25 Ocak 2016 Pazartesi

"BİZ BU HALE NASIL GELDİK?", Abdullah Çağrı ELGÜN

BİZ BU HALE NASIL GELDİK?
Abdullah Çağrı ELGÜN

Akademisyenlerin, bozuk ve anlaşılmaz, uzun cümlelerle devam eden: "Bu suça ortak olmayacağız!..(Eme nebin hevparên vî sûcî!...) Türkçe ve Kürtçe başlıklı bildirisi can yakıyor... İsrail: “İran ve Türkiye arasında bir Kürt devletinin zamanı gelmiştir. Bütün gücümüzle kurulacak Kürt Devletinin arakasındayız!” diyor...

Barzani: "Irak Kürdistan'a hiç bu kadar yakın olmamıştır." diyorken, Türk ordusu, her türlü donanım ve teçhizat ile 1 Kasım 2015’ten itibaren PKK'yı, Türkiye Cumhuriyeti topraklarından silmeğe çalışıyor. Aradan geçen üç aylık zamanda Türk topraklarının bir bölümünü işgal ile ele geçirerek Kürt devleti kurmak isteyen  PKK’nın beli kırılamamış, başı ezilememiştir... TBMM'sinde grubu bulunan ve Türkiye Cumhuriyetini temsilen Mecliste bulunan HDP'nin vekilleri ise seçimler sonrasında fikir ve söylem değiştirerek,  elli dokuz(59) millet vekili ile halkın parasını maaş olarak alıp, PKK’ya destek veriyor olması ve TBMM'sinin üyeleri olması, büyük bir bahtsızlıktır.
Bugün TBMM'deki muhalif millet vekilleri ve sağ duyu sahibi olabileceğine düşündüğümüz aydınlar ve bunların yanında yer alan muhaliflerin, AKP’nin halktan aldığı % 49'luk oyu, kabul etmemesindeki sebep nedir? Ne olabilir diye baktığımızda:

Bunun en birinci sebebi hiç şüphesiz ki halkın kısım kısım, gizliden ve açık olarak  ayırımcılığa tabi tutulmasıdır.
Düşünce ve fikir özgürlüğünün ortadan kalkması,
Din ve vicdan özgürlüğünün yara alması,
Serbes teşebbüs hürriyetinin zedelenmesi ve kimi yerlerde tamamen ortadan kalması, 
Hak, hukuk ve adalet sisteminin iktidar lehine işlemesi, adaletin geç tecellisi, tahakkuku ve adaletsiz bir adaletin yürürlükte olması.
İşçi, emekli, çalışan ve her düzeydeki memurun hakkaniyetten uzak bir uygulama ile yönetiliyor olması, gelir dağılımındaki uçurum,
İşsizliğin had safada olması, halkın bir kısmının bir eli yağda bir balda, diğerinin fakir ve zaruret içinde felçli durumda olması.
Devlet imkanlarının tamamının iktidarı temsil edenlerin elinde ve iktidar dışındakilerin bu nimetlerden asla yararlanamaması.

Her vatandaşın Ankara'da bir dayısı, bir adamı, işini takip edecek bir aracı arayışı içinde olmasının sebebi nedir? Buna niçin ihtiyaç duymaktadır, iş takipçileri neyi, niçin ve kaç paraya takip etmektedirler? Araştırılırsa görülecektir ki sistemde bir operasyona acil olarak ihtiyaç vardır. Değilse, bu ülkeyi ve bu halkı, bu iktidarın kurtarması değil, yarasına tuz ekmesi dahi mümkün olmayacaktır...

Halkı, bir bütün olarak kabul edilip, kim hangi iktidar ve siyasî parti kucaklayabilirse ülke ve bu millet kazanacaktır...
Değilse hep hayıflanıp duracağız...
Biz bu hale nasıl geldik?
Bizi bu hale kimler getirdi?






BAŞKAN ve YARIBAŞKANLIK
İktidardakiler ve sempati duyanları, liderlerini Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına taşımaları, buradan da Başkanlığa taşımak istemeleri, muhaliflerin ise buna kesin olarak karşı çıkmaları, ülkede bir kaos ortamının oluşmasına sebep olmaktadır...
Demirtaş: "Seni başkan yaptırmayacağız!.." derken AKPliler: "Her ne olursa olsun seni başkan yaptıracağız." AKP Gençlik Kolları Eski  Başkanı ve İstanbul Millet Vekili,  Abdüllatif BOYNUKALIN:  “1 Kasım seçimlerinin sonucu ne çıkarsa çıksın, seni başkan yapacağız!.. Biz başkan yaptıktan sonra onlar da defolup gidecekler." demişti… Bugün kimse geçip gitmedi(!) gitti mi? Doğudakiler Suriyeli Mülteciler gibi akın akın geliyor. Hakkari şehri Yüksekovaya; Şırnak şehri de Cizre’ye taşınıyor?!. Onlar da çekip gidiyor mu, gitmemek için mücadele mi veriyorlar? Bunlarla birlikte olup, sadece ikbal sebebiyle iç ve dış güçlerin ekmeğini yağlayanlar, PKK'yı sevindirenler, farkına varmadan ülkeyi ikiye, üçe mi böldürüyorlar?.. Kimin eli kimin cebinde, kimler niçin böyle bir oyunun parçası oldukları belli değil...
Silah, bomba, şarapnel seslerinin kulaklarımızın dibinde yankılandığı ateş ve barutun dumanlarının gökyüzünü doldurduğu, Rusya'nın sınırlarımıza dayandığı Nato askerlerinin komşularımızda konuşlandığı bu tehlikeli, çetin ve yaşamanın bedel istediği nedametli coğrafyada, Yeni Türkiye Serüvenimiz giderek, büyük tehlikeleri işaret ediyor. Hak ve Hukuktan bahsedip haksız ve adaletsiz uygulamalar yapıp iş tutanların, adaletin pençesinden kurtulmaları (er veya geç) hiçbir vakitte  mümkün olmamıştır, olmayacaktır, bugün dahi olmaz.
Bugün İktidardakilerin ağzında: "Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi şuanda yarı başkanlık şeklinde zaten, fiilen yönetmektedir." demektedirler… Peki halkın vermediği Başkanlık veya Yarı Başkanlık yetkisini Cumhurbaşkanı, kimden ve nereden, halkın yaptığı hangi seçimle almıştır?
Başkanı seçmek için böyle bir seçim ne zaman ve nerede yapılmıştır? Eğer böyle bir seçim yapılmış ise Türk halkının bundan neden haberi yoktur?...
Başkanlık isteyenleri, böyle konuşmaya iten sebep ve sebepler nedir, nelerdir? İlgili ve yetkililer bu tür söz ve söylemlere bir karşılık vermemekte, bu söylem ve  isteklere ses çıkarmakta mıdır?
Aydın, bürokrat despotizmi, Türkiye’nin değerlerine yabancılaşma, ve Türk insanını tam olarak tanımayan ve tanımak istemeyen bir grup ile hakları gasp edilmiş, gruplar mı çatışma içerisinde
Bütün bunları tespit edemez, teşhisi doğru koyamaz isek hep dertleni
Biz bu hale nasıl geldik?
KENDİMİZİ
TANIMAMAK ve MİLLÎ OLMAMAK
Geçmişte bir gün, TRT’de Merve Kavakçı Meclise girdi diye CHP Grup Başkan Vekili ve yanındakiler TRT’yi basıyor ve Merve KAVAKÇI’nın oradan ayrılmasını istiyorlar. “Dağ Başını Duman Almış” Marşı'nı söyleyen grubu zamanın Cumhurbaşkanı Demirel desteğinde ve Demirel: “Doğan Medyasına ve Uzan Medyasına: "Bu kadına haddini bildirin!” diyor. CHP’liler Grup Başkan Vekili eşliğinde Merve KAVAKÇI, Meclisten ayrılıncaya kadar da TRT’den ayrılmıyorlar. Sebep, baş örtülü bir vekilin TBMM'sine, halk tarafından seçilmiş olması... Ogünler içimizi kavurup yakarken bu günlere de ışık tutuyor. Geçmişte yaşanan olaylar geleceğimize yön veriyor... Bugün TBMM'de başörtülü bizi sevindiren oldukça çok vekil var; fakat kimsenin bunlara gıkı çıkmıyorsa, sebebi gelinen noktada, fikirlerde ve anlayışlardaki değişiklik ve olumlu gelişmedir.
Bizim en büyük eksiğimiz kendimizi tanımamak ve millî olmamaktır. Merve KAVAKÇI'da ogün yaşadığımız kimliksizliği, bugün de yaşadığımızı kimliksizliğimizi söylersek yanlış söylemiş olmayız... "Türk'üm doğruyum, çalışkanım....Ne mutlu Türk'üm diyene!.." ifadeleri ile son bulan "AND"ımız, kaldırılırken, Türk, Türkiye, İstiklâl Marşı, Bayrağımız" söz ve sembollerine alerji duyan, kimlik bunalımlarıyla karşı karşıya kaldığımız anlaşılmaktadır. Biz kimiz? Hangi milletteniz? Dinimiz ne? Bütün bunların adlarına ne deniyor? Ecdadımız, bıraktıkları devvasa eserler ve örf âdet, gelenek ve değerlerimiz, "Sadaka taşları, Askıda Ekmek, Ramazanda Verilen Diş Kirası, Konaklarda İhtiyaç Kapısı, Kuş Evleri, Hayvan Hastahaneleri(Gurabe i Laklakan), Vakıflar,  bizi biz yapan, ülkeye Türk mührünü vuran, tapusunu bize veren bu değerleri bize miras bırakanların kimliklerine niçin ve neden karşı olunabilir? Anlamak mümkün değildir!..
Bugünde aydınlar, siyasetçiler ve bir kısım yöneticilerin kimlik bunalımları ve bu kimliği taşımakta problemleri olması sebebiyle, bir kaosun girdabında bocalayıp durmaktayız. Ülkedeki sorunların kaynağı da bu kimlik bunalımlarından çıkıyor olsa gerektir.
Büyük güçlerin santraç oyununda, Suriye, İsrail, İran da dahil olarak bölgemizin haritasının yeniden çizilmesini istiyorlar. Tabii Türkiye Cumhuriyetini bölerek... Bu durumda yerli ve millî, toplumsal hafızaya sahip bir muhalefet ile halkın tamamını bir ve beraber olarak kucaklayacak bir  iktidar,  ülke meseleleri halledilecektir.  Bugün nerden nereye gelinmiş olduğuna bakmak gerekmez mi? Bu halkın adını ayaklarının altına alanlar ve değer verdiklerini çiğneyip, ezerek geçenlere mi güvenecek?..

İkbal sevdasına tutulmuş yöneticiler ve bunu kara sevdaya dönüştürmüş liderler ülkelerin siyasetinde baş rollerde oynarsa, halktan yüzde elli hatta yüzde atmış oy alsalar dahi, geriye kalan yüzde kırk, otuzunu memnun etmedikçe, halkın bütününü kucaklayıp, yarasını sarmadıkça ülkenin vücudunun bir tarafı, her daim felçli kalacaktır... Ekonomisi çökmüş, halkı isyanları oynayan içte federe devletlerin baş kaldırmayı dört gözle beklediği Rusya, sınırlarımıza kadar gelecek, etrafımızdaki düşmanlar Türkiye'yi çökertme, rakiplerimiz ise bize diz çöktürüp, elini öptürmek emelinden vaz geçmeyecektir. Bütün bunları tespit edemez, teşhisi doğru koyamaz isek hep dertlenip duracağız.
Bizi bu hale kimler getirdi?
Biz bu hale nasıl geldik?
PKK, BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN, BARZANİ ve ISRAİL
Kandil’de yapılan açıklama ile PKK ülkeye savaş ilan etmiştir. İran’ın desteği ile El Muhaberat(İran İstihbaratı), PKK savaşı başlatmıştır.
Akademisyenler Birliği Başkanı Koray ÇALIŞKAN: " Halk desteğinden bahseden AKP, bugün seçim yapılsa AKP % 47'i bulamaz. Hatta AKP %’40'ı bulsun ben Akademisyenliği bırakırım." diyor. Türkiye’de bir millîlik sorunu var, bunun sebebi sadece Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığıdır demek doğru mudur?.. Son seçimlerde AKP 'nin millet vekili sayısı üç yüz on yedi(317) olmasaydı, bugün bu tartışmaların hiç biri olmayacak mıydı?..
 "Recep Tayyip ERDOĞAN’ın arkasında yüzde kırk dokuz halk desteği var. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yaptığı operasyonları halk destekliyor. Otonom veya Federasyon devlete  hiçbir devlet izin vermez…Biz de veremeyiz."  sözünü, haklı olarak dillendiren iktidar, taraftarları on dört yıldır iktidar olduklarını ve kendileri iktidara geldiklerinde ne Rusya sınırlarımıza yakın, ne NATO Suriye'de ne de PKK bu kadar azmamış olduklarını unutuyorlar...
On dört yılda gelinen nokta!.. İçte çatışma, dışta savaş ve komşularımızla problem ve en önemlisi de topraklarımızın bölünme tehlikesine, bugüne kadar hiç bu kadar yaklaşılmamış olmasıdır. Bize bir Yavuz Sultan Selim, tam da bugünlerde zuhur edecek diye ümit var olmak mı gerekiyor?...
PKK var gücü askerlerimizle çatışmadadır. Bunların dış güçlerin de yardımı ve "Çözüm Süreci" ile palazlanıp beslendiğinden bu yana, söylemleri: "Irak Kürdistan'a hiç bu kadar yakın olmamıştır."  diyerek hangi noktaya getirilmiş olduğumuzu, doğudaki gerçekleştirmek istediğimiz operasyonlar, bize ispatlamaktadır.
Barzani'nin: "Irak Kürdistan'a hiç bu kadar yakın olmamıştır." gizli arzu ve zaaflarını ortaya koymaktadır.
Israil: “İran ve Türkiye arasında bir Kürt devletinin zamanı gelmiştir. Bütün gücümüzle kurulacak Kürt Devletinin arakasındayız!” diyebiliyorsa, Türkiye'nin gücünün ne olduğu da ortaya çıkmış, ve komşularımızın, bizi nerede ve nasıl gördüğü hakkında da bir fikir elde etmiş oluyoruz...
Bağımsız Kürdistan: Bu fikir hiç bir devrede Türkiye'de rağbet bulmamıştır. Bundan sonra ve başka zamanlarda da rağbet bulması mümkün olmayacaktır.
Bu kesin tavır ve kararlılığımızı bugüne kadar gösteremediğimiz anlaşılıyor. Bunu tam ve kararlılıkla ortaya koyamaz isek hep sıkıntılarla boğuşup duracağız...
Bizi bu hale kimler getirdi?
Biz bu hale nasıl geldik?
SONUÇ:
Problem Türkiye'nin içindedir, dışarıda değil… İçerisi düzelmeden dışarıyı tamir ve onarmak mümkün değildir.
Halkın huzuru  ve memnuniyeti ülkeyi yönetenlerin tutulduğu kara sevdadan vazgeçmesi ile mümkün olacaktır.

Terörün belinin kırılması değil, bizatihi kafasının ezilmesi ve bir daha hortlama ihmal ve 
ihtimalinin kalmaması,
Ortadoğu'da çizilmek istenen sınırlara karşı, dışarıda ve ülkemiz içindeki Türk ve Müslüman halkın haklarının korunması ve askeri teçhizat ve donanımın yenilenerek en üst düzeyde teknolojik üretime geçirilmesi, askeri sistemin tez elden organizesi,
Halkın yüzde yüzünün kucaklanması, ayrımcılığa ve adam kayırmalara, yolsuzluğa, haksızlığa son verilmesi; adaletin tez zamanda tecellisi ile mümkündür, vesselam...Ankara, 24.01.2016 Pazartesi