamaz. Düğüne müsaade edildiğinde, oğlan yani güveği tarafı düğün hazırlığı yapar.Köylere, hısım ve akrabalarına davetiyeler gönderilir. Düğüne davet iki şekilde olur; ya alelâde davet ya da OKUNTULU davet. Alelade davet bir mektupla olur. Okuntulu davet ise, hediyeli olur. Tanınmış ailelere okuntu gönderilir. Hediye olarak top top kumaşlar verilir. Nihayet düğün başlar ve buna düğün kurulması denilir.Bugün bu adetler daha basit ve kolay hale gitirilmiştir.Yakınlardan birinin vefatı halinde bile düğün asla ertelenmez.Ölüm,doğum ve düğünün birbirini takip ettiğine inanılır.Düğünsüz belki; ama gelin mutlaka gününde çıkartılır.
Okuntulu davete gelenler, düğün masraflarına iştirak etmek üzere düğün sahibine deste deste paralar verirler. Düğüne gelirken at, deve, koyun vb.. okuntu olarak getirilebilir. Getirilirken bunlar uygun şekilde süslenirler. Düğünde Türkmen ileri gelenleri sıra ile otururlar, kahveler dağıtıldıktan sonra, aptallar tarafından ŞABAŞ çağrılır. Şabaşın manası şudur ki, her ağa isim ve şöhreti ile anılır. Bu şabaşta her ağa, kendi şan ve şöhretine göre para verir. Toplanan paralar orta yerde bir kilim üzerine yayılır ve külliyetli bir yekun tutar. Bu paraların hepsi oğlan evinindir.
Bütün masrafları bu paradan çıktıktan sonra bir hayli miktarda kendisine kar alır; fakat bu okuntulu davet usulü mahsurlu görüldüğünden yavaş yavaş terk edilmektedir; çünkü bu usulde Türkmen ağaları para vermekte adeta yarış yaparlardı ki kim daha çok para verirse onun itibari yükselirdi. Neticede bu yüzden ağalar mağdur olurlardı. Kız evini halı, kilim, ekçe ve eşyalar ev gereçleri getirilirken de akraba ve komşular arasında yarışırlardı.
Düğünde, nikahta keramet var sözü böylece doğrulanırdı. Gençler böylece ev, mal ve mülk sahibi olarak dünya evine girerlerdi. Bugün de durum hemen hemen takı yönünden aynıdır.Öyle takılar takılır ki dolar, mark ve altın açısından bakıldığında gençler bir araba veya ev alabilecek güce ulaşırlar.Düğünün müddeti düğün yapanın mali vaziyetine ve içtimai mevkiine bağlıdır. Üç gün beş gün bir hafta veya kırk gün kırk gece devam edebilir. Türkmen düğünleri çok cazip ve manzaralıdır.
Türkmen kadınları, kızları mahrem değildir. Yüzlerini kapatmazlar. Peçe ve çarşaf kullanmazlar, tamamiyle hür ve serbesttirler. Erkeklerle karşı karşıya serbestçe konuşurlar. Uzun senelerden beri, erkeklerle yan yana elele HALAY tutup oynarlar. Kadınların kıyafetleri pek caziptir. Üzerlerine üç etek zubun, ipekli entari ve uzun don, renkli önlük, giyer sırtlarına kısa ceket şeklinde sarı çuhadan fermana veya yün çeket alırlar. Bu çeket veya yelekler o derece süslüdür ki insan bakmağa doyamaz. İşlemeler renk renk boncuklardan olabildiği gibi kişinin zenginliğine gücüne bağlı olarak içi, mercan, zümrüt, yakut, altın .. vb. işlemeli olabilir. Kadınlar da altın ayaklı yetmiş ikili fişek moda idi. Kemerler de genellikle altın olur ve fakirlerin düğünlerinde de belden bele dolaşırdı. Ayaklarında sarı renkte kısa çizme veya kundura veya siyah veya kırmızı ayakkabı bulunur. Başlarına renkli ipekli yazmalar ötrek, etrafına ipekli poşular sararlar, alın hizasına bir şerit üzerinde sıralanmış gazi altunları ile boyunlarına beşi birlik ve Osmanlı altunları takarlar. Başlarına sarılmış ipekli kesreven poşular kenarına ve arasına sedef çiçekler, güller, renkli püsküller, renkli kuş tüyleri sokulur. Halay tutulduğu zaman, gelin ve kızların, alı ve yeşili birbirine karışır, fevkalade bir manzara arz eder. Erkeklerin kıyafeteri de düzgündür. Eski Türkmenler, çuha şalvar ve pardüsü giyerlermiş, şimdi ise Akkışla’daki Türkmenler, muhit ev iklim icabı olarak elerinde ve köy içinde giyerler; fakat şehre gittiklerinde günün kıyafetlerine riayet ederler.
Kayseri Yöresi Türkmen düğünlerinde; Halaylar tutulur, davullar vurulur, ciritler sinsin oyunları, para tura, yüzük, eşlerim karabaş geliyor gibi oyunlar oynanır, türküler söylenir, silahlar atılır. Halayın bir tarafında erkekler ve bir tarafında da gelinler ve kızlar olmak üzere el elden tutulur. İyi oyun bilen bir kişi halayda başı çeker. Halay oyunlarının birçok şekilleri vardır. Şirvan Havası Çobanbey Havası Com Düzü, Ağır Halay, Üç Ayak gibi. Ayrıca bir de Leylim oyunları vardır. Bu oyunları genç kızlar, düğünlerin başlangıcında ve bayramlarda yaparlar. Kızlar el elden tutup ahlâk çevirirler, içlerinden sesi güzel bir kız leylim türküsünü söyler, diğer kızlar da bunu tekrar eder ve oynarlar.
Leylim Türküsü
Ha'leylim şu derenin taşları
Ha'leylim sallanır ağaçları
Leblebi şeker olmuş kız memenin başları
***
Ha'leylim kalada yatan oğlan
Ha’leylim gömleği keten oğlan
Ha’leylim nişanlısın el almış
Ha’leylim kayguya batan oğlan
***
Ha’leylim kalanın altı biçme
Ha’leylim gel oğlan benden geçme
Ha’leylim ikimiz bir boydayız
Ha'leylim kati havadan uçma
***
Ha’leylim kalanın altı miyan
Ha’leylim altın teştte don yuyan
Ha’leylim eline geçmez iken
Koynuna girdim uyan
Düğünlerde güveği tarafı, akrabaları, köylüleri sevinç ve neşe içinde bulunurken kız tarafı da aynı neşe içindedirler. Buna rağmen erkek evinin coşkusunu kız evinde bulmak mümkün olmaz; ancak onlar da kendilerince güler eğlenirler.
Gelin Türküsü
Ben anamın al gömleğin giymedim
Çevre tutup yakasını oymadım
Eşim kızlar ben anama doymadım
Oy’gelin
Başı heylim, heylim gider bu gelin.
***
Kınacılar düzüm, düzüm düzüldü oy’gelin
Al kınalar altın tasta ezildi oy’gelin
Senin yazın, gurbet ele yazıldı ey’gelin
Başı heylim, heylim gider bu gelin
***
Kürtler'in devesi gider geç gelir
Haftadan, haftaya karnın aç gelir
Kürtler, Kürtçe söyler bana güç gelir
Eşim kızlar ben anama giderim
Uçan kuşlar ben sılama giderim
***
Esvabını attılar nar ağacına
Zülüfü dolaşır gül ağacına
Canım kızlar ben anama giderim
Uçan kuşlar ben sılama giderim
Diğer taraftan güveğinin kına gecesinde de, türküler, mânîler söylenir. Ergen başlar kına gecesini idare ederler, bütün gençler toplanır, şakalar, gevezellikler, hokkabazlıklar yapılır.
Kına Türküsü
Bir balıkçı aldı kaçtı fesimi
Çok çağırdım işitmedi sesimi
Anam yoktur, bacım çeksin yasını
Alahey’alahey’alahey
Nihayet gelin ata bindirir, önüne bir yastık verilir, terkisine bir oğlan çocuğu alınır. Atın başını bir adam çeker, atın kuyruğundan bir adam tutar. Bu şekilde alahey, zılgıt, yah yah sesleri arasında köyün etrafında dönülür, gezilir. Evvelâ gelin yakın akrabalardan birisinin evine misafir edilir. Gelinin önündeki yastığı alan bir diğeri, yastığı götürüp güveğinin başına vurur, güveği yastığı getirene bahşişini verir.
Gelinin terkisinde bir oğlan çocuğu oturur. Bu çocuğu bindirmekten maksat, gelinin ilk doğacak çocuğunun da erkek olması temennisinden ibarettir.
Kayseri Yöresi Türkmenleri'nde oğlan çocuğu yani erkek çocuk, kız çocuğuna nazaran, daha muteber ve daha kıymetlidir. Kız çocuğu doğduğunda da ana ve baba sevinirler; ancak erkek çocuk doğduğunda daha çok sevinirler. Hatta bir ailenin oğlan çocuğu olmayıp da sadece kız çocukları varsa, o zaman kadın, kocasına erkek çocuk doğuruncaya kadar doğum yapmaya devam eder; çünkü erkek çocuğu olmayan aile zavallı sayılır. Erkek çocuğu olmayan aileye KÖR OCAK denilir. Bir ailede ne kadar oğlan çocuğu olursa, o derece makbul ve muteberdir. Oğlan çocuğu çok olan bir babanın muhitte rağbeti fazladır. Kız çocuklarında erkek kardeşlerine karşı sevgi ve hürmetleri fazladır. O dereceki, kız çocuklar, erkek kardeşleriyle mirasçı oldukları vakit miras almazlar. Ana veya babalarından kalan mirasın tamamını erkek kardeşlerine bırakırlar; çünkü erkek kardeş baba evinin temelidir, esasıdır. Kız ise geçicidir, el oğlunun hatunudur. Başka bir ocağı kurup şenlendirecektir. Kızın kocasına EL OĞLU denilir. Türkmenler, kadın akrabalığına da pek önem verirler. Bununla birlikte asıl olan kan akrabalığıdır, hısımlık da önemlidir; ama akrabalıktan önce gelmez.. Diğer hısımlığın kıymet derecesi pek değerlidir. Bugün ise mal ve mülk eşit bir şekilde kız, erkek ayrımı yapılmaksızın mirastan pay almaktadır.
Evlenme şekillerinden birisi de DEĞİŞİKLİK usulüdür. Bu usule göre, bir bekar erkek, gönül rızasını almak suretiyle; kendi kız kardeşini, bir diğer erkeğin kardeşiyle değişik edebilir. Yani kendi kız kardeşini, diğer bir erkeğe verirken, o erkeğin kız kardeşiyle de kendisi evlenebilir. Bu durumda her iki gelin de aynı gün düğünü yapılarak aynı gün evden ayrılırlar.Her iki gelin de bir günde çıkar. Bir tarafın düğün alayı ile diğer bir tarafın düğün alayı, önceden anlaştıkları bir yerde buluşurlar her iki düğün alayı kendi kızlarını beraber getirirler, bir ara iki taraf getirdikleri kızları(gelinleri) değiştirirler ve geri dönerler.
Kayseri Yöresi Türkmenleri'nde namus anlayışı, başka muhitlere nazaran çok farklıdır ve bu mevzuda çok hassas davranırlar. Meselâ Anadolu’nun bir çok yerlerinde kız kaçırma hoş görüldüğü halde, Türkmenler'de kız kaçırmaya asla müsaade etmezler. Müsamaha ile karşılamazlar. Bir kız gerek gönül rızasıyla kaçsın ve gerekse zor kaçırılsın, akibeti ölümdür. Kızın kardeşleri veya akrabaları onu muhakkak öldürürler. Kız zorla kaçırılmış ise her halde kaçıranı da öldürürler; ancak öldürmek suretiyle ailenin namusu temizlenmiş olur; lakin bugün bu gelenek terk edilmiştir. Birbirini sevenlerin aileleri anlaşamazsa kız kaçar. Bir müddet sonra da helallaşılır. Araya büyükler girer iş tatlıya bağlanır.Barış yapılarak akrabalar birbirlerini ziyaret ederler.
Eski usule göre ise, kızı kaçıranın hapis yatması kafi değildir. Zorla kız kaçıran hapisten çıktıktan sonra dahi kızın akrabaları tarafından reddedilir veya öldürülür. Şayet bir baba kaçan kızını reddetmez ve öldürmezse cemiyet içinde gezemez olur. Kimsenin yüzüne bakamaz, daima mahcup ve kederlidir. Kaçan kız öldürülmediği takdirde, ömrünün sonuna kadar anasını babasını ve kardeşlerini göremez, konuşamaz, evlâtlıktan red edilir. Toplum içine dahi giremez. İşte bunun içindir ki, Türkmen muhitlerinde kız kaçırma, ender rastlanan vakalardandır.
Türkmenler'in, kin ve nefretleri de bir hususiyet arz eder:
Türkmenler intikamcıdır. İntikam ve ahlarını kimsede koymazlar. Kısasa, kısas esası caridir. Başa baş, göze göz, cana can usulü vardır. Kana kan akıtmak lazımdır. Türkmenler'den birisi başka bir kabile tarafından öldürülürse, ölenin intikamını almak lazımdır. Buna HAYF, ÖÇ almak denilir. Öldürülenin babası, kardeşi veya akrabalarından birisi, öldüren taraftan bir veya bir kaç tane öldürmelidir. Birisinin kolu kırılmış veya gözü çıkmış ise; karşı taraftan da birisini kolu kırılıp, gözü çıkmalıdır. Ölenle, öldürenin kabile mensupları da birbirlerine düşman olurlar. Her nerede birbirlerine rastlasalar, öldürmek veya yaralamak isterler. Buna KAN GÜTME veya KAN DAVASI denilir. Bir kan davası senelerce devam edebilir.İntikam alınmadığı takdirde, ölenin akrabaları, intikam alınıncaya kadar YAS tutarlar. Ölenin anası, babası, kardeşleri siyahlar giyinir, yalın ayak, baş açık gezer, saç sakal uzatırlar. Gülmezler, neşelenmezler, düğün ve dernek yapmazlar. Yas tutma yedi seneye kadar devam eder.
Bu müddet zarfında zaman zaman ağıt yakılır, feryat, figan edilir. Bir yiğit, düşmanları tarafından öldürüldüğünde, cesedin etrafında toplanan analar, kızlar ve gelinler saçlarını keser, tırnaklarıyla yüzlerini yaralarlar, yüzler kan içinde kalır kesilen belikler, ölünün üzerine atılır. Yiğitler üzerine türküler yakılır. Buna ağıt türküsü denir:
Karalar Kabilesi'nde bir gencin kurşunlanarak öldürülmesi üzerine söylenen bir ağıt:
Mersin’e de gitmiş, ata
Eğni döşü yite yite
Vurulunca yanım demiş
Düşmanların satar hata
Mehmet ağlayıp oturur
Abdullah aklın yitirir
Ölük demen kul olayım
Yine sevkiyat götürür.
Büyük Berçin’in gölgesi
Sırtında kutmu yeleği
Şükür ki oğulum vardı
Hani feleğin kulağı
Sebep olmuş garı, Esik
Gelse düşman başı kesik
Şu Berçin’in döleğine
Hanifi’nin başı düşük.
Abdullah yayar koyunu
Düşmanlar etti oyunu
Osman Efendi ağlıyo
Herhalde, belli kayını
Camiye de getirmişler
Alaganlı yatırmışlar
Gelin güccük, oğlan cahil
Ocağını batırmışlar
Camiye goyduk figanı
Gezer siganı siganı
Toplanın gelin Karalar
Vurdular namlı yeğeni.
KAYSERİ/Akkışla'dan Alö(Ali) adlı eşkiyanın mert, iyi nişancı gözü keskin bir gence, pusu kurarak kurşunlaması üzerine yakılan ağıt:
Girinci’den geldi üleş
Yüreğime düştü telaş
Doğru söylen emmim ili
Sevdiğim ne kadar keleş
Kara Sadık'ın kekili
O da kavakda dakılı
Gözü kör olsun Alö'nun
O da eşkiya vekili
Beker bibim oğlu beker
Höllö'ğün hayfını çeker.
Kara şalvarın üstünden
Kara gömleğini döker
Güzel bibim oğlu güzel
Perçemi kendine özel
Oldu mu böyle Alö'o
Bu işin neresi güzel?..
Dolanır da gelir bize
Kara dolama olur dize
Bir çift selamla yollamış
Sadık’ın sevdiği kıza
Öldürülen kimse mezara konulduktan sonra silahı atı elbisesi getirilir, ağaçtan bir şekil yapılır.Elbiseler bu ağaca çakılır, silahı atın eyerine asılır, insana benzetilen ağaç ve elbiseler ata bindirilir, bu at, elbise ve silahlarla mezarın başına gidilip ağıtlar söylenir etrafında gezilir. Bu temsili hareket günlerce devam eder; fakat bu hareketler eceli ile ölenler için yapılmaz. Şimdi bu adetler terk edilmiştir.
Ne zaman intikam alınırsa, o zaman yas da kalkar, hemen o günü siyahlar indirilir, saç sakallar traş edilir, temiz elbiseler giyilir, davullar vurulur, zılgıtlar çalınır. İntikam almanın hududu yoktur. İki düşman kabile arasında uzun senelerce devam eder. Karşılıklı olarak birbirinden adam öldürürler.Bugün kan davası da tamamen kalkmıştır.
AKKIŞLA TÜRKMENLERİ'NDE KADIN
9 Haziran 1985 Kayseri'nin Akkışla İlçesi'nde Esme (Esma Yüzügüllü) teyzeyle sohbete başladık. Söz sözü açtı, geldi kadınlarda düğümlendi.
Esme Teyze kadın bahsini anlatırken:
-Oğlum, avrat dediğin üç türlü olur, diye şu sınıflandırmayı yaptı:
1- Zavratızort
2- Çepelimürt
3- Hazretimülk
“Atalarımız: “Erkek sel, avrat göl gibi” demiş. Karılar içinde iyileri olduğu gibi kötüleri de vardır. Biz kusur görmek (görmeyiz). Dünyada türlü türlü avrat, türlü türlü erkek olur. Bakın, size bu üç türlü avradın ne olduğunu anlatayım da öğrenin” dedi. Ben, büyük bir dikkatle Esme Teyze’nin anlattıklarını dinledim. Sözlerini sizlere aktarmağa çalışacağım:
Zavratızort Avrat:
“İşin nerden geldiğini, nereye gittiğini, nasıl olup bittiğini bilmeyen avratlara zavratızort avrat derler. Bu avratların hesabı kitabı olmaz, onların sözüyle kuyuya inilmez.
Bu karılar iş görüyorum derler, herkese öğünürler, öğünürler; ama işlerini aslı astarı olmaz. Erlerine yardım eder gibi görünürler, harları olmaz, misafir ağırlarım derler, misafir kovarlar.
Dedelerimiz bu biçim avratlara kötü dualar etmiş, söyleyeyim de yaz efendi.”
Kötü olur avradın kötüsü kötü
Çengellerde kokudur aldığın eti
Bir elden, bir ele yayılır meti
Yandım zavratızordun da elinden
Kurtar Allah'ım bizleri kötü dilinden
“Oğlum... Allah bir eve bunun gibi avrat komasın...”
Çepelimürt Avrat:
“Çepelimürt avrat da akşama kadar evde iş görmez. Çadırında çene çalar, öteki beriki ile kavga eder, yalancı pehlivan gibi adam aldatır.
Bunun evine tavuk pisliğinden giremezsin. Bak atalarımız bunlara ne demiş:
Üfürür üfürür yanmaz ocağı
Karga leşi gibi köşe bucağı
Tavuk bokuyunan dolar bucağı
Yandım, çepelimürdün elinden
Allah kurtar beni onun elinden
“Allah adama bu şekil avradın yüzünü göstermesin... Bunlar ev batıran, yurt göçüren karılardır.
Hazretimülk Hatun:
“Bu şekil kadınlar; işini, idaresini bilen, herkesten öne kocasını seven, evin mutfağına yardım eden, misafire iyi bakan kadınlardır. Bunar her zaman halakanın obanın iş görenidir. Bu kadınların girdiği yere saygı girer.
“Böyle hatunlara canlar kurban olsun; bunları ahiretleri ışık dolsun, bunlar bolluktan darlığa girmesin, günün akını görsün, düşmanın kara yüzlüsünü görmesin; bin yaşasın...
Dedelerimiz bunlar için şöyle demiş:
Parça parça edip yakıyor yükü
Bulunmaz dünyada, biricik teki
Hep böyle mi olur hatunın kökü?
Birin de bana ver, Hazreti mülkün
“Dede Korkut'taki Kitabı'nın ön sözündeki kadınlarla ilgili bu hikâye birbirllerine çok benziyor.
1987 yılının ağustos ayında değirmenler bölgesinde dolaşırken Gani Emmi'ye rastgeldim. Gani Emmi'nin değirmenler bölgesinide bir tarlası vardı.(Gani TOSUN)Gani Emmi dedi ki:“Yeğenim, avradın kötüsü de çok kötü olur ha... Bak, Karacaoğlan ne demiş:”Hemen orada Eski Muhtarı'ın Değirmeni'nin yanındaki pınardan bir su içti sesinin olanca heybetiyle söylemeğe başladı.
Kötü avratlara etmen emeği
Midem çekmez pişirdiği yemeği
Kazandan çıkıl bir kıl eneği
Alman kötü avradı huri de olsa
Kötü avrat dersen cığıştan düşmez
Üfürür üfürür mancası pişmez
Bir at, üste versen kimse değişmez
Alman kötü avradı huri de olsa
Kaşını yıkmış ta yüzün şişirir
Samranı samranı manca pişirir
Döşeği yaz deyince çulu devşirir
Alman kötü avradı huri de olsa
Karacaoğlan der Mevlâm yaratır.
Çocuğunu varır ele beletir
Kabını yumaz da ite yalatır
Alman kötü avradı huri de olsa
Görüyoruz ki halk, millî efsanelerini hafızasında barındırıp, değiştirerek de olsa bugüne kadar getirmeyi başarmıştır.
HİKÂYECİLER
Kayseri /Akkışla İlçesi'nde köy odaları bulunurdu. Bu odalar bugünün bir bakıma konferans salonları, yemekli yemeksiz tertibedilen şölenler,halk eğitim merkezleri, pedogojik eğitimin yapıldığı yerler olarak karşımıza çıkmaktaydı. Buralara aşıklar gelir, güreşçiler gelir bezirganbaşları gelir, hikâyeciler gelir...Buralar halkı manevî bakımdan besleyen millî kültürü geliştiren ve bu kültür doğrultusunda insanımızı gençliğimizi sulayan bitmez tükenmez bir kaynak ve menbadır.
Yörede, uzun kış geceleri halkı gece yarılarına kadar eğlendiren ve bir çeşit halk eğitimi işi gören meşhur hikâyeciler vardır. Yakın zamanlara kadar bunların şehir ve kasabalarında bir kaç tanesine rastlamak mümkündür.
Söz arasında adı geçen Mamet Dede, Oğlu Kürkçü Süleyman Ağa, Kürkçü Kerim Mehmet, Doktor Ömer Ağa, Oğlu Gani Tosun, meşhur birer hikâyeciydiler.
Kendisiyle yaptığım bir konuşmada hikâyeciliğin de ustadan çırağa adeta izin verilmek suretiyle yapılageldiği anlaşılmıştır. Kürkçü, Kerim Mehmet Dayı'dan meşhur birkaç hikâyeci ismi istedim; bir iki yutkundu, tabakasını çıkarıp bir tütün sardı. Çakmağını çıkarıp tütününü yaktı, bir nefes çekip üfürdü ve anlatmağa başladı:
Dedem Ali, lakabına (Gasökağa) derlerdi Ücepur’un dibinde bir odamız vardı ki çok meşhurdu. O zamanlar ilçede odalar sayılı idi. Dedem, Gasokağan odasından hiç misafir eksik olmazdı. Aşıklar gelir, aşıklar gider.Çerciler gelir, yolcular giderdi.İşte ben de hikâyeciliği burada öğrendim.Bu arada misafirlere tatlıların tuzluların en meşhurları yapılır; süt, ayran, yoğurt, ağız, bunlardan yapılmış yiyeceklerin hamur işlerinin biri gelir diğeri giderdi.Civar köy ve kasabalardan hatta illerden ağalar, güreşçiler, saz aşıkları hikâye anlatıcıları gelirdi ki ortalık bayram havasına dönerdi.
Kürkçü Kerim Mehmet Dayı hikâyesini şöyle anlattı : « Ben hikâye çıraklığına burada başladım.Yani Dedem Gasokağa'nın odasında. Dedemin iki kalfası vardı. Bunlardan birisi de Ermeni Kalaycı Ömer idi. Bu Ermeniler bizim evimizde kalırlardı.Sonradan buradan ayrılıp İstanbul'a gittiler. Bizimkiler kalaycılığı onlardan öğrendiler.
Hikayecilikte ben de dedemin çırağıydım. Kalfalar arasında Hapçavuşlar'ın Mustafa, Haşim'in Hasan, Kululu'dan Hacı Abdullah Pehlivan, Cüce Hasan'ın Halil Pehlivan, Doğancı Bayram Ali Çavuş vardı.Bunlar hem hikâye anlatırlar hemde gittikleri yerlerde tatlıların en âlasını yaparak gönülleri ve mideleri şenlendirirlerdi.Bunlardan Hacı Abdullah Pehlivan hem güreşlere çıkar hem de gecenin geç saatlerine kadar hikâyeler anlatarak geçimini sağlardı.Bunun hemen her köyde kendine ayrılmış odası bulunurdu. Köylüler Cüce Hasan'ın Halil'le, Hacı Abdullah Pehlivan bugün burada kalacakmış dediler mi yerleri ayrılır, hazır edilirdi. Daha sonra duydum ki bütün malı mülkü bırakıp şehre göç etmiş.
Benim gibi hikâye anlatıcıları çoktu lakin çoğu Hakkı'ın rahmetine kavuştu.Bugün hikâye anlatıcılık artık yok oldu.Radyo televizyon, insanların çok vaktini alıyor.Üstelik odalara habsediyor. Eğitici yönü olsa da manevî yönden tahribat var . » dedi.
Bunlardan başka yöre Türkmenleri'nden namıdeğer bir kadın vardı ki adı Kara Fatma'ydı. Pehlivandı ki ne pehlivan...Değme yiğitler karşısına çıkamazdı. Bir gün Bu Kara Fatma pehlivanlığı bırakır ve evlenir.Evlenir evlenmesine; ama namını duyan, ün yapmak isteyenler ya da onunla bir el atmak isteyenler de Akkışla'ya uğramadan gidemezller, bu yiğit Türkmen güreşçinin de yakasını bir türlü bırakmazlardı.Neyse bir gün Kara Fatma, bir pınarın gözünden testisine su doldururuken arkasında zincirlerinden tuttarak getirmiş olduğu bir boğayla bir pehlivan çıkagelir.Pehlivan Kara Fatma'dan bir su ister. O da verir. Yarınki tutulacak güreşleri sorar ve Kara Fatma denen bir güreşçi kadını aradığını söyler. “İşte şu arkamdaki boğayı görüyorsun ya bunu yarınki güreş için getirdim. Kara Fatma’yı yenersem ne alâ; yenilirsem bu boğayı ona vereceğim” der. Kara Fatma hiç bildik vermez. Aradığın Güreşçi Kara Fatma, benim demez .İsmini gizler.
- “Demek O'nu güreşmek için arıyorsun” der.
- “Evet ya güreşmek için...”
Ben evini biliyorum; ancak güreşeceğini zannetmem. O çoktaaan evlendi. Hatta bir de çocuğu var. Kocası buna izin vermez, der...
Yine de istiyorsanız yanımda gelin sizi evine ben götüreyim der. Adamcağız bunun Kara Fatma olduğunu bilmeden yanına takılır. Neyse eve gelirler. Kapıda palabıyıklı bir yiğit karşılar. Kadın, durumu çaktırmadan kocasına anlatır. Bir müddet sonra da Kara Fatma seninle yarın harman yerindeki güreş meydanında karşılaşacak. Bugün sen bizim misafirimizsin, rahat ol der. Boğayı ahıra bağlarlar önüne yem, yonca konur. Yemekler yenir hoşbeş sohbetten sonra, sen yol yorgunusun, yarın güreş var deyip konuk odasına uğurlanır.
Sabah olmuş millet güreş meydanında toplanmıştır
El Meydanda tellallar çağırmakta, temannacılar temanna okumaktadırlar:
Ona yardım etmiştir Yaradan
Bugün bunlardır bizim baş pehlivanımız. Siz, bunlara hep birden deyin: Maşallah
Bunlarda biter baş güleş, İnşallah..
Bir başka Pehlivan duası da şudur: Allah Allah hace-i âlem Seyyid-i kainat, Mu'ciz-i mevcudât, Pür kemâl, pür cemâl, Muhammed Mustafa'ya salâvat! Engürü'de er yatar, Rum'da Mehmet Buharî Sarı Saltuk, Don giyer, tuman çeker. Pîrimiz Hazret-i Mahmud pîr yâr velî aşkına Dest ber dest, Kafa ber kafa, Sine ber sine muhabbet, Ali şîr-i yezdan-ı veli aşkına, Allah onara İkisi çıkmış meydana, İkisinin talihini de Mevlâ onara, Haydi aslanlarım, bileğinize kuvvet Yüreğince cesaret Ya Allah Bismillah Yallah!.. Der ve sırlarına vurarak salıverir. Pehlivanlar, elleşirler. Demek sendin Kara Fatma, bana söylemedin der. Evet, bendim. İşte karşındayım der. Bir iki denemeden sonra Kara Fatma'yı yeneceğini düşünen güreşçi. Bir iki salma, atar, olmaz. Tutunamaz. Kara Fatma bacağını bir sarmaya görsün. Dikme ağaçlarını kökünden söker. Öyle bir dolar ki bacağını dayanabilene aşkolsun… Bir kafa kol çeker ki sırtı buz dağı gibi kaygandır kimse tutunamaz. Pehlivan, çok çetin biriyle karşılaştığını anlamıştır; ama artık iş işten geçmiştir.
Kara Fatma hasmını zorlamakatadır. Bu kadar deneme yeter der ve öyle bir dolar ki bacağına bir söğüt gibi kökünden söker pehlivanı. Sırtı yere gelerek tuş olur, utanır. Mahçubiyetini gizleyemez. Hemen boğayı getittirir. Oracıkta Kara Fatma’ya verir. Oradakilere de veda ederek geldiği yere doğru yollanır.
Kürkçü Kerim Mehmet Dayı'ya kürkçü denmesinin nedeni baba, dede mesleği kürkçülük yapmasından dolayıdır. Akkışla'nın meşhur hikâyecilerindendir. Çobanlara keçeden veya kuzu derisinden kürk (kaban) yapar. ABA USTASIDIR.
Çocuk Bakımı Çocuk belenir, beşikte, salıncakta uyutulur. Doğduktan sonra bir hafta süreyle günde ikişer defa banyo edilir. Yeni doğan çocuğun vücudu doğar doğmaz bal veya tuzla sıvanır.Belek sırasında çocuk elenmiş temiz toprağa sarılır. Ebe, çocuğun bağının yumak olmaması için tülbentlerle sıkar. Çocuk bir sene belekte kalır. Bir senenin dokuz ayı toprakta belenmekle geçer.İlçenin değirmenler bölgesindeki toprak kırmızı ve çocukların belenmesine ve kurutulup kavrulmağa elverişli olduğundan, pınarların bulunduğu bu bölgeden bazı erkek ve kadınlar çocukları belemek için veya demir eksikliğinden toprak yemek için buradan torba torba toprak götürürlerdi. Kayseri/Akkışla'nın Uğurluuşağı, Ganişeyh, Gömürgen, Düzencik, Girinci, Akin, Kululu, Manavuz gibi köylerinde bütün çocuklar, toprakla belenir. Bunlardan kimisi toprağı altı yanan bir ateş üzerindeki saç üstünde toprağı iyici kavurup, kuruttuktan sonra ısı derecesi çocukları yakmayacak kıvama geldikten sonra çocuğun bezi üzerine yayılarak çocuk beleğe sarılır. Bu köylerde kadınlar arasında toprak yalama, toprak yeme alışkanlığı da hat safhadadır.Buralarda kimi erkeklerin de aynı şekilde toprak yedikleri görülmektedir.
KADIN İŞÇİLERİ Yörede Dokuma İşleri: Kayseri/Akkışla Türkmen oymakları arasında en canlı halk sanatı, dokumacılıktır. Bu dokumalar: Halı, kilim, çuval, direz, yolluk, çul(minder), heybe, kürtün(eşek ve at üzerine atılan örtü), koşumluk, dolama, yün çorap, yün kazak, yün papak, kalpak ve benzeri gibi şeylerdir. Yöre halkı arasında bu gibi şeyleri dokumasını bilmeyen yoktur.Hatta çocuklar çok küçük yaşlarda el tezgahları veya kirmen adı verilen yün eğericilerle yatıp kalkar, onlarla yetiştirilirler. İp atmak, yün taramak, yün eğirmek, yün kırkmak, yün yıkamak, yün tınsıtmak(güneşlendirmek), yün yatak, yün yorgan, yün yastık, yaptıkları işlerden bir kaçıdır. Başlıca dokuma eşyalarından bazılarının renkleri ve modelleriyle aldıkları isimler şunlardır: 1. Çuvallar:
1- Ağbörek çuvalı: Geometrik özellikler taşıyan, dörtgenlerle süslenmiş çuvallara verilen isimlerdir. 2- Altınterlik: Köşegen, köşeli çiçeklerle yapılmış çuvalların ismidir. 3- Çevşen çuvalı : İlginç renklerle bezenmiş gözalıcı biçimdedir. 4- Kevkel çuvalı: Bunları, dokumak da desen vermek de maharet ister. 5-Yılan koğudu: Bu çuvalın hem süsleme ve hem de dokuma tarzı açısından benzeri pek az görülür. 6- Daban çuvalı: Küçük çizgiler ve çiçeklerle süslüdür. 7- Bıçkı çuvalı: Çiçekleri kertikli olan bir çeşit çuvaldır. 8-Bülbülbükü çuvalı: Dokuması diğer çuvallardan farklı bir çeşit çuvaldır. 9-Belder çuvalı: Hem dokumasında ev hem de süslemesinde bir çeşit çuvaldır.
10- Kuşburnu çuvalı: Değişik tarzda dokunmuş bir çeşittir.
11- Doldurmalı çuval: Çok basit dokuma ile yapılan çuvallardır.Çok kullanışlı olup dokunurken zamandan tasarruf sağlanır.
2. Kilimler:
1- Âdi Cığcık Kilimi
2- Tokmaklı Kilimi
3- Seleser Kilimi:
Seleser kilimi süsleme ve desenleri bakımından çok sevimli hoş ve kıymetli bir kilimdir.
4- Gözümkaldı Kilimi
5- Kürtküpesi Kilimi
6- Bir El Bir Saray Kilimi
7- Kırk Kıvrım Kilimi
8- Koç Boynuzu Kilim
9- Aynalı Kilimi
10- Urumalası Kilimi
11- Sarman Kilimi
12- Darak Kilimi
13- Turunç Kilimi
14- Çiçek Kilimi
10- Zencir Kilimi
11- Hürriyet Kilimi
12- Köleker Kilimi
13- Yarım ay Kilimi
14-Yay Başı Kilimi
15-Yarım Yelen Kilimi
16-Çığra Kilimi
17-Parmak Kilimi
18-Kedi İzi Kilimi
19-Yarım Elma
20-Kıvrım
21-Latince
22-Yorgan
23-Muska
24-Bıtırak
25-Göz
26-Deli Melek
Kilimlerin kenarlarındaki kenar süslerine “yelen” denilmekte ve bu yelenlere birkaç türlü isim konulmaktadır.
3. Haral (Çoğu kıldan dokunmuş büyük çuval)lar:
Haralların aldığı isimler de şunlardır:
1- Düz haral
2- Boncuk haralı
3- Seymen haralı
4- Hatap haralı
Bunların içinde en makbul sayılan Seymen ismindeki haraldır.
4. Heybeler:
1- Turunç heybesi
2- Dilicek heybesi
3- Kürüdiği heybesi
4- Yaprak heybesi
5- Kurtağızı heybesi
(Heybeler içinde en çok sevilen yaprak ev turunç adını alan heybelerdir.)
Kilimlerin üzerlerindeki süslere göre aldıkları isimler:
1-Yelen: Her kilimin kenarya Yelen ismi verilmiştir. Bu yelenler üç türlüdür:
A) Bülbudak yeleni
B) Kerpiçli yeleni
C) Yılanlı yeleni
2- Yelen ile orta göbek arasındaki süslerin isimleri de şunlardır:
A) Düğmeli yıldız
B) Külafi yıldız
3- Kilimin tam ortasındaki göbeğin ismine “Top” denir.
Bu (top) ismi kilimin süslemesine göre verilmez. Kilimin ismi ne ise top isimle anılır. Meselâ: Çiçek topu, kar topu, yaprak topu v.b. gibi.
Yörede Dokuma İsimleri:
1- Kilimler: Büyük çıkçığı, küçük çıkçığı,bir saray, kağıt örneği, zincir, nacak, bir el, ... isimleriyle anılırlar.
2- Haral: Sağmen, oyuklama, semerkaşı gibi isimler alır.
YÖREDE BOYACILIK
Yörede oymakları bütün dokumalarında boyalarını kendileri hazırlarlar. Bitkisel bazı tesbitlerle kilim, halı, heybe ve çuvallarının ipliklerini dokumadan önce boyarlar.
Aşkar:
Sarı ve kırmızıya boyanacak ipliklerin çabuk solmaması için boyadan önce yapyıan işleme “Aşkar” ismi verilir.
Aşkar işinde Maraş’tan geldiği söylenen Gök boya adında bir boya kullanılır. Her yöre kadınında “İyi boya Kayseri’den gelir” düşüncesi vardır. Bununla birlikte kadınların bir kısmı da boyayı soğan kabuğu, ceviz kabuğu ...vb lerinden de kendileri yapmaktadırlar.
Boya ve aşkar nasıl yapılıyor?
1- Sönmüş kireç kaynatılır, bu kireçli suya dokunacak ipler atılır. İpler bu suyun içinde yirmidört saat kalır, sudan çıkarıldıktan sonra bol ve akar suda çok iyi yıkanır, kurtulur; böylece hazırlanmış olur.
2- Gök boya: Bundan sonra Maraş’tan alınan gök boya adamakıllı kaynatılır. Hazırlanmış ipler bunun içine atılır atılmaz gök boyanın içine bir miktar seğ (şap) katılır ve biraz daha kaynatılırken bu eriyiğe limon, nar herhangi başka ekşi su eklenir Eğer ekşi bulunmazsa onun yerine birkaç damla kezzap damlatılır. (Bu aşkar yalnız kırmızı ve sarı boyaya boyanacak iplere mahsustur.) Ateşte kaynatılan bu kaba sarı veya kırmızı boya katılır. Hazırlanmış ipler eriyiğin içine atılır ve beş on dakika kaldıktan sonra çıkarılır, iyice yıkanır, böylelikle ipler boyanmış olur.
Karalık ve kara boya:
1- İpler kireçli suda aşkar edilir ve hazırlanır.
2- Karadal ağacı (dış budağa benzeyen bir ağaçtır) veya Hayat ağacı yapraklarıyla birlikte iyice kaynatılır. Bundan sona içine bir miktar arpa veya buğday katılır, yine kaynar ve soğumak üzere indirilirken hazırlanmış eriyiğe birkaç demir parçası (Nal, mıh, v.b.) atılır. Bu suyun ismine Karalık denir.
3-Karalık üç gün bu halde kalır, kıvamını bulur ve ekşir. Sonunda, aşkarlanmış ipler bu suya konur sekiz on gün kaldıktan sonra çıkartılır ve karaya boyanmış olur. İplikler bol akar suda yıkanarak kurutulur.
Sarı boya:
Develik ağacı (bu ağaç penbe çiçekler açan zehirli bir ağaçtır), Uruşman (bu, bir çiçektir, ekinler arasında sarı sarı açar), Kaçkırt otunun kökü (bu ot, su kenarlarında bulunur, kenevire benzer); bu üç bitik şapsız ev gök boyasız bir kap içinde kaynatılır, sonra içinde ipler atılır; bir başka çeşit sarı boya meydana gelir.
Bu çeşit sarı boyanın aşkarı sığır sidiğidir. İpler boyaya konmadan önce sekiz on saat sığır sidiği içinde kalır ve aşkarlanmış olur.
Saz rengi:
Saz rengi: Açık kahverengi olan bir boyadır. Bu boyayı şu şekilde yaparlar: Ne kabuğu dövülür, suda kaynatılır, içine ipler konur. Bir süre sonra ipler kaynar kazandan çıkarılır ev üstüne bir miktar ateş külü serpilerek bu külle yoğrulur. Böylece iplere hem aşkar verilmiş olur, hem de boya işi biter.
Koyu saz rengi: Yukarıda yazılı saz rengine ait olan işlem yapıldıktan sonra eriyiğin içine bir miktar ocak isi ve şap eklenirse meydana gelen renge koyu saz rengi denir.
Kaynatma rengi: Siyahlı kahve rengi, koyu kahve rengi olan bir renktir. İpler kırmızıya boyandıktan sonra karalığın (yani kara boya eriyiği) içine atılır ve bir süre sonra çıkarılır. İplerin bu suyun içinde kaynamaması gerekir.Bundan sonra ipler iyice yıkanır ve meydana gelen rengin ismine “Kaynatma” denir.
Güvel rengi: Güvel rengi maviye yakın koyu bir rengin ismidir. Bu rengin yapılması şöyledir: kırmızıya boyanan ipler ürpeği (Mazı ağaçları üstünde tüylü bir maddenin ismidir) ile ayrıca kaynatılırsa meydana gelen renk, güvel ismini alır.
Renklerin isimleri: Yöre halkları arasında arasında renklere verilen isimler: Kırmızı, yeşil, penbe, elması (gül rengi), altın sarısı, açık ve koyuz saz, kaynatma, güvel, ağcamavi, kündükü, nar içi, turunç, karaboya.
ÇEŞİTLİ BİLGİLER Komarlı(Kumalı)aşireti: Kayseri'de Kumalı mevkiine yerleşmiş bir oymak var.Bu oymağın bir kısmı Kozan Dağı güneyineyerleşmişlerdir.. Bu aşiret dört obaya ayrılmıştır: 1 -İmat Uşağı 2- Solaklı 3- Uyduranlı 4 -Molla Ömer Uşağı Buradan giden kabilelerden bugün bir kısmı Molla Ömer Uşağı Obası(Adana, Ceritli, Kozan) Uyduranlı (Akçakoyunlu) Oymağının yaşlarından Ali Fakı isminde bir ihtiyar, bu aşiretin 350-400 çadırlı olarak çeşitli yerlere dağıldıklarını anlatmaktadır. Bunlardan bir kısmı, Kahramanmaraş Göksun’nun Çukurasar, bir kısmının Maraş'ının Camuscular, bir kısmının da Andırın’ın Acemli köylerinde yerleştiklerini söylemektedir.
Kadın Kıyafetleri: Aşiret arasında kyyafet tetkiki önemli bir konudur. (70 sene önce) 1-Kızlar üzerlerine üç etekli zıbın giyerler ve bu zıbınları kutnudan yaparlardı. Üç etekli entarinin üzerine gök bezden yapılmış “Dolama” denen bir eteklik kullanırlardı. 2- Ayaklarına “küllü şeftali” isminde nar çiçeği rengine edik giyerlerdi. 3- Kızlarda başta fes ve boncuktan yapılmış onbeş santim uzunluğunda püsküllü bir başlık kullanılırdı. Bu başlığın üzerine kırmızı renkte bir de poşu, denen bir yağlık bağlarlardı. 4- Nişanlı kızlar: nişanlanırlarken bellerine gümüşten saçaklı tas kemer takarlar.
Günün Altı Boş: Ortalık bulutlu fakat Güneşin doğacağı yerin bir parçası bulutsuz olursa, buna Türkmenler “GÜNÜN ALTI BOŞ” derler. Böyle bir durumda Güneş doğar ve bir süre ortalığı aydınlattıktan sonra buluta girerse, o ayın bütünüyle yağmurlu geçeceğine hüküm verilir. Bunun tersi kuraklığa işarettir. Kuraklıksa kıtlık demektir ki bu hiç de hoş karşılanmaz. Solucan: Solucanlar toprağı yukarı doğru iter ve başlarını deliğin ucuna getirirlerse mutlaka yağmur yağacağının işaretidir.
Tavuk ve Eşek: Tavukların bitlenmesi, eşeğin kulaklarını sallaması yine yağmurun yağacağına işarettir.
Mihrican: Güz aylarının son ayında esen rüzgara “mihrican” derler. Mihricanda ağaçların yaprağı tepeden dökülürse, o yıl, kışın şiddetli olacağına ait dallarından dökülürse, kışın hafif geçeceğinin işarettir.
Koyun: Buhur günlerinde, yani Akkışla ve Yöresi Türkmenler'inin dediği gbi “KOÇ KAVURMA” zamanında koyunlar öğle sıcağında bir ağaç altında yatarlarken, birbirlerine fazla sokulur ve sıkıştırırlarsa o sene kışın şiddetli olacağı sanılır. Bunun tersi, kışın hafif geçeceğine işarettir.
Yıl, Ay ve Gün: Türkmenler arasında günler şu şekilde isimlendirilir: “Salı Teltik... Çarşamba Yırtık... Perşembe Hanım... Cuma Canım... Cumartesi Lamı... Para ille Pazar, ille Pazar başı kesil, el azar.” Derler. Akkışla (Kuzugüdenli) Pazarı dillere destandır. Gemerek, Şarkışla, Bor, Niğde, Ulukışla, Nevşehir, Yozgat, Kayseri gibi yerlerden ta çarşambadan itibaren malını Cuma pazarında satmak için halk akın akın gelir. Cuma Pazarı Akkışla oldukça kalabalıklaşır. Burada her şeyi satabilir ve alabilirsiniz. Aradığınız herşeyi de bulmak mümkündür. Lâkin, ne yazık ki bugün Cuma pazarı canlılığı azalmıştır.Çarşamba günü de tıpkı, salıda olduğu gibi iş başlangıçlarında uğurlu sayılmaz. Ayın son çarşambasında; iş görmenin, yeni elbise dikmenin, yeni bir işe başlamanın obaya uğursuzluk getireceği inancı hakimdir; çünkü son çarşamba giden ay ile gelen ayın konuştuğu güne rastlarmış. Burada iki ayın birbirine devir teslim ettiği inancı vardır. Aylar: Oniki Arabî ayının onbiri hayırlı ve uğurludur. Yalnız, bu aylardan safer ayı uğursuz bir ay sayılır. Bu ayda kurban ve tavuk boğazlamak adettir. Bu ayda nisanın evinden bir şey kaybolursa veya bir şey gereksiz yere harcanırsa veya bir kaza meydana gelirse, o evin yedi sene uğuru dönmez diye bir inanç vardır. Hatta safer ayinde her aile reisi, ailesini “safer geldi, iğnenize sahip olun” diye uyarır.
Çeşitli Âdet ve Gelenekler: 1- Ölünün mezarı başında ateş yakmak, Türkmenler'de eskiden kalma bir âdettir. Bugün bu adet kaybolmuştur. 2- Türkmenler, genç ölmüş bir adamı gömdükten sonra onun atını süslerler ve ölünün üstünden çıkarılan elbiseyi bir ağaca giydirirler. Köyün kadınları donatılmış bu at ve giydirilmiş ağacın karşısına geçerek ağıtlar okur ve ağlarlar. 3- Ölü gömüldükten sonra bir kurban kesmek âdettir. Bu kurbanın ismine “kazma takırtısı kurbanı” denir. 4- Ateşe hürmet çoktur, ateşe işeyen çocuklar dövülür; ocağa ayakkabısıyla basanlar azarlanır. Ateş için şöyle bir dua etmek Türkmen âdetlerindendir: “Ey Allah'ım bizi nurdan, nardan ayırma.” 5- Bir evden ölü çıkınca, üç gün o evde ocak yakmak ayıptır. Ev sahibinin yiyeceğini komşular ve akrabalar yapıp getirirler.Böylece cenazenin çıktı ev yemek yapmak. Komşuların getirdiği her çeşit yemek yine komşuları tarafından gelen misafirlere öğün olarak verilir; çünkü çok uzaklardan gelen akraba, eş ve dostlar bulunurlar. Uzun süre yas tutmak, işten güçten avara kalmak büyük günahlardandır. Üç gün sonra herşey eskisi gibi devam eder. Herkes işine gücüne başlar. 6- Adak kurbanlık kesmek Türkmenler'in âdetlerindendir. Bu kurbanlar bir ziyarette kesilebileceği evlerde ve başka yerlerde de kesilebilir. Kesilen kurban etlerinden ziyafet çekilir ve herkese dağıtılır.Adanmış kurbanların adayan tarafından yenmesi doğru değildir.Dağıtılır. 7- Türkmenler'in başlıca ziyaret yerleri Mescitler, Camiler, Türbeler ve dinî ve millî bakımından kutsal olan yerlerdir.
Rüyalara Dair 1- Rüyada kan görmek, rüyanın bozulduğuna işarettir. 2- Rüyada su görmek, aydınlıktır. 3- Rüyada toprak görmek, zenginliktir. 4- Rüyada yılan görmek, uğursuzluktur. 5-Rüyada köpek görmek, aydınlıktır. Köpek kuduz olursa, kavgaya işarettir. 6-Rüyada ateş görmek, keder ve acıdır. 7- Rüyada dümen görmek, selâmete çıkmaktır. 8- Rüyada koyun görmek, bereketin bolluğuna işarettir. 9- Rüyada at görmek, uğurdur. 10- Rüyada kır ata binmek, öleceğine işarettir. 11- Rüyada al ata binmek, ömrün uzadığına işarettir. 12- Rüyada yağız ata binmek, devlete konmaktır. 13- Rüyada eşeğe binmek zengin olmaktır. 14- Rüyada deveye binmek, büyük adamlarla görüşmeler yapacağına işarettir. 15- Rüyada soğan, biber yemek uğursuzluktur. 16- Rüyada tuz yemek, rızkın bolluğuna işarettir. 17- Rüyada üzüm ve karpuz yemek yağmur yağacağına işarettir. 18- Rüyada silâh atmak, bıçak çekmek, büyük bir kavgaya sebep olacağına işarettir. 19- Rüyada taranma, yolculuğa işarettir. 20- Rüyada çift sürmek sıkıntıdır; ama işin sonunun iyi olacağına işarettir. 21- Rüyada ekin ekmek, rızkın bolluğuna işarettir. 22- Rüyada ekin yolmak, bir yorgunluğa düşeceğine işarettir. 23- Rüyada ölmek, ömür uzunluğuna ve rüyanın bozukluğuna işarettir. Korkulu bir rüya gören Türkmenler, sadaka vermek ve kurban kesmek âdetlerini hâlâ yaşatmaktadırlar. Rüyalar, Türkmenler arasında büyük bir önem taşır. Güzel bir rüya görenler bunu herkese anlatmayıp gizlerler.
Doğum Âdeti: 1- Hamile bir kadın, devenin altından geçerse, çocuğunun çok kuvvetli, âdeta pehlivan olacağı inancı vardır. 2- Bir kadın hamileyken tavşan eti yerse, çocuğunun, dudağının yarık olacağı inancı hakimdir. 3- Doğuma yakın, anası eşeğe binerse, çocuğunun aptal ve tembel olacağına hükm olunur. 4- Doğuma yakın, anası ata binerse, çocuğunun yiğit olacağı söylenir. 5- Çocuk ana karnında oynamağa başladığı zaman anası aya bakarsa çocuğu ay parçası gibi olur. Çocuk oynamağa başladı gün anası yüzüne bir elma sürerse çocuğun yanakları al al olur. 6- Ağzı tatsızken (aş yermede) kadın tesadüfen bir çirkin adam, deve, tavşan gibi şeyler görür ve ona dikkatle bakarsa çocuğu çirkin olur. 7- Ağzı tatsız bir kadın, tesadüfen yılan görürse çocuğu çevik, kurt görürse kahraman olur. 8- Hamile bir kadın, rüyasında koyun görürse, çocuğu uslu olur. Buğday ev at görürse çocuğunun rızkının bol ve kahraman olacağına işarettir. 9- Hamile bir kadın rüyasında boncuk ve süs eşyaları görürse, doğacak çocuğunun kız, para görürse erkek olacağına inanılır. 10- Doğacak kız çocuklarının bibisine (halasına), oğlanları ise dayısına çekeceği inancı yaygındır. Buna dair bir de atasözü söylenmektedir. "Kız bibiye, oğlan dayıya çeker " derler.Ayrıca: Kadın gerek bey doğura! Beyin dayısı yiğit ola! Yiğit çocuklar yetiştirmek isteyen genç, evlenirken alacağı kızın kardeşine bakmalıdır. Eğer kızın kardeşi yiğit ise, gencin soyunun yiğit olacağı inancı vardır. 11- Doğan çocuk bir zar içinde sarılı doğarsa buna “gömlekli uşak” derler ki, bu çocuğun öksüz kalacağına hükmolunur. 12- Doğan çocuğun ağzında diş bulunursa, o çocuk, babasının başını yiyecek diye bilinir. 13- Bir hafta içinde bir köyde, iki evde çocuk doğarsa bu çocukların anaları kırkıncı gün karşı karşıya gelerek birbirleriyle bir demir parçası veya bir iğne değiş tokuş ederler. Bu iş çocuklardan birine kırkıncı günde al basmaması içindir. 14- Kırk basan çocuğun vücuduna ebesi iğne bağlamak ve usturayla bazı yerlerini kanamak suretiyle tedavi eder. 15- Dönme Hastalığı: Çocuğu kırk(al) basarsa, onu, bir terazinin gözüne koyarlar terazinin diğer gözüne hayvan tezeği doldururlar, ölçerler ve tezeği bir yerde saklarlar. Bir hafta geçince çocuğu tekrar ölçerler ve eğer ağırlık gözüne bir tezek eklemek gerekiyorsa, tekrar tartarlar ve ana babası çocuğu kucaklarına alarak mezarlığa götürürler. Çocuğu burada byrakarak geri dönerler, eğer çocuk mezarlıkta ağlarsa döndü derler, ağlamazsa mutlaka ölçeceğine inanırlar. Bugün böyle bir âdet söz konusu değildir. 16- Çocuğun diş çıkarma zamanında hedik (Kaynamış buğday) kaynatılıp komşulara gönderilir. Diş çıkaran çocuk kız ise, komşulardan hediye alarak para gelir.
HASTALIKLAR Çocuk Sancıları: Sancıya tutulan çocuklar ocak olmuş bir ebeye veya aksakal, kacaya okutturulur. Ebeler veya dedeler çocuğu okuduktan sonra onun yüzüne şöylece bir üflerler.Bu çocuğun hastalığının çabucak geçmesi içindir.Bu olmazsa Dedeler veya ebeler bir bardak suya bir kaç dua okuduktan sonra suyun yüzüne üflerler.Bundan sonra su, hasta olan kişiye bir iki yudum içirilir.Hastanın hemen orada veya bir müddet sonra sağlığına kavuştuğu görülmektedir. Sancının Başka Bir Tedavisi: Eşeğin kurumuş fışkısını iyice temizleyip ayıkladıktan sonra o kaynatılıp bez bir süzgeçle süzülür.Süzdükten sonra sıvı sancılanmış hastaya içirilmektetir.
Baş Ağrısı Hastalığı: Bu hastalığın tedavisinde taze patatesler yuvarlar şekilde kesilerek bir bezle başa sarılır ve bir müddet bekletilir.Sonra çıkartılır.Bu usule bugün bir yenisi eklenerek bir pamuk alkole batırılmış olarak alnın ortasında bir müddet durdurulur.Ateşin ve ağrının gittiği görülür.
Kızamık Hastalığı: Kayseri yöresi Türkmenleri arasında kızamık hastalığının süresi kırk gündür: Bunun yirmi gününe “Kızamığın çıkarması günü”, diğer yirmi gününe “kızamığın batması günü” derler Tedavisi; pekmez içirmek, yoğurt yedirmektir. Eğer kızamıkta hastanın gözü şişerse kendi idrarı alınarak gözünün içine damlatılır ve böyle bir tedaviyle iyi olan insanların kirpiklerinin uzun olacağı inancı yaygındır.
Korkan Çocuk:
Bir çocuk kırkına girmeden önce bir şeyden korkarsa çocuğa eşek sütü içirmek âdettir. Çocukta mayasıl hastalığı varsa kirpi eti veya karga eti pişirilerek yedirmekle tedavisi sağlanır.
Geneci ve Tedavisi:
“Gene” bizim koyunlara ve keçilere dadanan “kene” nin ismidir. Bu, bazı ocaklı geneciler tarafından tedavi olunur. Bir adamın geneci ve ocaklı olabilmesi için, şu şartlara bağlanması gerekir:
Çocuk anasından doğunca ana sütünü emmeden önce, çocuğun ağzına iki parmak arasında sıkılan bir kene verilir ve anası o günden sonra hiçbir hayvan uzvu yemeyeceğine yemin ederse; mesela: “Ben artık ciğer veya kelle yemeğe tövbe ettim” derse, çocuğunun geneci ve ocaklı olduğuna inanılır.
Kurdeş (Dermâ) Hastalığı:
Yüzün üzerinde bir çeşit uçuklamanın ismine kurdeş hastalığı denir. Bu hastalığın halk arasında tedavisi şöyledir:
Akşam ile yatsı namazı arasında hasta adam, dörtyol üstüne çıkarak kimsenin görmeyeceği bir yerde yüksek sesle üç defa aşağıdaki Türkçe duayı okumalıdır:
Kurt oldum kurdeş oldum
Hav... hav... hav... hav...
Ağzı Salyalı Çocuk:
Ağızından salya akan çocuğu bir Arap karısına veya erkeğine öptürmek mümkün olursa, çocuğun salyası kesilir diye bir inanç vardır.
Çocuğu Yaşamayanlar:
Çocuğu yaşamayan kadınlar bir hocaya başvurarak at, it veya bir kurt derisine hamaılı yazdırıp çocuğu belerlerse çocukları mutlaka yaşarmış.
Bir de bundan başka, çocuğunu yaşatmak isteyen analar bir saban demiri ile çocuğu terazide tartar ve çocuğu demire sararlar. Böyle yapan anaların çocukları yaşarmış. Ya da çocukları çokça olan evden çocuk giysileri ödünç alınarak belenirse çocuğun yaşayacağı inancı yaygındır.
Zamanı geldiği halde yürümeyen çocuğun ayağına bir bukağı takılır. Cuma günü namazdan ilk çıkan adama bu bukağıyı çözdürmek çocuğun çabuk yürümesine yardım edermiş.
Kabakulak Hastalığı:
Kabakulak çıkaran çocuk diğerlerinden ayrılır. Topluluk içine çıkarılamaz. Çiçek hastalığı içinde durum aynıdır.
Sıtma Tedavisi:
Sıtmaya tutulan kişiye bal, karabiber, kimyon kırmızı biber. Baharat karışımı kaşıkla yedirildikten sonra kekik otu kaynatılarak çay gibi sıcak sıcak içirilir.
Akrep Sokma Tedavisi:
Meraklı bir adam birkaç akrebi tutarak zeytinyağı içinde eritir. Akrepler eridikten sonra o yağı saklar. Bir adamı akrep sokarsa, bu yağdan sürmek iyi gelir diye kabul olunur. Başka bir şekilde de sokan akrep öldürülerek sokulan yere sarılarak tedavi edilir.
Yılan Sokmasının Tedavisi:
Yılanın ödünü bulup saklayanlar vardır. Bir adamı yılan soktuğunda yılan ödüne sahip olan adam, bu ödü yılanın soktuğu yeri bularak sürer. Yılanın soktuğu yerin sancısı geçer; fakat yılan ödünün mutlaka bir boynuz içinde saklanmasının şart olduğu söylenir. Ayrıca sokulan yer bıçakla kesilip kanatıldıktan sonra zehri emilerek tükürülür. Yara üzerine ebemgömeci otunun yaprağı dövülerek sarılır.
Cin Hastalığı:
Cin hastalığına tutulanların davası: Yedi kapıdan toplanan un hamur edilir, bu hamur sahan gibi çukur bir hale getirildikten sonra sağan içine zeytinyağı doldurulur, bir de fitil konulup bir büyük ağacın dibinde veya dört yol ağzında veya bir su kenarında yakılır. Bu iş kusursuz yapılırsa hastada cin hastalığı kalmazmış.
Rüyada Korkmak:
Rüyasında korkan bir adam, ertesi gün, sabahleyin erkenden bir ekmek parçasının üstüne biraz tuz, biraz soğan ve sarımsak koyarak bunu gizlice dörtyol ağzına bırakırsa, gördüğü korkulu rüyanın hayır ollacağına inanılır.
Korkan Adama Çare:
Bir şeyden korkan çocuğa tedavi için sümüklü böceğe şeker serperek yirmi dört saat sonra yedirmek âdettir.
Kene ve Tedavisi:
Kene dadanmış bir sürüye bir keneci getirir. Keneci ağzına koyunlardan toplayıp yün içine sardığı beş on keneyi sıkıştırır, bir de değnek ucuna bağlanmış altını dişlerine alır. Sürünün başına geçer, koyunlar birer birer kenenin bacağının arasından geçirilir. Koyunlar geçerken keneci tek tük tükürür; böylelikle koyunda kene kalmayacağına inanılır. Ayrıca koyunlar tek tek Aşı denilen boya ile boyanarak da keneden temizleneceği düşünülmektedir.
Hayvanlar ve Hastalıkları:
Bir kısrağın hamile olup olmadığını anlamak için yöre Türkmenleri'nde şöyle bir usul vardır; kısrağın kulağının içine biraz su dökerler. Eğer kısrak su döküldükten sonra yalnız başını sallarsa hamile olduğu, vücudunu sallarsa hamile olmadığı şeklinde bir yoruma varılır.
Kızıl Kurt:
İçe ve dışa ait olmak üzere iki türlüdür. At hastalığıdır. Dış tedavisi atın vücudunda beliren şişliğe çamur ve barut sürerek yakmak ve atı başı boş olarak bırakmaktır. İz kısmı bulaşıcıdır ve halk arasında çaresi yoktur.
Sıraca Hastalığı:
Atlarda bir çeşit çıban hastalığıdır. Köylü buna “at firengisi” ismi de vermektedir. Halk bunun bulaşıcı olduğuna inanır. Tedavisi sahibinin hayvanın yüzünde bildiği bir damara kükürt koyarak yakmasıyla sağlanır. Atın vücudunda ilk çıkan çıbana kükürt koyup yakılırsa, onu da aynı tedavi yerine tutarlar.
Yanıkara Hastalığı:
Öküz ve ineklerde görülen bu hastalık hayvanın bir tarafını şişirir ve hayvan kesilirse şişen tarafın simsiyah olduğu görülür. Bu hastalık “yanıkara” diye isimlendirilir; bu hastalığa yakalanan hayvan yirmi dört saat içinde öldürülür.
Öküz Ağrısı Hastalığı:
Hayvanın bu hastalığa tutulduğu dar yerlere kaçmasından, ishal olmasından, dişlerini gıcırdatmasından anlaşılır ve bu hastalığa tutulan hayvan bir hafta içinde mutlaka ölür.
Kelebeği Hastalığı:
Davarlardaki karaciğer hastalığına verilen isimdir ki, biz buna (kelebek) deriz. Türkmenler bu hastalığı hayvanın tüylerinin ürpermesinde, dane yemesinden, suyu çok içmemesinden ve kuru saman çok yemek istemesinden anlaşılır. Tedavisi; kuş üzümü veya böğürtlen yedirmektir.
Sakavu Hastalığı:
Bu hastalıkta atın burnu akar. Hastalık bulaşıcı olarak bilinmektedir. Bakılmazsa artacağı kanaati vardır. Sakavunun artmasıyla meydana gelen hastalığın ismine “mangavu” hastalığı derler. Tedavisi: Yıllanmış peynir suyunu hastanın burnuna dökmekten ibarettir.
Karakuş Hastalığı:
Bu hastalığa yakalanmış atın ayağına ve hastalığın olduğu yere bal sürerek yerini kızgın bir demirle dağlamak karakuşun tedavisini sağlar.
Doğum Âdetleri:
1- Erkek çocuğu olan adam, çoğu kez köye davul getirir e üç beş gün köylüsü ile beraber şenlik eder. Erkek çocuğu olan babaya herkes baht diler, kutlar.
2- Lohusalarımız kırk gün evden çıkmaz. Onların adına “nefse” denir; yanlarında daima adam bulunur; çünkü doğum yapan kadın, bu dönemde çok korkar. Erkek çocuğu olan kadın, al takar, kızı olan birşey takmaz; fakat seyrek olarak sarı takanlarda bulunur. Erkek doğurmuş olanlar kırmızı ile sarıyı birlikte takarlar. Bu durum AL BASMAMASI içindir.
3- Nefselerimizi al basmaması için, Kur’an-ı Kerim'i beyaz bir beze sarıp yastığının altına korlar. Ya da ocak olan birinin evinden getirilmesi bir eşya lohusanın yastığı altına konur veya lohusanın başına giydirilmesi âdettendir. Sabah namazıyla kalkılarak üç Kulfü ile bir Elham okunup ardına bakmadan bir iğde dalı kesilir.Öküz, inek veya at başı kemiğiyle mavi bir boncuk birlikte takılarak herkesin görebileceği yere asılır.
4- Bütün bunlar da bulunmazsa, nefsenin evinin kapısına bir orak geçirmek veya yastığın altına bir “çift dekimi” koymak ve odada bir sarı süpürge bulundurmak gereklidir.
5- Lohusanın kırkı çıkarken çocuk ve anası güzelce yıkanıp temizlenirler. Çocuk yıkandıktan sonra altı kırmızı kuru bir toprakta (belenir) sarılır. Bu kırk gün içinde yabancı bir erkeğin eve girmesi veya misafir olması doğru karşılanmaz .erkeğin pis (yıkanmamış) olması nedeni ile çocuğun nazar görebileceği inancı yaygındır. Kırk günden sonra hemen herkes eve kabul edilebilir. Kadının başındaki al bağı da bundan sonra çıkartılır.
Nişan Âdetleri:
1- Kız aramaya giden kişinin adına “aracı” denir; aracı işi pişirir.
2- Üç beş atlı, aracının yapılan belli etmek için geçici olarak bir yüzük takar, bunlara “dünürcü” denir. Dünürcülerin kadınları altın takar, erkekleri kalın “ağırlık” verir. Bu durum söz kesildikten sonra olabileceği gibi nişan döneminde de olur.
3- Söz kesme töreninde külfet ve masraf olmaz, dünürcülere bir kahve veya şerbet sunulur. Kızın koluna bir yağlık bağlanarak artık bundan sonra, bir sahibinin olduğu belirtilir.
Kına Gecesi Âdeti:
Kına geceleri yalnız kadınlar arasında yapılabilir. Kadınlar kendi kendilerine eğlenirken, erkekler de bir araya gelip sohbet edip eğlenirler. Bazı kına gecelerinde erkekler ve kadınlar birlikte bulunur; çünkü Türkmenler’de kadın erkek daima bir arada iç içedir, birbirlerinden korkuları yoktur. Dindar ve de beş vakit namazda niyazda olmalarına rağmen kadın ve erkeklerde birbirlerinden kaçma olayı yaşanmaz.Akkışla ve Yöresi Türkmenler’inde bir oba arasında şimdiye kadar bir namussuzluk, iffetsizlik, çıkmamıştır ve duyulmamıştır. Obamızın kızları bizim bacılarımızdır. Bunlar kına gecelerinde bir takım türküler söylerler: gönüllerince eğlenirler. Aşağıdaki türkü bunu en güzel örneklerinden biridir:
Şu dağın ardında bir taş olaydım,
Gelene, gidene yoldaş olaydım,
Bacısı güzele kuldaş olaydım,
Ne durnam, ne durnam; yaralı durnam!
Eller al giyinmiş, karalı durnam,
Ne durnam, ne durnam, yaralı durnam
Şu dağın ardında bir kuzu meler,
Kuzunun firkat bağrımı deler,
Anadan ayrılan böyle mi meler?
Ne durnam, ne durnam; yaralı durnam!
Eller al giyinmiş, karalı durnam,
Ne durnam, ne durnam, yaralı durnam!
Gerdek Âdetleri:
1-Güveği gerdeğe girerken sopalarla kovalanır ve çevik davranamazsa dayak yer.
2- Güveği gerdeğe girdiği gece kğzın bakireliğinin belirtilmesi için en yakınlarından iki kişi kadın ve erkek kalır. Kız kana bulanmış bir bezi, iş bitip temize çıkınca bekleyen yengesine verir. Bundan sonra bir zafer müjdesi asalet icabı evin damında, bahçede veya çatıda bir iki el silah sıkılır ve oğlan ve kız evinden gelerek bekleyen kişiler de gidip uykuya dalarlar.
Ölüm Adetleri:
1- İlk günü mezarı kazanlara yemek yedirilir. (Elbeyli'de mezara “Kör” veya “Sin” derler.)
2- Yedi gün sonra ölünün canı için tuz, ekmek dağıtılır. Son günlerde bu adet helva ekmek şeklinde devam etmektedir.Bugün de artık daha hazır ve kolay olaması bakımından kıymalı ve ayran ikramı ile yetinilmektedir.Eve gelenlere de tatlı ve içecekler ikram edilmektedir.
3- Üç ay geçince ölünün canı için helva yapılıp köylüye dağıtılır. Ya da kımalı pide, ayran veya evde yemek daveti şeklinde yerine getirilir.
4- Aradan sene geçince kurban kesmek âdettir. Diğer âdetler, her yerde yapılan adetlerin aynıdır. Yalnız vurularak ve şehit olarak ölen adamların mezarlarına “Düşek” (Meşhet) adı verilir.
5-Ölen kimselerin evlerine ölümünden hemen sonra, ilk gelen Dinî Bayram Günlerinde topluca ziyaret edilip taziyet(başsağlığı) dilenir. Bayramın birinci günü mutlaka ölen kimsenin yakınlarının evi ziyaret edilir.
Miras Âdetleri:
1- Bizde kızların miras alması ayıptır. Hiçbir kadın mirasa katılmaz. Kızlar mirasını genellikle çeyiz olarak evden giderkene götürürler.
2- Babası ölen kardeşler eşit olarak miras alırlar. Bundan kızlar da nasibini alırlar. Hatta mağdurlara biraz da fazladan verilebilir. Yardımlaşma birlik ve beraberlik esastır. Bugün, kız, erkek ayrımı yapılmaksızın miras eşit bir şekilde pay edilir.Bununla birlikte eski âdetlerini devam ettirenler, halen mallarını pay etmeyenler, mirastan hak almayanlar da bulunmaktadır.
3- Büyük ev baba yurdudur. Bu yurt burayı şenletebilecek olan en yoksul kardeşe verilir ve o kardeş baba yurdunu şenleteceği için mirastan ayrıca, bir de baba hakkı alır, bu hak misafirlere harcanır. Türkmenler'in miras işlerini ve bazı geçimsizliklerin muhakeme eden evleri vardır ki, bu eve, Türkmenler arasında “şor evi, oda” adı verilir. Bugünkü şor evlerinden Gasö Kahya(Kâan)’nın Odası, Mürsel Kahya’nın Odası aklımda kalanlardandır. Bugün bu oda sahiplerinin sülale ismine KARALAR adı verilmektedir.
ATLARLA İLGİLİ
1- Kısrakların doğurmasına"Kulunlama", erkek istemelerine “Güre ve Dolap” denir.
2- Kancık (dişi) hayvanların rahimlerine “Geyin” ismi verilir.
3- Atların isimlendirilmelerinde de boz, kırçıl, kara(Arap), al, doru, yeşil, yağız, kır, baklakırı, kula, bekmez, kefi gibi renk isimleri vardır. Bu renklerin en gözde olanı "kara", “kır” ile “doru” dur.
4- Gölük beygirlere “Aygır” ismi verilir. Bunların alınlarında kıvırcık kılları olursa “uğur” kuyruğunun ve hayalarının altında beyazlık olursa “ala” ve meselâ, arka ayaklarının sağı, ön ayaklarının solu beyaz olursa “Çapraz”, alnından itibaren alt dudağına kadar beyaz olursa “Gemli ve Kilidi” derler. Dudağına kadar beyaz olursa ki, bu nişanlar iyi sayılmaz.
5-At döllerinin(yavrularının) hepsine birden “Gölük” ve bunların sürülerine “Öğrek” denir.
6- Altı aylığa kadar olanlara “Kulun”, altı aylıktan ü yaşına kadar olanlara "Tay", üç yaşından yukarı olanların erkeğine “Beygir”, dişisine “Kısrak” ismi verilir.
7- Atın bir boynunda ince uzun çizgiler bulunursa ona “Selvi” derler. Bu nişan iyi sayıldığı halde ön ayaklarının veya bütün ayaklarının (sekili) beyaz olması iyi sayılmaz.
Atla İlgili Kullanılan Âletler:
Gem ile göğüs kolanını birleştiren kayışa “Gülevşer”, atın başına takılan muhafazaya, kendirden olursa “Yular”, kayıştan olursa “Reşma” ismi verilir. Yuların düşmemesi için boğaz altına geçirilen kayışa “Tasma” denir.
Gölüklere binmek için üzerlerine konulan âlete “Eğer”, eğerin üstündeki örtüye “Yamçı”, eğerin üzengi takılan kayışlarına “Zahmı”, atın beline bağlanan bağa “kolan”, Göğsüne takılan kayışlara “göğüslük”, kuyruk altına vurulan geçmeye “Kuskun”, Eğere “Kaltak” da denir.
Ağza gelen gemin demir kısmına halkalı ise “Kantarma”, damaklı ise “Gem” derler. Gemin kayışlarına “dizgin”, gemin başa geçen yerine “Başlık” denir. Gölüklere eğerden başka “Palan” ve “Semer” de takılabilir. Gölüklerin cinsleri iyi olursa erkeklerine “At” denir, bunlar cirit oyunlarında ve koşuda kullanılır. Diğerleri taşıma işlerinde, harman ve çift sürmede kullanılır. Köy ve aşiret arasındaki düğünlerde gelinler atla götürülür. At nalları bir parçadan ibaret olup ortalarında ufak bir delik vardır. Atın dört ayağı da nallanır, bu işleme “kayarlama” denir.
Atların çiftleşmesine “Aşmat”, kısrağın gebe kalmasına “Kunnacı”, aygırın dölünün tutmasına “Almak” ismi verilir.Atı zaptetmek için takılan deriden yapılmış alete "gem, koşumluk" atın gemini serbest bırakarak koşturma işine "azı" gibi isimler verilir.
Atın tırnaklarını kesmek için kullanılan alete “Sunturaç” nala çakılan çivilere “Mıh”, hayvanları bağlamak için çakılan demir çivilere “Sikke”, hayvanların ayaklarına vurulan kösteklere “Payvant, köstek”, hayvanları çayırda yaymak için kullanılan uzun iplere “Örk”, hayvanların sırtını kaşıma işlemine “tımar etme” denir. Tımar etmek için kullanılan alete "kaşağı" denir. Kaşağılama yapıldıktan sonra toz alınmak için kıldan yapılma keseye “gebre”, hayvanların saman ,arpa yedikleri keselere “torba” denir. Bu torbaların eğere bağlanması için konulmuş karşılıklı iplere “Terki bağı”, eğerin arkasına atılan heybeye “Terki heybesi”, atın eğeri alındığı zaman arkasına çekilen kilime “At çulu” ismi verilir .Atların "rahvan, eşkin, yora, tırıst, dörtnala" gibi birtakım yürüyüş şekilleri vardır. Atların bağırmasına “Kişneme”, erkeklik aletine “Çavun” derler
Uğursuz Atlar:
SELVİÇ NIŞANI: Atın boynunda puşt nişanı bir kıvırcık olur ve ucu atın kulğına doğru gitmeyip ters tarafa uzarsa bu at da çok uğursuz sayılır.
PUŞT NIŞANI: Atın ayğının tırnağı arasıdaki beyazlığı içinde çeyrek arkada bir siyahlık bulunursa bu da pek fenadır. At ya kendisini, ya da sahibini felakete sürükler.
ÇARPAZ: Sağ ve sol ayakları beyaz olan atlara çapraz denir. Bu atlar uğursuz sayılır.
PANCAK: Uğursuz atı uğurlu etmek için o atın göğsüne kurt veya domuz dişinden bir parça takmak adettir.
Atla ilgili Gelenekler:
Yörede ölen bir kimsenin yasını tutmak için ollduğu gibi, matem ve intikam maksadıyla atların kuyrukları kesilir.
1- Herhangi bir köye, yaylaya, halakaya, obaya gelen adam; köye, yaylaya, halakaya, obaya misafir olur ve orada huzur içerisinde bulunan bulunan kadınlara herhangi bir sebeple laf atar, kötü bir söz isnateder ve köyden ayrıldıktan sonra köyü bir takım ahlaksızlıklarla suçlarsa, köylü o adamın bir kere daha ovaya gelmesini bekler ve ilk fırsatta, kendisine haber verilmeden atının kuyruğu kesilir. Bu, müthiş bir intikamdır.
2- Yöre Türkmenleri arasında namuslu bir kadının ahlâkını bozmakla bir atın kuyruğunun kesilmesi arasında fark yoktur. Atının kuyruğunun kesildiğini gören sahibi, utancından ne yapacağını bilemez.Gündüzün sokakta gezemez.Bulunduğu mahalden gece geç saatlerde kaçar.Kaçamazsa ya iyi bir dayak yer sakatlanır ya da bir cinayete kurban gider; çünkü, atın kuyruğunun kesilmesi demek o at sahibinin namus ve şerefiyle alay etmek, onu namussuz ve şerefsiz ilan etmek demektir.Bu vakanın sonu hiç iyi bitmez.
3- Ganişeyh, Kululu, Akin köylerinde de başka bir insana zarar veren atlarla, sahibi ahlâksız olan atların kuyrukları kesilirdi. Bu, o aile için büyük bir hakarettir.
Avcı Kuşlar:
Balaban ile Şahin Arasında:
Av kuşları arasında balaban ve şahin diğer av kuşları gibi halkın büyük ölçüde ilgisini çeker.
Akkışla'nın Kululu Kasabası'nda Bayram Ali Çavuş'tan aldığım şu Karacaoğlan türküsü av kuşlarının önemini gösterir bir belgedir.
Balaban:
Bir balaban bir şahina azmeder,
Ne yitirdin ne ararsın burada?
Urum senin Arabistan benimdir,
Ne haddine erebilsin murada?
Şahin:
Şahin der ki; nidem, göğe tünerim,
Tünerim de yine kendim dönerim.
Darıltma geri dur belki sünerim
Yer değil ki, çalı çalı sineyim.
Balaban:
Ben derim ki beni beyler götürür,
Ala göze altın iskif tutulur.
Senin evin kel atmaca getirir,
Sayar mıyım hey kuşların curası?
Şahin:
Şahin der ki; demem vallah o sözü,
Koç yiğide, eyle şakayı nazı.
Dün gökten indirdim turnayı, kazı,
Sıra, senin çardağınla kümeste...
Havaya da Karac'oğlan havaya,
Alıcı kuş süzülüyor yuvaya?
Boz kuşlar yüz deve, şahin pahaya,
Sarraf bilir has altının değerin
GENÇ OSMAN
Gani Emmi, rint bir adam. Her şeye aldırmaz. Birgün Çatal Tepe'de yığınlar arasında dinlenirken, yanına vardım. Bana GENÇ OSMAN hikâyesini anlattı:
Genç Osman, buyıkları tarak tutmayacak kadar toy olduğu halde: "Senin bıyıkların bile çıkmamış" diyen asker yazan komutana: "Yiğitlik bıyıkla değil yürekledir.Bıyığın tarak tutmaz diyorsanız işte tarak bıyıkta duruyor." diyerek dudağına tarak saplayarak, Dördüncü Murad’ın ordusuna girmiş ve ta Bağdat’a kadar yürümüş, Bağdat ele geçirildikten sonra ismi saltanatın ihtirasları arasında kaybolmuş; ama yiğitliği dilden dile dolaşarak Dördüncü Murat'a kadar ulaşmış bir Türk askeridir.
GENÇ OSMAN
İptida Bağdat’a sefer olanda; Sabahla Bağdat’ın kapısın açtı,
Atladı hendeği geçti Genç Osman Görünce düşmanın tedbiri saştı,
Allah Allah deyip, girdi meydana, Kelle kucağında üç gün savaştı,
Kaleye sancağı dikti Genç Osman Yiğit kelle vermez dedi, Genç Osman.
Eğerledi kır atının ikisin, Askerin bir ucu göründü Van’dan,
Komadı düşmanın, kırdı hepisin, Görmez oldu gözler tozdan dumandan,
Sabah namazında Bağdat kapısın, Kılıcım düşmandan aldığı kandan
Allah Allah dedi kırdı Genç Osman Bağdat'ı dar etti aldı Genç Osman.
Sabahla Bağdat’ta bir gül açıldı, Yıktı Bağdat’ı da virân eyledi,
Açıldı da dünyalara saçıldı Yas çekti hanımlar kara bağladı.
Everek ten iki yiğit seçildi Vezirler methetti, Hakan ağladı,
Biri Köçekoğlu biri Genç Osman Aceme velvele verdi Genç Osman.
TÜRKÜLER
Uğurlu Mahallesi’nden Fatma Kara'dan bir mânî aktaralım:
I
Kahve piştiği yerde, Ay aydın gönül aydın
Pişip taştığı yerde, Dışarıda gün aydın
Ne güzel, ne de çirkin; Aç yorganı gireyim,
Gönül düştüğü yerde. Gönlüm güneşi Aydın
Akin’de Mehmet Tayaski'den Karacaoğlan'a ait, dinlediğim iki türküyü de şuracıkta nakledelim.
II
Şu yalan dünyaya geldim geleli, Sabahtan uğradım kavli yamana,
Tas tas içtim ağuları sağ iken. Kalbim inanmıyor yüzü gülene,
Felek soyum, soyağımı bilmedi, Süval edin bizden evvel gelene,
Virân oldum, mor sümbüllü bağ iken. Kim var imiş biz burada yoğ iken?
Aradılar bir tenhada buldular, Karacaoğlan gönül yârdan ayrılmaz,
Yaslandılar şıvgalarım kırdılar, Akar gözüm yaşı hiç mi durulmaz?
Yaz baharda dinmez dertler verdiler, Şimden kelli benim hükmüm yürümez,
Yandım gittim Hınzırı'da kar iken, Uşak oldum güzellere pay iken.
Mehmet'in yanında bulunan Akinli Ahmet'te bize şunları söyledi:
III
Ak sayaya geymiş çuha fermene,
Gören yiğitlerin döner pervane
Ya nice doğurmuş doğuran ana,
Bizim ile yeni geldi bir gelin.
Altın küpe al yanakta çakşar mı
Beyaz keten mor çuhayı okşar mı?
İlbeyli mi Kuzugüden Türkmen mi?
Bizim ileden şimdi çıktı bir gelin.
Şahan desem, doğan desem, diyemem,
Kumru desem, suna desem kıyamam,
Dilleri şirindir, naza doyamam;
Bizim ilden şimdi çıktı bir gelin.
Karacaoğlan, uğru sıra ölesi,
Boğum boğum ellerinin kınası,
Suval ettim, Akkışla'nın sunası,
Bizim ilden şimdi çıktı bir gelin.
IV
Sabahtan uğradım ben bir güzele,
Güzellerin başı mıydı ne idi?
Aklımı başımdan aldı da geçti,
Huri miydi, melek miydi, ne idi?
Elinde kirkidi vuruyor defe,
Şavkı düşmüş çadırdaki tenefe,
Altın değil, göstereyim sarrafa,
Beytullah'ın nuru muydu, ne idi?
Yönü öte idi, yüzün görmedim,
Eğlenip te ilerinde durmadım.
Hiç kimseden bir haberin almadım,
Bir kötünün yârı miydı, ne idi?
Karacaoğlan der ki; dile söyledi,
Gönülden gönüle ile söyledi
Çiğdemle menekşe, güle söyledi
Hınzırı’nın karı mıydı, ne idi?
Ayranlarımızı içip yufkaya dürdüğümüz tereyağlı pilav ve kuzuyu yedikten sonra söz, dönüp dolaştı dünyanın faniliğine geldi.Ahmet'ten sonra Akinli Ömer Ağa'da bize feleğin kahpeliğinden, dönekliğinden, vefasızlığından bahsettikten sonra şunları söyledi:
Bu yörenin insanlarının hemen hepsi, Dadaloğlu, Karacoğlan, Köroğlu'nun şiirlerini ezbere bilip ve makamlarıyla okuyorlar. Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin...gibi halk hikâyelerini de hem anlatıyorlar hem de içinde geçen türküleri makamlarıyla okuyabiliyorlar.
Akinli Ömer Ağa babasından dinlediği Abbas Paşa'nın Hikâyesini nakletti:
ABBAS PAŞAN'IN COLAP’I DAĞITMASI
Ömer Ağa bunu tamamladıktan sonra Abbas Paşa’nın Colap’ı dağıtmak için Halep’den çıktığı zaman Memet Beyin bu olay için söylediği türküyü okudu: Evvel gelişinde iskân olanda, Dağıttın Colab’ı sen, Abbas Paşa! Dört yanımız yaktın ateş dumana, Dağıttın Colab’ı sen Abbas Paşa! Haydarlı, Çelebi çıksın bir yana, Kadirli Araplı döndü arslana, Aşiret, siz bakın kara dumana, Dağıttın Colab’ı sen Abbas Paşa! Güneşli, Ulaşlı Colab'a insin, Kazlı'yla Bayındır arkada dursun, Torunlar, Şark Evi hazırlık görsün, Dağıtın Colab’ı sen Abbas Paşa! Mehmet Bey'im der ki; belim büküldü, Oynaştı harbiler zırhlar söküldü, Dağıldı aşiret ömrün yıkıldı, Dağıttın Colab’ı sen Abbas Paşa!
Aşağıdaki türküler Kayseri/Akkışla Gömürgen'den (İlbeyli), Asker Demirkol’dan derlenen türkülerdir:
KARACAOĞLAN’DAN
1.
Ilgıt ılgıt esen garbinin yeli.
Bugün Hınzırı'mın başı duman mı?
Gönlüm bir gariptir İbeli eli
Yoksa bugün delirdiğin zaman mı?
İnsanoğlu ellek ile eliyor
Kimi köçek seke seke geliyor
Kitabın sözleri belli oluyor
Kullar mı bozuldu yoksa zaman mı?
Karacaoğlan der ki; girdi düşüme,
Tor balaban oynadırdım kuşuna,
Alışkan tüfekle dağlar başına,
Azrail'den özge kula aman mı?
2.
Duvak açıp baş övenin
Dağlar dumanlı dumanlı?
İkicikli yar sevenin,
Başı gümanlı gümanlı.
Ben seni severim çoktan,
Kayın yay, kirpiğin oktan.
Yâr kutnun geliyo Şark’tan
Aslı Yemenli Yemenli.
Karacaoğlan der; erenler,
Sohbetin görsün yerenler,
Cemaatte söz bilenler,
Ölür imanlı imanlı.
Asker DEMİRKOL burada, Firuz Beyin 84.000 hanelik yerleşmiş Türkmenler'in 50.000 hanesiyle Aceme geçtiğini söyledi. Bu türküyü söyleyerek bunun da Dadaloğlu'na ait olduğunu sözlerine ekledi.Bundan sonra yine Dadaloğlu'ndan şu türküyü okudu.
ÇİÇEK DAĞI
Alaydım da cura sazı dizime,
Sürmeler çekeydim ala gözüne,
Cihan güzel olsa girmez gözüme,
Sende gümanım var hey, Çiçek Dağı!
Şu karşıki dağda yanar bir ışık,
Aldırmış sevdiğin ağlar bir âşık,
Bir ceren bakışlı, zülfü dolaşık,
Sende gümanım var hey Çiçek Dağı!
Dadaloğlu söylenmiyor boradan,
Yıkılsın şu dağlar; kalksın aradan,
İbeliden geldim kurtar Yaradan,
Sende gümanım var hey Çiçek Dağı!
Asker Ağa babasından dinlediği türkülerden de bahsetti. Eskiden buralarda kışlar sert olur halk yiyecek içecek sıkıntısı çekerimiş.Bunun için buralarda durulmaz. Kış gildi mi Adana'ya gider, orada kışlarlarımış.Adana'nın kıyı beyleri arasında da zaman zaman döğüşler çıkarmış. Bu türkü bu döğüşlerden birini anlatması bakımından önemlidir:
Arkamı dayardım Kozan dağları,
Ben gidiyom, savaş etsin sağları,
Hain çıkmış Adana'nın Beyleri
Giderim evime beyler ileri
Esti Deli Boran, bulandı hava,
Ezelden kanlısın sen Çukurova,
Zor döğüş oldu; gel Bekir Ağa,
Beğler ko dise de ecel komasın
Çıkabilsem şu yaylanın düzüne,
Duman çökmüş ovasına yazına
Benden selâm eylen emmim kızına,
Şu benim berhayıma çiçek komasın
KARACAOĞLAN’DAN
1.
Bir sofra isterim; kimse sermedik,
Bir yayla isterim; kimse konmadık,
Bir güzel isterim; yâd el değmedik,
Ellenmiş, koklanmışı nideyim?
Severim güzeli; bönce olursa,
Boyu uzun, beli ince olursa,
Severim atımı; dinççe olursa,
Kovulmuşu, yorulmuşu nideyim?
Karacaoğlan derki; kavli kararım;
Nedir yüce dağlar size zararım?
Ararsam pınarın gözün ararım,
Bulanmışı, durulmuşu nideyim?
2.
Sana diyom Hınzır' Dağı
Senden özge dağ olmaz mı?
Sende yaylayan güzelin,
Al yanağı bal olmaz mı?
Çatal Tepem iki çatal,
Sularında güller biter,
Bir yâr sevdim bana yeter,
İki seven deli olmaz mı?
Berçin Yaylam para para,
Kimi al giyer, kimi kara,
Selâm söylen nazlı yara,
Ayrılanlar dert görmez mi?
Yol üstünde iki hanlar,
Hani sana konan canlar?
Sevip sevip ayrılanlar,
Yanar yanar kül olmaz mı?
Mahın Karacaoğlan mahın,
Dünyalarda kalmaz ahın,
Senin gibi padişahın,
Bencilen kulu olmaz mı?
Kayseri /Akkışla-Hasan ÖZHAN'dan dinlediğim türküleri de burada siz okuyanlara duyuralım:
KARACAOĞLAN
1.
Şurda bir güzele meylim adırdım,
Eylenip orada kalasım geldi.
Başına sokmuş da gülü, nergisi;
El sunup, ucundan alasım geldi.
Kız, niçin söyledin bana bu sözü?
İçime sen koydun ateşi, közü.
Başına sokmuşsun gülü, nergisi,
Yüzümü yüzüne süresim geldi.
Aladır gözü de, karadır kaşı,
Arasan bulunmaz menendi, eşi.
Yaylânın karından akbeyaz döşü,
Yıkılıp üstüne ölesim geldi.
Karacaoğlan der de; nettim, neyledim?
Coşkun sular gibi aktım çağladım.
Vefasız dilberle gönül eğledim.
Ayrıldı yollarım, göresim geldi.
2.
Yüce dağlar, ne kararır, pusarsın,
Aştı mı ola kömür gözlüm başından?
Azıcık derdime dert mi katarsın?
Âlem sele gitti gözüm yaşından!
Ey Karadağ, melûl melûl kalasın,
Ateş düşe cayır cayır yanasın,
Dilerim Allah’tan, bana dönesin,
Ayrılasın gül memeli eşinden!
Zalim taşçıların taşını kessin,
Başında kızgınca sam yeli essin,
Evvel benim idi dert; senin olsun,
İnlesin burçların borandan, kardan!
Karacaoğlan der ki; hami meralim,
Dağlar, sana söyle var mı zararım?
Yârimi yitirdim yanar, ararım,
Gümanım var, koyağında, taşından!
Karacaoğlan:
Suya giden allı gelin,
Niçin böyle salınırsın?
Gelin, bir su ver; içeyim,
Gelin kimin gelinisin?
Kızın :
Su değildir, senin derdin,
Görmek ise, yeter, gördün.
Oğlan, burda çokça durdun.
Edem gelir döğülürsün.
Karacaoğlan:
Döğülürsem döğüleyim,
Söğülürsem söğüleyim,
Gelin sana kul olayım,
Ölürüm,kanlım olursun!
Kızın :
Yaylalara göçmedin mi?
Soğuk sular içmedin mi?
Güzel görüp seçmedin mi?
Beni görüp delirirsin!
Karacaoğlan:
Türlü yaylayı görünce,
Soğuk suları içince;
Kocayıp vaktin geçince,
Taşlar alır, döğünürsün!
Kızın :
Evleri doludur yorgan,
Edemi görürsen korkan,
Hey; telli perçemli oğlan!
Ne dedim de darılırsın?
Karacaoğlan:
Karacaoğlan sana vurgun,
Döşlerin almadan dolgun,
Sevindirdin beni bugün,
İnşallah cennet görürsün!
3.
Ala gözlüm ile gitmek istersen
Evvel bahar bürüsün de, gidelim.
Yaz gelende, erir dağın karları,
Yollar çamur, kurusun da gidelim.
Uzak derler, Araplı'nın elini,
Köprüsü yok geçemezsin selini,
Aynalıs Yaylâsın perçem gölünü,
Lâle, sümbül bürüsün de gidelim.
Ala gözlüm çıkmış yollara bakar,
Mahsun bakışları ciğeri yakar.
Yaz gelince; evler yaylâya çıkar,
Emlik kuzu melesin de gidelim.
Karacaoğlan der ki; neye ne fayda?
Rağbet kalktı yoksulda, bayda.
Bu ayda olmazsa, yâr, gelen ayda,
On iki ay, birisinde gidelim.
Yaylâ Yollarında:
Hey... Hey...
Yüce dağ başında yanar bir ışık,
Işığı bekleyen yiğit bir âşık.
Buğday benizli de zülfü dolaşık,
Göç giderken bir güzele rasladım.
Suya gider; kağil olmaz anası,
Turunç olmuş döşündeki memesi.
Beş yüz altın değer zülfün denesi
Göç giderken bir sunaya rasladım.
Yedeğinde bir türlüce beserek,
Çeker gider, ökçesine basarak.
Kendi güzel ama, boyu kısarak,
Göç giderken bir güzele rasladım.
Altın kirmenini almış eline,
Yüzün çevirmiş da yayla yoluna.
Tanrım güzelliği vermiş geline,
Göç giderken bir geline rasladım.
Obasının önü yüksek ,yazılı,
Açılmış gülleri morlu, mavılı,
Önü boz erkeçli, ardı sürülü,
Göç giderken bir güzele rasladım,
Aşar aşar girder yaylânın barı,
Sehile dayanmaz dağların karı.
Güzel yiğitlerin naz'lolur yarı,
Göç giderken bir güzele rasladım.
Yayla yollarında göç katar katar,
Ateşim yanmadan tütünüm tüter.
Yaylanın pınarı bal; bana yeter,
Arının yaptığı balı niderim.
Varayım da Urum'un iline,
Nergis yollayayım yarin eline.
Ben kimi seveyim senin yerine?
İnce belli, top züliflü bir gelin.
Çıkmadım yüksekliğine kar deyu,
Engininde alâ gözlüm var deyu,
Açıvermiş ağ göğsünü sar deyu,
Nideyim de, akıl başta yâr değil!
Yüce dağ başında yatmış uyumuş,
Ala gözlerini uyku bürümüş,
Ezelden ezele kader buyumuş,
Kısmetinden kaçan güzel nerede?
İndim enginlere atım bağladım,
Çıktım yücelere seyrân eyledim,
Saklandım yarimdan gönül eğledim,
Gönlümün uçkunu yerlere geldim.
İndim derelere taş bulamadım,
Sana yüzük yaptım kaş bulamadım.
Gönlüme münasip eş bulamadım,
Öldüm güzel, öldüm senin elinden.
Bir ateşçik yanar dostun bağında,
Ah ü zârım kaldı göğsün bağında.
Yayladan yukarı Eğri Dağı'nda
Göç giderken bir güzele rasladım.
Yaktı beni şu güzelin bakışı,
Ala göz üstüne kâkül döküşü.
Sana derim; Ağdere'nin yokuşu,
Benim yarim buralardan geçti mi?
Nerede de Karacaoğlan, nerede?
Uğratıyor beni yâr türlü derde,
Gönül şenleniyor güzelli yerde,
Susuz kaldım susuzluğum giderrim.
Akkışla’dan (Gani TOSUN), Gani Emmi'nin ezberi kuvvetliydi. Kracoğlan'dan, Dadaloğlu'ndan birçok türküyü hafızasına kaydetmişti. Gani Emmi, söyle bir iki de etraf şenlensin, hüzünlü gönlümüz senle demlensin, dedim. O da bizi kırmadı dağarcığındakileri bize bir bir sıraladı:
TÜRKÜLER
ÖĞÜTLER: A
I
Döndüm dolaştım da gurbet elleri,
Dünyaya çıkmağa yol bulamadım,
Bahçelerde gördüm nergis, gülleri,
Sevdiğime benzer gül bulamadım.
Bıktım usandım da acı dillerden,
Ağılarla dolu acı yıllardan,
İmdadım umarken ben şu sellerden,
Kendim gibi akar sel bulamadım.
Yandım yakıldım da, ah ateşlere;
Vardım takıldım da ben bir neştere.
Delindi yüreğim; serpildi yere,
Beni kaldıracak el bulamadım.
Benim bu dünyaya geçmiyor nazım,
Felekten de yoktur gayri niyazım.
Halimi sen anla, hey iki gözüm;
Derdim söyliyecek, dil bulamadım.
Bağıran çağıran cılız bülbülüm.
Ne kadar bağırsam duymuyor gülüm,
Karacaoğlan, senin imdatçın: Ölüm;
Mezarımdan gayri bir yol bulamadım.
II
Bana kara diyen gelin,
Gözlerin kara değil mi?
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi?
Beni kara diye yerme,
Mevlâm yaratmış hor görme.
Alâ göze kara sürme,
Çekerler kara değil mi?
Çöllerde koğular olur,
Göksü ak kara benlidir.
Mısır'da çok zengin olur,
Köleler kara değil mi?
Mestanedir gönlüm sana
Bak derdinden oldum kara
Hindistan’dan yetip gelen
Biberler kara değil mi?
Karacaoğlan der Vallahı,
Toplan ve tanı Allah'ı!
Kâbe ile Beytullah'ı,
Örtüsü kara değil mi?
I I I
Gönül ne gezersin sarp kayalarda?
İniver aşağı ile gidelim.
Benim gönlüm bir güzelle eğlenmez,
Güzeli bol bizim ile gidelim,
Saldım aşk kuşunu avını alsın,
Yârenin yoldaşım yanıma gelsin,
Gurbet ellerinde düşmanım kalsın,
Emmili dayılı yola gidelim.
Kolda götürürler alıcı kuşu,
Virana salarlar sefil, baykuşu,
Bilmez oldu hatır kıymet her kişi,
Aşıkı sayılan ile gidelim.
Karacaoğlan der de; yeyip içmeden,
Güzeller usanmaz konup göçmeden,
Muhanatın köprüsünden geçmeden
Düşelim denize sele gidelim.
IV
Ben neyleyim yalan dünya elinden,
Akibetin ölüm olduktan keri
İsterse bahçelerde bülbüller ötsün,
Ben karlı, boranlı olduktan keri.
Karacaoğlan der; gülün dermedim,
Güllerin derüp de murad ermedim,
Âlem verse kalan yarim vermedim,
Yarin bende gönlü olduktan keri.
V
Yarde insaf , bende derman;
Yazık ki, işlerim Allah’a kaldı.
Kaşları katlime yazıyor ferman,
Kanlı kirpikleri kalbime daldı.
Gözleri gönlüme zehir atıyor,
Zülfü, bir süngüdür cana batıyor.
Şehit mezarında gönlüm yatıyor;
Sevda kılıncını boynuma çaldı,
Aman Karacaoğlan, aman, bunaldın;
Aşkın çöllerinde şaşırdın kaldın,
Bir püsküllü derdi, başına aldın,
Bir azgın dert seni gurbete saldı.
VI
Deli gibi gezer gezer gelirsin,
Arı gibi her çiçekten alırsın,
Nerde güzel görsen orda kalırsın,
Ben senin kahrını çekemem gönül.
Sürmeli istersin, sazlı istersin
Güzeller içinde, nazlı istersin,
Tomurcuk memeli, kızlı istersin,
Ben senin kahrını çekemem gönül.
Çıkıp yücelere bakmak istersin,
Yelgin çaylar gibi akmak istersin,
Her gün bir güzelle yatmak istersin,
Ben senin kahrını çekemem gönül.
Karacaoğlan der; okuyam, yazam,
Keleş dileğimdir, kervanlar bozam,
Geyinip kuşanıp bir hoşça gezem,
Ben senin kahrını çekemem gönül.
Bu türküler Karacoğlan'ın ağızdan başka ağızlara geçmek suretiyle hafızalara emanet edilmiş en değerli kültür mirasımızdır.Bizler bu türkülerde gizlenmiş hayat tarzını, yaşayış biçimini, insanların gönüllerini, karlıdağlarla aralarındaki münasebetleri, Mevlâ'yı, dostluğu, hayata bakış tarzlarını görüyor ve öğreniyoruz.
Sadece Gani Emmi değil; fakat bütün yöre halkı, Kara Kâğan Hasan, Tercenler'in Hürmüz, Haşimler'in Hasan, Kürt Memetler'in Durmuş, Hasan Emmi'nin(Lakabı Çik Çik Hasan) oğlu Yusuf, Ahmet Duran; Dükkancı Hamet'in Kızı Fadime, Keleseler'in Esme(Yüzügüllü), Mevkiş Karı, Cennet Teyze(Altınoluk)... bir çok kimse bu türküleri, halk hikâyeleri bilir ve ezgiyle söylerler.
ÖĞÜTLER: B
KAYSERİ/Akkışla-Habçavuşlar'ın Mustafa'dan(Akpınar) dinlediğim bir türkü, hem bir öğüt hem de bir tecrübenin eseri olarak karşımıza çıkmaktadır:
I
Sabahtan uğradım kıza,
Boyu selvi dala benzer.
Yanağında güz elması,
Al yanağı bala benzer.
Gelin hurilerden biri,
Kızsa melekden biri.
Gelin, al çemenli koru,
Kız, tomurcuk güle benzer.
Kız, daha olmamış gerdek;
Gelin, yeşil başlı ördek,
Geziyor elinde bardak,
Kız turnada yele benzer.
Gelin güler için için,
Kız geline bulur suçun,
Gelin örseletmiş saçın,
Kızın saçı tele benzer.
Gelinin benleri beste,
Kız beni eyledi hasta,
Gelin şekerlenmiş tasta,
Kız süzülmüş bala benzer.
Gelin güler için için,
Kız geline bulur suçun,
Gelin örseletmiş saçın,
Kızın saçı tele benzer.
Gelinin benleri beste,
Kız beni eyledi hasta,
Gelin şekerlenmiş tasta,
Kız süzülmüş bala benzer.
Gelin dedim; aktır yüzün,
Hiç menendi yoktur kızın,
Karacaoğlan ikinizin,
Kapısında kula benzer.
KAYSERİ/Akkışla (İLBEYLİ OYMAĞI) Gömürgen'den Hacımüdür Ağa'dan dinlediğim bir türküyü sizlere nakledeyim:
II
Yücesinde namlı namlı karın var,
Seni yaylâcak zamanım dağlar,
Başından aşmağa yoktur dermanım;
Kalmadı dizimde mecalim dağlar.
Yağmur yağar, mor sünbüller bitirir.
Yel esende, korkuların getirir.
Sarı çiçek savran kurmuş oturur;
Karışmış güllere çimenli dağlar.
Sarı çiçek sallanıyor al ilen,
Yüce başın donanıyor kar ilen,
Aşayım başından nazlı yar ilen,
Günnüsün pınarın gümanım dağlar.
Sarı çiçek sallanıyor naz ilen,
Dem sürdümdü on beşinde kız ilen.
Şimdi öksüz kaldım kırık saz ilen,
Ah ettikçe tüter dumanım dağlar.
Yaz gelir; iller çevrilir konar,
Güzeller suyundan içip de kanar.
Küpeler kulakta mum gibi yanar,
Gördükçe artıyor imanım dağlar.
Karacaoğlan der; soldum oturdum,
Bağ bahçe diktim de meyve yetirdim
Alnı top perçemli yavru yitirdim,
Bir köşende kaldı sevdiğim dağlar.
KAYSERİ/Akkışla-İlbeyli(İbeli) Gömürgen Kasabası Asker DEMİRKOL' dan dinlediğim bir türkü:
III
Çukurova bayramlığının giyerken,
Çıplaklığın üzerinden soyarken,
Şubat ayı kış yelini kovarken,
Cennet dense sana yakışır dağlar!
Ağacınız yapraklarla donanır,
Taşlarınız bir birliğe inanır,
Hep çiçekler döşünüzde güverir,
Pınarınız çağlar akışır dağlar.
Rüzgâr eser, dallarınız ötüşür,
Kuşlarınız birbiriyle atışır,
Ören yerler bu bayramda pek üşür,
Sümbülünüz yaslı bakışır dağlar?
Karacaoğlan size bakar sevinir,
Sevinir de kalbi yanar düğünür,
Kıpırdanır hep dertleri devinir,
Yasla sevinçimiz yıkışır dağlar.
IV
Bu dört türküyü 1985 yılında Kayseri/Akkışla -Uğurluuşağı'ndan Muhtar, Mustafa KARA'dan dinleyerek yazdım. Bu türküleri yörenin bütün halkı kadınlı kızlı, çoğu rahatlıkla söyleyebilmektedir.
Sünbül boylu, kömür gözlü karşımda,
Gündüz hayalimde, gece düşümde,
Bir güzelin sevdası var başımda,
Belâyı başımdan aldır Yaradan,
Irakta yitirsem; yakında bulsam,
Hak nasip etse de, yanına varsam,
Dudağında gizli şerbetin emsem,
Yarimin yanağın baldır Yaradan,
Yüksek dağlarında avcılar gezer,
Durulmuş göllerde turnalar yüzer,
Güllenen dudakta şekerler ezer,
Tomurcuk göğsünü baldır yaratan.
Karacaoğlan der de; yakıp yandırma,
Seni öven gönlüm yere kondurma.
Azrail gönderip canım aldırma,
Sevdiğime canım aldır Yaradan.
VI
Türkmenler içinde bir güzel gördüm,
Tozluyurt düzünde çeker göçünü,
Kınalamış yar ayağın, başını,
Sırma ilen örmüş sümbül saçını.
Her sabah, her sabah kendini över,
Altın saç bağları topuğu döver,
Sade kaşı ile gözleri değer,
Acem ülkesinin taçla tahtını.
Öpem dedim alyanağın gülünden,
Misk akıyor ısaların telinden,
İnce belli nazlı yârin elinden,
Birkaç sene bekleyelim Hacın’ı.
KAYSERİ/Akkışla-Habçavuşlar'ın Mustafa'nın söylediği türkü:
VII
Yaz gelende beş ayları doğunca,
Safası dağların sazınan gelir.
El ele verir de gelinler kızlar,
Fidanlar sallanır, nazınan gelir.
Bütünsek olur koynundaki yumrular,
Sakla da görmesin delikanlılar,
Cenneti alâda dudu kumrular,
Ördeğe karışmış kazınan gelir.
Hezeli de deli gönül hezeli,
Güz gelince bağlar döker gazeli.
Hocasına metheylemiş güzeli,
Mushafı koynunda cüz’inen gelir.
Yürü güzel yürü, yoluna yürü;
Yaz ayları kalkar dağların karı.
Ne de güzel olsa yiğidin yâri,
O da sevdiğine naz ile gelir.
Yürü yiğit yürü, yolundan kalma;
Her yüzüne güleni dost olur sanma.
Ecelden korkup da sen geri kalma,
Yiğidin alnına yazılan gelir.
Yiğide yiğitlik verir mi arlık?
Yiğidin belini büken murdarlık.
Sarpa mı çekildin kınalı keklik?
Beyoğlu üstüne bazınan gelir.
KAYSERİ/Akkışla Habçavuşlar'ın Mustafa:
VIII
Bıktı gönlüm güzellerin oynundan,
Öğleden sonra belin ardından,
Koç yiğitler deli olur derdinden,
Saydım altı güzel indi pınara.
Candan saracak Fatma’nın beli,
Birisi Haylidir biri Döndülü.
El tutup derecek Eşinin gülü,
Sandım ki, keklikler indi pınara.
Üçü ince belli, gayet de güzel.
Üçü usul boyu, kaşların süzer.
Dedim; ağce ceren çölde ne gezer?
Eminem çok içti kandı pınara.
Karacaoğlan, bunu böyle söyledi,
Gönül aşkın deryasını boyladı;
Güzel gitti diye pınar ağladı,
Acıdı yüreğim yandı pınara.
AĞITLAR:
Kayseri /Akkışla-Hasan ÖZHAN'dan dinlediğim ağıtları da burada siz okuyanlara duyuralım:
MEHMET AĞANIN AĞITI
Halil Ağa, Türkmen aşiretine bağlı Karamuklu Köyünden Halil oğlu Mehmet Ağa’nın bir Çerkez eşkıyası tarafından şehit edilmesi üzerine Mehmet Ağa'ya düzülen ağıtı okudu:
Aziziye’ye vardımdı; mızıkalar çalınır,
Mehmet Beyi vuranlara yüzbaşılık verilir.
Azize’ye vardım; Sivas merkezi,
Namusuma ar geldi, gördüm beni vuran çerkezi.
Altındadır atı hoplar,
Sol böğründe altıpatlar,
Kardaş tarlaya yıkılmış,
Karnını yalıyor itler,
Annacığımız kara kaya,
Oğlum benzer doğan aya.
Akşam Tomarza’dan geldim
Bakamadım doya doya.
Hüsnü vurmuş bir hödük,
Mevlâ verdi çekiyorum.
Öksüz gibi boynum bükük,
Her gün yola bakıyorum.
Düşmanın dediği oldu,
Ben sevdim yad ile kaldı.
Gün pınarlar akmaz oldu,
Ben durmadan akıyorum.
Şeker damlardı yüzünden,
Öpbütündü ala gözünden.
Adamsızlığın yüzünden,
Ben bu derdi çekiyorum.
Daima derdim yoldaşım,
Ahbabım yok, hem sırdaşım,
Ok yaydan çıktı kardaşım,
Bir soğuk of çekiyorum.
Uyku gelmiyor gözüme,
Kimse bakmıyor sözüme.
Kusur eylemen yüzüme,
Ben bana dert çekiyorum.
Alim der ki; bilemiyom,
Bir habercik salamıyom,
Dosttan selâm göremiyom,
Cana hançer sokuyorum.
***
Gece gündüz çağırırım ya Mevlâ,
Senden başka kimse bakmaz yüzüme!
Yanıldım yolumu, kaldım yabanda,
Kılavuz oldu, doğru gidem yoluma.
Bağım ağrısı yeridi beynime,
Vefasız dertlere kırk oldu sene,
Otuz dokuzdu kırkoldu sene,
Yeter mevlâm, ver avımı elime.
Avını aldıran şahan yaderiyim,
Bir takım komşudan hile seziyom.
Aklım yok da, kalem ile yazıyom,
Dost sevdası bülbül etti dilimi.
Ağaç dalı ile gürler dediler,
Muhanatlar ciğerimi yediler.
Yiğit nerde vatan orda dediler,
Acep gönül arar m’ola ilini?
Alim der ki; sırrım kavline yalan,
Bilmem hakikattir, bilmiyom yalan.
Dost koynuna girmiş zehirli yılan,
Onun için soğutuyor belini.
Gömürgen'den Asker DEMİRKOL, söz arasında Ermeniler'in zulmünü aktaran bir hikâyeyi nakletti:
Gölalan’da Bebek Ağa'nın oğlan kıyafetindeki kızı Hacı Bey (Zümrüt Hanım) Hacin'de Ermeniler'in Türkler'e yaptıkları işkencelere ait olan ağıtları hatırlattı.
Hacı Bey, Kayarcık köyünde Yarpuzzâde Gaffar Efendi'nin ailesi Melek Hanım hakkında şu ağıtı okumağa başladı. Melek Hanım da Ermeniler tarafından feci bir şekilde öldürülmüş bir Türk kadınıdır. Bu ağıt bütün Haçin olaylarını tasvir edebilecek mahiyette olduğu için aynen alıyorum:
HAÇİN AĞIDI
Camilere doldurmuşlar,
Bet benizi soldurmuşlar
Ciğerden kan sıza sıza
Yiğitleri öldürmüşler.
Bugün bizi kesecekler,
Çengellere asacaklar,
Ayan olsun Doğan Bey'e,
Urumlu'yu basacaklar.
Uyu Osman oğlum, uyu,
Hacın oldu kanlı kuyu,
Hücum ettik alamadık,
Soyka kalsın Sultan Suyu.
Mürsel Efendi'nin kızı,
Haktan kara inmiş yüzü.
Ara kurşunu mu değdi,
Anan kadan alsın kuzu.
Mert Genco'yu yüzüyorlar,
Hep etleri oda oda,
Başkâtibi öldürdüler,
Değnek ile döve döve.
Yaşa Doğan Bey'im yaşa,
Şanın gitti baştan başa,
Kaytancı Hüseyin Efendi,
Sarığın sallatmış taşa.
Baş ucunda geziyorlar,
İfadeler yazıyorlar,
Ayan olsun Doğan Bey'e,
Memurları yüzüyorlar,
Bebek pişmiş ye diyorlar,
Et yapışmış gömleğine.
Kıyma Aram Çavuş kıyma,
Yavrucaklar ölüyorlar.
Meğer kazanı kurmuşlar,
Bebekleri kaynatırlar.
Gün görmedik hanımları,
Süngü ile oynatırlar.
Agop, Yagop, Aram Çavuş,
N'olur görme burdan savuş,
Bizim İmam Durdu Havus
Derisinden teft yaparlar...
Gaz dökmüşler Elif kıza
Yapılanı görüp kıza
Dudağından kanlar sıza
Bir direkte eziyorlar..
Gökyüzünde gez tayyare
Habar salamam o yarere
Haydi şimdi nerde çare
Tek kurtuluş öl diyorlar...
Tüfekle vurularak öldürülen gence, kilime sarılıp omuzlar üzerinde köyüne getirilirken, bacısının düzdüğü ağıt türküsü:
Yürü bire elin oğlu,
Ellerin sokma koynuna.
Bu dünyaya görüşmedin,
Ahrette dolan boynuma.
Elime helkeyi aldım,
Dolandım da suya geldim.
Şöyle döndüm baktım idi,
Tüfenginin ucun gördüm.
Çağırın da, bacım gelsin,
Çenemin kanını yusun.
El sözüne uyan kardeş,
Salımın ucundan tutsun.
Anam düşmüş bayılıyor,
Yaralarım deliniyor,
Soluk göğsüme dizilmiş,
Hoca gelmiş bez uluyor,
MEHMET ÇAVUŞ’UN AĞIDI
Dersimli, hain ve eşkıya bir Kürt'ün takibine çıkan Jandarma (Mehmet Çavuş) çarpışmaya başlamadan önce Kürt'e teslim olmasını teklif ederse de Kürt inatçılık edip çarpışmaya başlar. Hüseyin Kâhya oğlu Hasan, çarpışmada eşkıya ile Mehmet Çavuş arasında şöyle bir konuşma geçer. Akkışla’dan Hapçavuşlar’ın Mustafa bu Türküyü hem söyleyip hem ağladı:
Kaçman Kürtler kaçman, sizi tutarım;
Pişmiş aşınıza ağı katarım.
Mavzerinizi alır ele satarım,
Gelin teslim olun der Mehmet Çavuş.
Kürtoğlu der ki; teslim olamam;
Göz görerek tersaneye giremem,
Elimdeki silâhımı veremem,
Yakarım canını geç Mehmet Çavuş.
Mehmet Çavuş der ki; yüreğim çatal
Uçan kuş olsanız kıratım tutar.
Cephane boynumda tam yedi katar,
Gelin teslim olun der Mehmet Çavuş.
Kürt oğlu der ki; yiğitlik kadim,
Dersim ellerinde söylenir adım.
Senin gibi nice Çavuşlar yedim,
Şu fişek nasibin der Mehmet Çavuş.
Mehmet Çavuş sonunda şehit olur.
Vuruldum arkadaşlar; akıyor kanım,
Kıratım üstünde çırpınır canım.
Karalar başlasın Zekiye Hanım (Karısı),
Kader böyle imiş der Mehmet Çavuş.
GÜNOĞLU AĞITI
Arkadaşlık, kan kardeşliği, asker arkadaşlığı ayrı bir dostluktur. Uğrunda ölünür. İşte arkadaşı uğruna canını feda eden Günoğlu isminde bir delikanlıya ait olan bu ağıdı Bakırdağı takım kumandanı Mehmet Efendi'nin ağzından Akkışla/Gömürgen'den Asker DEMİRKOL nakletti:
Günoğlunu sorarsan; günün delisi,
Korkusundan yatmadı Halep Valisi.
Kılıcıyla aldı Koca Kilis’i,
Kilis benim der de ağlar Günoğlu.
Günoğlu’nu kova kova tuttular,
Ak ellere dar kelepçe vurdular.
Götürüp de Adana’ya astılar,
Arkadaşı uğruna ölen Günoğlu.
Varın takın kıratımın yemini,
Söylen nişanlıma vursun gemini.
Şimden geri düşman görsün demini,
Arkadaşı uğruna yanan Güünoğlu.
Ala gözlerini sevdiğim dilber,
Gizli sırrım şu aleme bildirdin.
Dost başa derler de düşman ayağa.
Şu kötüyü üsbütünüze güldürdün.
Yüce dağ başına yağan kar olur,
Benim işim katı ahüzar olur.
Sürünme davara üstün kir olur,
Git kız, git sen beni, öldürdün.
Kaçak gezerim de gurbet illeri,
Tercümen tutarım esen yelleri.
Şu elimle büyüttüğü ala gülleri,
Sonucunda bir kötüye yoldurdum.
Karacaoğlan der ki, iyisin aradın,
Kara zülfün mah yüzüne taradın.
Çünkü dilber ayrılmaktı muradın,
Niye beni serseriye yeldirdin?
Nişanlı bir kız, nişanlısı ile beraber konuşmak üzere çeşmeye inmiş; fakat kızın bundan haberdar olan kardeşi çeşme başında bunları suçüstü yakalamış ve tabancasını çekerek kız kardeşini öldürmüş. Kızın ağzından şu ağıt düzülmüştür:
Tabancanı çifte doldur,
Elini tetikten kaldır,
Bir çift sözüm var kardeşim,
Söyliyeyim sonra öldür.
Yüce dağda kar erisin,
Enginin duman bürüsün.
Beddua vermem kardaşım,
Ağzımda dilim çürüsün.
Yüce dağın karı idim,
Ben anamın biri idim.
Öldürme beni kardaşım,
Sağ gözünün nuru idim.
Elif isminde bir kız amcasının oğlu Ahmet’i sevmiş, fakat talihi yar olmamış; Ahmet’i elinden kaçırmış. Bunun üzerine onun için şu ağıdı okumuş:
Ardında Benlibozu
Ceylâna boy verir tazı.
Canı gönülden söylüyorum.
Canı alsın emmim kızı
Sırtında gömleği keten,
Kara sakal bir bir tutam,
Canı candan ağlıyorum,
Var sen ettiğinden utan.
Civil civil öten kuşlar,
Felek bildiğini işler,
Alayından zor geliyor,
Kuşu öter, atı kişner.
Yaşa emmim oğul, yaşa,
Yeşil yağlık düşmüş kaşa.
Ben atını suvarırken,
Beyler kondu arslan taşa.
Altından atı da sağan,
Belinden kılıncın alan,
Ocağından kül dağıtan,
Emmim oğlu, var sen utan!
Herek olur herek olur,
Yer altında direk olur.
Demedim mi Ahmet Ağam,
Gurbetlerde gerdek olur.
Irmağım akar analı,
Derim çadır tutar yan odalı.
Şimdi evin dadı yoktur.
Emmim gideli gideli.
İLBEYLİ OĞLU AĞIDI
İstanbul’dan ferman geldi nideyim;
Göç çekip de meratibe gideyim?
Yaylam seni kime emanet edeyim?
Ben gidiyom telli yaylâm, kal kalan!
Pınarların yosun tutsun, akmasın;
Menekşeler düze çıksın kokmasın.
Geçdiğim yerlere insan çıkmasın,
Ben gidiyom telli yaylâm, kal kalan.
Sultanabaş erekeme bağlı olur
Suyun içen hastalar sağlı olur
Kürtler çıkar üsbütünüze ağa mı olur
Ben gidiyom telli yaylâm, kal kalan
Sultanabaş cümle dağdan uludur,
Kar akıdır onbeş dağın eridir,
Arap atlar koçyiğitler yeridir,
Ben gidiyom telli yaylam kal kalan,
İl Beyoğlu kestirmiyor gümanı,
Alağ özdengelir yürek dumanı,
Arındı bozlak önü yaylak çimanı,
Ben gidiyom telli yaylâm, kal kalan.
GELİN AYŞE
Gelin Ayşe ikiz çocuklarını beraberine alarak babasının köyüne giderken yolda bir dereden geçiyor; fakat yolu bilmediği için bir girdaba düşüyor ve çocuklarıyla birlkte boğuluyor Halk her olayı zaptettiği gibi bu olayı da zaptediyorarkasından şu türküyü düzüyor, yakıyorlar:
Koyun gelir bata bata,
Çamurlara yata yata.
Gelin Ayşe suya gitmiş,
Ilgınları tuta tuta.
Aman Ayşe yaman Ayşe,
Dağlar başı mor menevşe.
Koyun gelir kuzu ilen,
Ayağının tozu ilen,
Gelin Ayşe’m suya gitmiş,
Yanı çifte kuzu ilen.
Aman Ayşe yaman Ayşe,
Dağlar başı mor menevşe.
Erciyeş’ın başı pınar,
Akar bulanı bulanı.
Gelin Ayşe’m suya gitmiş,
Ağlar dolanı dolanı.
Aman Ayşe yaman Ayşe,
Dağlar başı mor menevşe.
Kırat gelir harlayarak,
Ayşe’m gider parlayarak,
Dün buradan gitmiş idi,
Burçak burçak terleyerek.
Aman Ayşe yaman Ayşe,
Dağlar başı mor menevşe.
Ördek gelir yüze yüze,
Kanadını düze süze
Gelin Ayşem sele gitmiş
Kirli suda yüze yüze
Aman Ayşe yaman Ayşe,
Dağlar başı mor menevşe.
Ayşe’nin atı nehrin selleri arasından kurtulmuş, köye dönebilmişti. Bakmışlar ki üstünde, yanında ve yöresinde Ayşe yok. Köylüleri bir telaş almış. Yakınları ise çığlıklar koparmaya ve vaveylâya başlamışlar.
***