CUMHURİYET’E ve CUMHURİYET’İ KURAN
KAHRAMANLARA DUYULAN BİTMEZ TÜKENMEZ KİN!..
Abdullah Çağrı ELGÜN
“Biri
ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!
Boğmazsam
ki hiç olmazsa yanımdan kovarım!..”
Mehmet Âkif ERSOY
“Millî varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı:
‘Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!’ diyelim!..” Mustafa Kemal
Atatürk
Kurtuluş Savaşı Öncesi Osmanlı Devleti’nin Durumu:
Cumhuriyet’tin
hemen öncesinde Osmanlı “Hasta Adam” ilan edilerek büyük devletler
tarafından yoğun bakıma alınmıştı… I. Dünya Savaşında Almanlar’ın müttefiki
olmamamız ve Almanlar’ın yenilmesiyle birlikte Almanya ve Müttefiklerinin
toprakları tamamen işgal edildi. Böylece Osmanlı İmparatorluğu da bu işgale
uğradı!..
1699 ilk toprak
kaybettiğimiz anlaşma olarak bilinse de tarihe baktığımızda 1500’lü
hatta 1400 yıllarda da büyük prenslikler voyvodalıklar ve eyaletler, 13
temmuz 1878’de Berlin Anlaşması’yla Osmanlı topraklarının üçte bir, şehir
ve eyaletlerini, 1912 Balkan Harbinde Balkanlar, 19 Mayıs 1919’da başlayıp 1 Ekim 1922
Mudanya Mütarekesi ile son bulan Kurtuluş Savaşı’nda da Osmanlı
İmparatorluğu topraklarının bütün toprakları işgâl altındaydı. Düşman
işgalinden kurtarılabilen topraklarda da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
(29 Ekim 1920) kurulduğu görülecektir.
Selçuk ve Osman Bey ile
başlayan Türk Devletlerinin Yıkılmasını Çabuklaştırın Etkenler
Tarihçiler, Tarikat ve
Cemaatlerin İslâm ile bağdaşmaz, Kuran’ın emri ile alâkasız; çağa; akla,
mantığa ve ilime aykırı görüş ve düşüncelerinin bu iki devleti yıktığı
görüşünde birleşmişlerdir.
Yıldırım’ın
Timur karşısında Ankara Savaşı’nda yenilmesinin tek sebebi de Tarikat ve
Cemaatlerin Liderlerinin Yıldırım’ı bırakıp, Timur saflarına katılması oldu…İslâm’ın
siyasete alet edilmesi (Siyasal İslâm). Yıldırım Beyazıt’ın oğlu I. Mehmet
Han, uzun süren mücadele ve Fetret Devri’nden sonra tahta oturarak, Osmanlı
devletini yeniden inşa ederken din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak devletin
bütün kurumları (Siyasal İslâm) Tarikat ve Cemaatlerden tamamen
temizlemişti. Yani: Kışlayı, medreseyi, devlet
kurumlarını dinî siyasetten arındırmıştı.
Mustafa
Kemal Atatürk
de aynı tecrübeyi Osmanlının yıkılışı ile yaşadığı için lâyıklık denilen
sistemi getirerek Din ve Devlet işlerini birbirinden ayırarak, Tarikat,
Cemaat, Tekke ve Zaviyelerin tamamını kapattırmıştır. Hatta bir sözünde de
bunlar için:
“Efendiler
biz Tekke ve Zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilâkis bu tip
yapılar, din ve devlet düşmanı olduğu; Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden
batırdığı için yasakladık!.. Çok değil yüz yıla kalmadan, eğer bu sözlerime
dikkat etmezseniz göreceksiniz ki bazı kişiler, bazı Cemaatlerle bir araya
gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu, öne sürecek. Sizlerin oyunu alarak başa
geçecek; ama sıra devlet bölüşmeye geldiğinde birbirine düşeceklerdir. Ayrıca
unutmayınız ki o gün geldiğinde her bir taraf diğerlerini dinsizlikle suçlamaktan
geri kalmayacaktır… 17 Aralık 1927, Ankara. Mustafa kemal ATATÜRK” diyecektir.
İşte bu sebepledir ki kendini dindarlardan daha çok dindar ve
Müslüman daha Müslüman zanneden bilgisiz, cahil, alaylı, medresesiz mektepsiz bu
din fukaralarının, Cumhuriyet’e ve Cumhuriyeti kuran kahramanlara olan düşmanlıkları
ve kinleri asla dinmez! Dinmeyecektir!..
Atatürk’e Düşmanlık, Türk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran
halka: “Türk Halkı” diyen, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Kurucu “İlk Meclise”
de düşmanlıktır!..
Arşiv
araştırmacısı Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali AKIN: Ahmet Cevdet Paşa'dan
bahsederek: “Vali, Ticaret bakanı Milli Savunma Bakanı (Adliye) ve Mecelle
Heyeti’nin de başkanıydı. II.
Abdülhamit’e yazdığı “Maruzatı” Türkçede sadeleştirildi. Sen bu
devlet adamına inanıyor musun ey Kadir Mısırlıoğlu? Kendi yanlışlarını okuyorsun!.. Madem inanıyorsun
gerçekleri niçin kabul etmiyorsun ve İttihat ve Terakkicileri, Jön Türkler
ve Cumhuriyetçileri suçlayarak. “Bir
gecede CAHİL KALDIK diyorsun?..” Cumhuriyetçiler geldi Osmanlıyı yıktı diyorsun?..
Sende
hiç akıl izan yok mu?
Utanma
yok mu?
Nasıl
oluyor da Cumhuriyet öncesini Yunan işgalleri, Fransız, İtalyan ve İngiliz
işgalleri, katliamlarını, tecavüzlerini görmemezlikten, bilmemezlikten geliyorsun?
“Keşke
Yunanlılar galip gelseydi!.. Ne Hilâfet yıkılırdı ne Şeriat!” diyerek, Cumhuriyet’e
ve Cumhuriyeti kuranlara iftira atıyor, dedikodu yapıyor, kin kusuyor ve
düşmanlığınız dinmiyor?.. Müslümanlık’ta kin kusmak, dindaşını çekiştirmek var
mı?.. Siz hangi dine mensupsunuz ve
hangi dine inanıyorsunuz?..
“1887-
1888”
den hatta 1500'lü yılların sonunda da Osmanlı artık müspet ilimleri terk
etmeğe bilgi, tecrübe, liyakat, ehliyet ve donanımı rafa kaldırılarak devlet atamalarında,
“işe göre adam değil; adama göre iş” prensibi takip edilerek, bürokrasiden
ve yönetimden işin ehli olanlar uzaklaştırılmaktadır…
Osmanlının
son zamanlarında, toplumun bütün değerleri zaafa uğramış, yıpranmış; rüşvet,
iltimas ve adam kayırma, yakın, akraba, eş ve dostların, devlet kurumlarının en
üst makamlarına, mevkilerine getirilmesi, devlet kurumlarını kokuşturmuş ve
çökertilmişti…
Bu
son dönemlerde İmparatorlukta: Yüz yetmiş (170) tane İş Yerine
karşılık, üç yüz elli dokuz (359) tane Devlet için çalışan ve Devlete vergi
veren Genel Evi (Kerhane) işletilmektedir.
İmparatorluk
Türkiyesi
İstanbul'da Cumhuriyet öncesine kadar gelebilmiş, insanların bir mal gibi alınıp satıldığı: “Köle
Pazarı” hâlâ işler vaziyetteydi...
İşte
o muhteşem Osmanlının son dönemlerini rehin almış, devletin bütün maden
yataklarına, halktan toplanan vergilerine, doğrudan el koymuş, yabancı
devletlerin kendi alacaklarını tahsil edebilmek için kurduğu “Duyun u
Umumiye” denilen bir kurum da vardı. Bu kurum alacaklarını toplayabilmek
için asgari ücretle işe aldığı, fakir fukara halkın, genç çocukları eliyle
vergileri toplatıyordu!.. Yani,
vatandaşın çocuklarına, vatandaşı ezdirerek toplattığı vergilere, doğrudan
doğruya el koyuyordu!..
Vatandaşa,
devlet hizmet yapılamıyordu!.. Yol, köprü, içme suları, kanallar, fabrikalar ve
halkın beslenebilmesi için, sağlığı için üretilen her şey; sokak ve
mahallelerin bakım ve temizliği ve sahiller Allah’a emanetti!..
Bu
devir Osmanlının ve Müslümanlığın adeta çöküş ve yıkılış devridir. O devirde yazılan
kitapların çoğu ilim, fen, yeni keşif ile ilgili olmayıp cinselliğe, sekse,
bilmem kaç dua okursan sana melekler çıkar gelir, dileğini sorar, arzuların
anında geçek olur …vb. gibi dinî şifreler ve dualar anlatıyordu.
Nevar'üs
Nefais, Kabusnâme,
bizzat Yavuz Sultan Selim tarafından yazdırılmış cinselliğe, dair kitaplar
var!.. Okuyup görmek gerekir…
Yazdırılan
bu kitapların hiçbirinde İslâmî bir yan yoktur! Durum böyleyken: Hangi kuyruk
acısı sebebiyledir ki, vatanı düşman işgalinden
kurtaran kahramanları kötülüyor, ondan nefret ediyor, Cumhuriyet’e ve
Cumhuriyeti kuranlara kin kusuyorsunuz?..
Evliya
Çelebi,
Seyahatnamesinde Padişah adına gezdiği yerlerde kendisine hediye edilen
kızlarla bir gece yattıktan sonra, azat ettiğini, bunun üzerine yanındakilerin
bu güzel kızlara kıyamadıklarını ve Evliya Çelebi’ye: “Niçin bunları
bize nikahlamıyorsunuz?” diye sitem edip dert yandıkları, bunun üzerine Evliya
Çelebi’nin sonradan kendisine hediye edilen kızları yine bir gece yattıktan
sonra veya hiç yatmadan emrinde ve maiyetindeki bekâr gençlere nikah ettiğini
Seyahatnâmesi’nin ikinci cildinde ayan beyan anlatmaktadır.
Evliya
Çelebi
Seyahatnamesinde İstanbul’da çalıştırılan genel evlerinden bahisle,
devletin resmî izin belgesi ile çalıştırılan bu müesseselerden, kayıtlı deftere
tabi olarak vergi aldığını anlatılmaktadır...
Bugün
hükümeti tarafından da vekillere ve bürokratlara isteği kirli işleri yaptırmak
veya yapılan işleri destekletmek maksatlı, medyadaki haberlerde, yurt içinde ve
yurt dışında kurulduğu iddia edilen, Masaj Evleri “Masaj Salonları” bu
maksada yönelik faaliyet gösterdiği yazılıp çizilmektedir…
Ziya Paşa: “Devlet i Âli Osmani'de terfi temayüz, ilim ile
olmaz!”
“Ya olacak, kuvvetli iltimas,
Ya olacak, madenî has!
Ya da olacak, ten
ile temas!..” der.
“Cumhuriyet
geldi İslâmiyet ve millî unsurlar yok oldu, harfler kabul edildi, bir gecede cahil
kaldık!” diyenlerin kendileri cahildir. Akıl cahili ve mantık cahili ve zekâ
fukaralarıdır!.. Arşiv kayıtlarına bir bakınız. Osmanlı’nın yüzde doksan beş,
doksan altısı (95-96) okuma yazma bilmemektedir...
Bakınız
o günün arşiv belgelerine… Osmanlı Arşiv Belgelerinde kayıtlı: 281
Sanayi Kuruluşunun ancak ℅ 15'i Türkler'in, ℅ 85'i Gayri Müslümlerindir.
Bakınız
işte her şey ortada. Burada millî unsur nerede?.. Sırp, Yunan, Bulgar, Hırvat, Rum,
Ermeni var; ama Osmanlının karar verici yönetiminde bir tane Türk yok!.. İşte bizim yerli
ve millî Osmanlımız!
15.yy.’ın
sonundan itibaren Türkler’e makam mevki yoktur!.. II. Beyazıt Döneminde: (3 Aralık 1447-26 Mayıs 1512) Divanı
Humayun’da, Devletin aldığı en üst düzeydeki yönetim kararlarını yazan Osmanlı Devletin
Katibi: Hafız Hamdi Çelebi (Hafız, Din Adamı!.) Bakın ne diyor:
Vermemiş
Türk’e Hüdâ, hiç idrak!
(Tanrı
Türk’e hiç akıl vermemiş!)
Aklı evvel
de olsa bi bak!
(Akıllı olsa
bile bak!)
Uktül el
Türk’e ve lev kane ebak!
(Baban bile
olsa Türk’ü öldür!)
Dedi ol kanı
kerem şahı celâl:
(Peygamber
dedi ki)
Türk’ü
katleyleyiniz, kanı helâl!..
(Türk'ü
katlet kanı helâl!..)
Türk’ü
zannetme kim ola adem,
(Türk’ü
insan zannetme!)
Türk ile durma,
oturma bir dem!
Şeker olsa
eline, Türk ola sem,
(Türk
denizden şeker olsa da )
Şer i etrak
ı kesüp hiç yeme gam
(Şeriat,
Türk’ü kesmeyi emrediyor, hiç gam çekme!)
Kes başını,
kanını dök, çekme gam!
Ey Kadiri,
Türk’e hiç olma yakin!..
(Zinhar,
olma sakın Türk’e yakın!..)
Sözler olur
ise dürri semin,
(Türk’ün
sözü çok değerli bile olsa)
Uktül el
Türk’e lev kâne ebak!
(Baban da
olsa Türk’ü öldür!..)
İşte
bizim yerli ve millî Osmanlımız!.. Şimdi düşününüz... Kimler hangi sebeple Türkiye değil Türk değil de Osmanlı diyor, Osmanlıyı istiyor anlayabildiniz mi?..
Mehmet
Âkif Ersoy ne demiş:
Biri
ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!
Boğmazsam
ki hiç olmazsa yanımdan kovarım!..
Atatürk
ne demiş:
Millî varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı:
‘Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!’ diyelim.
En büyük iftiharım Türk olarak yaratılmamdır!.. Ne mutlu Türk’üm diyene! Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda
mevcuttur! Ey, Türk! Yüksel senin için yükselmenin hududu yoktur! Türk
Türk olduğu için asildir. Bütün soy gururumuzu Türk olmanın içinde
buluruz! Benim yaratılışımda fevkâlâde olan bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.. Türk
milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir;
çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir;
ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde
ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük
medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda
yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk
kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türklük,
benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır. Bizim milletimiz, denin bir maziye maliktir. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır!.. Şuanda, büyük Türk Milletinin bir ferdi olarak, bu
kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Türk, Türk
olduğu için asildir. Çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy
gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz. Mensup olduğum Türk milletinin şan ve
şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır!
Bu memleket, Dünya'nın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna
mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik
(en aşağı), bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin
içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden,
yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı;
onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu
tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur.
Yıldırımdır, kasırgadır, Dünya'yı aydınlatan güneştir! Bu memleket tarihte
Türk'tü, hâlde Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır! Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış
ve istiklâli yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlatlarından
ibarettir. Bu millet istiklâlsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca, hürriyet ve istiklâle timsâl olmuş bir milletiiz.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olan halka, “Türk Milleti”
dendiğini unutup, böylesine “Yerli ve Millî Bir Devlete” ve onun unsurlarına
düşmanlık, nasıl oluyor ve Cumhuriyet’e ve Cumhuriyeti kuranlara olan kininiz niçin
dinmiyor?..
Yunan
asıllı Milletvekili
Yorgo BAŞO, Çanakkale Boğazına Alman Gemileri gelip karar almak
için Meclis toplanıldığında Osmanlı Meclis kürsüsüne çıkan Yorgo Başo:
“Ben de ancak Osmanlı bankası kadar Türk'üm!” diyordu!.. Bunun neresinde
yerlilik ve millîlik var?
Fatih döneminde
Avrupa'da 1700 matbaa var! Avrupa’da 15.000 kitap basılmışken,
Bize Matbaa III. Ahmet döneminde 1728'de İbrahim Müteferrika
tarafından ancak getirilebildi. Osmanlıda 13.200 kitap basıldı. Osmanlının
okuma yazması yoktu!.. Osmanlıda okuma oranı %3-4 'tü. Yani yüzde doksan
beş, doksan altısı (95-96) okuma yazma bilmiyordu Gerisi: “Elifi görse mertek sanırdı!..” okuma ve yazması yoktu!..
Osmanlıda Rüşvet, İltimas, Adam Kayırma; Yolsuzluk ve Hırsızlık:
Her
devlette olduğu gibi Osmanlının son devirlerinde, Devlet yönetiminde rüşvet,
alabildiğine yaygın ve çoktu!.. Hırvat asıllı ve basası domuz çobanı
olan Vezir Pargalı İbranim'in, Rüstem Paşa'nın mal varlığına
bakmak Osmanlının içinde bulunduğu rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, yalan, talan, adaletsizlik
ve devlet soygununu görmeye kafi gelir. Bu devletin neden ve niçin yıkılmış
olduğu da anlaşılır:
Rüstem Paşa'nın :
Peçevili İbrahim Efendi, hesabı kitabı belli olmayan daha nice çiniler, halılar, kilimler, porselenler, yemek takımları, şamdanlar ve daha sayısız çeşitli eşya ile birlikte sahibi olduğu malın mülkün ederinin elli milyon altını geçtiğini söyler.İşte günümüzde dahi duyanların dudaklarını uçuklatacak servetin detaylar:
780.000.Altın
1000 Külçe gümüş
2900 Cins At
1.160 katır
80.000 Sarıklık Tülbent
5.000 Kaftan
1.100 Adet İşlemeli Başlık
2.000 Zırh
600 Gümüş Eyer
500 Elmas ve Altın İşlemeli Eyer
130 Çift Altın Üzengi
860 Adet Kabzaları Elmaslı Kılıç
1500 Gümüş Miğfer
1000 Gümüş Gürz
33 parça Elmas
8.000 Adet El Yazması Mushaf
5.000 Adet El Yazması Kitap
1000 Adet Anadolu ve Rumeli'de Çiftlik
476 Adet Anadolu ve Rumeli'de Su Değirmeni
700.000. Saf Sikke Altın (Külçe ve Gümüş Hariç)
1700 Köle
Devletin malının hırsızlıkla gasbedilmiş, yalan, talan, soygun ve yağmalanmış olduğunu görmek mümkün. Kendi milletinin evllâtlarını soyan şu Osmanlının şimdi neresi yerli ve millî?..
Nasıl oluyor da Cumhuriyet’e ve Cumhuriyeti kuranlara olan
kininiz dinmiyor?..
Osmanlıda Devlet İşlerinin Yürütülmesi:
III.
Murat Döneminde devletteki makam ve mevkiler para karşılığında satılıyordu.
Hazine tamtakır, soyulmuş ve yağmalanmıştı... Gelir gideri karşılamıyordu.
İşler: “Bugün git yarın gel!” mantığı ile yürüyor, rüşvet vermeyene
selam dahi verilmiyordu. Devrin ünlü şairi Fuzûlî. Kanûnî Sultan
Süleyman 1534 Bağdat’ı fethettiği zamanda Osmanlı Sarayının hizmetine
girmiş ve Hakan Kanûnî’ye sunduğu kasidelerle dokuz Akçelik maaş ile
ödüllendirilmiş; fakat maaşını alamayınca, devlette işleyen rüşvet, iltimas,
adam kayırma ve yozlaşmayı kendi döneminde Padişaha yazdığı: “Şikâyetnâme“
adlı eserinde şöyle anlatmıştı:
“Selam
verdim rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm
gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler!..”
“Osmanlı
Jöntürkler yıktı, ittihatçılar yıktı!.. Bir gecede cahil kaldık!” Bu nasıl bir iddia, had bilmemezlik?
Osmanlının yıkılmayan hangi kurumu kalmıştı?..
Fatih zamanında bile
ilme fazla önem verilmemişti.
Kadı
Pızız Çelebinin oğlu Yusuf Sinaneddin bu zat vezirlik de yapmış müspet
ilimlerle uğraştığı için İznik Zindanlarına atılmıştı...
Fatih'in
oğlu II. Beyazıt, Mollo Lütfü''yü (Sarı) idam ettirmişti...
IV.
Murat
Döneminde Hazarfen Ahmet Çelebi, kanat takıp uçunca Cezair'e sürülmüştü...
1583'te
İstanbul’daki
Rasathane Gözlemevi, Şeyhülislâm'ın fetfasıyla içi toprakla doldurularak
kapatılmıştı...
1609'da
Batıda Galileo
teleskopu keşfedip uzayı araştırırken Osmanlıda bunlar oluyordu.
1760-1840
kadar Batı’da baş döndürücü sanayi devrimi olurken Osmanlıda müspet ilimlere
karşı çıkılıyor, kapılar kapatılıyordu...
Bu
arada Avrupa’da Buhar Makinası, Tiren icat edilmişti.
19.
Asırda Telefon, Telgraf, Telsiz, Ampul, Araba, Uçak...olurken
Osmanlıda
hiçbir gelişme yoktu!.. Halbuki Müslüman Türkler, ilk buluşların ve
icatların mucitleriydiler… Yazdıkları kitaplar Avrupa’da üç yüz yıldır (300)
okutulmaktaydı!..
Cumhuriyetçiler
geldi hepsini yıktılar götürdüler diyenler, maksatlıdır. Atatürk ve Cumhuriyet
düşmanıdırlar; çünkü Osmanlı can çekişmektedir…
BOP
Başkanlığı sayesinde yeniden İslâm ülkelerine hükmedeceğiz. Halifeliği yeniden
dirilteceğiz. Yeni Osmanlı Olacağız, İslâm ülkelerine hükmedeceğiz, diyenlerin Yeni
Osmanlıcılık fikri ile kurdukları dernek adlarına ve buraları kimlerin niçin
ziyaret ettiklerine baktığınızda mesaj açık ve net bir şekilde
anlaşılacaktır!..
Osmanlı
Ocakları, Almanyalı Osmanlılar, Okçular, Abdülhamit Han, PÖH, JÖH ve HÖK (Halk
Özel Harekatı), (Halk Özel Harekat Milis Kuvvetleri) İLEM (İlmî Etütler
Derneği), İLKV (İlim ve İktisadi Kalkınma Vakfı), MEMURSEN, KADEM, HAK-İŞ, ESEM (Ekonomik
ve Sosyal Araştırmalar Vakfı), İSAV (İslâmî İlimler Araştırma Vakfı), İSAM (İslam
Araştırmalar Vakfı), SETA (Siyasî Ekonomik ve Toplum Araştırmaları Vakfı),
ADAM (Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi), ORDAF (Ortadoğu ve Afrika
Araştırmalar Merkezi), ÖNDER, KADEM, TÜMSİAT; MÜSİAT, TÜĞVA(Türkiye Gençlik
Vakfı), TÜRGEV(Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) ENSAR, T3 Vakfı, (AMHV)
Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı, İlim Yayma Vakfı, İnsan Vakfı, Birlik Vakfı, Asitane
Vakfı,Yeni Dünya Vakfı, Darül Fünûn İlâhiayt Vakfı, Enderun Vakfı,…üç yüze yakın vakıf ve dernek var!.. Düşündükleri amaca
hizmet maksadıyla kurulmuşlardır.
Ayhan SONGAR, Kadir MISIRLIOĞLU için: "Delidir!" raporu vermiştir. Bir yığın soruşturma dosyası ve cezadan da ve hapis yatmaktan böylece kurtulmuştur...
Mısırlıoğlu
için durum, Ayhan Songar’a sorulunca: “Ben olmayan şeye rapor vermem!” “Delidir!”
demiştir...
Bu
“deli”nin peşinden birçok avâne sorgusuz sualsiz gitmiş ve tabi olmuşlardır.
“Lozan Antlaşması ile Uşi Anlaşması” nı ayırt edemeyen ve çarpıtan bu
gibiler ülkede ve devlette itibar gördükçe, o devlet iflah olmaz!..
Bakın
şu tezatlığa, adamın üstündeki kılık kıyafete:
Kravat
Avrupa'nın
Çeket
Avrupu'nın
Gömlek
Avrupa'nın
Avrupa’ya
karşı bir adamın, başındaki “Fes” de Fas’ın olduğuna göre bütün bunlar “deliliğinin”
işareti değil de nedir?
Bu
ne perhiz bu ne lâhana turşusu?.. Bunların halkı din ile soyup soğa çevirme
düzenleri ellerinde alınıp, son bulduğu için Cumhuriyet’e
ve Cumhuriyeti kuranlara olan kinleri dinmiyor, dinmeyecektir de.
Halife-i Müslümin Otuz Üç
Yıllık (33) II. Abdülhamit’in Nazır ve Bürokratlarına Bakalım:
Hariciye
Nazırları;
(DışişleriBakanı) Aleksandros Karateodori Paşa (1878-1879)
Gabriel
Pasha ve Sava Paşa (1879-1880)
Hazine-i
Hassa Nazırları:
Agop Ohannes Kazazyan (1876-1891),
Mikail
Portakalyan Efendi (1891-1897),
Ohannes
Sakız Efendi (1897-1908)
Maliye
Nazırı:
Agop Ohannes Kazasyan Paşa (28-30 Ağustos 1885), (Aralık 1886 - Mart 1887)
(1888-1891)
Nafia
Nazırları: (Bayındırlık bakanı): Ohannes Çamiç Efendi (1877-1878),
Aleksandr
Karatodori Paşa (1878)
Sava
Paşa (1878-1879)
Orman
ve Maadin Nazırları; Mavrokordato Efendi (1908-1909),
Aristidi
Paşa (1909)
Ticaret
ve Ziraat Nazırları: Bedros Kuyumcuyan Efendi (1880)
Gabriel
Noradonkyan Efendi (1908-1909)
Ayan Üyeleri (Osmanlı’da merkezi yönetim ile vatandaş arasında
Anadolu ve Balkanlar’da ve diğer yerlerde irtibat sağlayan önemli kişiler):
(1876)Antopolos
Efendi Aristarki Bey,
Daviçon
Karmona Efendi,
Musurus
Paşa,
Serviçen
Efendi,
Stoyanoviç
Efendi,
Dr.
De Kastro Bey,
Mavroyeni
Paşa, Karatodri Paşa,
Abraham
Karakahya Paşa
Ayan Üyeleri(1908)
Azaryan
Efendi,
Basarya
Efendi,
Bohor
Efendi,
Fethi
Franko Bey,
Gabriyel
Noradonkyan Efendi,
Mavrokordato
Efendi,
Mavroyeni
Bey, Oksanti Efendi,
Yorgiyadis
Efendi,
Aram
Efendi,
Popoviç
Temko Efendi,
Babıali Hukuk Müşaviri Gabriel Efendi:
Abdülhamit
zamanında sürekli el üstünde tutulan bu Gabriel Efendi 2. Dünya savaşı sonrası
düzenlenen Paris Konferansında Ermeniler için toprak talep etmiş, Lozan
Konferansına da Ermeniler adına katılmıştır…
Elçilere Göz Attığımızda:
Y.
Fotiades Bey ve Gobdan Efendi’nin Atina,
Azaryan
Efendi’nin Belgrad,
E.
Karatodori Efendi’nin Brüksel,
Blak
Bey’in Bükreş,
Yanko
Karaca, Misak Efendi ve Aritraki Efendi’nin Lahey,
K.
Musurus Paşa, Alfred Rüstem Paşa ve
Antopulo Paşa’nın Londra,
Naum
Paşa’nın Paris, S. Musurus Bey ve Y. Fotiades Bey’in Roma,
Nikola
Gobdan Efendi’nin Sofya,
A.
Vogorides Paşa’nın Viyana,
L.
Aristarki Bey ve A. Mavroyeni Bey’in Washington’da Büyükelçi-Elçi olarak görev
yaptıklarını görüyoruz.
Yukarıdaki bütün bu belgeli gerçeklere bakılınca: ATATÜRK’ün
hangi arı kovanını tütsüleyerek dağıtmış olduğu, şuan daha iyi anlaşılıyor
mu?..
Atatürk dünyada ve halkı tarafından niçin bu kadar
sevilmektedir?..
Atatürk’e düşmanlık edenler, dünya ülkelerinin Atatürk’e sempati
duydukları ve saygı gereği kurdukları: Atatürk Müzesi, Atatürk Anıtı, Atatürk Heykeli,
Atatürk Posteri, Atatürk Parkı, Atatürk Bahçesi, Atatürk Caddesi, Atatürk
Bulvarı, Atatürk Bilim Merkezini niçin kurdukları ve niçin yaptıklarına bir
bakmaları yeterli olacaktır:
Canberra, Avustralya.
Be'er Sheva, İsrail.
Wellington, Yeni Zelanda.
Mexico City, Meksika.
Havana, Küba.
Kuşimoto, Japonya.
Şantiago, Şili.
Caracas, Venezuela…vb. gibi iki yüz yirmi (220) ülkeyi gezip
bakmaları yeterli olacaktır!